Dünyadaki toplu
devrimlere bilim kolları ve özellikle dinsel öğretiler etkili olmuştur. Dinsel öğreti ve tüm öteki bilim
kolları her zaman insani değerler yönünde, insanlaşma yönünde
kullanılmış değildir ve ne yazık ki çoğunlukla da beşeri
(nefsâni) çıkarlar yönünde hodkâmca da kullanılmıştır ama
gelişim araçlarının bu olumsuz şekilde kullanımı bireyin olumsuz
karma yüklenmesine neden olmuş, bu negatif karmanın telâfi
edilmesi yönünde içine girdiği sıkıntılı eprövlerde bireyin
idraklenmesine, doğru yolu bulmasına katkı sağlamıştır.
Görüldüğü gibi her şey iyiliğe ve iyileşmeye katkı sağlamaktan
başka bir işe yaramıyor (160).
Şimdiki konumuz olan
dinsel öğreti, çeşitli düzeylerde ve görünümlerde dünyanın
bugünkü yüksek ve gelişmiş durumunu oluşturmuş ve dünyadaki
gelecek büyük geçiş devrelerinin ilk beşeri hazırlıklarını
sağlamış ve her bir görünümü kendi bünyesinde, zamanın çeşitli
ve değişik gelişim ihtiyaçlarına, gerekliliklerine ve olmazsa
olmazlarına yanıt verecek; bireylere, Vazife Planları’na
hazırlanmanın en uygun yollarını göstermiştir. Dünya için (en
azından bu son devre için) uygun görülen genel dinsel öğretimin
her biri değişik görünümü, zaman–mekân koşullarıyla oradaki
enkarne varlıkların idrak düzeylerine göre; yönlendirmeler,
örnekler, simgeler ve bilgiler içinde verdiği sezgilerle
bireyleri cehalettin karanlığından kurtarıp, büyük ilâhi yola
yöneltmişlerdir. Dünya için öngörülen genel dinsel öğretinin (ki
bunun tamamı ALLAH tarafından “İslam” olarak
adlandırılmıştır) tüm değişik görünümlerinin tek hedefi, dünya
insanının vicdan mekanizmasının realite dengeleri çizgisini; ona
özgü gereklerin izin verdiği ölçüde idraklenme olanaklarının en
üst düzeyine yükseltebilmesine yardım etmiştir (160).
Dinsel öğretinin
gereklerini toplumlara tebliğ ve talim etmek ve bu talimata
bireylerin uyumlarını sağlamak için yüksek Vazifeli Planı’ndan
vazifeli bir varlık dünyada belli bir toplumda bedenlenerek (ki
tüm toplumlara) bu tür varlıklar inmiştir. O
toplumun bir ferdi gibi yaşamıştır ki, bu vazifeli varlıklara
“peygamber” denmiştir. Genel ve varlıksal hedef
olarak dünya ile hidrojen âlemini bitirmek ve Vazife Planı’na
hazırlanmak üzere dünyaya enkarne olmuş olan varlıklar başıboş
bırakılmış değiller (Kur’an, Kaf 16+17, Müdessir 11, Hadid 4,
Bakara 115, Yunus 20). Eğer böyle olmasaydı, beşeriyet bu güne
kadarki gelişim düzeyine gelemezlerdi. Dünyaya enkarne
varlıkların bu gelişim olgusu içinde idrakleri arttıkça, içinde
yaşadıkları kaba maddesel ortamın dar fizikoşimik kuralları
dışına taşmaya başlamışlar ve daha kapsamlı geniş idraklere
dayanan bir takım yasa ve düzenlemelerin olabileceği hakkında,
özbilgilerinden şuurlarına sızan sezgiler ve iç güdülerle
varlıkların nedenlerini öğrenebilmek gereksenimi ve itilimi
içinde sürekli çırpınıp durmuşlardır (161).
