Bireylerin kendi
zaaflarını keşfedebilmeleri, tanıyabilmeleri, kendilerini
daha objektif görebilmeleri açısından bir çalışma yapmak
istediğimizde bu çalışmaları ancak bilgi ışığında
yapabiliriz. Eğer elimizde yeterli bilgi yok ise, kendimizle
karşılaşmamız, kendi zaaflarımızı tanımanız mümkün
olmayacaktır. Kendimizi tanımak, zaafları tespit etmek için,
içimizden sorduğumuz sorularda, “evet benim zaaflarım vardır
ama ben bunları nasıl görebilirim ki, nasıl bulabilirim ki,
bugüne kadar bulamadım, şimdi bundan sonra nasıl bulayım
ki” gibi soruların çıktığını hep birlikte gözlemledik.
“Bir anda kendime bakayımda mı göreyim yoksa bir anda
aynaya bakayımda mı göreyim, nasıl bulayım, nasıl göreyim?”
dediğimiz noktadaki eksiklik BİLGİDİR. Eğer elimizde yeteri
kadar bilgimiz yok ise o şeyi görmemiz, hissetmeye başlamamız
mümkün olmayacaktır. Demek ki, bilgi bizim için çok önemli.
Hislerin ve
Sezgilerin Derinleşmesiyle Zaaflarımızı Görebiliriz
Yaşamlarımız içinde
getirdiğimiz ve biriktirdiğimiz deneyimler, bizim en derin
bilgilerimizdir. Ancak bu demek değildir ki, biz burada yaşarken,
dışarıdan da bilgi almayacağız, okumayacağız, dinlemeyeceğiz,
düşünmeyeceğiz. O zaman sadece bugünkü hayatları yaşarız
ve onlar birgün bizi bir noktaya getirir diye kendini
bilgilendirmek konusunu kestirip atmak gerekir. Oysa ki, tüm yaşantılarımızda
elde ettiğimiz bilgilere ilaveten, bugün, buradaki hayatımızda
birtakım bilgiler edinip, düşünmek, bilgiler ışığında
sezgilerimizin derinleşmesine izin vermek tekamülümüzün hızlanması,
önümüze başka fırsatların açılması açısından çok önemli
olacaktır. Ancak ve
ancak, bu hislerin ve sezgilerin derinleşmesi suretiyle,
zaaflarımız konusunda kendimizi tanıyabilir, keşfedebilir ve
objektif olma yoluna doğru gidebiliriz.
Bilgi Altın
Anahtar
Zannetmeyiniz ki
kendiliğinden objektif olabilirsiniz, bu mümkün değil, çünkü
kendinizi hiçbir zaman dışarıdan görmeniz mümkün olmadığı
için her zaman sübjektif olacaksınız, buna ilaveten,
dünyanın hep bahsettiğimiz toplumsal kuralları ve önyargılarıyla,
kalıplaşmış düşünce biçimleriyle dünyaya bakmayı öğrendiğimiz
için olayları oradan baktığımız gerçeklik düzeyinde değerlendiriyor
olduğumuzdan zaten yine objektif olamayız. Sübjektiflik
sadece sizin kendinize bağlı değil, toplumsal koşullanmalar
ve kabuller de sizin sübjektifliğinizin en önemli etkenidir.
Toplumsal yargılar zaten sizin konuları belli formlarda
değerlendirmenize neden olmaktadır. Bu sebeple bilginin
ne kadar önemli olduğunu ifade etmeye çalıştık, kendinize
bakıp, kendinizi ve zaaflarınızı tespit edebilmeniz için
bilginin sizin için bir altın anahtar olduğuna değinmeye çalıştık.
Tabii ki, bazı köklü
, idrak edilmesi gereken, tekamül gerektiren konular bu çalışmalar
içinde çözülemez. İdrak denilen şey her zaman saniyeler içinde
gerçekleşmez. Biz o konuda bir tohumu atarız, konuşuruz,
üç hayat sonra ağaç yeşerebilir. Bu çalışmada ve daha
sonraki çalışmalardaki bazı bilgilerde sizin sonraki yaşamlarınızda
yeşermek üzeredir. Bu yaşamda yeşermeyebilir ama önemli
olan tohumdur. Tohumun atılıyor olmasıdır.
Negatif
enerjilerden korunabilmek için dışarıdaki kişilerle
temaslarımızı nasıl belirleyeceğiz?
Bu çalışma bir
enerji yükseltme çalışmasıdır. Yeni sahip olunan bilgiler,
enerjinin yükselmesi demektir. Aktarılan bilgiler, sizlerin
bunları düşünmesiyle birlikte enerji bedenlerinizde, şuur
alanlarınızda, bilinç seviyelerinizde yükselmeler oluşturacaktır.
Bu yükselmelerle birlikte bazı sormuş olduğunuz soruların
yanıtlarını elde ediyor ve bu durumları toparlıyor olacaksınız
yani niyet etmek, Rabb’ine kavuşmayan nasıl mutlu oluyor
diye düşünmeniz, Rabb’inize kavuşmaya niyet etmeniz,
sizlerin ince enerji bedenleriniz üzerinde, süreç içinde
birtakım değişmeler meydana getiriyor olmalıdır.
Beklentimiz bu yöndedir. Sizler bunları nasıl yapmanız
gerektiğini enerjiniz yükseldikçe, bilgi ile birlikte
kendiniz de farkediyor ve öğreniyor olacaksınız.
Bugün zihninizde
kendi kendinize sorduğunuz bazı yanıtını
bilmiyor oluşunuz, o bilgilere sahip olmayışınızdandır.
Bizim de maksadımız bu bilgileri vererek, enerjiyi yükselterek,
bu yanıtları kendi içinizde her birinizin bireysel olarak
elde etmesini sağlamaktır. Bilgi bir doktrin gibi verilemez.
Örneğin biz dışarıdaki insanlarla ve
siyah enerji alanlarıyla nasıl karşılaşmalıyız
sorusu elbette kıymetli ve güzel bir soru olmakla birlikte, bütün
arkadaşlarımız için yanıtı değişecektir.Her arkadaşımızın
bu siyah enerji ile karşılaşma oranı miktarı, alt bünyedeki
etkiler, tepkiler, reaksiyonlar farklı olduğu için yanıt için
bilginin her birinize ayrı ayrı reçete edilmesi gerekir. Tek
bir reçete vermek mümkün değildir. Ana hat olarak tabii ki,
çok siyah bulduğunuz, içinizi sıkan, boğan alanlardan uzak
durunuz. Farkettiğiniz anda içinde kalmayınız, sizin de
zaten genel olarak bildiğiniz şeyler söyleyebiliriz ama bunun
dışındaki bilgilerin, her bir arkadaşa ayrı ayrı reçete
edilmesi gerekir. Herbirinizin konumu, durumu, liyakati farklıdır.
Amacımız, bu kadar
farklı ama bir arada bulunan arkadaşı, aynı çalışma içinde
tutup, daha fazla bilgi edinmelerini, enerji bedenlerini bu
enerjilere alıştırmaları ve onunla birlikte
bir yükselme, bir ivme yapmalarıdır. Ve bu enerjiyle
birlikte bedenlerinizin, ruhlarınızın, enerji bedenlerinizin
bir adaptasyon geçirmesini, bu adaptasyonla birlikte bir yükselişe
doğru geçmesini b; bu yükselişle birlikte de bir şuurlanma,
bilinçlenme, idraklenme olmasını umuyoruz. Bu sorularınızın
yanıtlarını kendinizin daha iyi keşfediyor olmasını
umuyoruz. Bu noktada reçetelerin bir işe yaradığını düşünmüyoruz.
