Kuantum insan sürekli cevher ile, öz ile iletişim içinde
olduğundan gerçek bir öznedir. Yani, kuantum kişi veya bilge
kişi cevher ile veya tümel enerji alanı ile, her nasıl
tanımlarsak tanımlayalım, bütünsel bir iletişim içindedir.
Sorumluluktan kaçan
insanların boyutu beşer boyutudur. Bu boyuta “Nefs-i Emmare”
(emreden benlik) denir. Bu tür insan emir komuta altında yaşar
ve hem içten hem de dıştan gelen etkilere düşünmeden tepki
verir. Bu boyut sorumluluk almak istemez.
İkinci boyut ise kendini
sorgulayan benlik boyutudur. Bu boyuta Tasavvufta “Nefs-i
Levvame” denir. Levm etmek sorgulamak demektir. Sorgulayan
insan sorumluluk alır. Kendi davranışlarını sorguladığından
eylemlerinin sonuçlarını da düşünür ve gerektiğinde eyleminden
vazgeçer.
Üçüncü boyuta ulaşan
insan “Nefs-i Mülhime” (ilham içinde olan benlik)
boyutundadır. Sanat veya felsefe, hatta bilim bile ilham yani
sezgi boyutu gerektirir. Bilim sadece akıl ve mantıkla yapılan
bir eylem değildir. Sezgilerin de bilimde önemli yeri vardır.
İnsanın bu ilham boyutunu asla küçümsememesi ve göz ardı
etmemesi gerekir. Bu boyutta insan tümel enerji ile yakın bir
ilişki içinde olduğundan tüm insanların hayrına olacak
eylemlerde bulunur. Sorumluluğu yakın çevresini aşar ve tüm
insanlığı kapsar. Bagwan Shri Nashrish, diğer adı ile OSHO’nın
şöyle bir deyişi vardır:
"Sezgi
bir sıçrayıştır. Adım adım gelen bir şey değildir. Sana gelen
değil, olan bir şeydir. Sezgi bilinmeyenle yani bilinmesi
mümkün olmayanla çalışır."
Bu bir Kuantum sıçramasıdır. Çünkü, Kuantum boyutunda
gerçekleşen her olay ani bir sıçrama şeklinde oluşur. Kuantum
kuramı varlık (enerji) alanının süreksiz sıçramalarla
belirdiğini söyler. Benlik boyutunda değişim de sıçramalarla
gerçekleşir. Sıçramayı sağlayan da çoğu zaman bir şok olur.
Buna Şok Tedavisi adını da verebiliriz.
Gündelik yaşamda herşey düzgün giderken insan sorgulamak
gereğini duymaz. Ancak beklenmedik, alışılmışın dışında bir
durum ile karşılaştığı vakit insan: “Allahım, neden ben? Bu
durum neden benim başıma geldi?” diye sormaya başlar. İşte,
sorgulamanın ilk adımı budur. Bir örnek vereyim. Budha kuzey
Hindistan’da bir prensti. Babası o bölgenin zengin bir Racası
idi. Budha’ya 18 yaşına gelene kadar hiç kötü bir durum
göstermedi. Budhanın etrafında ne fakir, ne hasta ne de yaşlı
insan vardı. 18 yaşında babası Budhayı bir ülke turuna
çıkardı. Bu gezide fakir, hasta ve sakat insanları görünce
Budha büyük bir şok geçirdi. Bu şokun etkisi ile sarayı terk
etti ve uzun süre bu gördüklerine anlam vermeye çalıştı. Bodhi
ağacının altında aydınlandı. Sorularına bulduğu yanıtları köy
köy dolaşarak anlatmaya başladı. Fakat birçok yerde kendisini
dinlemek istemiyorlardı. Uzun yıllar sonra tekrar sarayına
döndü ve bir prens olarak ülkesini yönetti.
Budha’nın yaşamı 3
devreye ayrılabilir. Birinci devre beşer devresidir. Sarayda
mutlu yaşarken hiç sorgulamak gereğini duymuyordu. İkinci
devre sarayı terk ettikten sonra sorgulama devresidir. Bu onun
insan olma devresidir. Üçüncü devre ise saraya döndükten
sonraki uygulama devresidir. Bu devre onun insan-i kâmil
devresidir.
Terk-i Dünya
Tasavvuf yaklaşımında sarayı terk etmesi durumuna “Terk-i
Dünya” denir. Bu terk dünya nimetlerini ve takıntıları,
hırsları ve ihtirasları terk dönemidir. Fakat köy köy dolaşıp
bildiklerini halka anlatmaya çalışması hala bir benlik
iddiasıdır. “Bakın, ben aydınlandım, size anlatayım da siz de
aydınlanın” saplantısıdır. Bu durumu da terk etmesi
gerekmiştir. İkinci terk durumuna “Terk-i Ukba” denir.