Bu arada, konumuz
olan dinlerle bağlantılı olarak; Tanrı kavramı, yüksek
tesirlerin yardımıyla bireylerin özvarlıklarından kopup gelmiş
bir ihtiyacın, idraklerinde beliren ilk güçlü yansımadır.
İdrakleri gelişmeye yüz tutmaya (“yarım idrak”, “yüzeysel
zaman idraki…”) başladıkları andan itibaren bireyler
tanrı arayışına girmeye başlamışlardır. Fakat önceleri, dünya
insanlarının bu ihtiyaçları, değer bakımından henüz pek zayıf
olan idrak düzeylerine uygun basit durumda bulunuyordu. Bundan
dolayı o, tanrısını, ancak beş duyu organının sınırlı olanakları
içinde aramaktan daha ileri bir kudret gösteremiyordu. O kadîm
zamanların yarım idrakli ilkel insanlarının bu ihtiyaçlarını
karşılamaya çalışan yardımcı varlıkların gönderdikleri sezgiler
o zamanki toplulukların ancak beş duyu organlarına hitap
edebilecek simgelerle mümkün olabiliyordu. Bu simgelerin asıl
karşılıkları olan anlamları bireyler anlayabilecek idrak
düzeyine ulaşmış değillerdi. Bundan dolayı ilahi kavramların
sezgileri o kimselere ancak onların, çevrelerinde en kudretli
olarak tanıdıkları şeylerle simgeleştirilerek verilmiştir.
Örneğin, ilk
zamanlarda güneş, tanrının karşılığı olan bir simgeydi (161).
Bir topluluğu / kabileyi ihya eden büyük bir nehir gene böyle
bir simgeydi. İlk zamanların basit idraklerine (“otomatik
gelişim” düzeyinin “dünya idraki”
50+58+20+211) bu simgeler bir süre yeterli olabilirdi. Fakat çok
yavaş da olsa gelişim süreci içinde idrakler gittikçe
değerleniyor, değerleri yüksek ve ince madde bileşimleriyle
oradan beşeri idrak artık bu sembolizmle tatmin edilemez duruma
gelmişti. Sonunda Vazife Planı’ndan ilâhi bilgileri dünya
insanına sunmak için Vazifeli Varlıklar enkarne olmaya
başladılar ve “kitâbi dinler”(dinsel öğreti)
dünyada başlamış oldu. Zaman içinde vahyedilen dinsel öğretinin
her bir aşaması beşeri toplulukların / toplumların eksik
yanlarını tamamlamaya çalıştı. Din kitaplarıyla ilahi simgelerin
anlamları biraz daha açıklanmış oldu. Zaman içinde giderek daha
ileri bir gelişim düzeyine getirmenin, büyük mukadderat planına
göre çizilmiş yolları vahyedilerek gösterilmeye çalışıldı (162).
İbâdet Şekilleri
Her din bireylerin
yaşadıkları realitelerinin olanaklarının en son sınırları
içindeki idraklerinin varabileceği en üst sezgi sınırına kadar
öğrenmeleri gereken şeyleri öğretti ve vazifesini kusursuz
olarak yaptı. Bunun için önce bireyleri çeşitli ibadet şekilleri
ve sorumluluklarıyla vazife sezgisi uygulamasının disiplinine
hazırlayıcı durumlara onları otomatik olarak soktu. Onlara
birbirlerini sevmelerini öğreterek gene vazifeye doğru yürüyüşüm
büyük hazırlıklarıyla ilgili yönlerini doğrudan talimatlarla da
gösterdi. Vicdanlarının sürekli olarak üst realitelere
yönelmeleri için gerekli olan her türlü hareketi onlara,
erdemliliğin çeşitli yollarını göstererek aşıladı ve onları
vazife sezgisi hazırlığımı nurlu olanaklarına kavuşturmanın
çeşitli yaptırımlarla yollarını sağladı (162).
