Meta Bilim

WWW.ASTROSET.COM

EVRENİN FRAKTAL YAPISI -1

Doç.Dr. Haluk BERKMEN

  Doğada gözlediğimiz sistemlerde ortak bir yapı, temel bir benzeşim olmakla birlikte bu karmaşık yapıyı lineer (çizgisel) ve sürekli denklemlerle ifade etmek mümkün değildir. İlk bakışta çok karmaşık gibi görünen pek çok doğa olayında ortak bir tabanın bulunduğu görüşü artık kaçınılmaz bir gerçek olarak beliriyor. Bu tabanın adına matematikçiler, alışık olduğumuz 3 boyuttan farklı olarak, kesirli boyut içerdiğinden Fraktal demişlerdir.
  Fraktal yapıları oluşturan matematiğin kökeninde lineer olmayan bir denklemin kendi üzerine dönerek
‘iteratif’ tekrarı bulunur. Bu tür fraktal yapılara örnek olarak gökteki bulutları, ağaçların dal ve yapraklarını, akciğerlerin içyapısını, parmak izlerini, süngerleri hatta deniz kıyılarını dahi gösterebiliriz. Hepsi de istatistik olarak kendilerine benzerler. Fraktal matematik, bilgisayarların ortaya çıkışı ile birlikte bir sanat dalı olarak o kadar ileri gitmiştir ki doğadaki oluşumları büyük bir gerçeklikle kurgulayabilmektedir.

  Henri Poincaré (1854-1912) daha 1890 yılında kendine benzeyen matematik fonksiyonları incelemiş ve 1890 yılında “Otomorf fonksiyonlar hakkında” başlıklı bir kitap yayınlamıştır. Fraktal bir yapıyı matematik bir temelden başlayarak görüntü halinde dünyaya sunan kişi Benoit Mandelbrot (d.1924) olmuştur. Mandelbrot’un geliştirmiş olduğu fraktal matematiği basit bir denklemden başlayarak ve sürekli kendini tekrar ederek gittikçe karmaşık hale dönüşen, fakat temel benzeşimini koruyan geometrik yapıları gözler önüne sermiştir.

  Fraktal matematiği ile klasik Öklid matematiği arasında şu temel farklar vardır: Öklid matematiğinde sonlu şekiller ve sürekli fonksiyonlar bulunur. Fraktal matematiğinde ise şekiller sonlu olmayıp fonksiyonlar süreksiz adımlarla gelişir. Ayrıca Öklid matematiği insan yapısı nesneleri tanımlamakta başarılı iken, fraktal matematiği doğal yapıları tanımlamakta daha başarılıdır. İlk yayınlandıkları 1975 yılından bu yana matematik fraktallar hem bir sanat kolu hem de yeni bir matematik dalı oluşturmuşlardır. Matematik fraktalları inceleyen fizikçi Mitchell Feingenbaum (d. 1944) ise karmaşa (kaos) kuramının temellerini atarak fizik bilimine yeni bir araştırma alanı açmıştır. Doğadaki karmaşık ve kaotik yapının ortaya çıkmasını sağlayan, belli bir noktada ‘çatallaşma’ diyebileceğimiz mekanizma ile sistemin yeni dallara bölünmesi ve farklı yönlere doğru gelişimin devam etmesidir. Bu şekil bir matematik fonksiyonun gelişimini gösteriyor. Fonksiyon kendi üzerine dönüşümlü, iteratif bir fonksiyondur. Önce tek bir değer olarak gelişen fonksiyon, bir anda iki çatala ayrılıyor. İterasyonlar devam ettikçe çatallaşmalar hem artıyor hem de daha sık aralıklarla oluşmaya başlıyorlar. Yani bölünme ve farklılaşma önce yavaş sonraları gittikçe daha hızlı olmaya başlıyor. Fakat temel yapı hep kendine benzeyerek çeşitlilik oluşturuyor. Bu temel yapının gelişimini zaman içinde değerlendirirsek türlerin oluşumunu ve basitten karmaşığa doğru değişik türlerin gelişimini kavrayabiliriz. Kavrama sözü ile mantıksal bir açıklamayı değil, sezgisel bir aydınlanmayı kastediyorum.

 

 

  Şekil-1’de tek bir matematik fonksiyonun kendi üzerine süreksiz adımlarla dönüşümü sonucunda ortaya çıkan karmaşık yapı görülmektedir. Günümüzde, bilgisayarlar sayesinde basit diferansiyel denklemlerle açıklanamayan doğal yapıları ve dinamik oluşumları fraktal matematiği ile açıklayabilen yeni bir Karmaşa bilimi gelişmek üzeredir. “Karmaşık yapılar” deyince sonucu tahmin edilemeyen, lineer denklemlere dökülemeyecek kadar girift olaylar ve oluşumlar kastediliyor. Sayıların renklere dönüşümü sayesinde çok karmaşık bir gelişim sürecini, bütüncül olarak, tek bir dinamik resim olarak izleyebilmekteyiz. Fraktal geometride incelenen nesnenin veya olayın boyu önemli değildir. Bu bakımdan fizik alanında, evrendeki makro yapılardan biyolojinin mikro yapılarına kadar, çeşitli alanlarda fraktal geometrisi kullanım bulacaktır. Bugün için sanat alanı olarak kabul edilen fraktal geometrisi gelecekte iklim biliminde, biyolojide ve genetikte, tıpta, hatta ekonomide bile uygulama alanları bulacaktır.

