Biraz
durdu sanki çok derin bir şey düşünüyordu uzun ve büyük soluklu bir
nefes aldı; Doğanla ikimiz dikkat kesilmiştik. Nefes bile almıyorduk
diyebilirim çünkü konunun özünü içeren, püf noktası sayılacak adeta sır
gibi bir şey söyleyeceğini hissetmiştik. Asita’nın gözlerinde öye bir
ifade vardı ki tanımla derseniz tam olarak tanımlayacağımı hiç
sanmıyorum, biraz muzip bir gülümseme belirdi yüzünde ve devam etti:
“Şimdi de abhisheka' dan sonra neyin geldiğini inceleyebiliriz. İki
zihnin karşılaşmasını deneyimlemiş ve böylece ruhsal arkadaşımızla
gerçek bir iletişim kurmuşuzdur. Yalnızca kendimizi açmakla kalmamış,
bir idrak parlaması, öğretilerin bir kısmını anında anlayışı da
deneyimlemişizdir.
Öğretmen durumu yarattı, biz bu parıltıyı deneyimledik ve sonuçta her
şey gayet iyi görünüyor. Peki! O anda ne oldu? Sonrasında neler olacak?
Biraz da bunu irdeleyelim sizinle birlikte.
Başlangıçta, oldukça heyecanlıyızdır, her şey gayet güzeldir. Birçok gün
boyunca kendimizi muhteşem, "ayakları yere basmaz"
hissedebiliriz de.
Görünen odur ki, Budalık mertebesine çoktan varmışızdır. Sıradan
kaygılar bize hiç sıkıntı vermez, her şey sakince akıp gider, her zaman
kendiliğinden derin tefekkürler yaşarız. İşte bu, ruhsal öğretmene
açılma anını sürekli olarak yaşayacağımız zannının başladığı ilk
tehlikeli andır. Bu durum oldukça yaygındır. Bu noktada, birçok insan
ruhsal arkadaşlarıyla yani inisiyatörleriyle artık daha fazla çalışmaya
ihtiyaçları olmadığını hissederler, muhtemelen oradan ayrılıp gitmeyi
isterler hem de hemen. Doğu'da bu türden olaylarla ilgili öyle çok
hikaye duydum ki: bazı öğrenciler öğretmenleriyle karşılaşırlar, anında
bir aydınlanma deneyimi edinirler ve nirvana, nirvana, işte aydınlandım
diyerek oradan ayrılırlar.
Öğretmenlerinden edinmiş oldukları tecrübeyi muhafaza etmeye çabalarlar
ancak zaman geçtikçe bu deneyim, onların yalnızca kendi kendilerine
yinelemiş oldukları bir anı, kelime dağarcığı ve de fikir yumağı haline
gelir. Çünkü parlama anlıktır ve aslında inisiyatöre aittir, henüz
öğrenciye mal olmamıştır. Ruhsal öğretmenin bir parlama yaratması gibi
bir şeydir. Büyük
olasılıkla bu tür bir deneyimden sonraki ilk tepkiniz, her şeyi
sözcüklerle açıklayarak bunları günlüğünüze yazmanız olacaktır.” Bana
dönerek “sizin de günlüğünüz var değil mi? Dedi. “Evet” dedim “ama
lütfen bunları yazmayın” dedi, hep birlikte kahkahalarla gülmeye
başladık. Sonra hiç istifini bozmadan sanki onları söylememiş gibi aynı
muzip ifade ile anlatmaya devam etti.
“Ve
yazılarınızla hatıratınız doğrultusunda, bunu insanlarla tartışarak ya
da o deneyimi edinmenize tanıklık etmiş olan kişilerle konuşarak, tekrar bu deneyime odaklanmaya girişeceksinizdir. Ya da
bir kişi Doğu'ya gidip bu türden bir deneyim yaşadıktan sonra
Batı'ya dönebilir. Dostları onu oldukça değişmiş bulabilirler. Daha
sakin, sessiz ve de duyarlı görünebilir. Birçok insan kendi kişisel
sorunlarıyla ilgili olarak ondan yardım ve öğüt dileyebilir ya da
ruhsallıkla ilgili uygulamalarıyla ilgili düşüncelerini sorabilirler.
