En tepede tırmandığımız yerin manzarasını olağanüstüydü, daha önce hiç
bu kadar yükseğe çıkmamıştık. “Bakın zirvede olmak ne güzel değil mi?,
ben sizlerin dağ zirvelerinde değil, ruhsallığın zirvesinde yani kendi
ruhunuzun zirvesinde olmanızı, gelişim hedefinizi yüksek tutmanızı
istiyorum ve onun için uğraşıyorum, siz buradan gittikten sonra da
benden kopmuş olmayacaksınız, değişik şekillerde bağlantımız ve zirveye
yolculuğumuz hep sürecek” dedi.
Çok etkilenmiştim. Orada saatlerce kaldık, o izlenimimi hiç unutacağımı sanmıyorum.
Bu gece sabahı zor ettim. Şehre döndüğümde bu konulara gerçekten meraklı veya yüzeyde konuşup bir şeyler aldığını sanan pek çok insanla karşılaşacağımı şimdiden bildiğim için bazı soruları önceden sormak istiyordum.
Şöyle sorayım dedim: ‘Bir şeyi yaşayıp da onu zeka ile kavrayan ve ''bu şahane" diye etiketlendiren insanlardan söz ettiniz az önce.
Bu hemen hemen otomatik bir tepki gibi görünüyor. Peki kişilerin böyle otomatik davranmaktan uzaklaşmaya başladıkları yolları belirtir misiniz?
Bana öyle geliyor ki bir şeyi değerlendirmeyi bırakmaya ne kadar çok çabalarsan, o kadar çok değerlendiriyorsun gibi bir şey oluyor yani kaçmaya çalıştığın düşünce veya davranış sanki insanı kovalıyor, komik ama gerçek değil mi? Asita sorumu çok beğenmiş gibi görünüyordu çok güzel güldü ve yanıtladı:
Maskeleri Çıkarmak
“Pekala,
bunu gerçekten yapıyor olduğunuzu ve bundan hiçbir şey edinmemekte
olduğunuzu fark eder etmez, sanırım çıkış yolunu bulmaya başlıyorsunuz,
demektir ki çıkış yolunu bulmaya başlamak, aydınlanmanın ilk yarısıdır
diyebiliriz. Kişi o anda da tüm süreci gerçekte faydalı olmayan büyük
bir oyunun bir parçası olarak görmeye başlar çünkü bir şeyin anlayışına
ulaşmak yerine anlamadan sürekli olarak oluşturmakta ve
biriktirmekte olduğunu gerçekten fark eder. Hiçbir hile ya da sihir söz
konusu değildir. Bu noktada yapılması gereken tek şey, oldukça ıstırap
vererek de olsa maskeleri çıkarmaktır. Belki de
ruhsallığı elde etmeye yani ona mal gibi sahiplenme çabalarının
nafileliğini fark edene dek, yoğun bir şekilde yapılandıracak ve
biriktireceksiniz. Bütün zihniniz tamamen bu uğraşınız ile dolacak. Yani
sahte aydınlanma anıları biriktirme çabası ile dolacak. Bunlar güzel
neşeli ve muhteşem anılar. İçlerinde asla sıkıntı, zorluk, çaba yok.
Aslında, tamamen bitkin düşeceğiniz noktaya dek gidiyor musunuz, geliyor
musunuz bunu bile fark edemeyebilirsiniz.
Derken çok yararlı bir ders alırsınız; her şeyi bırakmak, hiçbir şey
olmamak. Hiçbir şey olmama arzusu bile hissedebilirsiniz.
