Metafor / Kuantum Evren

                           Farkındalık Üzerine 1

WWW.ASTROSET.COM

POST MODERN FARKINDALIK

Doç. Dr. Haluk Berkmen

  “Modern dönem” olarak kabul görmüş olan Aydınlanma Düşünce sisteminde doğanın akıl ve mantık yoluyla anlaşılıp açıklanabileceği inancı vardı. Post modern düşünce ise bu yaklaşımı sorguluyor. İnsanın doğayı ve çevresinde gelişen olayları açıklamak yerine yorumladığını iddia ediyor.
 
Post modernizm mutlak prensipler ve genele uygulanan ilkeler yerine kişisel tecrübelere önem veriyor. Kişisel olarak açıklanan ve yaşanan tecrübeler elbetteki görelilik ve değişkenlik içerirler. Bu gerçek de 20’nci yüzyılın bilimsel bakış açısı ile tam olarak örtüşüyor.

  “Modern” adı verilmiş olan, fakat günümüzde klasikleşmiş olan bilim döneminde doğa ile insan kopuk ve birbirlerinden bağımsız olduklarından, doğada herhangi bir anlam bulunmadığı inancı vardı. Çünkü nesnel doğada şuur (bilinç) yok olduğu sanılıyordu. Oysa ki post modern bakış anlamsızlık yerine, anlamsız gibi görünen olgularda gizli olan anlamı ortaya çıkarabilmek gayreti içindedir.
 
Modern bilim kuramları, Kuantum Kuramı ile Özel ve Genel Görelilik Kuramları ve en son Karmaşa Kuramı anlam arayışına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu kuramlar klasik fizik görüşlerini alt üst etmiş durumdalar. Şu halde elimizde malzeme hazır. Post modern bakış bilimsel açıdan klasikleşmiş olan fakat günümüzde geçerli düşünce tarzı olmaya devam eden kavramları ve varsayımları sorguluyor.
 
Bunlardan Yerellik, Süreklilik ve Özdeşlik varsayımları bizim olaylara bakışımızı şekillendirmektedir. Bu varsayımlar düşüncemizi belli bir miktarda kısıtlamakta, ikili ya-veya mantığına adeta mahkûm etmektedir.

  Önce, Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın meşhur ettiği “Yapı bozumculuğu” (decontruction) kavramına bakalım. Yapı bozumu yıkım değildir, nihilizm ile de ilgili değildir, analiz hiç değildir. Daha çok batı düşünce sisteminin aşkın durumları açıklamakta karşılaştığı zorlukları çözebilmek için başvurulan bir bakış, bir yaklaşımdır. Yapı bozumu yaklaşımının iki temel dayanağı vardır. 1. Politik ve 2. Felsefi-Bilimsel dayanak.

  Politik dayanak ikinci dünya savaşı öncesi ve süresinde Avrupa’ya hakim olmuş olan Faşist ve Nazi görüşün hatalı yönleridir. Bu iki politik yaklaşım insanları aynı potada eriterek bireyselliği yok etmeğe çalışmış, kendi gibi düşünmeyenleri dışlayarak düşman ilan etmiştir. Jean Francois Lyotard 1959 yılında yayınladığı “Post modern durum adlı kitabında Faşizmi ve Nazizmi güçlü bir şekilde tenkit etmiştir.
  Post modern bakışın felsefi dayanağı ise ikili kavramların kısıtlayıcı oluşları ve bilimsel bir açıklamada kullanılan terimlerin anlamlarının yeni açıklamalarla genişletilmeleri gerektiğidir. Bu iki nokta Post modern yapı bozumculuğunun önemli çıkış nedenleridir. Fakat yapı bozumunun bir de bilimsel dayanağı vardır ki, bu modern fizik kuramları olan
Görelilik ve Kuantum kuramlarıdır. Zira her felsefi akım, döneminin biliminden etkilenmiş ve bilimin ürettiği yeni kavramlardan yararlanmıştır.

  Örneğin, “Gerçek nedir?” sorusu post modern düşünürler tarafından yeniden ele alınmış ve tartışılmıştır. Jean Baudillard’a göre “Gerçek var olma özelliğini yitirmiştir. Baudrillard’ın sorgulaması Leipnitz’in sorgulamasından farklıdır. Leipnitz: Neden varlık vardır ?” şeklinde soru yöneltir. Baudrillard ise: Acaba yokluk var mıdır? şeklinde sorar.
  Bu sorgulamadan kasıt varlık-yokluk ikileminin özüne inmek ve bu ikili bakışın getirdiği birtakım sonuçların yapısını bozmaktır. Varlık-yokluk ikilemi olduğu sürece "
ben ve öteki" ayırımı da bulunmaktadır. Ben-Öteki ikilemini aştığımızda, yani bu ikili yapıyı bozduğumuzda, ben ile öteki yakınlaşmakta, biri diğerini kabul eder duruma gelerek bütünleşmektedir. Ancak yapı bozumculuğu kesin çizgilerle tanımlanabilen bir yöntem değildir. Kendini sürekli yenileyen Yaşayan bir felsefe modeli olarak tanımlanabilir. Yaşayan Felsefe, tanımını ilk olarak ileri sürmüş olan düşünür, Jaques Derrida’dır.

