Türkçe'miz, dış dünyadan
etkilenen ve dış dünyayı anlamlandırmaya çalışan insan
tarafından üretilmiş en eski dillerden biri, belki de ilkidir.
Bu ifade ilk bakışta fazla iddialı bir sav gibi görünebilir.
Ancak Türkçe’mizin iç ve dış yapısı incelendiğinde hem çok
eski bir dil olduğu, hem de çok mantıklı, tutarlı olduğu
görülecektir. İç yapıdan kasıt sözcüklerin içerdikleri anlam,
dış yapıdan kasıt ise sözcüklerin biçimlenişi ve cümle içinde
yerlerini alışlarıdır. Yani Türkçe hem öz hem de biçim olarak
incelenmeye değer bir dildir.
Her dil birtakım kurallar
içerir. Hiçbir dil kuralların şaşmazlığı bakımından Türkçe ile
yarışamaz. Türkçe’mizde kural dışı yapılar son derece azdır.
Türkçe’nin kurallarını inceleyen batılı dil bilimciler
dilimizdeki kural şaşmazlığını öve öve bitiremezler. 1823-1900
yılları arasında yaşamış dil bilimci Max Müller :
“Türkçe
grameri okumak bile bir zevktir. Kiplerdeki hünerli tarz,
bütün çekimlerde hakim olan kıyasılık, şekillerde baştan başa
görülen bir saydamlık, dilde parıldayan insan zekâsının bu
harika kudretini duyanları hayrete düşürmekten geri kalmaz”
demiştir. Sözünü ettiği özellikler Türkçe’mizin dış yapısı ile
ilgilidir. Ancak sözcüklerin taşıdıkları anlam incelendiğinde
ayrı bir derinlik olduğunu da görmekteyiz.
Her dil bir iletişim aracı
olarak seslerden yararlanır ve kulağa hitap eder. Eğer kulağa
gelen sesler hoş ve dengeli (harmonik) iseler o dil estetik
bir dildir. Dile ait bir tavır alınacak olursa öncelikle
kulağa gelen seslere dikkat etmek gerekir. Estetik tavır,
duyusal temele dayalı bir tavırdır.
“Estetik tavır,
bireysel varlıkla, ya da tek tek /burada ve şimdide/ bulunan
var olanla ilgilidir, genel kavramsal nesnelerle değil.”,
der İsmail Tunalı, ESTETİK adli kitabının 28 inci sayfasında.
Bu tanımdan hareketle Türkçe’yi ilk kullanan insanların (ön
Türklerin) doğaya estetik bir tavırla baktıklarını
söyleyebiliriz. Zira hem doğal seslerden yararlanmışlardır hem
de bu seslerden yeni sözcükler türetirken dengeye ve ses
uyumuna önem vermişlerdir.
Türkçe konuşan ilk insanlar
tek heceden oluşan doğal seslere anlam yüklemişlerdir. Bu tek
heceli sözcüklere kök sözcükler demekteyim. Kök
sözcükler birincil şekillerdir. Kök sözcüklerin temel
kavramları içermeleri gerekir. Bu temel kavramlar gündelik
yaşamda esas olan ve gündelik yaşamın parçası olarak karşımıza
çıkan burada ve şimdi ile ilgili kavramlardır. Örneğin doğada
görülen çeşitli oluşumlar (ay, su, göl..), insan vücudu ile
ilgili uzuvlar (el, kol, baş, göz...), canlı yaratıklar (ana,
ata, at, kuş, ayı.....), eylemler (koş, al, gir, in....) ve
nesneler (ok, taş, yay, saz....) şeklinde temel kavramlardır.
Tüm bu kök sözcüklerin tek heceden oluştuklarına dikkatinizi
çekerim.