Bu durumda ortada iki çözüm bulunduğu düşünülebilir, biri basitçe
maskesiz olmak ya da bir kreşendoya ulaşana dek biriktirme, yapılandırmak için büyük çaba
göstermek ve sonra tüm her şeyi bırakmaktır. İnsanlar bu sözden çok
korkarlar her şeyi bırakmak deyince neleri var, neleri yoksa
kaybedeceklerini sanırlar. Ne büyük yanlış, oysa işaret edilen gerçek o
kadar sade ve basit ki, belki de bundan kolay anlaşılmıyor; buraya ait
tüm isteklerinizi günlük yaşamın akışına yani evrenin size
getirdiklerine bırakıp daha fazlası için gereksiz didişmelerden uzak
kaldığınızda asıl siz yani içinizdeki evrensellik ortaya çıkar. Bilmem
anlatabildim mi? Sözlerimi
bitirmeden önce konuyu daha açıkça ve net olarak şöyle ifade etmek
isterim çünkü asıl bu konu bir yaşam boyu en çok ihtiyacınız olacak en
temel konu… Yani Koşullu Mutluluk kavramını bilmeyen, anlamayan ve bunun
uygulamasını yapmayan bir öğrenciden veya bir aydınlanma ustasından söz
etmek mümkün değildir eğer bu çok zor geldi yapamıyorum diyorsanız, bir
sürelik bu konularla uğraşmayı bırakın, gidin otomatik yaşayın derim
hatta bu bir hayat sürse bile… Bu noktada kendi gerçek gücünüzü iyi
tanımanızda ya da bir bilene sormanızda yarar vardır, yapamayacağınız
şeylerle sırf moda ve gerekli diye ilgilenmek de ayrı bir uyku halidir,
bunu iyice anlayın lütfen”
Koşullu Mutluluk
“Koşullu
Mutluluk arayışı çok dünyasal bir yaklaşımdır, bizim gerçek
mutsuzluklarımızın en büyük sebebidir. Koşullu Mutluluk dediğimiz zaman
ilk etapta anladığımız şey mutluluklarımızın belirli koşullara
dayandırılmış olmasıdır. Hissedebildiğimiz
güzelliklerin, hazların, tatmin duygularının, neşe, sevinç ve heyecan
duygularının çeşitli koşullara dayandırılmış olmasından ötürü bloke
olması ve bu duyguları hissedememek, belki de gezegenimizin şu an en
önemli sorunlarından bir tanesi ama bu konuyu sizin ikinizin kendi
aranızda görüşmeniz çok daha farklı yaptırımlara, çalışmalara ve
zihinsel olarak, çok daha olumlu sonuçlara, yerlere gelmenize neden
olacaktır. Deneyin! Görün! Bana hak vereceksiniz…
Yaşadığınız bir takım
hazları veya güzel duyguları koşullandırmanız nedeniyle, o koşullar
yerine gelmediğinde hazzın bulunamaması, alınamaması, hazlarınızın,
neşelerinizin,
mutluluklarınızın, sevinçlerinizin koşullandırılması performansınızı
düşürüyor.
Örneğin; bir
evim olursa mutlu olurum diye bir cümle kurarsak, bu koşullu bir
mutluluktur, çünkü ancak bir ev olması durumunda mutlu olmaktan
söz edilen şey ise mutluluğun bir ev ön koşuluna dayandırılmasıdır. Daha
büyük ve daha küçük örnekler verilebilir. Çok daha küçük örneklere
indirilen durumlar da vardır. Burada yaşarken bazen hakikaten, bir
bardak su ancak soğuk olursa mutlu olabileceğim dediğiniz ve soğuk
olmadığında o hazzı yakalayamadığınız durumlar vardır ve böylece
mutlulukların ve hazların koşullandırılmış olduğunu görürüz.
Gerçek
mutluluğa ulaşabilmek için onun mutlaka koşulsuz olması gerekmektedir
yani yaşanan andan sadece o anın size verdiği kadarını almaktır. O an size neyi
getirmişse, size neyi sunuyorsa onun o kadarıyla mutlu olabilmek, onu
alabildiğiniz için mutlu olabilmek ama bunu böyle alabildim, keşke
şöylesi de olsaydı, keşke başka türleri, renkleri, biçimleri de olsaydı
o zaman daha mutlu olurdum gibi bir anlayışa dayanan bakış açısı temelde
sizleri ve zihinlerinizi son derece yoran bir durumdur ve üzerinizdeki
baskıları, sıkıntıları arttıran bir durumdur. O yüzden
ikinizin de en çok üzerinde temrin yapmanız ve uygulamanız gereken konu
bu konudur. Yani, An’ın getirdikleri ile ilgilenmelisiniz. An’ın size
getirmekte oldukları zaten sizin gerçekte ihtiyacınız olan şeylerdir,
bunu asla unutmayın ve An’a saygılı olun! Bu ihtiyacınız olan şeyleri
sevinçle karşılamalı ve kabul etmelisiniz. Sonuç olarak o zaman
mutluluğunuzu herhangi bir koşula dayandırmamış olursunuz.
