Metafor / Kuantum Evren

WWW.ASTROSET.COM

KUANTUM İNSAN- KUANTUM BİLGELİK - 4

Doç.Dr. Haluk BERKMEN

Özgürlük aklına geleni yapmak mıdır?

   Nefs-i Mutmain boyutuna ulaşmış bir kişi özgür bir kişidir. Dış dünyanın etkilerine ancak gerektiğinde ve karşısındakini uyandırmak için tepki verir. Gerçek özgür insan egosunun isteklerini kısıtlamasını bilen insandır. Özgürlük, insanın aklına her geleni yapması değil, aksine aklına her geleni anında fark etmesi ve kendini kontrol edebilmesi başarısıdır. Kuantum insan da bu açıdan özgür insandır. Fakat, genelde söylendiği ve inandırılmak istendiği şekli ile:
 
“Sen özgürsün, her istediğine ulaşabilirsin ve elde edebilirsin. Bir ev mi istiyorsun? Düşün, hayal et elde edersin. Araba sahibi mi olmak istiyorsun? Düşün ve o sana gelecektir.”
şeklinde ifadeler sadece egonun güçlendirilmesi anlamına gelir.
  Kuantum insan asla egosunun esiri değildir ve “ben” bilincini yok ederek Bütünün Zâti bilgisine ulaşmak için uğraşır. Bu uğraş önce ilgi, sonra istek, daha sonra yöntem ve en son eylem ile sonuçlanır. Günümüzde ilgi gören “Sır” gibi filmlerde sözü geçen İstek Yasası önemli olsa da yöntem olmadıkça eylem gerçekleşmez. İstemek, hükmetmek, emretmek veya beklenti içinde olmak değildir. İstek, anda sezgisel olarak belirebilir ama geride duran bir yöntem ile ortaya çıkması gerekir.

  Kuantum insan sürekli cevher ile, öz ile iletişim içinde olduğundan gerçek bir öznedir. Yani, kuantum kişi veya bilge kişi cevher ile veya tümel enerji alanı ile, her nasıl tanımlarsak tanımlayalım, bütünsel bir iletişim içindedir. Bütünü düşündüğü için çevresi ile sürekli bir enerji alış-verişi içinde bulunur. Akım halindeki bu soyut enerji alış-verişi somut olaylara ve etkileşimlere yol açar. Bu bakımdan kuantum kişi hem bağımlı hem bağımsızdır.

  Artık günümüzde, klasik anlamda “bağımsız nesne” kavramını terk etmemiz gerekiyor. Her nesne çevresi ile tanımlanır ve çevresinden etkilenir. Çevre dediğimiz şey ise enerji yumaklarından başka bir şey değildir. Bilgelik makamı yüksek olanların maddi boyuta olan bağlarından daha fazla manevi boyuta bağları vardır. Yani, ortak kaynağa ve cevher denen öze bağlıdırlar. Tüm dinler bu kaynağa Tanrı, Allah adını vermişlerdir. Nasıl ki cevher yok olmayıp sürekli taşan bir varlık ise Tanrı da südur eder, yani taşar. Tanrı var olanların tümüdür. İnsan da bu bakımdan Tanrısal özelliklere sahiptir. O sürekli kendini var eder. Düşünerek ve sorgulayarak hem kendini hem çevresini etkiler ve oluşturur. Ama önce kendini var etmesi gerekir. Bunun için de belli bir eğitimden geçmesi, yani bir yöntem izlemesi gerekir.

  Gelişim önce ilgi, sonra istek, daha sonra yöntem ve sonra eylem ile olur
  Yöntem olmadan eyleme geçmek beklenen ve istenen sonucu vermez. Yöntem ise eğitim ve özgür düşünce sayesinde olur. Eğitim daha önce birikmiş bilgileri ve tecrübeleri içerdiği için önemlidir. İnsan kendinden önce elde edilmiş tecrübe ve bilgilerden yararlanmalıdır. Ama, kendini onların esiri etmeden. Yani, özgür düşünceyi asla terk etmeden. Özgür düşünce ise bilineni sorgulamakla gelişir. Bilineni körü körüne kabul etmekle gelişmez. Sadece bilineni değil bileni, yani kendini de sorgulamak gerekir. Kendi üzerine dönüşen düşünce felsefe olur. Felsefe öğrenilmez. Felsefe ideoloji değildir. Felsefe kendi varsayımlarını ve ön kabullerini sorgulayarak gelişir. İnsan, felsefe sayesinde kendini anlar.

