Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

İlâhi Nizam ve Kâinat Kitabında

DİN KAVRAMI

Derleyen : Selman Gerçeksever  

Dünyadaki toplu devrimlere bilim kolları ve özellikle dinsel öğretiler etkili olmuştur. Dinsel öğreti ve tüm öteki bilim kolları her zaman insani değerler yönünde, insanlaşma yönünde kullanılmış değildir ve ne yazık ki çoğunlukla da beşeri (nefsâni) çıkarlar yönünde hodkâmca da kullanılmıştır ama gelişim araçlarının bu olumsuz şekilde kullanımı bireyin olumsuz karma yüklenmesine neden olmuş, bu negatif karmanın telâfi edilmesi yönünde içine girdiği sıkıntılı eprövlerde bireyin idraklenmesine, doğru yolu bulmasına katkı sağlamıştır. Görüldüğü gibi her şey iyiliğe ve iyileşmeye katkı sağlamaktan başka bir işe yaramıyor (160).

Şimdiki konumuz olan dinsel öğreti, çeşitli düzeylerde ve görünümlerde dünyanın bugünkü yüksek ve gelişmiş durumunu oluşturmuş ve dünyadaki gelecek büyük geçiş devrelerinin ilk beşeri hazırlıklarını sağlamış ve her bir görünümü kendi bünyesinde, zamanın çeşitli ve değişik gelişim ihtiyaçlarına, gerekliliklerine ve olmazsa olmazlarına yanıt verecek; bireylere, Vazife Planları’na hazırlanmanın en uygun yollarını göstermiştir. Dünya için (en azından bu son devre için) uygun görülen genel dinsel öğretimin her biri değişik görünümü, zaman–mekân koşullarıyla oradaki enkarne varlıkların idrak düzeylerine göre; yönlendirmeler, örnekler, simgeler ve bilgiler içinde verdiği sezgilerle bireyleri cehalettin karanlığından kurtarıp, büyük ilâhi yola yöneltmişlerdir. Dünya için öngörülen genel dinsel öğretinin (ki bunun tamamı ALLAH tarafından “İslam” olarak adlandırılmıştır) tüm değişik görünümlerinin tek hedefi, dünya insanının vicdan mekanizmasının realite dengeleri çizgisini; ona özgü gereklerin izin verdiği ölçüde idraklenme olanaklarının en üst düzeyine yükseltebilmesine yardım etmiştir (160).

Dinsel öğretinin gereklerini toplumlara tebliğ ve talim etmek ve bu talimata bireylerin uyumlarını sağlamak için yüksek Vazifeli Planı’ndan vazifeli bir varlık dünyada belli bir toplumda bedenlenerek (ki tüm toplumlara) bu tür varlıklar inmiştir. O toplumun bir ferdi gibi yaşamıştır ki, bu vazifeli varlıklara “peygamber” denmiştir. Genel ve varlıksal hedef olarak dünya ile hidrojen âlemini bitirmek ve Vazife Planı’na hazırlanmak üzere dünyaya enkarne olmuş olan varlıklar başıboş bırakılmış değiller (Kur’an, Kaf 16+17, Müdessir 11, Hadid 4, Bakara 115, Yunus 20). Eğer böyle olmasaydı, beşeriyet bu güne kadarki gelişim düzeyine gelemezlerdi. Dünyaya enkarne varlıkların bu gelişim olgusu içinde idrakleri arttıkça, içinde yaşadıkları kaba maddesel ortamın dar fizikoşimik kuralları dışına taşmaya başlamışlar ve daha kapsamlı geniş idraklere dayanan bir takım yasa ve düzenlemelerin olabileceği hakkında, özbilgilerinden şuurlarına sızan sezgiler ve iç güdülerle varlıkların nedenlerini öğrenebilmek gereksenimi ve itilimi içinde sürekli çırpınıp durmuşlardır (161).