Sadece o anın
size getirdiklerinden size sunduklarından bir haz elde edersiniz gerçek
hazzı yakalamış olursunuz.
Çünkü sürekli daha fazlasını istemek, daha farklısını beklemek gibi
dürtülerin bir sonu olmadığından; bugün başka biçimini isterken yarın
başka biçimine sahip olduğunuzda, bu defada başka rengini
isteyeceksiniz. Başka rengini bulduğunuzda, daha başka şeylerin eksik
olduğunu düşüneceksiniz.
Mutlulukları
koşullandırmalara dayandırmak ancak şu gün şurada, şöyle olursa mutlu
olurum, ancak şurada, şöyle yaparsam mutlu olabilirim gibi zihinsel
alışkanlıklar son derece yıpratıcı alışkanlıklardır. Bir öğreti
aldığını, almak istediğini veya içsel yolculuğa hazır olduğuna karar
veren kişinin öncelikle bu sade, basit ve doğal kurallara büyük bir
rahatlıkla uyum sağlar halde olması gerekir ki, bir aydınlanma elde
etsin ve daha büyük aydınlanmalara yürüme aşkı, kendinin dışındakileri
de aydınlatma aşkı hissedebilsin, benim içsel yolculuğunuzun ilk
aşamaları olarak size verebileceklerim bunlar, bundan sonra siz, bir
ömür boyu yani yaşadığınız sürece bu bilgileri arttırarak,
derinleştirerek ve uygulayarak deneyimleyeceksiniz, bence asıl içsel
yolculuğunuz bundan sonra başlıyor ve artık bana ihtiyacınız kalmadı,
ayaklarınızın üzerinde durabilir; gelişmeye ve geliştirmeye devam
edebilirsiniz.” dedi.
Yüzündeki sessiz ifade de, bu çalışma dönemi içinde artık başka
hiç birşey söylemeyeceğini ifade eden bir anlam belirmişti. Biz de
sustuk. Yüreğimizden sessiz bir teşekkür yolladık, ellerimizi
kavuşturup, gülümsedik o da aynı şeyi yaptı. Bu bir anlamda da sona
geldiğimizi belirten bir ifadeydi. İlk karşılaştığımız günde aynı şeyi
yapmıştı, sonra bir daha da yapmamıştı. Şimdi de sessiz ve nazik bir
şekilde veda ediyordu. Yerimden
kalktım, fazla duygulu sahneleri sevmem, hızlı hızlı yürüyüp içeri
girdim. Odama gidip eşyalarıma bir baktım. Belli ki en çok bir iki gün
sonra buradan ayrılacaktık. Belki son olarak birkaç kez daha
konuşabilirdik. Yeni öğrenciler aşağı köyde bekliyorlardı. Onların
bizden daha kalabalık bir grup olduğunu hissettim bir an ve gülümsedim,
‘algı kapılarım mı açılıyor, hayırola’ dedim kendi kendime…
Nepal’den döneli bir süre olmasına rağmen itiraf etmeliyim hala buraya
adaptasyon zorluğu çekiyorum. Merhaba, hem, hı, Namaste, farkındalık
sözcükleri birbirine karışmış durumda. Teşekkür ederken kendimi hafif
öne eğilirken ve ellerimi birbirine kavuştururken buluyorum ve
başlıyorum kahkahalarla gülmeye, rüyalarımda ise hala Katmandu
sokaklarında veya o güzelim sisli dağlarda dolaşıp duruyorum.