  Yaşayan felsefe içinde yapı bozumculuğu, Heidegger ve Nietze tarafından ileri sürülmüş olan “yıkım” veya “tersine çevirme” kavramlarından daha az negatif bir yaklaşımdır. Ancak, yapı bozumculuğunun kesin olarak tanımlanmaması felsefe ile uğraşanları rahatsız etmektedir. Çünkü, felsefe kesin kavramlarla çalışmak zorundadır. Bir bakıma felsefeye “Kavram matematiği” de denebilir. Dolayısıyla, açık ve kesin tanımlı olmayan kavramlar felsefenin ilgi alanının dışındadır, şeklinde bir görüş bulunmaktadır.
 
Ancak, felsefi kavramlar ortamın ve kültürün ürünü olmak zorundadırlar. Her dönemde ortaya atılmış olan kavramlar hem o dönemin bilimsel görüşlerinden etkilenmiş hem de o dönemin varsayımları üzerine inşa edilmiştir. Şu halde, 20. yüzyılda ileri sürülen bilimsel kavramlarla post modern görüşün örtüşmesi hem doğal hem de gereklidir.

  Einstein’ın Görelilik kuramı mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarını geçersiz kılmıştır. Hem uzam hem de zaman nesnelerin hızına göre değişmektedir. Burada durağanlık değil hareket önem kazanmıştır. Uzam, nesnelerden bağımsız bir sahne olmaktan çıkmıştır. Şu halde nesnelerin bulunmadığı bir boşluk kavramı da tartışma konusudur. Uzayda karanlık bir bölge bulunması o bölgede hiçbir nesne bulunmaması anlamına gelmez. Örneğin, kara delik denen gök cisimleri öyle kuvvetli bir çekim gücüne sahiptirler ki kara delik içine düşen ışık dahi dışarı çıkamaz. Yani, karanlık yokluk demek değildir.
  Yokluk bölgesi veya uzay boşluğu bölgesi bizim bir varsayımımız olmaktadır. Çünkü boş olduğunu sandığımız bölgede dahi arkazemin radyasyonudenen ve yaklaşık +4 derece Kelvin (-270 derece Santigrat) olarak saptanmış olan bir elektromağnetik radyasyon (ışıma) bulunmaktadır. Şu halde “varlık” her bölgede vardır ve “yokluk” kavramı sadece metafizik olarak düşünülmelidir.

  Post modern yaklaşım insanı ve insanın sezgisel yönünü de içerdiğinden sadece fizik ile bağlantılı olmayıp güncel metafizik kavramların ortaya çıkışına da yardımcı olmuştur. Batıda görülen yeni mistik akımların kaynağını 1968 sonrası yayınlanan post modern kitaplarda bulabiliriz. Günümüzün Post modern tüketici toplumu her türlü ürünlerin yaygınlaştığı ve bir bakıma sığlaştığı bir Pazar yeri gibidir. Toplumda her şey metalaştırılmıştır ve maneviyattan maddiyata sürekli değişen moda akımları halinde sahte bir gerçeklik yaratılmıştır. Yeni bir "yaşam tarzı" olarak reklamlar ve “simülakr” görüntüler bizi kuşatmıştır.

  İçinde yaşadığımız çağ bir bakıma karmaşa ve dönüşümçağıdır. Çünkü her karmaşık durum sonuçta yeni bir oluşuma yol açar ve sonuçta dönüşüm gerçekleşir. Böylesi bir durumda insan kendini yeniden kurma, oluşturma ve dönüştürme zorundadır. Post modern terimi böylesi bir “kalıplar içine sıkıştırma” olgusuna baş kaldırma ve onunla hesaplaşama gayreti olarak görülebilir. Bu hesaplaşmada merkezi bir yer işgal eden “nesnel gerçeklik” kavramı üzerinde biraz duralım.
  Kant’a göre nesnelerin “kendiliği” bilinemez. Bu ifade ancak gözlem için doğrudur. Gözlem yaparak, yani 5 duyu yoluyla, nesnelerin kendiliğini bilemeyiz. Çünkü, gözlem yapmak için önce bir gözleyen bir de gözlenen bulunmalıdır. Bu da iki ayrı kavram gerektirir. Gözleyen ile gözleneni bir bütün olarak kabul ederseniz “öteki” kavramı ortadan kalkar ve bütünsel teklik ortaya çıkar. Bu durum oluştuğunda, nesnelerin ve “öteki” olarak tanımlanmış olan dışımızdakinin kendiliği bilinebilir. Bu bilgi türüne “iç görü” de denebilir.

  İşte size Mevlana’nın iç görü ile ilgili bir dörtlüğü:

  Bir kimse ki hem içte görür, hem dışta,
  Bir başka görür, çılgınlardan başka,
  Bambaşka o göz, nasıl görür? Bak, iyi bak
  Kimdir o gören? Gözden sıyrılmış da.

  Yani gören göz kişinin kendi midir? Yoksa kendi benliğini aşan bir “ilk varlık”, bir töz mı görüyor? Burada tam bir birlik söz konusudur. Kendi içinde bir başka varlık olduğunu söylemiyor. Gözden sıyrılmış, bir bütünlükten söz ediyor. Dönüşen insanların dönemi olan içinde yaşadığımız zaman aralığında, kadim bilgelik ile post modern bakış büyük çapta örtüşüyor ve bizleri ya-veya mantığını aşmaya davet ediyor.

Sonraki Bölüm >>

 

© Astroset 2004-2010