Kuantum insan sürekli cevher ile, öz ile iletişim içinde
olduğundan gerçek bir öznedir. Yani, kuantum kişi veya bilge
kişi cevher ile veya tümel enerji alanı ile, her nasıl
tanımlarsak tanımlayalım, bütünsel bir iletişim içindedir.
Eski dönemlerden
beri insan yaradılış hakkında sorular sormuş bu konuda pek çok
düşünceler üretmiştir. Son bir iki yüzyılda tekniğin
gelişmesiyle yeni aletler insanlığın hizmetine girmiştir. Bu
aletlerden mikroskop en küçük mikro alemi, teleskop ise en
büyük ve uzak makro alemi gözler önüne sermiştir. Eskiden
sadece hayal edip gözümüzde canlandırdığımız oluşumlar, şimdi
resmi çekilip bizlere sunulmaktadır. Karşılaştığımız
görüntüler bizleri hayretten hayrete düşürmekte, evrende ne
büyük bir düzen bulunduğu gökteki cisimlerin hareketleri
incelendiğinde anlaşılmaktadır.
Doğaya bakan eski insanlar iki ayrı alem (gerçeklik alanı)
görmüşlerdir. Bunlardan biri dünya ve dünyada olan çeşitli
değişimler, hareketler ve ilişkilerdir. Diğeri ise gökte
gördükleri uzak nesneler ve onların hareketleridir. Böylece
ay
altı ve ay üstü evreni ayırmak fikri
doğmuştur. Çünkü ay altındaki evreni yakından tanıyabiliyor ve
bir miktar kontrol da edebiliyorlardı. Oysa ki ay üstü evren
(güneş ve yıldızlar) tümüyle insanların kontrolü dışında,
erişilmesi mümkün olmayan, uzak bir gerçeklik olarak varlığını
sürdürmekte idi.
Ay altı- Ay üstü evren
Bu
iki evreni ayırınca insanlar ay altı evreni inceleyen
disipline “fizik”,
ay üstü evreni inceleyen disipline de “metafizik”
dediler. Metafizik, fizik-ötesi anlamını taşır. Günümüzde
metafizik demek fiziksel olmayan, ruhsal alemle ilgili
görüşler içeren disiplinler anlaşılmaktadır. Oysa ki metafizik
sözü ay-üstü evreni inceleyen disiplin, yani astroloji için
kullanılmıştır. Eski dönemde ay üstü evren ruhların evreni
sayıldığından bu görüş
yerleşmiştir. Gök cisimlerinin hareketlerini izleyerek
geleceği tahmin etmenin mümkün olduğu inancı da vardı. Şu
halde, metafizik dıştan gelen bir bilgi olmaktan ziyade, dış
verileri yorumlamak ile ilgili bir yaklaşımdır.
Fizik
doğadan kaynaklanır, metafizik ise insandan kaynaklanır. İnsan
verilerden hareketle, varsayımlar yürüterek veya belli
kabuller çerçevesinde yorumlar yapıp tahminler yürütür. Bu
yorumlardan oluşan insan yapısına “tin” diyoruz. Tin insanın
psiko-sosyal yönüdür. Yani, insanların bireysel psikolojisi
ile insan topluluklarının sosyal yapısı birbirlerini
etkileyerek insanın tinini oluşturur. Şu halde tin, ne sadece
bireysel ne de sadece toplumsaldır. İnsan sürekli çevresindeki
olayları (etkileri) ve yapıları (nesneleri) yorumlayarak bir
varlık alanı oluşturur.
Varlık deyince ne anlaşılmalı?
Oluşturur diyorum çünkü varlık bizden bağımsız dışta duran bir
yapı değildir. Varlık bizim yorumumuz sayesinde vardır. Şu
halde akla şu soru geliyor: Varlık ne derece
var'dır?
İşte bu soru binlerce yıldan beri insanları düşündürmüştür. Bir de "varlık"
deyince ne anlaşılmalı? Duyu organlarımızla algıladıklarımızın
gerçekten var olduklarından emin olabilir miyiz?
Duyu organlarımıza ne derece güvenebiliriz?
Descartes
(1596-1650 yıllarında yaşamış Fransız düşünürü) "Duyularımıza
güvenemeyiz. Tek güvencemiz düşüncemizdir.
Düşünüyorum, şu
halde var'ım" demiş. Descartes şüpheci yaklaşımı
savunmuştur. “Tek şüphe etmediğim şey şüphe ettiğimdir”
demiştir. Descartes düşüncenin belli bir yöntem sayesinde
olması gerektiğini de savunmuştur. Onun yöntemi de analitik
düşünce metodudur. Birbirlerine dik iki eksen tanımlamış ve bu
eksenler içinde nesneleri belirlemiştir. Bu eksenlere
Descartes adından mülhem
“Kartezyen koordinat sistemi”
denmiştir. Bu şekilde, analiz ederek geometriyi sayısal olarak
ifade eden yaklaşıma da “Analitik Geometri”
denmiştir.