Bugün
evdeyim daha ofise gitmedim, yeni yaşamıma başlamadan önce bir kez daha
gittiğim yerin haritasına bakmak istiyorum. İnsan kuş misali birkaç
zaman önce buralardaydım, ne ilginç yarın ise yine ofiste bilgisayarımın
başında olacağım… Siz kendi iç Tibet’inizi nerede bulursunuz bilmiyorum,
benim ki seyahat yoluyla yaşama döndü ama herkesin de kendine has farklı
bir yolu neden olmasın ki?... Tibet, Nepal, Çin arasındaki bir sınırda
kendini bulacaksın diye bir emir mi var? Yook, ama itiraf etmeliyim
havası çok mistik ve sizi bu konuları araştırmaya teşvik ediyor. Ben
kendi kendime konsantre olmakta zorlanırım diyorsanız bu sınırlar içinde
size hizmet verecek ve turla gidebileceğiniz manastırlar ve ruhsal
öğreti okulları olduğunu da unutmayın lütfen.
İçsel
yolculuk merakım sayesinde kendimi Uzakdoğu’yu karış
karış gezerken buldum. "İyi ki gittim, insana ve hayata bakışım değişti.
Bu ülkelerde hayat çok zor ama şaşkınlıkla itiraf etmeliyim bizden
en farklı yönleri pozitif ve mistik bakış açıları, büyük bir iyimserlik
var onlarda ve uydurma değil." Doğu’nun ve mistisizmin peşinde gittiği
ülkeler arasında Tibet, Bhutan ve Nepal’i sayabilirim. Tibet’in
coğrafyası, Nepal’in insanları ve Bhutan’daki huzur beni çok etkiledi.
Özellikle Bhutan için mutlu insanlar ülkesi diyebilirim gönül
rahatlığıyla, öyle buğulu ve mistik bir havası var ki, bu şehirde ister
istemez beyniniz alfa ritmine geçiyor ve bir meditatif bir hal yaşamak
arzusu duyuyorsunuz. Bhutan, masallardaki bir ülkenin gerçekleşmiş hali
gibi. Dünyadaki son huzurlu ülkesi diye söz ediliyor bu gizemli şehirden.
Gerçekten de gördüğüm bütün ülkeler arasında insanları en mutlu ve
huzurlu olanları onlardı diyebilirim, abarttım mı bilmiyorum? Biraz
huzur yaşayayım, mistik bir doğayla bütünleşeyim diyorsanız Bhutan’a
gitmelisiniz.
Başkent Timbu’da, Vangdi Teşçu festivaline denk geldik biz grup olarak.
Festival alanında bir tarafta halk, diğer tarafta Budist rahipler
oturuyordu. Yanlarında da kırmızı kıyafetleri, yepyeni pabuçlarıyla ve
olabildiğince ciddiyetiyle çocuk rahipler vardı. Özellikle böyle birkaç
manzara zihnime sanki kazındı.
NEPAL’i son kez anmamak haksızlık olur. Nepal insan üzerinde denizin
dibine dalmak duygusu yaratıyor. Nepal’den en çok aklınızda kalan ne
derseniz, mabetler ve mistik bir hava diyebilirim. Sırf o mabetleri
görmek için bile gidilir Nepal’e. Modern dünyanın şehir hayatı
konsantrasyonumu toparlamama izin vermiyor ve derinleşemiyorum, kendi
içime yolculuk yapacak zaman bulamıyorum diyenlerdesiniz, bir
tatilinizde veya bir boş zamanınızda bir turla da olsa kısa bir doğu
yolculuğu iyi gelebilir. Aradığınız mistik havanın orada olup olmadığını
anlarsınız hiç olmazsa. Aslında derin düşünceye dalmak için insanın
kimseye ihtiyacı olduğuna hiç inanmadım ama sonuçta içsel yolculuk yapan
biri olarak sevgili Asitanın
sanırım uzun yıllar kulaklarımdan ve yüreğimden hiç silinmeyecek şu
sözleri ile bitirmek istiyorum sözlerimi:
“Bir
varlığın en büyük ihtiyacı derin düşünce ve sezgi alemlerine
açılabilmektir. Hiçbir şey bu kapıları açabilmek ve oradan içeri
girebilmekten daha önemli olamaz.'' |