Sizlerin kendi farkındalıklarınız, kendi içinizin sesi ile
farkettikleriniz, keşfettikleriniz en önemli kılavuzunuz
olacaktır. Reçete yerine süreç içerisinde gelişimleri
izlemek daha anlamlıdır. Siz de kendinizi gözlemleyin, değiştiğinize
bizzat şahit olun ki, yürümek, dönüşmek umudunuz olsun…
TEKAMÜL
Yaradılışın hızı,
amacı ve bu odadakilerin, bu hayattaki varoluş maksadı Tekamüldür.
Yaşam amacınız nedir diye sorulduğunda, tekamülden öte bir
cevap söz konusu olamaz. Tabii bunu aşağıya doğru dallandırıp
budaklandırabiliriz. Bu tekamül yolunda “ben bu hayatımda
şefkat almayı deneyimlemeye geldim” diyebilirsiniz, yani
sadece şefkat almayı deneyimlemek için de doğrulur tamam ama
anahat değişmez. Ana hat tekamüldür, evrensel insana ulaşmaktır.
Binlerce hayatınızın içinde herşeyi deneyimlemeye
gelebilirsiniz, içinizde eksik, kalan yaşamaya ihtiyaç duyduğunuz
herşey için hayat size imkan verir, şans verir.
Tekamül bizim başlangıç
konumuzdur, ana konumuzdur. Varoluşumuzun özüdür, bugün bu
odada bulunuşumuzun ana sebebidir. Tekamül etmekten daha büyük
vazife yoktur. Gezegeninizde hatta galaksilerde temel maksat
gelişmektir dolayısıyla tekamüldür, tekamülden başka ana
maksat yoktur.
REALİTE
Realite denen şuur
hallerinden bahsetmek istiyoruz. Bizim realite dediğimiz şuur
halleri ancak şuurumuz kadardır. Sıfır bir şuura
sahipseniz, sizin realiteniz sıfır birdir. Bu demek değildir
ki, bu sıfır birlik realite, dünyanın, gezegenin,
galaksilerin, mevcutta bilemediğiniz boyutların realitesidir.
Gerçeklikteki realiteyi size sayılarla ifade edebilmemiz mümkün
değil. Sizin algılamanız mümkün değil, bizimde sayılara dökmemiz
mümkün değil. Böyle bir bilgiyi sayılarla ifade edebilmemiz
mümkün değil ancak daha basit kavramlar üzerinden giderek açıklayacağız
tabii ki, çünkü yaradılıştaki tüm realiteleri ince ince işlemeye
şu anki insan bedeni, insan ruhu, insan zekası müsait değildir.
Daha yüksek bir algılama kapasitesine sahip olunması gerekir
ki, o kapasitenin de
dünyada bulunması mümkün değildir. Dolayısıyla dünyadaki
algımıza uygun olacak şekilde basit örnekler üzerinden çalışmalarımıza
devam ediyor olacağız.
ŞUUR HALİ
Şuur hali nedir
dersek, ruhun umumi bilgisidir. Yani ruhunuzun bugüne kadar ki,
yaşamlar içinde, elde ettiği toplamdaki bilgiye şuur
diyoruz. Farzedelim, 600 tane hayat yaşadınız, bu 600 hayat içerisinde
belli bir hayat tecrübesi edindiniz, tecrübeler sonucunda
bilgi topladınız. Bu sizin ruhunuza mal oldu. Artık ruhun
bilgisi oldu işte bu ruhun bilgisi sizin bugünkü şuur
halinizi, bilinç halinizi hatta şuur seviyenizi ve bilinç
seviyenizi oluşturan şeydir, yaşamlardaki tecrübeler sonucu
elde edilen bilgiler tam şu anda içinde bulunmakta olduğunuz
bilinç veyahutta şuur seviyenizi ifade eder.
Birinci basamak bu,
ikinci basamak şu anda bulunduğunuz şuur haliniz ise, sizin
realitenizi oluşturur. Yani gerçekliğinizi oluşturur. Dünyaya
baktığınız gözlüğün rengini verir. Dünyaya hangi açıdan
veya hangi kalınlıkta, incelikte bir gözlükle baktığınızı
ifade eder çünki
realitenizin dışındaki bir şeyi algılamanız mümkün değildir.
Sadece realitenizin içine girebilecek diğer gerçeklikleri algılayabilirsiniz.
Realitemizin dışında kalan gerçeklikleri algılamanız mümkün
değildir. Örneğin;Küçük bir çocuk anne, baba, ata, araba
demeyi yeni öğrenmiş, bir çocuğa gidiyoruz diyoruz ki, “Çocuğum,
bu kozmopolit şehirde, insanların iş bulmaları hakkında
veyahutta bulamamaları hakkında ne düşünüyorsun? En formel
sektör sence nedir? Dediğinizde
çocuğun realitesinin çok dışında kalan kavramlardan
bahsettiğiniz için çocuğun bunu anlaması mümkün olmadığı
gibi aynı şekilde sizler de, realitenizin dışında kalan
konuları idrak edemiyorsunuz demektir, ancak idrak edemediğiniz
şeyler mevcutta yok demek değildir. Sizin realiteniz yetmese
de sizin dışınızda kalan pekçok realiteler vardır ve bizim
maksadımız da sizi daha üst realitelere doğru genişletmektir.
Şimdi ruhun toplam
bilgi seviyesi bizim şuur halimizi oluşturur dedik, bu da
bizim realitemizi verir dedik. Realitemiz bizim gerçekliğimiz,
dünyayı algılama biçimimizdir. Dünyayı nasıl algıladığımız
bizim realitemizle ilgilidir.
Dört tane realiteden
söz edeceğiz.
1-Otomatizma
realitesi
2-His realitesi
3-Vicdan realitesi
4-Vazife sezgisi
veyahutta vazife bilgisi realitesi
Kabaca dört
realitedir bunlar. Hiçbir şey bu kadar siyah ya da beyaz
olamayacağı gibi hiçbirşey de 1-otomatizma realitesi, 2- his
realitesi diye kesinkes ayrılamaz. Otomatizma realitesi birgün
bir saniyede tak diye biterek, ertesi gün uyandığınızda his
realitesine geçiş yapamazsınız. Degrade şekilde düşünelim,
otomatizma realitesinden yavaş
çıkıp, adeta siyahtan koyu griler, koyu grilerden, açık
griler ve beyazlara doğru yavaş yavaş his realitesine doğru
yürürsünüz. His realitesine doğru kuvvetlenir iken
otomatizma realitesini terketmeye başlarsınız, giderek his
realitesine gelerek, tamamen otomatizma realitesini bırakarak,his
realitesine geçersiniz. Ve derken, arkasından aynı mekanizma
vicdan realitesine geçerken, ardından da vazife sezgisi veya
vazife bilgisi realitesine geçişte yine aynı şekilde
degradeler vardır.
Evrenin hiçbir
yerinde hiçbir şekilde bir an başlayış halinde değil adeta
bir evrim süreci içerisinde yavaş yavaş gitmek suretiyle
vuku bulmaktadır. Şimdi biraz otomatizma realitesinden
bahsedelim. Bu bizim en alt seviyede bulunan en kaba diyebileceğimiz
bir realiteden söz ediyoruz. Burada kaba sözcüğünü
nezaketin karşılığı olarak algılamayalım. Az gelişmişlik
olarak algılayalım.
1-Otomatizma
İnsan öyle bir varlıktır
ki, En ince duygu ve yüksek fikirlerle beraber en kaba ve
hunhar faaliyetler aynı insanda pekala bir arada bulunabilir.
Yani insan varlığı öyle bir varlık ki, gelişmeden önceki
hunhar faaliyetlerini bugün tahayyül etmekte zorlanabiliriz.
Bugün burada bir karıncayı bile incitmek istemezken, geçmişte
birgün bir yerlerde kaç kişinin canını, hangi hunharlıkta
aldığımızı hatırlamıyor oluşumuz bugün bizim için pek
hoş olmayabilir. Ancak bu aşamalardan geçmeden de belli bir
inceliğe, yüksek ince duygulara, yüksek ince fikirlere ulaşmak
pek mümkün değil.