Descartes’in düşünceye yaklaşım şekli
Aydınlanma dönemi
olarak tanımlanan ve akıl ile mantığın üstünlüğünü savunan
düşünce akımına öncülük etmiştir.
17’ci
yüzyıl sonlarında başlayan ve 19’cu yüzyıl sonlarına kadar
süren Aydınlanma döneminde akıl mantık yardımıyla
“klasik
bilimsel düşünce” gelişmiştir. Klas, sözü bildiğiniz gibi
sınıf demektir ve klasik düşünce varlığı sınıflayan düşünce
olmaktadır. Klasik düşünce kadim Yunan düşüncesinde
başlamıştır. Aristoteles (Aristo) var olan her şeyin
kategoriler halinde, yani sınıflandırılarak
tanımlanabileceğini ileri sürmüştür. Böylece var olanların dış
özellikleri ile varlıklar tanımlanmaya başlamıştır. Bu
yaklaşımda doğa ile bir ilişki kurma çabası olsa da yine de
“ön yargılar”, “varsayımlar” ve “kabuller” bulunur. Çünkü
kategorik yaklaşım kesin ve mutlak bir ayırım içerir. Oysa ki
modern Kuantum bilimi bu klasik yaklaşımı yıkmıştır.
Kuantum
kuramına göre varlık bir enerji alanından türer ve kendisi de
yoğunlaşmış enerjidir. Varlık enerji ise enerjinin dönüşüp
değiştiği gibi değişir ve dönüşür. Enerji kapalı bir hacim
içinde korunur. Yani, sabit kalır. Ama, canlı veya cansız tüm
var olanlar çevreleri ile etkileşim içinde olduklarından asla
kapalı değildirler. Kuantum kuramı için kesin sınırları olan,
belli bir yer kaplayan ve durağan bir varlık tanımı yoktur.
Enerji sürekli dönüştüğü için varlıklar da sürekli değişim ve
dönüşüm içindedirler.
Bu durum
özellikle insan için geçerlidir. İnsan çevresi ile sürekli etkileşen bir varlık olduğundan açık
bir yapısı vardır. Bu açık yapı sürekli enerji alış-verişi ile
değişir ve dönüşür. Değişim 3 farklı boyutta gerçekleşir.
1.
Maddi boyut İnsanın maddi boyutu onun bedenidir. Bedeni oluşturan hücreler
sürekli ölür ve yenilenir. Yani, yerlerine yenileri oluşur.
Bunun için de bedene enerji gereklidir. Beslenmede yenen
yiyecekler, içilen içecekler ve solunan hava insan bedeni için
enerji kaynaklarını oluştururlar. Bedenin sağlıklı gelişip
varlığını sürdürmesi için alınan enerjilere dikkat etmemiz ve
sadece sağlıklı saf enerjiler ile bedenimizi korumamız
gerekir. 2.
Tin boyutu Tin boyut
deyince insanın psiko-sosyal yönünü kast ediyorum. İnsan
psiko-sosyal bir varlıktır. Çünkü düşünce ve davranışlarını
psikolojisi ile bulunduğu sosyal ortam etkiler. Psikoloji ve
sosyal ortam maddi değildir. Her ikisinin etki alanı insanın
düşünce yapısıdır. Psikolojisini hem geçmişte hem de şimdi
yaşadığı tecrübeler, olaylar, içinde bulunduğu şartlar, yani
uzak ve yakın çevrenin düşüncesine olan etkileri
şekillendirir. Tin dendiğinde insan psikolojisi ile sosyal
çevrenin ortak etkisi sonucunda yaratılmış olan her şey akla
gelmelidir. Örneğin, din, sanat, bilim, felsefe, edebiyat hep
insanın tin boyutu ile yakından ilgilidir.
3.
Ruhsal boyut Genelde tin ile ruh karıştırılır ve ruh tümüyle yok sayılır. Oysa ki
ruhsal boyut deyince asıl kaynak, cevher veya öz
anlaşılmalıdır. İnsanın hem bedeni hem de tini bu özden
kaynaklanır. Günümüzde daha geçerli olan bir kavram kullanmak
istersek ruh yerine “Enerji Alanı” da diyebiliriz.
Kuantum kuramına göre her var olan yoğunlaşmış enerji
olduğundan varlığın özü de enerjidir. Bu enerji alanı sübtil
ve son derece latif (az yoğun) bir ortam olarak düşünülebilir.
Fakat tanımlanması da oldukça zordur. Bu yüzden “ruh” sözcüğü
değişik anlamlar kazanmıştır. Çünkü, her kültür kendine göre
anlamlar yüklemiştir, ruh sözcüğüne. Her var olan “nesne”
ruhsal enerji boyutundan kaynaklanır ve sürekli dönüşür.
|