Bu arada, konumuz olan dinlerle bağlantılı olarak; Tanrı kavramı, yüksek tesirlerin yardımıyla bireylerin özvarlıklarından kopup gelmiş bir ihtiyacın, idraklerinde beliren ilk güçlü yansımadır. İdrakleri gelişmeye yüz tutmaya (“yarım idrak”, “yüzeysel zaman idraki…”) başladıkları andan itibaren bireyler tanrı arayışına girmeye başlamışlardır. Fakat önceleri, dünya insanlarının bu ihtiyaçları, değer bakımından henüz pek zayıf olan idrak düzeylerine uygun basit durumda bulunuyordu. Bundan dolayı o, tanrısını, ancak beş duyu organının sınırlı olanakları içinde aramaktan daha ileri bir kudret gösteremiyordu. O kadîm zamanların yarım idrakli ilkel insanlarının bu ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan yardımcı varlıkların gönderdikleri sezgiler o zamanki toplulukların ancak beş duyu organlarına hitap edebilecek simgelerle mümkün olabiliyordu. Bu simgelerin asıl karşılıkları olan anlamları bireyler anlayabilecek idrak düzeyine ulaşmış değillerdi. Bundan dolayı ilahi kavramların sezgileri o kimselere ancak onların, çevrelerinde en kudretli olarak tanıdıkları şeylerle simgeleştirilerek verilmiştir.

Örneğin, ilk zamanlarda güneş, tanrının karşılığı olan bir simgeydi (161). Bir topluluğu / kabileyi ihya eden büyük bir nehir gene böyle bir simgeydi. İlk zamanların basit idraklerine (“otomatik gelişim” düzeyinin “dünya idraki” 50+58+20+211) bu simgeler bir süre yeterli olabilirdi. Fakat çok yavaş da olsa gelişim süreci içinde idrakler gittikçe değerleniyor, değerleri yüksek ve ince madde bileşimleriyle oradan beşeri idrak artık bu sembolizmle tatmin edilemez duruma gelmişti. Sonunda Vazife Planı’ndan ilâhi bilgileri dünya insanına sunmak için Vazifeli Varlıklar enkarne olmaya başladılar ve “kitâbi dinler”(dinsel öğreti) dünyada başlamış oldu. Zaman içinde vahyedilen dinsel öğretinin her bir aşaması beşeri toplulukların / toplumların eksik yanlarını tamamlamaya çalıştı. Din kitaplarıyla ilahi simgelerin anlamları biraz daha açıklanmış oldu. Zaman içinde giderek daha ileri bir gelişim düzeyine getirmenin, büyük mukadderat planına göre çizilmiş yolları vahyedilerek gösterilmeye çalışıldı (162).

İbâdet Şekilleri

Her din bireylerin yaşadıkları realitelerinin olanaklarının en son sınırları içindeki idraklerinin varabileceği en üst sezgi sınırına kadar öğrenmeleri gereken şeyleri öğretti ve vazifesini kusursuz olarak yaptı. Bunun için önce bireyleri çeşitli ibadet şekilleri ve sorumluluklarıyla vazife sezgisi uygulamasının disiplinine hazırlayıcı durumlara onları otomatik olarak soktu. Onlara birbirlerini sevmelerini öğreterek gene vazifeye doğru yürüyüşüm büyük hazırlıklarıyla ilgili yönlerini doğrudan talimatlarla da gösterdi. Vicdanlarının sürekli olarak üst realitelere yönelmeleri için gerekli olan her türlü hareketi onlara, erdemliliğin çeşitli yollarını göstererek aşıladı ve onları vazife sezgisi hazırlığımı nurlu olanaklarına kavuşturmanın çeşitli yaptırımlarla yollarını sağladı (162).