Yani, Guru olmak, Şeyh olmak, Mürşit olmak, Alim olmak da bir
ego takıntısıdır. Maddeye değil de mânaya bağlanmak anlamına
gelir. Bu ikinci durumu da terk etmeye “Terk-i Terk”
denir. Budha saraya dönünce terki terk etmiştir ve uygulamaya
geçmiştir. Terki terk etmek demek eyleme geçmek demektir.
Yani, sözlerle yetinmeyip bilge kişi olmayı yaşantıya sokmak
ve uygulamak gerekir. İşte İnsan-i Kâmil olmak için
terki terk etmek gerekir.
Her bir devrenin kendine göre tuzakları vardır.
Birinci devrede,
yani beşer boyutunda herşey iyi giderken insan bu huzuru ve
refahı terk etmek istemez. Ani, dünya varlıkları bir tuzaktır.
Bu devreyi bir şok ile aşanları bekleyen ikinci bir tuzak
vardır. O da “ben arif oldum, yükseldim ve bilge oldum”
tuzağıdır. Genelde insanlar bu devrede çok iltifat ve değer
gördüklerinden bu tuzaktan kurtulamazlar. Eğer insan bu iki
tuzaktan kurtulursa üçüncü devreye geçer ama orda işte benlik
boyutundan sıyrılmış olduğu için tuzağa düşse bile hemen
tuzaktan kurtulmasını bilir.
Bu durumu en güzel Yunus
Emre anlatmış:
Yunus değil bunu
diyen
Kendiliğidir söyleyen
Kâfir olur inanmayan
Evvel, Ahir, Heman benem
Artık egosunu öylesine
terk etmiş ki, “Yunus değil bunu diyen, kendiliğidir söyleyen”
diyor. Kendiliği derken, konuşanın kendi hakikati olduğunu
söylemek istiyor. “Evvel, ahir, heman benem” sözü ile de terki
terk ettiğini hem geçmiş, hem gelecek hem de şimdiki an içinde
olduğunu söylüyor.
Nefs-i Mülhimme boyutunda
insan ilham ve sezgi yardımıyla sanat yapar. Ancak, burada
önemli bir tuzak vardır. Sanatçı insan eğer kendi egosuna esir
düşer ve sanatını paraya çevirip satmak veya meşhur olup
çevreden methiyeler işitmek için kullanırsa ileri gidemez. Bir
üst boyuta çıkamaz. Pek çok sanat insanı bu tuzağa düşmüştür.
Gerçek bilge kişiler, Kuantum insanlar, bu tuzağa düşmemek
için sanatlarının kendilerine ait olmadığını, her oluşanın
Tanrı’dan geldiğini söylerler. Örneğin, Ebru sanatı ile
uğraşan Sufiler asla eserlerine imza atmazlardı. Sufilerin en
çok zevk duydukları anlar, sezgi aracılığıyla bütünsel
kaynakla etkileşebildikleri anlar olmuştur. Bu kısa anlarda
Kuantum kişi bir "Hal"
yaşar. Önemli olan bu hali sürekli bir makama dönüştürmek,
yani bir üst benlik boyutuna çıkabilmektir.
Nefs-i Mülhimme
boyutundan sonraki üst boyut “Nefs-i Mutmain” (tatmin
olmuş insan) boyutudur. İnsan bu boyutta artık ne mal ne para
ne de şöhret peşindedir. Tam olarak farkındadır ve sabır
içindedir. Üst boyuta ancak sabır ve tevekkül ile çıkacağını
bilir. Günümüzde bu boyutta birçok insan vardır ama sabır ve
tevekkül ve tevazu içinde bir yaşam sürdüklerinden onları
ortada görmek mümkün değildir. Görsek dahi onları tanıyamayız.
Çünkü kendilerini ortaya atıp övünmezler. Kimseden övgü veya
teşekkür bile beklemezler. Kendisi “Şükür hali” içinde
olan bir insan teşekkür bekler mi? Nefs-i Mutmain boyutuna
ulaşmış insan dünyada olup bitenlerin dış (zahiri) görüntüleri
ile değil, iç (batıni) hakikatleri ile ilgilenir. Bu bakımdan
böyle insanları ne kandırabilirsiniz ne de yanıltabilirsiniz.
Onlar diğer insanların maskeleri altında gizlemiş oldukları
gerçek kişilikleri ile ilgilenirler. Onlar, isteklerini,
arzularını ve beklentilerini yani egolarını tam olarak kontrol
etmeyi başarabilmiş kişilerdir. |