Otomatizma
Devresinin Özellikleri
Varlık kendi
fiilleri hakkında “neden, ne için, ne şekilde” sorularını
soramaz ve sorularına cevap veremez. Çünki bunların farkında
değildir. Düşünme, muhakeme gibi yeteneklere henüz sahip değildir.
Ben neden böyle hissediyorum? Şimdi içimde neden böyle bir
duygu var? Daha önceki hareketimin anlamı neydi?
Şurada niye bağırmıştı? Neden öfkemi kontrol altına
alamam? Neden duygusal zaaflarım vardır gibi soruların çok
uzağındadır. Bunlardan çok daha basitlerini bile sorabilmesi
mümkün değildir. Şuuru ya kapalıdır ya da aşırı bir
darlaşma içindedir, o kadar dardır ki, bu soruları sorması
mümkün değildir. Örneğin bu aşamada, sevimli bir kediciği
düşünelim. Bu kediciğin, ben şu anda ne hissediyorum? Bir
önceki anda ne hissetmiştim? Psikolojimi neler etkiliyor? Bu
hareketlerimin arkasında ne gibi manalar var gibi sorular
sorması mümkün değil. Bir saniye önce yaptığı gibi hatırlaması
bile mümkün değil. Bir serseri eda içerisinde bir oraya bir
buraya koşturur, karnı acıkınca yemek yer, susayınca su içer,
uykusu gelince uyur. Biraz da kendini temizler, sonra da hayatı
son bulur. Burada hayvana özgü bir şuurdan söz ediyoruz ama
bu örneği vermemizin nedeni, mevcutta gezegeninizde de
otomatizma realitesinde bulunan varlıklar vardır kimilerini
hayvan dediğiniz canlıdan ayırmakta zorlanabilirsiniz.
Buradaki hayvan kelimesi bir aşağılama ya da hakaret içermez.
Sadece hayvan realitesinden neredeyse yeni kopmuş, insan
realitesine yeni geçmiş varlıkları ifade etmek için kullanıyoruz.
Kabalıktan ziyade az gelişmişliği ifade etmek istiyoruz.
Bu noktadaki varlıklar
yapılan faaliyetle kendi şahsiyeti arasında bir bağ kuramaz.
Yani neden niçin ilişkisi yoktur, nedenini soramadığı gibi
sonucu da bulamaz. Efendim benim başıma bu olaylar neden
geliyor? Ben neden şu şu ıstırabı yaşamaktayım? Neden şu
şu sınavlardan geçmekteyim? Sorularını sorabilmek için kişinin
muhakeme yeteneğinin gelişmiş olması, neden sonuç bağlantılarını
kurabilecek şekilde bir bilinç açıklığına, genişliğine,
hayat tecrübesine ihtiyacı vardır. Birey bu noktada yapılan
faaliyetle kendi şahsiyeti arasında alaka kuramadığı için
neden, nasıl, niçin, ne şekilde, ne zaman? Gibi soruları
soramaz, cevapları da bulamaz.
İcra edilen fiil bu
noktada karşı konulmaz bir fiildir. Yani birey bu noktada
otomatik fiiller icra eder, karnım aç, gideyim yemek bulayım.
Yani bedensel içgüdüleriyle yemek yemek ister. Bunlar tıpkı
kedide olduğu gibi adam öldürmekte karşı konulamaz bir fiil
haline dönüşecektir, içgüdüsel olacaktır, o andaki hiddet
ve öfkenin karşılığı o kişiyi döverek öldürmek olacaktır.
Burada kişi yaptığı bu faaliyetle kendi şahsiyeti arasında
bir alaka kuramaz, kendini suçlayamaz. Bakın vicdan dediğimiz
mekanizmanın hiç olmadığı, bulunmadığı bir tecrübeden söz
ediyoruz. Neden? Çünkü faaliyetle şahıs arasında bağlantı
yok. Sorsanız neden öldürdün diye “Beni kızdırdı, öldürdüm”
der ki buna şu anda bu şekilde cevap verecek
pekçok varlık dünyada yaşamaktadır. Vicdanın sızlamadı
mı? Eh o da beni kızdırmasaydı gibi bir sonuç çıkar.
Yapılan faaliyetle
şahsin kendi arasında bir bağ kuramaması sonucu, neden sonuç
mekanizmasının çalışmaması ve neden sonuç çalışmayınca
vicdanın da devreye girememesine neden olur.
Bir diğer özellik,
bu otomatik tekamülde
ferdiyet yani
bireysellik son derece az gelişmiştir. Burada bireyler toplum
halinde yaşarlar. İlkel kabileleri düşünün. Bir geri
realiteye gidersek hayvan sürülerini düşünebilirsiniz. Örneğin
Afrikadaki hayvanları düşünün,
gruplar ve sürüler halinde yaşarlar, evrim sonucu ve tabii
ki, birtakım kodlamalar ve değişimi sonucunda da insan varlığına
dönüşmüş ama insan varlığının ilk aşamasındaki
otomatik realite dediğimiz noktada da, bireylerde ferdiyet yani
bireysellik beklenemez. Toplumsal bir iradeye rıza vardır ve
ancak bu şekilde hayatın idame ettirilmesi mümkün olmaktadır.
Toplumsal kararlar alınır. Sürü nereye gidiyorsa bireyler
oraya gider. Birey kendini sorgulamaz. Ben kimim, ne yapıyorum,
bir birey miyim, benim bir tekamül yolculuğum mu var acaba,
ben diğerlerinden diğerleri benden farklı tecrübeler
ediniyoruz, bunları anlayayım, idrak edeyim gibi düşünceler
içerisine girmesi mümkün değildir. Bir diğer önemli nokta
ise bu realitede bireysellik
ferdiyet şuurlanmamış olduğundan
bireylerin ferdi mesuliyet almaları mümkün değildir.
Emin olunuz rehberlikte kendilerine böyle bir mesuliyet yüklemez.
Tıpkı küçük bir çocuğa bir mesuliyet yükleyemeyeceğimiz
gibi. Zaten o mesuliyeti alacak noktada değildir, yüklesen ne
olacak kardeşim? Kime yükleyeceksin o mesuliyeti? Ne dediğini
anlamayacak , ben ne yaptım ki diyecek , adam öldürdün kardeşim,
şuurunda değil ki o an. Böyle bir idrakte değil, bakın
hayvanlar öldürdükleri zaman herhangi bir vicdanı mekanizma
işin içine giriyor mu? Sizce
rehberlik bir kaplanı karşısına alıp (onların rehberliği)
“kaplan kardeş niye diğer kaplan kardeşi öldürdün, işte
ne yapalım doğada savaşıyorduk da, bize de o rastgeldi onu
öldürdük mü” diyecek yani bu otomatizma realitesinde de
varlıklar aslında çok da yaptıklarından mesul değiller.
Fakat burada şunu
karıştırmayın, daha sonraki günlerde sizinle kader karma da
konuşacağız ama bunun bir karması yoktur demiyorum. Karması
olmayan hiçbir eylem olamaz zaten. Yaptığınız her eylemin
pozitif ya da negatif bir karması vardır. Etkiye karşılık
her zaman bir tepki vardır. Her etkiye karşı bir reaksiyon
alacaksınız. Şuurlanmış bir varlığın adam öldürmesiyle,
şuurlanmamış bir varlığın adam öldürmesi arasında fark
vardır. Kendisinin farkında olmadığı bir mesuliyeti alması
da mümkün değildir.
Şimdi buradan yavaş
yavaş, varlık dünyaya gele gide gele gide, tekamülün icabı
gereği ilerlemeye başlar ve bunun arkasından his realitesine
doğru bir yolculuğa çıkar. Bu geçişlerde hayatlar hayatlar
sürer. Otomatik realite ve sonra yavaş yavaş degrade şekilde
geçilen his realitesi ortaya çıkar.
