Post
Modern Felsefe Aynı
görüşü 20. yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş batılı
düşünürler savunmuştur. Onların bu yeni bakış açısına
Postmodern Felsefe
denmiştir.
Postmodern felsefeyi geliştirmiş olan Derrida,
Lyotard, Faucault ve diğerleri, anlam dünyamızı (modernizm
bağlamında) sarsacak çözümlemelere giriştiler. Kuhn ve
Feyarebend de postmodern düşünceye birçok katkıda bulundular.
Postmodern yaklaşım bir sorgulamadır. Bu doğru. Fakat neyi
sorguluyor? 200 yıla yakın bir süredir batı toplumlarına kesin
doğru imiş gibi pompalanan birtakım önyargıları ve
varsayımları.
Bunların
sorgulanması birinci aşamadır. “Modern” dönem olarak kabul
görmüş olan Aydınlanma Düşünce sisteminde doğanın akıl ve
mantık yoluyla anlaşılıp açıklanabileceği inancı vardı.
Postmodern düşünce ise bu yaklaşımı sorguluyor. İnsanın doğayı
ve çevresinde gelişen olayları açıklamak yerine yorumladığıni
iddia ediyor. “Modern”
adı verilmiş olan, fakat günümüzde klasikleşmiş olan bilim
döneminde doğa ile insan kopuk ve birbirlerinden bağımsız
olduklarından doğada herhangi bir anlam bulunmadığı inancı
vardı. Çünkü nesnel doğada “şuur” (bilinç) yok olduğu
sanılıyordu. Oysa ki postmodern bakış anlamsızlık yerine,
anlamsız gibi görünen olgularda gizli olan anlamı ortaya
çıkarabilmek gayreti içindedir.
Önce, Fransız felsefeci
Jacques Derrida’nın
meşhur ettiği “Yapı
bozumculuğu” (decontruction) kavramından söz etmek
istiyorum. “Yapı bozumu” yıkım değildir, nihilizm ile ilgili
değildir, analiz hiç değildir. Daha çok batı düşünce
sisteminin aşkın durumları açıklamakta karşılaştığı zorlukları
çözebilmek için başvurulan bir bakıştır.
Yaşayan felsefe içinde yapı bozumculuğu,
Heidegger ve Nietchze tarafından ileri sürülmüş olan “yıkım”
veya “tersine çevirme”
kavramlarından daha az negatif bir yaklaşımdır. Ancak, yapı
bozumculuğunun kesin olarak tanımlanmaması felsefe ile
uğraşanları rahatsız etmektedir. Çünkü, felsefe kesin
kavramlarla çalışmak zorundadır. Bir bakıma felsefeye “Kavram
matematiği” de denebilir. Dolayısıyla, açık ve kesin tanımlı
olmayan kavramlar felsefenin ilgi alanının dışındadır,
şeklinde bir görüş bulunmaktadır.
Ancak, felsefi kavramlar
ortamın ve kültürün ürünü olmak zorundadırlar. Her dönemde
ortaya atılmış olan kavramlar hem o dönemin bilimsel
görüşlerinden etkilenmiş hem de o dönemin varsayımları ve
inançları üzerine inşa edilmiştir. Şu halde, 20. yüzyılda
ileri sürülen bilimsel kavramlarla postmodern görüşün
örtüşmesi hem doğal hem de gereklidir. Ayrıca, yazıya dökülen
her düşünce katılaşmış ve orada sabitleşmiştir. O yazıyı
yeniden canlandırmak için güncel kavramlar yardımıyla yeniden
yorumlamak gerekir. İşte bu girişime “Hermeneutic”
(yorumbilim) denmektedir. Hermeneutic bir bakıma ölü metinlere
can vermek onlarda gizli kalmış anlamları ortaya çıkarmak
olarak da tanımlanabilir.
Anadolu bilgelerinin kısa
ve öz şiirlerinde gizli kalmış olan anlamları ortaya çıkarmak
da yorumbilim yapmak olarak görülebilir. Bu gelenek zaten
bizim kültürümüzde eskiden beri vardı. Metinlerdeki gizli
anlamları yorumlamaya “şerh etmek” denir. Şerh sözü açıklamak,
ortaya serip yorumlamak anlamına gelir.
Bir diğer Anadolu bilgesi
olan Muhiddim İbnül Arabi’nin birçok eseri vardır ve onlara
pek çok şerh yazılmıştır. Örneğin,
Füsusu’l Hikem adlı
eserini Davud Kayseri, Abdullah Bosnevi, Bâli Efendi, Ahmed
Avni Konuk ve en son da Ekrem Demirli şerh etmişlerdir.
1868-1938 yılları arasında yaşamış olan Ahmed Avni Konuk büyük
bir tasavvuf bilgini olarak Füsusu’l Hikem’den başka
Mevlana’nın Mesnevi’sini de tercüme ve şerh etmiştir. Ayrıca
kendisi hem beste yapmış hem de bestelerinin sözlerini
(güftelerini) yazmıştır. Şiirleri gerçek bir Anadolu
bilgesinin yaklaşımını içerir.