  Canlı sistemlerin gelişimini incelediğimizde fraktal yapılara benzeyen iki önemli benzerlik bulmaktayız. Bunlar:

  1. Canlı sistemlerde doğrusal (lineer) olmayan bir özellik bulunmaktadır ve,
  2. Canlı sistemler kendilerine benzeyen yapılar oluşturarak dönüşmektedirler.

  Bu iki özelliği farklı sözlerle ifade etmek gerekirse “canlı sistemlerde süreksiz bir süreklilik bulunur” veya “doğada hem süreklilik hem süreksizlik birlikte bulunur” diyebiliriz. Canlı sistemlerin kendilerine benzeyen yapılar oluşturmaları için kendi üzerlerine dönüşen bir özelliğe sahip olmaları gerekir. Günümüze kadar geliştirilmiş olan doğa bilimi olan fizik biliminde hep trigonometrik lineer fonksiyonlar kullanılmıştır. Fakat bu fonksiyonlarda belirsizlik bulunmadığından, bu fonksiyonlarla doğanın karmaşık yapısı asla açıklanamamıştır. Görüyoruz ki kendi üzerine dönüşüm içeren Fraktal yapılar sadece statik, durağan resimler olarak karşımıza çıkmıyorlar, aynı zamanda doğada hareket halinde olan canlı ve cansız yapıların da davranışlarını açıklıyorlar. Örneğin, mercanların ve süngerlerin oluşuna, akarsuların türbülansına, yükselen dumanın karmaşık görüntüsüne, değişen iklim şartlarına dinamik fraktallar olarak bakabiliriz.

  Çizgisel bir gelişme göstermeyen sistemlerde, çok yakın başlangıç şartları dahi çok farklı sonuçlar verebilirler. İşte Karmaşa kuramında Kelebek etkisi denen olay budur. Eğer gelişim ve etkileşim çizgisel olmayıp karmaşık ise bir kelebeğin kanat çırpışı kadar ufak bir olay sonuçları tahmin edilemeyecek kadar büyük sonuçlara yol açabilir. Deprem, çığ ve tsunami gibi doğal afetleri tetikleyen küçük bir olay olabilir.

Koch fraktalı

  Şekil -2’nin sol üst köşesinde görülen eşkenar bir üçgenle işe başlayalım. Her kenarı üçe bölüp orta kısma yeni bir eşkenar üçgen ekleyelim. Bu işlemi sürdürdükçe üçgenler küçülecek şeklin kenar uzunluğu artacaktır. Bir kenarının uzunluğu 1 birim olan bir eşkenar üçgende oluşturulan bu süreksiz değişiklikler gittikçe bir kar kristaline benzeyecek ve kenar uzunluğu  3x(4/3)x(4/3)x(4/3)……  çarpımı uyarınca artacaktır. Bu şekli ilk düşünen kişi İsveçli matematikçi Niels Helge von Koch (1870-1924) olduğundan şekle Koch eğrisi denir. Koch eğrisi Şekil -2’nin alt kısmında görüldüğü gibi bir çizgi içermesine rağmen sürekli bir eğri değildir. Süreksiz adımlarla oluşmuş kapalı bir alan içerse de iki boyutlu bir düzlem değildir. Şu halde ne tek boyutlu bir çizgi ne de iki boyutlu bir alan olarak düşünülmelidir. Tek boyut ile iki boyut arasında kesirli bir boyut içeren bir fraktaldir.

  Doğal olarak oluşan kar kristallerinin 3 atom (iki hidrojen bir oksijen atomu olan H2O)  içeren su moleküllerinden ibaret oldukları hatırlanırsa, kar kristallerini birer Koch fraktali olarak görebiliriz.

Fraktal sünger

  Şekil -3’ün solunda, orta bölgesinde kare bir delik bulunan bir kare görülüyor. Bu karenin dolu bölgelerine bakarsak 8 adet eşit boyda kare görürüz. İkinci adımda bu 8 karenin orta bölgelerinde oranı korumak şartıyla daha küçük kare delikler açalım. Aynı oranı koruyarak süreksiz adımları tekrarlarsak gittikçe küçülen ve sayıları artan deliklerden oluşmuş bir halı elde ederiz. Bu halıyı ilk düşünen matematikçi Waclaw Sierpinski (1882-1969) olduğundan delikli yüzeye Sierpinski halısı denir.

  Resmin sağında görülen 3-boyutlu şekil Sierpinski halısının 3-boyutlu uzantısıdır. Bu fraktal küp, matematikçi Karl Menger (1902-1985) tarafından düşünüldüğünden “Menger süngeri” olarak bilinir. Bu süngerin boyutu 2 ile 3 arasındadır. Çünkü hem iki boyutlu bir yüzey gibi herhangi bir noktasından başlayarak hiç yüzeyden ayrılmadan herhangi bir diğer noktaya ulaşılabilir, hem de üç boyutlu bir nesne gibi uzay içinde yer kaplar. Şu halde Menger süngeri2 ile 3 boyut arasında kesirli boyut içeren fraktal bir yapıdır.

  Doğal süngerlerin bu tür düzgün delikleri bulunmasa da, onları da kesirli boyut içeren fraktal yapılar olarak düşünebiliriz.

Sonraki Bölüm>>

Yayın Tarihi: 16.Aralık.2009

 

© Astroset 2004-2010