Nefs-i Mutmain boyutuna ulaşmış bir kişi özgür bir kişidir.
Dış dünyanın etkilerine ancak gerektiğinde ve karşısındakini
uyandırmak için tepki verir. Gerçek özgür insan egosunun
isteklerini kısıtlamasını bilen insandır. Özgürlük, insanın
aklına her geleni yapması değil, aksine aklına her geleni
anında fark etmesi ve kendini kontrol edebilmesi başarısıdır.
Kuantum insan da bu açıdan özgür insandır. Fakat, genelde
söylendiği ve inandırılmak istendiği şekli ile:
“Sen özgürsün,
her istediğine ulaşabilirsin ve elde edebilirsin. Bir ev mi
istiyorsun? Düşün, hayal et elde edersin. Araba sahibi mi
olmak istiyorsun? Düşün ve o sana gelecektir.”
şeklinde ifadeler sadece
egonun güçlendirilmesi anlamına gelir. Kuantum insan asla
egosunun esiri değildir ve “ben” bilincini yok ederek Bütünün
Zâti bilgisine ulaşmak için uğraşır. Bu uğraş önce ilgi, sonra
istek, daha sonra yöntem ve en son eylem ile sonuçlanır.
Günümüzde ilgi gören “Sır” gibi filmlerde sözü geçen İstek
Yasası önemli olsa da yöntem olmadıkça eylem gerçekleşmez.
İstemek, hükmetmek, emretmek veya beklenti içinde olmak
değildir. İstek, anda sezgisel olarak belirebilir ama geride
duran bir yöntem ile ortaya çıkması gerekir.
Kuantum insan sürekli
cevher ile, öz ile iletişim içinde olduğundan gerçek bir
öznedir. Yani, kuantum kişi veya bilge kişi cevher ile veya
tümel enerji alanı ile, her nasıl tanımlarsak tanımlayalım,
bütünsel bir iletişim içindedir. Bütünü düşündüğü için
çevresi ile sürekli bir enerji alış-verişi içinde bulunur.
Akım halindeki bu soyut enerji alış-verişi somut olaylara ve
etkileşimlere yol açar. Bu bakımdan kuantum kişi hem bağımlı
hem bağımsızdır.
Artık günümüzde, klasik
anlamda “bağımsız nesne” kavramını terk etmemiz gerekiyor. Her
nesne çevresi ile tanımlanır ve çevresinden etkilenir. Çevre
dediğimiz şey ise enerji yumaklarından başka bir şey değildir.
Bilgelik makamı yüksek olanların maddi boyuta olan bağlarından
daha fazla manevi boyuta bağları vardır. Yani, ortak kaynağa
ve cevher denen öze bağlıdırlar. Tüm dinler bu kaynağa Tanrı,
Allah adını vermişlerdir. Nasıl ki cevher yok olmayıp sürekli
taşan bir varlık ise Tanrı da südur eder, yani taşar.
Tanrı var olanların tümüdür. İnsan da bu bakımdan Tanrısal
özelliklere sahiptir. O sürekli kendini var eder. Düşünerek ve
sorgulayarak hem kendini hem çevresini etkiler ve oluşturur.
Ama önce kendini var etmesi gerekir. Bunun için de belli bir
eğitimden geçmesi, yani bir yöntem izlemesi gerekir.
Gelişim önce ilgi, sonra
istek, daha sonra yöntem ve sonra eylem ile olur
Yöntem olmadan eyleme geçmek beklenen ve istenen sonucu
vermez. Yöntem ise eğitim ve özgür düşünce sayesinde olur.
Eğitim daha önce birikmiş bilgileri ve tecrübeleri içerdiği
için önemlidir. İnsan kendinden önce elde edilmiş tecrübe ve
bilgilerden yararlanmalıdır. Ama, kendini onların esiri
etmeden. Yani, özgür düşünceyi asla terk etmeden. Özgür
düşünce ise bilineni sorgulamakla gelişir. Bilineni körü
körüne kabul etmekle gelişmez. Sadece bilineni değil bileni,
yani kendini de sorgulamak gerekir. Kendi üzerine dönüşen
düşünce felsefe olur. Felsefe öğrenilmez. Felsefe ideoloji
değildir. Felsefe kendi varsayımlarını ve ön kabullerini
sorgulayarak gelişir. İnsan, felsefe sayesinde kendini anlar.