Kısaca dinler; bugün artık yaklaşmakta olan “dünyanın büyük geçiş devri” nin eşiğine dünya insanını yaklaştırdı. Eğer dinler olmasaydı, dünya insanlığı bugün bulunduğu düzeyden pek çok gerilerde bulunurdu. Böylece bireylerin Vazife Planı’na hazırlanmalarını sağlamak için vazifelenmiş varlıklar bu vazifelerini başarıyla yapmış oldular. Bununla birlikte, ilk zamanlardan orta kısımlara gelmiş olmakla beraber, dünya insanlığı; dinlerin kurulduğu o kadîm zamanlarda idrak olarak yeterli derecede donatılmış değillerdi (162). Bundan dolayı hepsi aynı kaynaktan, yani Vazife Planı’ndan gelen ve hepsi aynı derecede büyük gerçeklerinizin de yürüyen dinler, değişik zamanlarda bu yürüyen dinler, değişik zamanlarda bu gerçekleri dünya insanlığına ancak anlayabilecekleri şekilde, çeşitli formlar içinde verebilmişlerdir.

Görüldüğü gibi, “idrak değerlerinin zengin ve kapsamlı olmasıyla” vahyin derinliğinin derece derece artışı arasında bağlantı var. Çünkü idrak arttıkça bireyin çevresindeki olayların/ olguların anlamları daha çok belirginleşir. Zaten var olan birçok belirti / işareti (ayetleri) görür duruma gelir birey. Bu aydınlanmaya paralel olarak; din başta olmak üzere, siyaset, iktisat, resim, müzik, felsefe, tıp, edebiyat, sanat vb. birçok bilgi kolu ortaya çıkar. Bu derlememin ana teması olan dinsel öğreti söz konusu olduğunda dünya beşeriyeti; idrakini geliştirdikçe, bu bilgi kolunun kademe kademe derinliklerine layık duruma gelmiştir. Bu devrede dünya beşeriyeti için indirilmiş (vahyedilmiş) dinsel öğretinin tamamının adı İslam’dır (Kur’an, Maide 3) (128). İşte onun içindir ki toplumlarda yayılması gereken gerçekleri, peygamber ancak simgeler kullanarak yayabildiler. Bundan dolayı tüm büyük din kitapları birer gerçeği sezgisini taşıyan ve zamanlarına göre hesaplanarak düzenlenmiş bulunan güçlü simgelerle doludur. Örneğin, kıyamet simgesi bunlardan birisidir ki, büyük bir gerçek olan dünyanın büyük geçiş devresi” ni ya da bu dünya devresinin kapanışını ifade etmektedir (163).

Dinler, dünyanın “kapanışı”yla ilgili simgelerin bu cephesinden yararlanarak, henüz korku realitesinde yaşayan kimseler vazife sorumluluğunun otomatik sezgisini verebilmek için; dünya “batışı”nı ödüllendirme ve cezalandırma şeklinde gösteren Nuh Tufanı ve kıyamet simgeleri ile anlatmayı yararlı ve gerekli görmüşlerdir. Bu şekilde bir taşla iki kuş vurulmuştur: Bunlardan birisi; büyük bir gerçeğin, dünya insanına hiç olmazsa ilkel sezgisini vermek ve o zaman için daha önemli olan ikincisi ise, bireylerin gelişim uyumu içine girmelerinin ve birtakım insanlık vazifelerini (ceza korkusuyla bile olsa) yarı idrakle benimseyebilmelerini sağlamaktı (259).

Benzer şekilde din kitaplarındaki “cennet simgesi” de “yarı süptil âlem”in sezgilerini dünya insanına vermek için kullanılmıştır. Bu güzel ve güçlü bir simgedir. Yalnız, burada (tüm simgelerde olduğu gibi) şekillere asla takılıp kalmamak gerekir. Din kitaplarında görülen cennet simgesi, sevgi realitesinin egemen olduğu “yarı süptil âlem” i ifâde eder (317).