His Realitesi
His
realitesinin özelliklerine bakıyoruz. Bu noktada artık
otomatik bir faaliyetin dışına taşma ve bununla birlikte
egonun belirmeye başlaması söz konusudur. Artık grup
aktivitelerinden çıkıp, bireyselliğe doğru, birey-ego-ben
denen realiteye doğru bir yolculuk başlar. Ego önce yavaş
yavaş hissedilir, küçük küçük sonra tavan yaptığı bir
nokta olacaktır. Egonun belirmesiyle birlikte yeni deneyimlerin
başladığı bir süreç olmaktadır. Bu süreçte birey,
objektif hakikatlere ulaşmaktan çok kendi varlığının olmasını
istediği yönde gayret ediyor olacaktır. Çünkü ego-ben diye
bir şey devreye girmiş, ben nasıl daha fazla kazanırım, ben
nasıl daha fazla elde ederim, en büyük nasıl olurum? Padişah
olayım, sultan olayım, kral olayım, herşeye ben hükemedeyim
diyen bir noktanın gelişmeye başladığı yerdir burası.
Varlığın kendi istekleri yönünde gayret içine giriyor
olmasıdır. Aman karnım acıktı, buradan bir hayvan kaptım,
öldürdüm, yedim değil ben nasıl daha fazla yemek elde
ederim, diğerlerini çalıştırırım, onların da sırtından
elde ederim gibi bir noktaya gelinmiştir. Burada hislerimizin
egodan aldığı kuvvet, güç ve teşvik çok fazla, ancak
burada bahsettiğimiz hisler, üstün duygular değil nefsani
hislerdir. Ben dedikçe
elde ettikçe bir mutluluk, elde edemeyince bir öfke, bir kızgınlık
gibi hisler beliriyor ama bu hisler gördüğünüz üzere
nefsani hisler. Kıskançlık, öfke,kontrol etme duygusu,
hakimiyet arzusu gibi duygular beliriyor, üzüntüler,
kederler, bunlar hepsi egoyla ilgilidir. Üzüntünün olduğu
yerde ego vardır. Nefsani hislerin gelişmeye başladığı bir
realitedeyiz. Aklı selim ve muhakeme, egonun lehine olarak zaaf
içinde kalırlar. Yani artık herşey egonun lehine çalışmaya
başlar. Egonun lehine bu kadar çalışmaya başladığı
noktada, zaafların oluşmaması mümkün değildir. Bir yerde
ego varsa, orada zaaf vardır.Ego zaafın temel sebeplerinden
biridir. O egoyu tatmin etmek için zaaflara kaymamak mümkün
olmayacaktır.
Bir hakikati
anlamakta, bir gerçeği görmekte kendi nefsimizin arzuları ön
plana alınır. Ve ego yüzünden yanıltıcı hükümlere ulaşılır.
Bu noktada artık gerçeği şekillendirmek isteriz. Gerçek
bizim elimizde bir hamur olsun ve biz onu, kendi nefsimizin
arzularına göre şekillendirelim isteriz, kendi bakış açımızı
doğru ve gerçek gibi algılayarak yanıltıcı hükümlere ulaşırız
çünkü artık tek doğru bizim doğrumuzdur. İki tane karşılıklı
gelmiş taksici düşünün. “Neden yol vermiyorsun kardeşim,
sen verseydin, sen neden vermiyorsun tarzındaki bir kavgayı en
az üç saat edebilirler, birbirlerini dövebilirler. Neden? Her
ikiside bu kavgayı egosuyla yaptığı için, ben haklıyım
dediği için yanıltıcı hükümlere varır, gerçeği çarpıtır,
olduğundan farklı görerek, gerçeği değiştirmeye çalışırlar.
Bu yüzden his realitesinde HAKİKATİ anlamak imkansız gibi
birşeydir.
Ego zaaflara neden
olur, ego bu zaaflara neden olmasıyla birlikte gerçekleri çarpıtmaya
ve yanıltıcı hükümlere, düşüncelere, duygulara doğru yönelmenize
sebep olur.
Bir diğer özellik
varlığın şuuru istikrarsızdır. Ani aydınlanmalar ve
kararmalar meydana gelir. Bir an
ulvi dediğimiz, yüksek tesirli bir his yakalar gibi
olur, aniden içine girer gibi olur bir salınır gibi olur ama
bunun arkasından tekrar kararma dediğimiz, şuur daralması ve
kapanması dediğimiz noktaya gelir. Bu yüzden de bu yüksek ve
ulvi tesirlerden çok geri
ve süfli tesirler altında daha çok kalır. Aydınlanmalar kısa
süreli ve nicelik olarak az sayıda olmaktadır, nitelik
olarakta zaten yeterli değildir ama daha ziyadesiyle karardığı
anlar daha fazladır.
Bir başka özellik
iradenin, sadece ruhun kaprislerine alet olması halinde, irade
nefsaniyetin uşağı olur. Akıl ve vicdan ikazları ise pek
duyulmaz. İrade dediğimiz şey, içimizdeki akıl ve vicdanla
bağlantılı, akıl ve vicdanın en önemli parçalarından
biri olan irade maalesef o an ki irademizin kaprislerine alet
olur. Rejime gireriz, yenik düşeriz.
Sigarayı bırakıcam, yenik düşeriz, alkol almıycam
deriz, yenik düşeriz. Şu hareketleri yapmayacağım deriz,
yine yenik düşeriz. İrade bu noktada egonun kaprislerine
yenik düşer. Nefsaniyetimizin hizmetkarı olur. Ve bu kadar
egonun ve nefsaniyetin ön planda olduğu bir durumda ise,
takdir edersiniz ki vicdanın sesi hiçbir şekilde duyulamaz.
Artık sadece egonun sesini duyarız, vicdanın sesini
duyabilmek için yaşamamız gereken, daha pekçok hayat ve tecrübe
bulunmaktadır. Kırılganlık, alınganlık gibi şeylerin çok
güçlü olduğunu görürüz yine bunun ardında ego vardır.
Bir başka özelliğine
bakarsak varlığın şiddetli ve ani değişimleri vardır yani
belli bir sakinliği, dinginliği, oturmuşluğu koruyamaz, şiddetli
ve ani değişmeler yaşar. Neşesi kedere, cesareti korkaklığa,
kararı kararsızlığa döner ya da bunlar arasında sürekli
git-geller yaşar. Bu noktadaki varlık yine egosunun kontrolü
altında olduğu için duygularında bu kadar çok oynama olur.
Yani bir kişinin duygularında çok ani inişler, çıkışlar,
alçalmalar, yükselmeler, kararsızlıklar varsa, bu onun
egosunun kaprislerinden, egosunun iniş çıkışlarından
meydana gelmektedir. Bu kişide, hercailik, maymun iştahlılık,
aşırı alınganlık gibi durumların çok gelişmiş olduğu görünür,
arkasında ego vardır. Çünkü egomuzun isteğine göre
hareket ettiğimiz için küçük bir çocuktan farksız oluruz.
önce gofret ister arkasından balon ister, daha sonra çiklet
ister yani hep ister. Oyuncak alsana der, der de der… Bu
egonun tesiri altında kalmaya devam ettiğimiz sürece;
hercailik, maymun iştahlılık, aşırı alınganlık hiç
bitmez. Aşırı alınganlığın arkasında da bir ben meselesi
vardır. Sen kimsin ki, benimle böyle konuşuyorsun gibi, aşırı
bir bene düşkünlük, benliğe düşkünlük neticesinde tabii
ki alınganlıklar ortaya çıkar. Bunun yanısıra,
merkezbencilik, kişinin sürekli olarak kendini merkeze koyması,gurur,
izzet-i nefis düşkünlüğü, aşırı övülme ihtiyacı gibi
nefsaniyetin, egonun en aşırı yanları şiddetli bir şekilde
hakimdir. Bunlar türlü kisveler altında ferde hakim olurlar.
