İsmail Emre kutsal kitapların değersiz kâğıt olmadıklarını ve
her an canlı mesajlar içerdiklerini, bu bakımdan o ölüye ağıt
yakmadığını belirtiyor. Dışı üzgün dursa da, hakikati bilen
içinin güldüğünü söylüyor. Yunus Emre de kendisini benzer
şekilde asıl hakikat bilgisine ulaştığını söylüyor:
Hem
bâtınım, hem zahirim, Hem evvelim, hem âhirim, Hem ben
O’yum hem O benim, Hem O
kerim-ü Han benim.
Burada “Kerim-ü Han”
Ulu Han demek oluyor. Çünkü kendisi hem geçmişi hem de
geleceği kapsayan, dolayısıyla an içinde var olan bilge kişi
oluyor. Aynı şeyi İsmail Emre de söylüyor:
Nokta
oldu evvel-âhir, Satır
oldu bâtın-zahir, Kitabıdır benim gönlüm, Açıldı
olunca Tâhir.
Tahir = Temiz demek
olup, gönül temiz olunca evvel, âhir, bâtın, zahir onun gönül
kitabına yazıldı diyor. İsmail Emre şiirini şöyle tamamlıyor:
O,
benlikten giymiş libas, Safa
bilmez, çekiyor yas, Emre,
varlığından soyun, Halk-edende yok iltimas.
Anadolu bilgelerinin
ortak görüşü olan bu dörtlükte İsmail Emre benlik denen egonun
bir örtü, hakikate ulaşmanın engeli olduğunu söylüyor ve bu
örtü durduğu sürece mutlu olmanın mümkün olamayacağını
belirtiyor. Ego sahibi kişiler Yunus’un bilgeliğini de
kabullenmekte zorluk çekerler. Onu basit bir halk şairi olarak
yorumlarlar. İşte bu bakımdan şiirlerini iki anlamlı yazmış,
hakikatte söylemek istediğinin üstünü örtmüştür. Bu tür bir şiire örnek
vereyim:
Çıktım
erik dalına anda yedim üzümü, Bostan
ıssı kakıyıp der ‘ne yersin kozumu’.
Kerpiç
koydum kazana, poyraz ile kaynattım, ‘Nedir?’
diye sorana, bandım verdim özünü.
Gözsüze
fısıldadım, sağır sözüm işitmiş, Dilsiz
çağırıp söyler, dilimdeki sözümü.
Yunus
bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez. Münafıklar elinden örter mana yüzünü.
Erik ekşi, üzüm tatlıdır.
Erik dalına çıkıp üzüm yemekle “dünyanın ekşi yaşantısının
tatlı yönlerini buldum” demek istiyor. “Bostan ıssı” ile bu
maddi dünyaya hakim olmak isteyenleri kast ediyor. Onlar için
varlık çetin ve katı bir ceviz gibidir. Yunus için tatlı ve
yumuşak olan onlara acı ve sert gelir. Bu bakımdan erik
ağacını ceviz ağacı olarak görürler. Kerpiç tuğlanın eski
adı olup toprak ve samandan yapılmıştır. Poyraz gibi soğuk bir
rüzgarla kaynaması mümkün değildir. Yunus, kerpiç kadar sert
nesnelerin bile özüne ulaşmanın mümkün olduğunu belirtiyor.
Yunusun sözleri beş duyu ile algılanacak ve mantık
çerçevesinde anlaşılacak sözler değildir. Bu sözleri
seslendirmek için dil sahibi olmak gerekmez. Yunus Emre öyle bir
söz söylemiş ki hiçbir anlamı yok. Ama esas amacı, ikilikte
kalıp birliği ve tekliği ret edenlerden sözlerinin anlamını
örtmektir.
Anadolu bilgelerinin
kökü Horasan bölgesi ve Türkmenistan kültürüdür. Ahmet Yesevi
kolu Hacı Bektaş Veli, Taptuk Emre ve Yunus Emre zincirini
oluşturmuştur. Bu koldan gelen ve pek tanınmayan ŞİİRİ
mahlaslı bir bilge şairin uzun olan şiirinden bir bölüm sunmak
istiyorum:
Şu fenâ
mülküne çok geldim gittim, Yağmur
olup yağdım, ot olup bittim. Urum
diyarını ben irşat ettim, Horasan’dan gelen Bektaş idim ben.
Gâhi
nebi, gâhi veli göründüm. Gâhi
uslu, gâhi deli göründüm, Gâhi
Ahmet, gâhi Ali göründüm, Kimse
bilmez sırrım, kallaş idim ben
Şimdi
hamdülillah ŞİRİ dediler, Geldim,
gittim, zâtım hiç bilmediler. Sırrımı
kimseler fehmetmediler Hep
mahluk kuluna kardaş idim ben.
Bilge olan kişi
kendini tek bir kişi olarak algılamaz. Onun bir bağı, bir
geçmişi vardır ve bu geçmiş üzerine kurulu bir kültür geleneği
de vardır. Bu kültür sadece şiir ile yetinmemiş ayrıca düzyazı
(nesir) eserler de vermiştir. Genelde bu tür düzyazı metinleri
14 ve 15. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan
Evliya Menkibeleri’dir. Bu metinler ünlü
tarikat kişilerinin yaşantısını ve olağanüstü serüvenlerini
anlatır.
Bu türün en yaygın
ve ünlüsü
Hacı Bektaş Veli Velayet-namesi’dir. Daha birçok
bilge kişinin uzun ya da kısa menakıbı vardır. Bunlar o
kişinin ölümünden sonra müritlerince yazılmıştır. Biraz abartı
ve hayal içerdiklerinden gerçek tarihi çalışmalara kaynak
teşkil etmezler. Ama, edebiyat eseri olarak değer taşırlar. Bu
menkıbelerde Asya şaman kültüründen birçok iz bulmak
mümkündür. Örneğin söz konusu kişi bir anda şekil değiştirir,
geyik olur, biçimden biçime girer. Biri güvercin olur, diğeri
doğan. Tahta kılıçla küffarı haklar, bir kap yemekle bir
orduyu doyurur, hastaları iyi eder.
Sonuçta, Anadolu
bilgeliğinin sevgi, saygı ve cesaret değerleri üzerinde
yükselen önemli bir kültürel yapı olduğunu söylemek mümkündür. |