Benzer şekilde cennet ve cehennem kavramları da gerçek anlamları derinlerde olan bazı gerçeklerin (idraklere yetecek kadar sezgilerinin verilebilmesi için) Yüksek Gerekler’e göre Vazife Planı tarafından düzenlenerek dünyaya gene vazifeli varlıklar eliyle sunulmuş birer simgedir. İbâdet şekillerinin her biride; zamanın gereklerine, yaşam koşullarına, gelişim durumlarına ve vicdan mekanizmalarının denge düzeylerine göre kılı kılına hesaplanarak bireylere empoze edilmiş ve böylece otomatik bir şekilde onların üst vicdan elemanlarına yönelerek, bugün yaklaşmakta oldukları üst plana elverişli bir duruma gelebilmelerinin hazırlıkları yapılmıştır (163).

Reziletler ve Faziletler

Bu arada, dinlerin emretmiş, oldukları; sevgi, şefkat yardımlaşma, af, hoşgörü, hakkından vazgeçme, fedakârlık, iyilik, doğruluk, samimiyet, hemcinslerine ve hatta hemcinsi olamayanlara karşı bir takım yükümlülükler vb. gibi sayısız erdemler keza bunun tersine olarak yasakladıkları hodkâmlık, kin, haset, düşmanlık, intikam, yalancılık, ikiyüzlülük, gasp, hırsızlık, canilik vb. gibi sayısız reziletler bazen otomatik, bazen de yarı idrakli bir aydınlık içinde, bireyleri yüksek idrak planlarına hazırlamıştır. Her din, bireyleri nefsaniyet düşkünlüklerinden kurtarıp, vazife sezgisine ulaştırmak amacını taşımaktadır. Bu amaca ulaşmak için her din, bireylerin anlayabilecekleri her araçtan yararlanmış ve yönlendirmelerini ona göre düzenlemiştir (258). Zamanla idraklerin üst plana doğru gelişmeleri o kadar arttı ki; dinlerin, simgelerle vermiş oldukları sezgileri anlamak ve anlamlandırmak gereksinimi (en azından bazı) bireylerde şiddetle belirdi. Bunu da dinlerin başarıları kapsamında saymak gerekir. Bugün  (hepsi değilse de bazısı) bireyler bu simgelerin, kendilerinde uyandırmış oldukları yüksek sezgilerin, olabildiğince açık bilgilerine susamışçasına özlem duymaktadırlar. Bununla beraber bu anlamları din kitaplarının başarıyla yerleştirmiş oldukları kuvvetli simgelerin içinden ayırıp çıkarabilmeyi dünya insanlığımım ancak yüzde ikisi ya da en fazla yüzde üçü başarabilir (163).

Yönlenmelerini her zaman İlahi Plan’dan alan yüksek vazifeliler bireylerin bugünkü özlemlerini ve yüksek gelişim ihtiyaçlarını gördüler. İşte İlahi Nizam ve Kainat isimli eser de, büyük Vazife Planı’nın dünya için vazifeli olan kısmının dünyaya bir armağanıdır. İleri gelişim düzeylerine devam etmek ihtiyacı içinde susamış enkarne varlıkların şiddetle aradıkları ve bekledikleri bilgileri içermektedir. Din kitapları tarafından yüksek gerçeklerin, zaman–mekân koşullarına göre bireylere yetecek kadar kuvvetli simgeler içinde sezgileri verilmiş, bu kitapta da “dünya değişimi”ni sonlandıracak olan ve ön sezgileri önceden verilmiş bulunan gerçeklerin açık bilgileri ve gelecek “dünya üstü âlemler” in de sezgileri yazılmıştır ki, bunlar da büyük değişimin eşiğinde bulunan bugünkü dünyanın son realitesi olacaktır (164).

  Rakamlar İLÂHÎ NİZAM ’dan alıntılamaların sayfa numaralarıdır.

 Yayın Tarihi: 21 Ekim 2019 

<<  ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2019