Başlangıçta bu kişinin diğer insanlara yardım tarzı oldukça samimidir, onların sorunlarını kendisinin Doğu'da yaşamış olduğu deneyimle
ilişkilendirmekte, onlara başına gelenlere dair güzel ve hakiki
hikayeler anlatmaktadır. Bu onun için gerçekten bir esin kaynağıdır. Ancak
bu çeşit durumlarda bir aşamadan sonra bir şeyler yanlış gitmeye başlar.
O kişinin deneyimlediği bu ani idrak parlamasının hatırası, yoğunluğunu
giderek kaybeder. Uzun süre dayanmaz çünkü kişi bu deneyimi kendisinin
dışında bir şey gibi ele almaktadır.Ve aydınlandığını sandığı içinde
uygulamadan vazgeçmiştir. Sizin oralarda Guru’sunu görür görmez
aydınlanan o kadar çok kişinin öyküsü anlatılır ki, dinleyenler de bu
anlık parlamalara kanmaya dünden hazırdırlar çünkü uyanmamış kişi
tembeldir ve her zaman hazıra konmak ister. Bu tipler ruhsal şifacıları
da kendine bu amaçla çağırır, ‘gelsin ve beni iyileştirsin der’
ama
bilmez ki iyileşmek için kendisi çaba harcamaz ve o hastalığa neden olan
durumu ortadan kaldırmazsa asla iyileşemez. Tekrar tekrar
hastalanacaktır.
Kişi
zihnin uyanma haline ait ani bir deneyim edindiğini ve bunun kutsallık
kategorisinde, olağanüstü bir ruhsal deneyim olduğunu ve çok az insanın
bunu yaşadığını düşünmekte ve hissetmektedir. Bu deneyime yüksek
derecede değer verip daha sonra onu normal yaşamına, memleketine,
arkadaşlarına ve düşmanlarına, ailesine ve akrabalarına, kısacası artık
aştığını ve yendiğini sandığı tüm o insanlara ve bağlı olduğu kişilere
anlatır, ifade eder. Ancak artık, bu deneyimden geriye bir şey kalmamaya
başlar, bilgi de deneyim de tükenişe geçer.
Geriye ne kalır? Derseniz sadece güzel bir aydınlanma anısı derim. Ancak
kişi deneyimini ve bilgisini diğer insanlara anlatmış olduğu için geri
adım atıp da daha önce anlattıklarının yanlış olduğunu da söyleyemez.
Bunu asla yapamayacaktır, bu onun için yanlış bir uygulama olarak çok
onur kıncı olur. Henüz kendine ve başkalarına karşı dürüst olmanın
değerini ve önemini fark edememiştir. Herkes gibi halleri hakkında yalan
söylemeye, maske takmaya devam eder. Dahası, bu deneyimde, çok derin bir
şeyin meydana geldiğine dair inancı da hala mevcuttur. Fakat maalesef,
deneyim artık şu an içinde mevcut değildir çünkü onu kullanmıştır,
değerlendirmiştir, daha doğrusu tüketmiştir. Üretim için uygulama
gerekir ama uygulamayı da ani aydınlanma yaşayan biri olarak hafife
almıştır yani işi aslında giderek zorlaşmaktadır aslında; yine de o
biraz da komik olan bu durumun hiç farkında değildir.