Kısaca dinler; bugün
artık yaklaşmakta olan “dünyanın büyük geçiş devri”
nin eşiğine dünya insanını yaklaştırdı. Eğer dinler olmasaydı,
dünya insanlığı bugün bulunduğu düzeyden pek çok gerilerde
bulunurdu. Böylece bireylerin Vazife Planı’na hazırlanmalarını
sağlamak için vazifelenmiş varlıklar bu vazifelerini başarıyla
yapmış oldular. Bununla birlikte, ilk zamanlardan orta kısımlara
gelmiş olmakla beraber, dünya insanlığı; dinlerin kurulduğu o
kadîm zamanlarda idrak olarak yeterli derecede donatılmış
değillerdi (162). Bundan dolayı hepsi aynı kaynaktan, yani
Vazife Planı’ndan gelen ve hepsi aynı derecede büyük
gerçeklerinizin de yürüyen dinler, değişik zamanlarda bu yürüyen
dinler, değişik zamanlarda bu gerçekleri dünya insanlığına ancak
anlayabilecekleri şekilde, çeşitli formlar içinde
verebilmişlerdir.
Görüldüğü gibi,
“idrak değerlerinin zengin ve kapsamlı olmasıyla”
vahyin derinliğinin derece derece artışı arasında bağlantı var.
Çünkü idrak arttıkça bireyin çevresindeki olayların/ olguların
anlamları daha çok belirginleşir. Zaten var olan birçok belirti
/ işareti (ayetleri) görür duruma gelir birey. Bu aydınlanmaya
paralel olarak; din başta olmak üzere, siyaset, iktisat, resim,
müzik, felsefe, tıp, edebiyat, sanat vb. birçok bilgi kolu
ortaya çıkar. Bu derlememin ana teması olan dinsel öğreti söz
konusu olduğunda dünya beşeriyeti; idrakini geliştirdikçe, bu
bilgi kolunun kademe kademe derinliklerine layık duruma
gelmiştir. Bu devrede dünya beşeriyeti için indirilmiş
(vahyedilmiş) dinsel öğretinin tamamının adı İslam’dır (Kur’an,
Maide 3) (128). İşte onun içindir ki toplumlarda yayılması
gereken gerçekleri, peygamber ancak simgeler kullanarak
yayabildiler. Bundan dolayı tüm büyük din kitapları birer
gerçeği sezgisini taşıyan ve zamanlarına göre hesaplanarak
düzenlenmiş bulunan güçlü simgelerle doludur. Örneğin, kıyamet
simgesi bunlardan birisidir ki, büyük bir gerçek olan
dünyanın büyük geçiş devresi” ni ya da bu dünya
devresinin kapanışını ifade etmektedir (163).
Dinler, dünyanın
“kapanışı”yla ilgili simgelerin bu cephesinden
yararlanarak, henüz korku realitesinde yaşayan kimseler vazife
sorumluluğunun otomatik sezgisini verebilmek için; dünya “batışı”nı
ödüllendirme ve cezalandırma şeklinde gösteren Nuh Tufanı ve
kıyamet simgeleri ile anlatmayı yararlı ve gerekli görmüşlerdir.
Bu şekilde bir taşla iki kuş vurulmuştur: Bunlardan birisi;
büyük bir gerçeğin, dünya insanına hiç olmazsa ilkel sezgisini
vermek ve o zaman için daha önemli olan ikincisi ise, bireylerin
gelişim uyumu içine girmelerinin ve birtakım insanlık
vazifelerini (ceza korkusuyla bile olsa) yarı idrakle
benimseyebilmelerini sağlamaktı (259).
Benzer şekilde din
kitaplarındaki “cennet simgesi” de “yarı
süptil âlem”in sezgilerini dünya insanına vermek için
kullanılmıştır. Bu güzel ve güçlü bir simgedir. Yalnız, burada
(tüm simgelerde olduğu gibi) şekillere asla takılıp kalmamak
gerekir. Din kitaplarında görülen cennet simgesi, sevgi
realitesinin egemen olduğu “yarı süptil âlem” i
ifâde eder (317).
