Her dil gibi
Türkçe’mizin sözcükleri de zaman içinde anlam değişikliğine
uğramışlardır. Ancak tarih öncelerine kadar uzanan bu dili
incelemek tüm diğer dillere göre hem daha kolay hem de daha
heyecan vericidir. Zira sözcüklerin eski anlamları ile yeni
anlamları arasında bağ kurabilmek için o dönemin kültürünü
kavramak ve bilmece çözer gibi çözmek gerekir. Türkçe’mizin
dönemlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1.Ön-Türkçe (Günümüzden 25 - 15 bin yıl önce) 2.Altayca (Günümüzden 15- 5 bin yıl önce)
3.Ana Türkçe (Günümüzden 5,000 – 3,000 yıl önce)
4.Eski Türkçe (MÖ. 1,000 – MS. 1200)
5.Orta Türkçe
(MS. 1300 – MS. 1923) 6.Yeni Türkçe
(MS. 1923 den itibaren)
Bu dönemler
kesin olarak dilciler tarafından saptanmış tarihler değildir.
Zaten dilciler Ön-Türkçe diye bir dilin varlığını bile kabul
etmekte zorluk çekerler. Bu dönemler Türk topluluklarının
bulundukları bölgeyi ve yazı tarzını terk edip yeni bölgelere
göç etmelerine denk düşen tarihlerdir. Her yeni dönem yeni bir
yazı tarzının ve yeni bir konuşma ağzının benimsenmiş olduğu
dönem olarak anlaşılmalıdır. Ön-Türkçe
döneminde yazı yoktu. Sadece damgalar ve kök sözcüklerle ifade
edilen tek heceli dil vardı. Altayca döneminde Asya'dan ayrılıp
dört yöne doğru yayılmaya başlamışlardır. Ana Türkçe döneminde
halen damga yazısı var olmakta devam etse de çeşitli abeceler
gelişip farklı coğrafyalarda uygulamaya girmişlerdir. Eski
Türkçe olarak tanımlamış olduğum 2200 yıllık uzun bir süre
içinde Türkçe hem şekil, hem içerik hem de estetik olarak
olgunluğa ulaşmıştır. Bu dönemde Türk boyları farklı abeceler
kullanmışlar farklı dinlere inanmışlardır. Orhun
kitabelerindeki yazı tarzı hala Ön-Türk damgaları ile
ilişkisini koparmamış bir tür olarak özellikle incelenmesi
gerekir. Kitabelerde kullanılan deyimler hem içerik hem de
estetik olarak önemlidirler. Size birkaç örnek sunayım:
(Kaynak: Göktürk İmparatorluğu, Rene Giraud,
Töre yayınları)
İŞKÜÇ
: bugün bile kullandığımız /iş güç/ deyimini çalışmak + gayret
göstermek anlamında tek bir sözcükle ifade ederek derin bir
kavram üretmişlerdir.
ATKÜ
: AT-KÜ kök sözcüklerinden AT = AD isim ,unvan olup KÜ = Şeref
ün olduğundan birlikte ZAFER, Şerefle kazanılmış ün, başarıda
ve isim sahibi olmada gayretin rolü gibi derin kavramlar
aktarılmaktadır.
KUTULUĞ
: Bugün bile kullandığımız KUTLU sözünde KUT-ULUĞ bulunur.
ULUĞ hem yüksek, yüce demektir hem de talihin iyisi demektir.
Birlikte ZENGİNLİK anlamını aktarırlar.
YAŞ-SİYİT
: Gözyaşı dökmek, ağlamak anlamları bulunur. Bu ikili kavramda
acının, matemin ifadesi bulunmaktadır.
İLTÖRE
: İL yaşanan bölge, coğrafi ülke demektir. Töre ise örf adet
olduğundan birlikte Politik ve İdari Yönetim yani DEVLET
kavramı bulunmaktadır.
ARKIŞ TİRKİŞ
: Arkış = AKIŞ yani hareket ifade eder. Tirkiş ise bir TEKRAR
SİMETRİSİ içerir (Bkz. 40 sayılı yazım). Aynı zamanda Tirkiş
sözü /hayvanlar/ demek olup birlikte hareket halinde KERVAN
veya genel olarak hareket halindeki SÜRÜ kast edilmektedir.
BAZYAYISIZ
: BAZ kök sözcüğü günümüzde BARIŞ olmuştur. Aslı BAZIS olup R
Türkçesinden dilimize geçmiştir. YAYI ise düşman demektir.
YAYISIZ /Düşmansız/ olduğundan birlikte /Barış içinde düşman
olmadan yaşamak/ kavramları tek sözcükle aktarılmıştır.
YABIZ YABLAK
: Burada tam bir Tekrar simetrisi bulunmaktadır. YABIZ /Kötü,
zararlı/ demektir. Yaplak veya Yablak hem seste bir tekrar hem
estetik vardır. Yani, kötü ve zararlı olanı siirsel bir
kafiyeli tekrarla adeta yumuşatmış, etkisini azaltmışlardır.
Bugün bu
deyimleri unuttuk. Dolayısıyla kendi kök kültürümüzden
uzaklaştık. Ne Orhon abecesini ne de Arap abecesini
okuyabiliyoruz. Ne Eski Türkçe'yi ne de Osmanlıca'yı anlıyoruz.
Bu bakımdan öz değerlerimizi bilmediğimiz ve kendi kültürümüzü
tanımadığımız için özenti ve kulaktan dolma bilgilere, batı
değerlerine, batılı dilcilerin ve tarihçilerin bizlere
aktarmak istedikleri dar bakışlara inanıyoruz. Değişime karşı
değilim. Ama kendini unutacak kadar değişmeye
gaflet
denir. |