Genel
olarak söylersek, olan şudur; bir kez gerçekten açılıp da
"parladığımızda"
yani bir tür nirvana-aydınlanma yaşadığımızda, bir
sonraki anlara açık olduğumuzu fark ederiz ve değerlendirme yapma fikri
aniden ortaya çıkar. "Vay, harika! Bunu yakalayıp muhafaza etmeliyim
çünkü bu çok nadir bulunan ve çok değerli bir deneyim." deriz. Böylece bu deneyime tutunmaya çalışırız ve işte, gerçek açılma
deneyimine kaybedilmemesi gereken tek bir şey gibi baktığımız o noktada
sorun başlar. Bu deneyimi tutup muhafaza etmeye çabaladığımız anda
zincirleme tepki dizisi ortaya çıkar. Bu tıpkı istek üretip de, onu
yaşama veya bizden büyük olarak kabul ettiğimiz evrene yumuşak ve rahat
bir şekilde bırakamamak gibi bir şeydir. Nasıl istedikçe istediğimiz şey
adeta bizden uzaklaşırsa, aydınlanmada da durum aynıdır. Yüksek
Farkındalık, farkında olduğunu her an kendine hatırlatmaya çalışmaz,
sadece o anı bilerek yaşar ve sadelikle gerekeni yapar, sonra da oradan
çeker gider… Bir
şeyi değerli ve sıra dışı diye gördüğümüzde o şey bizden ayrı bir hale
gelir, bu ayrılık da kaybetme korkusunu getirecektir. Örneğin, bizim bir
parçamız olduklarını bildiğimizden gözlerimizi, vücudumuzu, ellerimizi
ya da başımızı değerli olarak görmeyiz. Elbette ki, onlardan, herhangi
birini bile kaybetmiş olsak otomatik tepkimiz çok değerli bir şeyimizi
kaybetmiş olduğumuzu ifade eder: "Aman Tanrım,
gözümü kaybettim, kolumu
kaybettim; yerini başka bir şeyin doldurması imkansız!" deriz ve ancak o
zaman bunun değerli olduğunu fark ederiz. Bir şey bizden alınıp
uzaklaştırıldığında onun değerli olduğunu fark etme fırsatını yakalarız.
Oysa normal şartlarda uzuvlarımız hep bizimledir, hep fonksiyonlarını
ifa ederler ve hep değerlidirler. Önemli olan bu birliktelik halinde
iken ne kadar değerli olduğunun ve sürekliliğin farkında olmaktır. Ona
hep sahip iken, o şey bizim yapımızın bir parçasıyken ona ayrı bir özen
göstermeyiz ki, çünkü o hep oradadır. Değerlendirme ayrılma korkusundan
doğar ki bizi ayrı tutan da budur.
Herhangi ani bir ilhamı oldukça önemli görürüz çünkü onu kaybetmekten
korkmaktayızdır. Oysa ilhamımızda elimizi, kolumuzu kullanmak
mucizesinden farklı değildir ve böyle düşünmediğimizde hep bizimle
olacaktır. İşte tam bu noktada kendini kandırma ortaya çıkar. Diğer
bir deyişle, açılma deneyimine ve onun bizimle ilişkisine ve sürekli
olabileceğine inancımızı yitirmişizdir. Her nasılsa, asıl ne olduğumuzla
ve de açılmayla birliğimizi kaybetmişizdir. Bu
noktada açıklık ayrı bir şey haline gelir ve biz oyunlar oynamaya
başlarız. Tabi ki açıklığı tam olarak yitirdiğimizi söyleyemeyeceğimiz
ortadadır. "Eskiden ona sahiptim
ancak onu yitirdim, kendime samimi ve
dürüst değilim sadece bir kez elde ettiğim şeyi ısrarla korumak
istiyorum" Diyemeyiz. Oysa
sevgili gençler aydınlanmalar, nirvanalar süreklidir. Tek bir
aydınlanma, parlama yoktur, yaşadığımız sürece yeni idrak noktalarımız
aydınlanma, anlama, bir ampulün içimizde yanışını anımsatan
parlamalarımız olacaktır ki, gerçek bir yolcu için de yaşamın gerçek
tadı bundadır. Hiç
bitmeyen aydınlanmalar…”
Sözünü bitirdi ve aniden sustu Bilge Asita bu sözlerinin derin anlamını
hissetmemizi ister gibiydi, anladık ki, bugün artık başka hiçbir şey
söylemeyecek ve bu söylediklerini karıştırmasına izin vermeyecek, onu
tanıdığım bu kısa süre için de ona olan saygım her an artıyordu, az önce
vermeye çalıştığı şey öyle değerliydi ki ona hak verdim, daha ne desin
ki, diye düşündüm. Doğana baktım belli ki o da benim gibi düşünüyordu.
Evet der gibi başını salladı.
|