Kendilerini bu şekilde ifade ederler. His realitesindeki bu
oynamalar, egonun göstergeleridir.
His realitesinin en
önemli özelliği, bir önceki döneme göre, bireyin grup
realitesinden çıkıp benliğini keşfetmesi, egoyu
farketmesi,egoyla birlikte duyguların gelişmeye başlamasıdır.
Ancak bu noktada duygular, egonun hizmetindedir.
Bizi His
Realitesinden Çıkaracak Hususlar
Bizi bu durumdan aydınlığa
çıkaracak hususlara gelirsek, akıl prensibini kullanmak, müşahade
etmek, muhakeme etmek, düşünmek, sevgi ve vicdandır. Vicdanın
sesini duymadan his realitesinden çıkmak mümkün değildir.
Ancak o noktadan küçük küçük bir ses duyulmaya başladığında
ve vicdanın sesi, egoyu bastırmaya başladığında kişi bu
realiteden çıkmaya başlar.
Bu realitede bireyler
heyecani unsurlardan çok etkilenirler. Sevgi, neşe, sevinç,
nefret, korku, sevgi gibi heyecani haller bireye hakim
olur.Bireyi adeta duyguları yönetir.
Bakınız bu çok önemlidir.
His realitesinin benliklerinizde ne kadar sonlandığını
buradan anlarsınız. Yani şu an sizler, kendinizi, kendi içinizde
değerlendirdiğiniz zaman diyebilir misiniz ki, ben his
realitesini tamamen terketmiş durumdayım. Bende artık ne
egonun sesini duyarsınız, ne de duyguların
esiri olduğumu görebilirsiniz. Siz yeniden muhakeme
ettiğinizde bunu kendi içinizde diyebiliyorsanız, gerçekten;
neşe, sevinç, korku, sevgi gibi heyecan unsuru içeren
duygulardan etkilenmiyor musunuz? Gerçekten duygularınıza bu
kadar hakim misiniz? Egonuza bu kadar hakim misiniz?
Sürekli ulvi duygular içinde kalmak suretiyle, insanlığa
hizmet ve vazife duygusu ile yaşayabiliyor musunuz? Kendi
menfaatinizi hiç düşünmeden… Bu çok kolay bir aşama değil.
His realitesindeki hangi özellikleri taşıdığınızı ve
bunları nasıl iyileştirmek gerektiğini düşünmekte fayda
var.
Bakın his
realitesini ele aldığınızda degrade bir şekilde aşama aşama,
örneğin birden yüze kadar düşünelim. Bir en düşük ve yüz
en yüksek değer ve artık his realitesinin bitmek üzere olduğu
yer olsun , biz şunu ifade etmiyoruz ki, bu salondaki arkadaşlar
his realitesinin birinci basamağındadır. Ama sizler, bir örnek
verecek olursak, his realitesinin yetmişinci ya da sekseninci
basamağındaysanız zaten hala his realitesini terketmemişsiniz
demektir. Evet elbette vicdan realitesine doğru bir ilerleyiş
var ama hala daha degrade şekilde his realitesinin özelliklerinden
bazı şeyleri de üzerinizde taşıdığınızı düşünebilirsiniz.
Şöyle bir örnek
verelim: Birden yüze kadar olan realite arasına yüz yaşam
verelim. His realitesinin birinci basamağında doğan kişi ile
his realitesinin sekseninci yaşamında doğan kişi aynı
seviyede olamaz arada seksen tane yaşam var, seksen tane his
realitesi yaşam deneyimi var. Ama sekseninci doksanıncı
noktadaki kişi his realitesini tamamen terketmiş diyemeyiz. İçinizde
hala birtakım zaaflar hissedebiliyorsanız, bu sizin egonuzun
hala orada bulunduğunu duygularınızın da tesiri altında
olduğunuzun ifadesidir.
Zaaflarımızı
Keşfedebilmemiz İçin…
Zaaflarımızı keşfedilmemiz
için egomuzun duyguların ne kadar tesiri altında olduğunu
farketmek gerekiyor. Zaafların arkasında bizzat birebir egonun
kendisi ve egodan mütevellit ortaya çıkan duygular ve bu
duygularla esir alınmış bir ruh vardır.
Vicdan
Realitesi
Vicdan Realitesini,
doğuştan gelen iyiyi kötüden ayırma melekesi
olarak düşünebilirsiniz.Ve bu meleke bizim
hareketlerimize yön verir.
Bu arada da aklı bir vasıta
olarak kullanır. Yani akıl ve vicdan bir arada gider. Doğuştan
gelen iyiyi kötüden ayırma melekesi kendiliğinden değildir.
Arkada geçirilmiş hayatların sonucunda artık his
realitesinin bitirilmesiyle birlikte oradan elde edilen tecrübelerle,
ufak ufak iyiyi kötüden ayırmayı bilir hale geliriz. O
hayatta bir meleke şeklinde doğuştan var olması arkadaki bin
hayatla ilgilidir.
Bir vicdan melekesini
geliştirmek o kadar derin bir mekanizmadır ki,
o kadar derin bir mekanizmadır ki, inanın aklınız
almaz. O vicdan melekesi öyle zor gelişir. Çünkü vicdanın
sesini duymak, Rabb’in sesini duymaya doğru küçücük de
olsa bir adım atmaktır. İşte bu kadar otomatik bir
realiteden gelen, bu kadar kapalı şuurlu bir varlığın, hiçbir
şeyi görmeyen, hissetmeyen bir varlığın nihayet Rabb’inin
sesini minnacık,
küçücük de olsa, duymaya başlamasının arkasındaki önemi
tahmin bile edemezsiniz. O minnacık, küçücük de olsa vicdan
sesini duymak için kıpırdanmalar çok mühimdir. Bu yüzden
doğuştan gelmekle birlikte önceden gelen tecrübelerle bağlantılı
diyoruz, bir yanlış anlaşılma olmasın.
Burada vicdan
realitesi aslında öncelikli olarak, bir cemiyetin yani bir
topluluğun ortak ahlakına uymak veya
toplumsal bir dayanışmanın zarureti ve icabı olarak
ortaya çıkar. Dinler buna güzel örnektir.Toplumsal dayanışma,
ortak ahlak anlayışı
vs. Burada toplumun yönlendirmesiyle birlikte genellikle
din veya o kavmin inancı (
çok sayıda inanç var, ille de bugünkü dinler olması
gerekmez) ne ise o
inançla birlikte, toplumsal ahlaka uyma, dayanışma, icaba
uyma şeklinde tezahür etmeye başlar. Vicdan sesi ilk böyle
duyulur, henüz toplumdan ayrışma yoktur. Birgün o bireyin o
toplumun vicdanından da ayrılarak, kendi vicdanına, kendi içindeki
Rabb’in sesine yönelmesi gerekecektir. Ancak bunlar hep o
degrade akış içerisinde olduğundan, önce toplum dayanışması
ve toplumun ortak ahlakına uymak şeklinde ortaya çıkar.
Nedir Bunlar? Hırsızlık
yapma- zina etme- dedikodu etme gibi toplum ahlakına uymak şeklinde
oluşur ve toplumsal terbiye şeklinde vuku bulur.
Bu toplumsal terbiye, o ferdin ruhunda vicdani duygulara
neden olur. Başlangıç böyledir. Birey gider bir yerden bir
tane ekmek çalar, toplum, ııı nasıl yaparsın sen bunu der,
bireyde ufak ufak ben kötü bir şey yaptım, hırsızlık yaptım,
bir suç işledim der, bunun günah olduğunu düşünür, arkasından
arınmaya çalışır vs. böyle böyle bir vicdan alıştırması
yapılır. Dinler bu konuda önemli bir alıştırmadır.Hafife
alınmamalıdır. Terbiye açısından bireyin yetişmesi, gelişmesi,
tekamülü açısından dinler önemli araçlardır.