Kendini anlayan insan ise
karşısındaki insanı daha kolay anlar. Anlayış hem düşünce hem
de duygu boyutunda ise buna empati diyoruz. Empati için
duygusal anlayış şarttır. Aksi taktirde karşımızdakine empati
değil sempati duyarız. Sempati ikilikten, empati ise teklikten
doğar. Teklik, yani birlik dışa bakarak elde edilmez. Birliğe
içe bakarak, insanın karşısındaki ile kendisinin “bir”
olduğunun farkında olması sayesinde ulaşılır. Bu birliğe
ulaşan kişilere Sufi denmiştir. Sufilik, birlik düşüncesinin
yaşama geçirilip, içselleştirildiği bir deneyimdir.
Dış dünyanın gerçekliği
çeşitli görüntü ve şekillerde belirse de altta yatan hakikatin
tek olduğunu anlamak gerekir. Bu farkındalığa ulaşan bilge
kişiler için tesadüf diye bir şey yoktur. Çünkü, tesadüf veya
“kaza” kendi seçimimiz sonucu ortaya çıkan bir gerekliliktir.
Kaza sözü “iktiza” ile aynı kökten türer. İktiza ise
“gerekli” demektir. Demek ki, bilge kişiler için kaza gibi
görünen olay ve olguların altında yapılmış olan seçimler
vardır. Eğer bu seçimlerin nedeni bilinir ve farkında olunursa
tesadüf gibi görünen olayları da anlamak mümkün olur.
Zihinsel farkındalık,
kaza gibi görünenin bir iktizadan türediğini saptama yeteneği
olarak da tanımlanabilir. Beşer boyutunda olan “tesadüf” der
geçer. Bilge İnsan boyutunda olan ise tesadüf gibi görünen
hakikatini bilir. Bilge insan evrenin tesadüf eseri ortaya
çıkmadığını bilir. Bu bakımdan evrenin koruyucusu ve
geliştiricisidir. Hem korur hem geliştirir. Hem tutucu hem de
devrimcidir. Bu özelliklerini ne zaman ve ne ölçüde
kullanacağını da çok iyi bilir. Çünkü, bilge insanın bilgisi
teklik, yani hakikat bilgisidir.
Hakikat bilgisi zevk
denen bir duyguyu ortaya çıkarır. Bir olay veya bir tecrübeden
zevk almak demek, o olayın hakikatine aracısız ve anında
ulaşmış olmak demektir. Zevk anlatılamaz, çünkü kullanılan her
söz bir aracıdır. Ayrıca, zevk bir anda ortaya çıkar. Bir süre
sonra aynı zevki tekrarlamak mümkün değildir. Bu bakımdan,
zevk bir hal durumudur. Zevk alan hal yaşar. Haz ise zevk
değildir. Haz duyularla alınır, bedensel ve içgüdüseldir. Zevk
ise bedensel değil, zihinsel ve duygusaldır. Zevk içgüdülerden
değil, farkında olmaktan türer. Zevk bir anda oluşan bir iç
idrak halidir. Zevk alan insan için “şey” (nesne) yok olmuş
“hakikat/öz” kalmıştır. Hakikati gören insanda 4 hal ortaya
çıkar.
1.
Özne-nesne ayırımı ortadan kalkar. “Gerçek aşk”
duygusunu yaşar.
2.
Algılarına düşüncelerine varsayımlar karışmaz.
3.
Bütüncül bakışa ulaşır. Sınırlar ortadan kalkar.
4.
Duygularını ve algılarını sözlerle açıklayamaz.
İşte bu dört durum tüm
aşıkların ulaştığı durumdur. Bu bakımdan aşıklar hislerini
sözle ifade etmekte güçlük çekerler. Anadolu aşıkları köy köy
dolaşan ve bildikleri hakikatleri şiir ve saz yardımıyla
anlatan bilge kişilerdi. Size, şimdi, büyük mistik şair
Yunus Emre’nin kısa bir şiirini aktarmak istiyorum.
|
Söylememek
harcısı söylemeğin hasıdır
Söylemeğin
harcısı gönüllerin pasıdır
Gönüllerin pasını eger sileyim der isen
Şol sözü
söylegil kim, sözün hülasasıdır
“Külli Hak”
dedi Çalap, sözü doğru desene
Bugün yalan
söyleyen erte utanasıdır
Cümle
yaradılmışa bir göz ile bakmayan
Hakka müderris
ise hakikatte asidir.
|
|
Bu şiirde “Harc” sözü “güç,
kuvvet, yapıştıran” şeklinde anlaşılmalıdır. Binalarda
tuğlaları birbirine yapıştırana da “harç” denir. “Söylememek
harcısı söylemeğin hasıdır” derken, “konuşmamaktan doğan güç
en has konuşmaya bedeldir”, diyor. Konuşmanın gücü ise
gönüllerin pasını silmesi bakımından önemlidir. Çünkü,
hepimizin gönlünde pas oluşturan beklentiler, varsayımlar,
ön-kabuller vardır. |