Benzer şekilde cennet
ve cehennem kavramları da gerçek anlamları derinlerde olan bazı
gerçeklerin (idraklere yetecek kadar sezgilerinin verilebilmesi
için) Yüksek Gerekler’e göre Vazife Planı tarafından
düzenlenerek dünyaya gene vazifeli varlıklar eliyle sunulmuş
birer simgedir. İbâdet şekillerinin her biride; zamanın
gereklerine, yaşam koşullarına, gelişim durumlarına ve vicdan
mekanizmalarının denge düzeylerine göre kılı kılına hesaplanarak
bireylere empoze edilmiş ve böylece otomatik bir şekilde onların
üst vicdan elemanlarına yönelerek, bugün yaklaşmakta oldukları
üst plana elverişli bir duruma gelebilmelerinin hazırlıkları
yapılmıştır (163).
Reziletler ve Faziletler
Bu arada, dinlerin
emretmiş, oldukları; sevgi, şefkat yardımlaşma, af, hoşgörü,
hakkından vazgeçme, fedakârlık, iyilik, doğruluk, samimiyet,
hemcinslerine ve hatta hemcinsi olamayanlara karşı bir takım
yükümlülükler vb. gibi sayısız erdemler keza bunun tersine
olarak yasakladıkları hodkâmlık, kin, haset, düşmanlık, intikam,
yalancılık, ikiyüzlülük, gasp, hırsızlık, canilik vb. gibi
sayısız reziletler bazen otomatik, bazen de yarı idrakli bir
aydınlık içinde, bireyleri yüksek idrak planlarına
hazırlamıştır. Her din, bireyleri nefsaniyet düşkünlüklerinden
kurtarıp, vazife sezgisine ulaştırmak amacını taşımaktadır. Bu
amaca ulaşmak için her din, bireylerin anlayabilecekleri her
araçtan yararlanmış ve yönlendirmelerini ona göre düzenlemiştir
(258). Zamanla idraklerin üst plana doğru gelişmeleri o kadar
arttı ki; dinlerin, simgelerle vermiş oldukları sezgileri
anlamak ve anlamlandırmak gereksinimi (en azından bazı)
bireylerde şiddetle belirdi. Bunu da dinlerin başarıları
kapsamında saymak gerekir. Bugün (hepsi değilse de bazısı)
bireyler bu simgelerin, kendilerinde uyandırmış oldukları yüksek
sezgilerin, olabildiğince açık bilgilerine susamışçasına özlem
duymaktadırlar. Bununla beraber bu anlamları din kitaplarının
başarıyla yerleştirmiş oldukları kuvvetli simgelerin içinden
ayırıp çıkarabilmeyi dünya insanlığımım ancak yüzde ikisi ya da
en fazla yüzde üçü başarabilir (163).
Yönlenmelerini her
zaman İlahi Plan’dan alan yüksek vazifeliler bireylerin bugünkü
özlemlerini ve yüksek gelişim ihtiyaçlarını gördüler. İşte İlahi
Nizam ve Kainat isimli eser de, büyük Vazife Planı’nın dünya için vazifeli olan kısmının
dünyaya bir armağanıdır. İleri gelişim düzeylerine devam etmek
ihtiyacı içinde susamış enkarne varlıkların şiddetle aradıkları
ve bekledikleri bilgileri içermektedir. Din kitapları tarafından
yüksek gerçeklerin, zaman–mekân koşullarına göre bireylere
yetecek kadar kuvvetli simgeler içinde sezgileri verilmiş, bu
kitapta da “dünya değişimi”ni sonlandıracak olan
ve ön sezgileri önceden verilmiş bulunan gerçeklerin açık
bilgileri ve gelecek “dünya üstü âlemler” in de
sezgileri yazılmıştır ki, bunlar da büyük değişimin eşiğinde
bulunan bugünkü dünyanın son realitesi olacaktır (164).
|