Ve bu noktada vicdan,
dini ve ahlaki emir, kaide ve yaptırım olarak başlar, ancak
daha sonra bunlardan ayrılarak, ferdin, kendi iç yapısı,
idraki olmaya doğru ilerler yani içselleştirilir. Birey önce
bunları toplumdan alır, arkasından içselleştirmeye başlar,
böylece vicdan manevileşir, bireyin kendine özgü bir hale
gelir. Artık vicdan yaptırım gücünü toplumdan değil,bizzat
bireyin iç bünyesinden fışkırtır.
Daha önce toplumdan alarak, duyduğu vicdanın sesinden uzaklaşarak
artık kendi içselleştirdiği için iç gücünü kendinden alır
yani kendi kendine de artık bunu yapmamalıyım, bu doğru değil
demeye başladığı bir noktaya doğru ilerler.Yavaş yavaş
iyi niyet tarzında ortaya çıkmaya başlar.
Vicdan realitesinin
özelliklerine bakarsak; vicdan realitesi der ki, yaptığımız
her hareket hem
kendimize , hem başkalarına
tatbik edilebilecek şekilde
genel bir kanuna uygun olmalıdır.Yani kendine istemediğin şeyi
bir başkasına yapma.Kendi başına gelmesini istemediğin şeyi
başkası için düşünme.Burada artık vicdanı hissetmeye başlıyoruz.
Düşünme var, muhakeme var, neden-sonuçlar var, birey genel
kanunlara uymaya başlıyor artık otomatik yaşayış
istenmiyor, şüphesiz, bilgili bir hareket, bir idrak, bir şuur
hali bekleniyor.
Dengeli İnsan
Nasıl Ortaya Çıkar?
Çeşitli işlerimiz,
hüküm ve kararlarımız yani yaptığımız, düşündüğümüz
herşey birbirini
yalanlar, birbirine uymaz nitelikte olmamalıdır.Kendi içinde
yaptıklarımız arasında çelişki olmayacak. Bize yapıldığında
üzüldüğümüz, sıkıldığımız bir şeyi başkasına
yapmayacağız. Biz bugün suya havaya toprağa sahip olmak
isteyerek yaşamak istiyorsak onları tüketmeyeceğiz, sonraki
nesillere de bırakarak yaşayacağız değil mi? Kendimizden
sonrakileri de düşüneceğiz. Bu bir örnek, bunun gibi
binlercesini bulabilirsiniz hayatınızda… Pekçok düşünce
ve kararımızın egomuzun etkisi altında olduğunu ve maalesef
sizin bunun farkında olmadığını, gerçeklikler içerisinde
birbirini yalanlar nitelikte olduğunu farketmeniz
gerekmektedir. Bu kasıtlı ve bilerek yaptığınız bir şey
değil ama egonun tesiri altında kaldığımız sürece de,
ister istemez vicdanın sesini bastırıyor olacaksınız. Başka
türlü dengeli insanın ortaya çıkması mümkün değildir. Hüküm
ve kararlar birbirini yalanlar, birbirine uymaz nitelikte
olmamalıdır.
İşlerimizi yürütürken
kabul ettiğimiz ilkeler mümkün olduğu kadar, birbirlerine bağlı
bir sistem içine sokulabilmelidir. Şimdi gerçekleşecek olan
bir aksiyon, eylem, ötede ve sonra gerçekleşecek olanla, kök
itibarıyla aynı değere sahip olursa ilkelerin sistemli olarak
yürürlükte olduğunu söyleyebiliriz. Eğer birey bu şekilde
hareket etmiyorsa, vicdan gereken genelliğe henüz ulaşmamış
demektir. Yani vicdanda bu aşamada da ani kararmalar ve aydınlanmalar
söz konusudur. Tıpkı, his realitesinde yaşandığı üzre,
vicdan bir parlıyor, bir kendini gösteriyor, düzgün
hareketlerde bulunuluyor ama sonra arkasından arka arkaya
vicdana uygun olmayan hareketler geliyor, bakın;
dini bu yönde sömürenler ne çoktur ki, yaptığı pekçok
eylemi sonra ben namaz kıldım kurban kestim orucumu da tuttum,
Cuma namazını da kaçırmadım diyerek günahlarını örtbas
etmeye çalışırlar. Şimdi burada vicdanın yeterli genelliğe
ulaşmadığını, sistemin oturmadığını, bir önceki
aksiyonun bir sonraki aksiyon ile örtüşmediğini, iş
yaparken kabul ettiğimiz ilkelerin birbirine bağlı olmadığını
görüyoruz. Bir o ilke var, bir bu ilke var, hangisi işime
gelirse o ilke var yani değil mi? Bu noktada hangisi işimize
geliyorsa şeklinde hareket ettiğimiz sürece vicdan
realitesinin yeterli genelliğe ulaştığından söz etmek mümkün
değildir.
Vicdandan söz
ederken, yeni ruhçuluğa göre vicdan tanımlarından
da söz edeceğiz.
Vicdan, toplumsal
ahlak kaidelerinin üstünde, insan ruhunun takip edeceği
kaderi tekamül yolunu gösterir. Tanımlardan biri bu zaten ne
dedik? Bir süre sonra toplumsal ahlak kaidelerini aşarak,
bireyin kendi iç sesini duyarak yürümesi gerekir.
Tekamül yolu, ruhun
kendi çabası ile izlenecek bir yoldur. Bu çok kaderi bir
durumdur yani insanın tekamül etmesi insanın en büyük
kaderidir. Bundan daha büyük bir kader yoktur. Tekamül yok
ise insan da yoktur, o kadar önemli bir kaderdir tekamül insan
varlığı için ve bu kadar önemli bir olayı yöneten kudret
vicdana verilmiştir. Tekamülü yöneten kudret vicdandadır.
Vicdan sesi ancak yukarıya çıkarabilecek kuvvettir. Vicdanın
sesini duymadığnız sürece, hala daha aşağıdaki
realitelerde bulunduğunuz anlamı çıkacaktır.
Vicdan bizim
idrakimiz oranında işler. Yani sizin şuur seviyenizde vicdan
sesini işitmeniz mümkündür. Üç şekilde bunu ifade
edebiliriz.
1.
Birey eylemi yapar ama arkasından ya pişmanlık ya da o
eylemi yapmaktan mutluluk duyar.
2.
İkinci aşama olumsuz bir eylem için söylüyoruz o
fiil daha
tamamlanmadan bir
ikaz hissetmeye başlar, bakın burada daha gelişmiş bir varlıktan
söz ediyoruz. Önce
kendine engel olamıyor, eylemi yapıyor ama arkasından pişman
oluyor.
3.
Biraz daha geliştiğinde, fiili yaparken yahu ben ne yapıyorum?
İşte şu kişiye şu an bağırıyorum, saygısızlık
ediyorum, ne biçim konuşuyorum?
Bir an önce kendimi toparlayayım diyebilir ve daha o
fiil tamamlanmadan içinde bir ikaz sesi başlar, bir sonrakinde
bu daha da yüksek bir aşamadır daha fiil başlamadan yani düşünce
aşamasındayken kendi kendine bir öğüt ya da bilgi tarzında
kendini gösterir.
Bunu da vicdanın
kendi içindeki aşamaları gibi düşünebilirsiniz. Henüz başlamadan
o şeyi bir öğüt ya da ikaz şeklinde yakalıyorsanız
o anlamdaki vicdani sesinizin daha gelişkin olduğunu görebilirsiniz,
ancak bir fiil yapıldıktan sonra pişmanlık duymakta önemli
bir göstergedir,hiç farketmiyor olmaktan iyidir o pişmanlık
sizin onu bir daha yapmamanıza neden olacak şeydir. O pişmanlığa
önem veriniz, kıymet veriniz lütfen.