Kök sözcüklere takılar
ekleyerek oluşturulan yeni sözcükler ise ikincil kavramlar
olarak karşımıza çıkar. Birincil kavramların kaynağı büyük
çapta doğadır. Doğadaki sesleri yansıtarak pek çok kök sözcük
üretilmiştir Türkçemizde. Bu sözcüklere
Ses Yansımalı
sözcükler adı verilir. Hamza Zülfikar
TÜRKÇE'DE SES YANSIMALI
KELİMELER adlı bir kitap yayınlamıştır. (Türk Dil Kurumu
Yayınları: 628) Kitabının 91 inci sayfasında şöyle der:
“Ses
yansımalarında en küçük biçimler olan birincil köklerden türlü
genişletmeler ve türetmelerle yeni biçimler kurulurken yapıda
karmaşık olmayan, kurallara bağlı bir işleyişin varlığı
görülür.” Şu halde Türkçe eklemeli bir dildir. Tüm Asya
dilleri eklemeli dillerdir. Bizim de üyesi olduğumuz dil
gurubuna Altay dil gurubu denir. Ancak Asya kökenli Ural dil
gurubu, Çukçi-Kamçatka dil gurubu ile Eskimo-Alauç dil
gurupları da eklemeli dillerden oluşurlar. Altay dil gurubuna
Türkçe'mizden başka Korece, Japonca, Moğolca, Tunguz dili ile
daha birçok Asya dili girer. Ancak tüm bu diller içinde ses
yansımalı sözcük bakımından en zengin olanı Türkçe'dir.
Örneğin iki sert cisim
birbirlerine çarpıştırılırsa ÇAK diye bir ses çıkar. Bu doğal
sesten bakın ne tür sözcükler üretmişlerdir atalarımız: Çakar,
Çakaralmaz, Çak-çuk et, Çakıl, Çakı, Çakıldak, Çakıştır,
Çakıltı, Çakmak, Çakır çukur, Çakırdaklı, Çakkadak, Çakmur,
Çakırıntı...vs. Benzer şekilde bir cismi diğerine çarptırma
eyleminden ortaya TAK sesi de çıkar. Bu kök sözcükten türeyen
ikincil şekillere bir göz atalım: Takılat, Takırdat, Takırtı,
Takıntı, Takır, Takla, Tak tak kolu, Takagan, Tak tuk etme,
Takır tukur, Takılcak...vs.
Bir sözün bir-iki harfini
değiştirip kafiyeli bir deyim üretmek hem anlam zenginliği
yaratır hem de kulağa hoş gelir. Bu tür ifadeler Türkçe’de
çoktur ve Tekrar Simetrisi
içeren, kulağa hoş gelen,
estetik deyimlerdir. Örnekler: Açık-saçık, çoluk-çocuk,
kırık-çıkık, tek-tük, sere-serpe, karış-kuruş, yorgun-argın,
akça-pakça, takır-tukur, peş-peşe, ard-arda...vs. Her bir
deyim sözcüklerin basit anlamından öteye daha derin ve geniş
anlamlar içerirler. Birinci örnekte “Açık-saçık bir kıyafet”
dediğimizde kıyafetin hem açık hem de dağınık, düzensiz ve
göze hoş gelmeyen anlamlarını da ifade etmiş oluruz. Keza
“çoluk-çocuğa karıştı” dediğimizde ‘çocuklarıyla tüm vaktini
harcıyor, başka iş yapmaya vakit bulamıyor’ düşüncesini de
ifade etmiş oluruz.
Bir de zıt anlamlı
sözcükleri tekrarlayarak Karşıtlık Simetrisi
denebilecek deyimlerle anlam zenginliği üretilir. Örnekler:
Dosta-düşmana, er-geç, giren-çıkan, olur-olmaz, irili-ufaklı,
gide-gele, aşağı-yukarı, bata-çıka, eninde-sonunda,
inişli-çıkışlı, sağa-sola...vs. Burada ikinci sözcük birinci
sözcüğün zıt anlamlısıdır. İki zıt anlamlı sözcükten yepyeni
ve her bir sözcükten daha derin bir anlam üretmiş oluyoruz.
|