  Kendini anlayan insan ise karşısındaki insanı daha kolay anlar. Anlayış hem düşünce hem de duygu boyutunda ise buna empati diyoruz. Empati için duygusal anlayış şarttır. Aksi taktirde karşımızdakine empati değil sempati duyarız. Sempati ikilikten, empati ise teklikten doğar. Teklik, yani birlik dışa bakarak elde edilmez. Birliğe içe bakarak, insanın karşısındaki ile kendisinin “bir” olduğunun farkında olması sayesinde ulaşılır. Bu birliğe ulaşan kişilere Sufi denmiştir. Sufilik, birlik düşüncesinin yaşama geçirilip, içselleştirildiği bir deneyimdir.

  Dış dünyanın gerçekliği çeşitli görüntü ve şekillerde belirse de altta yatan hakikatin tek olduğunu anlamak gerekir. Bu farkındalığa ulaşan bilge kişiler için tesadüf diye bir şey yoktur. Çünkü, tesadüf veya “kaza” kendi seçimimiz sonucu ortaya çıkan bir gerekliliktir. Kaza sözü “iktiza” ile aynı kökten türer. İktiza ise “gerekli” demektir. Demek ki, bilge kişiler için kaza gibi görünen olay ve olguların altında yapılmış olan seçimler vardır. Eğer bu seçimlerin nedeni bilinir ve farkında olunursa tesadüf gibi görünen olayları da anlamak mümkün olur.

  Zihinsel farkındalık, kaza gibi görünenin bir iktizadan türediğini saptama yeteneği olarak da tanımlanabilir. Beşer boyutunda olan “tesadüf” der geçer. Bilge İnsan boyutunda olan ise tesadüf gibi görünen hakikatini bilir. Bilge insan evrenin tesadüf eseri ortaya çıkmadığını bilir. Bu bakımdan evrenin koruyucusu ve geliştiricisidir. Hem korur hem geliştirir. Hem tutucu hem de devrimcidir. Bu özelliklerini ne zaman ve ne ölçüde kullanacağını da çok iyi bilir. Çünkü, bilge insanın bilgisi teklik, yani hakikat bilgisidir.

  Hakikat bilgisi zevk denen bir duyguyu ortaya çıkarır. Bir olay veya bir tecrübeden zevk almak demek, o olayın hakikatine aracısız ve anında ulaşmış olmak demektir. Zevk anlatılamaz, çünkü kullanılan her söz bir aracıdır. Ayrıca, zevk bir anda ortaya çıkar. Bir süre sonra aynı zevki tekrarlamak mümkün değildir. Bu bakımdan, zevk bir hal durumudur. Zevk alan hal yaşar. Haz ise zevk değildir. Haz duyularla alınır, bedensel ve içgüdüseldir. Zevk ise bedensel değil, zihinsel ve duygusaldır. Zevk içgüdülerden değil, farkında olmaktan türer. Zevk bir anda oluşan bir iç idrak halidir. Zevk alan insan için “şey” (nesne)  yok olmuş “hakikat/öz” kalmıştır. Hakikati gören insanda 4 hal ortaya çıkar.

     1.   Özne-nesne ayırımı ortadan kalkar. “Gerçek aşk” duygusunu yaşar.

2.   Algılarına düşüncelerine varsayımlar karışmaz.

3.   Bütüncül bakışa ulaşır. Sınırlar ortadan kalkar.

4.   Duygularını ve algılarını sözlerle açıklayamaz.

   İşte bu dört durum tüm aşıkların ulaştığı durumdur. Bu bakımdan aşıklar hislerini sözle ifade etmekte güçlük çekerler. Anadolu aşıkları köy köy dolaşan ve bildikleri hakikatleri şiir ve saz yardımıyla anlatan bilge kişilerdi. Size, şimdi, büyük mistik şair Yunus Emre’nin kısa bir şiirini aktarmak istiyorum.

 

Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır

Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır

Gönüllerin pasını eger sileyim der isen

Şol sözü söylegil kim, sözün hülasasıdır

“Külli Hak” dedi Çalap, sözü doğru desene

Bugün yalan söyleyen erte utanasıdır

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan

Hakka müderris ise hakikatte asidir.

 

  Bu şiirde “Harc” sözü “güç, kuvvet, yapıştıran” şeklinde anlaşılmalıdır. Binalarda tuğlaları birbirine yapıştırana da “harç” denir. “Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır” derken, “konuşmamaktan doğan güç en has konuşmaya bedeldir”, diyor. Konuşmanın gücü ise gönüllerin pasını silmesi bakımından önemlidir. Çünkü, hepimizin gönlünde pas oluşturan beklentiler, varsayımlar, ön-kabuller vardır.

<< ÖNCEKİ BÖLÜM

 

© Astroset 2004-2010