Zamanımızın
bir diğer Anadolu bilgesi 1900-1970 yılları arasında yaşamış
Adana doğumlu İsmail Emre’dir.
Bir bilge kişi olan İsmail Emre “doğuş” adını verdiği
şiirlerinde tasavvuf düşüncesini işlemiştir. İşte size
devrimizin Yunus Emre’si olan İsmail Emre’den bir doğuş:
Dostum
ile görüşmüşüm, başka hayal neme gerek. Onun ile
geliş gidiş, başka visal neme gerek.
Dolaşmışım taa ruhuna, başka cemal neme gerek. O’dur
veren “gel” haberi, başka zeval neme gerek.
Hiç
meyvası olmaz acı, başka bir dal neme gerek. Yemişinden yer de kanar, başka bir mal neme gerek.
Zümrüt
kuşu yuva yapar, olmuşlar hal, neme gerek. Emre
kalmaz biz ile siz, başka bir hal neme gerek.
Bu şiirde bazı sözcüklerin
karşılığı: Visal=sevgiliye kavuşma (A), Cemal=güzel yüz (A),
Zeval=sona eriş (A). En son mısrada “Emre kalmaz biz ile siz”
demekle ikiliği terk edip birliğe ulaştığını
belirtiyor. İsmail Emre bu şiirinde akıl ve mantıktan değil
sezgi ve sevgiden söz ediyor. Bir olaya gönül gözünü açarak
yaklaştığımızda sadece zihinsel farkındalık oluşmakla kalmaz,
aynı zamanda duygusal farkındalık da oluşur. Yani o anda
duygularımız birlik ve bütünlük içinde keskinleşir, mutluluk,
coşku, sevinç ve sevgi gibi duygular belirir. Birliğe ve
bütünlüğe ulaşmanın nasıl bir şey olduğunu bilgelerin bilgesi
Yunus Emre şu şekilde dile getiriyor:
Nitekim ben beni buldum. Yakîn bil ki BEN’i buldum. Korkum onu buluncaydı, Şimdi korkudan kurtuldum.
Ben kimseden korkmazam Ve bir zerre kayırmazam. Ben şimdi kimden korkayım, Korktuğum ile bir oldum.
Azrail gelmez yanıma, Sorucu gelmez sineme, Bunlar benden ne sorarlar, Onu sorduran ben oldum.
Ben onca haçan olam, O’nun buyruğunu buyuram, O geldi gönlüme doldu, Ben ona bir dükkân oldum.
Canlılar bizden el alır, Cansızlar eri ne bilir? Hem verirler, hem alırlar, Ben bir ulu Divân oldum.
Yunusa Hakk açtı kapı, Yunus Hakk’a kılar tapı, Benim için devlet bâki, Ben kul
iken sultan oldum.
İlmen Yakîn, Aynen Yakîn ve Hakken Yakîn Birinci mısrada “Yakîn
bil ki BEN’i buldum” sözleri oldukça derin bir
anlam taşıyor. Yakîn sözü “kesin olarak biliş” demek olup, üç
çeşit yakîn durum vardır. Bunlar:
İlmen Yakîn, Aynen Yakîn ve
Hakken Yakîn durumlarıdır. İlmen yakîn akıl ve
mantık yoluyla elde edilen bilgi türüdür. İlim sözü sadece
pozitif bilimler için değil, aynı zamanda hukuk ve din bilgisi
için de kullanılırdı. Eskiden âlim denen kişi birçok dallarda
uzmandı, bugünkü gibi bir tek konunun uzmanı değildi. Bu geniş
bilgi dağarcığına rağmen bilge kişiler âlim olmayı bilgelik
yolunun ilk kademesi olarak görürlerdi.
Bir üst bilgi durumu olan
“Aynen yakîn” bilgi akıl ve mantıkla değil, gözle görünen ve
duyularla elde edilen bilgi türüdür. Her ne kadar “ayn” göz
demek olsa da bu tür görüş kulaktan dolma değil, “kesinlikle
ve tamamıyla” şüphe içermeyen ve kapsayıcı bilgi türünü tanımlıyor.
Üçüncü düzey Hakken Yakîn en üst bilgi düzeyidir ki bu bilgi
Tanrı ile bütünleşince, Tanrı bilincinde yok olunca elde
edilen bilgi türüdür. Yunus’un “Yakîn bil ki BEN’i buldum”
sözü “kesinlikle, şüphe etmeden bil ki ben, asıl BEN olan
tözle bütünleştim”. Yani Allah’ın birlik bütünlüğü içinde yok
olarak Hakken yakîn boyutuna eriştim, demek istiyor. Bu boyuta
ulaşanlar şiir yazmazlar, şiir olurlar. Bu durumu da “ben
bir ulu divân oldum” sözleriyle ifade ediyor.
“Divân” şairlerin tüm şiirlerini topladıkları kitaba denir.