Vicdan bireyin
sorumluluğunu tayin
ve takdir eden bir melekedir. Yani vicdanınız ne kadar gelişmişse
o kadar sorumluluk sahibi olursunuz. Vicdanınız çok gelişmişse
kendinizi vazifeye adar, vazifeye ait bir hayat yaşarsınız.
Bu sizin gezeninizde çok görülen bir durum değildir ancak
buradan vicdanın gelişmişliğini ölçebilirsiniz, aldığınız
sorumluluklar, sizin
vicdanınızın ölçüsüyle bağlantılıdır
Vicdan, hayatın
maddi ve ruhi faaliyet hudutlarını tayin eden bir rehberdir.
Çünkü maddi yaşayışla,
ruhsal yaşayışı dengede tutar.
Vicdanın sesi sayesinde sadece maddiyata gömülmeyerek,
ruhsal tesirlerinde sesini duymaya başlarız. En önemlisi
Rabbimizin sesine doğru yol almaya başlarız.Bu vicdan sesi
bizi ruhi faaliyetlere, ruhsal tesire doğru geliştiren ve yönelten
önemli bir sestir.
Rabbiyle Bağ
Kurmak
Vicdan, ilahi irade
kanunlarının icaplarını bildiren bir ahenktir. Evrensel
yasaları sadece vicdanın sesiyle duyabilir, algılayabilirsiniz.
Vicdan sesi olmadan evrensel kanunlarını farketmek mümkün değildir.
Ancak vicdan sesiyle birlikte yüksek ruhsal tesirlerle ilişki
kurabilmeye başlarız Böylece vicdan kurtuluşu sağlayan yüksek
ruhsal tesirlerle ilişki kuran plan veyahutta bir
meleke olmaktadır. Yani yüksek ruhsal tesirlerle yani
Rabbimizle bağ kurmadan nasıl mutlu olabiliriz. Geçen çalışmada
da söylediğimiz gibi Rabbiyle bağ kurmadan mutluluk bekleyen
insanları anlamak mümkün
değil. Vicdan bizim kurtuluşumuza, yükselmemize doğru giden
en önemli melekedir.
Vicdan sesinin
daha iyi duyulabilmesine yardım eden hususlar
En önemlisi nefis
denetlemesi yapmak. Bireyin sık sık kendi egosunu duymaya çalışması
ne kadar çok ben diyor, ne kadar çok kendi menfaatine, faydasına
doğru yol alıyor. Almak istiyor, kendi istediği gibi yürüsün
olaylar, kendi belirlediği gibi olsun olaylar istiyor. En ufak
çocuğunuzla ilişkinizde dahi kendi istediğiniz şekilde yönlendirme
yaparsınız. Şunu yapsın bunu yapsın istersiniz. Kocanızla
ilgili, komşunuzla ilgili dahi, bazı şeylerin yine sizin
istediğiniz gibi yapılmasına dair bir istek vardır. İşte
bu EGO’ dur. Egonun denetlenmesi ve farkedilmesi, kişinin
kendi günlük yaşamı içinde ne kadar çok ben dediğini
duymaya niyet etmesi
önemlidir. Tabii bunu yapabilmek için nefis denetlemesine geçmeden
evvel insanın kendini başkasının yani karşısındakinin
yerine koyması gerekmektedir.
Bu empatiyi kurmadan
nefsinizi denetlemeniz ya da egonuzu farketmeniz, keşfetmeniz mümkün
değildir. Önce karşınızdaki ne hissediyor, onun da duyguları
var, onun da egosu var, o da egosuyla hareket ediyor, bunu hiç
dünüyor muyuz? Ben
şu anda egomla hareket ediyorum, bağırıyorum, çağırıyorum
ama sonra diyorum ki, bana neden bağırdı? İyi de hangi
sebepten bağırıyorsam o da o sebepten bağırıyor. Egom
sebebiyle bağırıyorsam o da ego sebebiyle bağırıyor. Benim
sözlerimin onda nasıl bir etki bıraktığını da farketmem,
hareketlerimin onun egosunu nasıl kışkırttığını da,
kendimi onun yerine koyarak farketmem gerekir. Onun
penceresinden bakabilmem, onun gibi onun gözünden kendimi görmeye
çalışmam da çok önemlidir. Bu yüzden, kendimizi başkasının
yerine koymak ve empati kurmak, nefis denetlemesinin en önemli
gereklerinden biridir.
Ve çok önemli bir
nokta, Her kim olursak olalım, nefsaniyetimize düşkün ve ona
bağlı olduğumuzu kabul ederek işe başlamalıyız. Efendim
bende ego yok, varsa varsa biraz vardır, pekde yoktur, öbüründe
daha çoktur. Şimdi ben biliyorum, bizim Leyla hanım var ya,
onun vallahi her tarafı
ego, ben de yok ya, ben çok değiştim tabii ya, bende kalmadı
böyle şeyler, olur mu biz neler gördük yaşadık filan…
bunları geçiniz efendim geçiniz… Her kim olursak olalım,
nefsaniyetimize düşkün olarak işe başladığımız kabul
edelim. Kendimizi başkasının yerine koyacağız ve kendi
nefis denetlememizi yapacağız.
Vicdan
sezgisinin tesirleri: Vicdan sezgisi nasıl hissedilir?
Kişiye, onun kişisel
çıkarlarını geri plana alması için baskıda bulunur.Bakınız
elinizde bir lokma yemek var, açsınız eve gidip yemek
yiyeceksiniz, yanınızdan aç bir çocuk geçiyor, hiç düşünmeden
elinizdeki lokmayı ona verirsiniz, siz sonra yeyiverirsiniz. Bu
büyük bir adam da olabilir karşınızda olan. Ama siz artık
kendi kişisel çıkarınızı geri atmak konusunda vicdanınızın
sesi baskıda bulunmaya başlar. Çocuklar vicdan mekanizması açısından
çok önemli dersler verir insana çünkü özellikle anneler çocuklarını
hep kendilerinden önce düşünerek, kendi bireysel çıkarlarını
bir kenara almak suretiyle güzel bir egzersiz yaparlar ama
burada mesele çocuklar değil aslında tüm insanlık içindir
olması gereken nokta. Kendi kişisel çıkarlarını değil, başkasına
yardım etmek ön
plana geçmelidir ve vicdan bunun için baskı yapmaya başlar.
İlerleyen aşamalarda
birey artık başkaları ile kendisi arasında sadece bedensel
bir ayrılığın olduğunu düşünür. Aynı özden, aynı
ruhtan geldiklerini, aynı yerden üflenen nefes olduklarını,
kardeş ruhlar olduklarını, birinin gelişmesinin diğerinin
gelişmesine hizmet ettiğini bu yüzden birinin kurtuluşunun
diğerinin kurtuluşu olduğunu anlamaya başlar. Bunlar vazife
realitesinin ufak ufak parlamalarıdır diyebiliriz. Yavaş yavaş
artık bir kardeşlik, bir bütünlük duygusu gelişmeye başlıyor
tabii…
Derece derece yayılan
ve ilerleyen bir varlık sevgisinin zaruretini ortaya koyar ve
kişiyi bu sevgiyi tatbik etmeye bunun gerçekliğine ve
tatbikatına zorlar.Artık hepimiz kardeşiz, hepimiz bir bütünüz,
aynı özün çocuklarıyız diye düşünme ve bu yönde
hissedilen duygular, kendimizi sevdiğimiz gibi onları sevmeye,
hiç olmadı Yaradan’dan ötürü sevme gibi duygular ortaya
çıkmaya başladığı için artık birey hem bu sevgiyi yaşamaya
başlar, hem tatbik etmeye başlar, hem de vicdan onu
bu tatbikatı yapmaya baskı yaparak zorlar. Yapacaksın
yapacaksın der çünkü yapmazsa vicdan azapları dediğiniz o
gece uyku tutturmayan sıkıntılar başlar.