Günümüzde antoloji sözünün karşılığıdır. Kendisinin basit bir
şiir kitabı olduğunu söylemiyor. “Ulu divân”, yani yüce ve
fizik ötesi, metafizik bir şiir kitabına dönüştüğünü söylüyor.
Aynen Yakîn boyutuna “şehadet boyutu” da denebilir. Zira, bu
bilgi düzeyinde insan şahit durumundadır. Müşahede; görmek,
temaşa etmek, yakından gözlemek demektir. Şahit olan kişiye de
müşahit denir. Tasavvufta müşahede “Hakk’ın temaşası” anlamını
da taşır. Müşahede istekle değil, farklı bir âleme sıçrar
gibi, zihnin aniden açılmasıyla gerçekleşir. Daha ileri
boyutta gören ile görülen bir olunca
Hakken yakîn durumu
oluşur. Sufi kişiler seyri sülûk (gelişim süreci) sırasında bu
gibi haller yaşarlar ama bu gibi durumlardan söz etmeyi
sevmezler. Çünkü bu gibi durumları açıklamak bir kibir alameti
olarak kabul edilir.
Hakken yakîn olanlarda bir
manevi aşk durumu belirir. Birçok Anadolu bilgesi şiirlerinde
manevi aşkı dile getirmişlerdir. Bakın İsmail Emre nasıl söz
ediyor:
Aşka düşünce yürek, Aşıklara hayrandır.
Her daim der “göreyim”, Allah bana aşkı ver. Bu aşk olunca yoldaş, Biz o aşktan yanayız.
Hızır ettirir yardım, Cananım emredince,
Sardım nice yaralar. Yara iyi olunca,
Aşık aşka düşünce,
Hakk etmiş bize nasip.
Kendi yaşam felsefesini
bakın İsmail Emre nasıl anlatıyor:
Adım adım geçer hayatın yolu. Durmadan yürüyor her gelen kulu. Aslına kavuşur burada bırakır, Ananın karnında verilen çulu.
Bu dünya hazmeder, bırakmaz izi, Dalgaya benziyor seyret denizi. Durmaz davet eder kendi diliyle, Uyandırmak ister, her daim bizi.
Hayat yolu varır Dosta dayanır. Ona ecel derler, varan uyanır. Kimi bu dünyayı sever, haşrolur. Kiminin gözleri Dosta boyanır.
Varıp yetişenler sana salimmiş, Bizlere bildirilen aşk ve ilimmiş. Celalinden doğar yedi cehennem, Sekiz cennet denen: “Kalb-i salim”miş.
Bilinse nûr olur, verilen âza, Cenette verilmez kimseye ceza, Emre’nin arzusu hiç bir şey değil, Senden istediği, daima rıza.
İsmail Emre yüzyıllar sonra
Yunus Emre geleneğini yaşatmış bir şairidir. Burada kendinden
söz ederken aynen Yunus Emre konuşuyor sanırsınız.
Fâni oldum eserim yok, Benim benden haberim yok, Dilimden söyleyen Hakk’tır, Söylemeğe ezberim yok.
Bu dörtlüğünde “benim
benden haberim yok” derken, şiirlerini akıl ve mantıkla değil,
tümüyle sezgi ve teslimiyetle, kendini bir kanal yaparak
söylediğini ifade ediyor. Kendi söylemiyor, dilinden söyleyen
Tanrı oluyor. Yunus Emre da aynı şeyi söylemiş:
Yunus değil bunu diyen, Kendiliğidir söyleyen
Kafir olur inanmayan, Ahir, evvel, heman, benem.
İsmail Emre devam ediyor:
Nereye gitti benliğim, Bilmiyorum acep kimim, Bir âciz-i biçareyim Benden diyen, daim Âlim.
Burada âlim sözü Tanrı’yı
belirtiyor. Aciz ve biçare kavramı tasavvufta önemli yer
tutar. Yunus Emre de benzer şekilde şunları söylemiş:
Miskin Yunus biçareyim Baştan ayağa yareyim Dost elinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi.
İsmai Emre kendi varlığının
Tanrı varlığı içinde eridiğini şu sözlerle ifade ediyor:
Varlık kalmadı zerrece, Ne gündüz kaldı ne gece, Okuyorum, harf canlandı, Oldum âlim etmem hece.
Varlığından sıyrılınca harf
canlanıyor. Yani sözlerin içsel gizli anlamları belirgin
oluyor. Asıl gizli hakikate ulaştığını söylüyor, İsmail Emre.
Yunus Emre de benzer şekilde:
Yiğirmidokuz hece, okursan
uçtan uca, Sen elif dersin hoca,
manası ne demektir?
İsmail Emre bilge bir kişi olarak an’da yaşıyor. Zamanın
insanın belliğinden türeyen bir hayal ürünü olduğunu biliyor
ve şöyle diyor:
Kitapları kâğıt değil, Bu yandığım ağıt değil, Dışım yanar içim güler, Her zaman ân, vakit değil.
|