Yaptığımız
hareketlerde, söylediğimiz sözlerde “hakkaniyete” uyup
uymadığımızı araştırır,
her daim bizi tereddütte bırakır. Acaba uydum mu,
uymadım mı? Doğru mu değil mi? Acaba bunun ilahi ölçüsü
neydi? Hakkaniyete
uydum mu, uymadım mı? Söylediğimin
tamamı doğrumuydu, iyi mi yaptım, kötü mü yaptım ?
Hep bir tereddüt var, aslında bu tereddüt iyi bir tereddüttür,
arayıştır. Doğruyu bulmak adına gereklidir. Bir şeyi eksik
yapmıştır ve bu araştırma onu doğruyu yapmaya, o eksiği
tamamlamaya doğru götürecektir. Bu tereddüt doğru bir
tereddüttür, bu baskı faydalı bir baskıdır.
Vicdan sezgisinde,
insanlara karşı onların hayırlarını temin edici bazı
hareket ve faaliyetlerde bulunmak üzere ferdi aşan teşvikler
vardır. Yani vicdan yavaş yavaş der ki: Yahu insanlara yardım
et, hadi git bir hayır kurumuna bağışta bulun, git iki
fakiri doyur, git filancanın çocuğuna bir bayramlık alıver
gibi vicdan bir takım teşviklere başlar ve birtakım baskılar
yaratarak kişiyi hayırlı eylemler yapmaya iter
Artık yavaş yavaş
VAZİFE REALİTESİNE DOĞRU
bir geçiş var burada. Ego yok, başkalarını düşünüp,
onlar adına birşeyler yapmaya başlıyoruz. Kişiyi başkalarına
yardım konusunda faydalı bir yola sokar. “iyi niyetin” yanı
sıra, faydalı davranışlara doğru da bireyi baskılar.
O mekanizmayı durdurumazsınız, bir kere çalışmaya
başlayınca bu şekilde yol alır. Fakat unutmayalım ki bunlar
bireyin içinde gelişmeye başlarken, parlıyor
aydınlanıyor ve ardından kararmalar oluyor, işte
degrade dediğimiz kısım budur. Unutmayalım ki, birey bunları
hissetmeye başlamış olmakla birlikte,hali hazirda hala
nefsaniyetinin etkisi altındadır. Kendi çıkarları karşısında
çoğunlukla bu vicdan sesini örtmeye çalışacaktır. Ama bir
yandan da vicdan sesi duyulduğu için yani hem örtmeye çalışıyor,
hem de vicdan sesini duyuyor, artık ikisi eş zamanlı, his
realitesinde olduğu gibi ego avaz avaz bağırmıyor,artık hem
ego hem vicdan konuşuyor. Artık bu noktada birey, tedirgin ve
bu durumdan muzdarip bir noktadadır. İçinde inişler çıkışlar
aydınlanmalar ve kararmalar vardır. Buradaki ıstırabın
sebebi vicdan sesinin doğruyu gösteren ikazlarındaki gerçek
ile dış realitede vuku bulan fiillerin, gaye itibarıyla
ferdin egoizmasını tatmin etmesinden doğan çatışma
neticesidir. Istırabın nedenini şöyle örnekleyelim.
“Vicdanın diyor ki, hayır senin bu kırmızı kazağı almak
yerine bu parayı şu yandaki ihtiyaç sahibine vermen gerek.
Ama ego diyor ki, yahu yılbaşı geliyor, bu kırmızı kazağı
da oradaki davette giymek istiyorum. Bunların ikisi bir güzel
çatışıyorlar, bu çatışma itibariyle de kişinin vicdan
mekanizmasına bağlı olarak ya egosu kazanıyor, kırmızı
kazak alınıyor ya da vicdan sesi kazanarak o özel gün için
bir fakir fukaraya yardım yapılıyor gibi… Bunların hiçbiri
suç değildir, hepsi kişinin vicdanının gelişmişliği ile
alakalıdır. Birgün vicdan kazanır, birgün ego kazanır, bu
iş zaten böyle yapılır. Ve bunun arkasındanda bir gün
vicdan realitesine geçiş sağlanır yani ıstırabın sebebi
vicdan ve ego çatışmasından başka bir şey değildir.
Vicdan sezgisinde
birey artık çok daha yüksek tesirlere açık hale gelir. Önceki
realiteye göre daha fazla yüksek tesirleri ruhuna alır hale
gelmiştir.
Kendini
daha fazla tenkit etmeye başlar, a henüz tenkitleri tam yerini
bulmasa da yine de, kendi ile ilgili tatminleri azalır. Kedini
araştırmaya ve eleştirmeye başlar ve kendine doğru bir
yolculuğa çıkar.
Egoizmaya karşı
zaman zaman galip gelinir.Fakat
bu onu çabuk yorar ve yine ego kazanır. Böyle devamlı
fikri sarsıntılar vardır inişler ve çıkışlar mevcuttur.
Henüz bilgisi yeterli olmadığı için bu iniş ve çıkışlar,
sarsıntılar mevcuttur. Çünkü düşünceler hareketler hepsi
birbirine karışıyor, bir vicdan yönünde hareket ediliyor,
bir ego yönünde hareket ediliyor. Henüz bilgi yeterli değil.
Kişi arafta kalıyor ama hiç kimse bu noktayı bunlar yaşanmadan
atlayamaz. Mutlaka araf denen bu noktanın yaşanması
gerekmektedir ki, başkalarının gözündeki çöp yerine kendi
gözündeki merteğe baksın, kendini araştırsın, başkalarını
görmekten vazgeçsin.
Son Realitemiz
Vazife Sezgisi Realitesi ve bir sonraki aşaması Vazife Bilgisi
Realitesidir
Önce sezgi tatbikatı
yaparak başlar arkasından bilgi gelir ve uygulama aşamasına
geçer. Vicdan tatbikatı yapıldıktan sonra ki haylice uzun
bir aşamadır bu vicdan aşaması. Az önce söylemiştik,
Rabbin veya Evrensel Yasaların Sesini duymaya doğru bir gidiş
olduğu için çok önemlidir. Çok uzun zamanda alınacak
bir yoldur. Bu tamamlandıktan sonra vazife bilgisinin sezgisi aşamasına
gelir. Yani vazife bilgisine doğru bir sezgi başlar. Artık
yavaş yavaş kendinden başka, bu evrendeki diğer varlıklara
da yardımcı olmalıyım, sistemin işleyişine yardımcı
olmalıyım, küçücük de olsa bir faydam olsun duygusu
gelmeye başlar.
Bu merhalenin varlıkları
gerçekten nadir varlıklardır. Öyle kolay bir şey değildir
vazife bilgisi realitesine gelmek. Ben oldum, ben geldim
demeyin, çok nadir varlıklardır buraya gelebilen varlıklar.Vicdan
realitesini hakkıyla tamamlamak fazlasıyla yeterli olacaktır
zaten. O yüzden vazife sezgisi realitesi çok yüksek bir
realitedir. Oraya doğru hedef koyup yürümek tabii ki, önemlidir
ve faydalıdır.
Bu vazife sezgisinden
vazife bilgisine geçiş açık bir idrak ile olur. Yani ilk aşamada
kişi vicdan realitesinden vazife sezgisi noktasına doğru bir
geçer, “insanlara birşeyler
yapmalıyım, böyle bir hisler var içimde, işte keşke
birilerine bir faydam dokunsa” demeye başlar. Bunun arkasından
öyle açık bir idrak olur ki, kişi zaten vazifeli doğar,
vazifeli ölür.
Buraya gelmeden önce
vazife yapmak için gidiyorum der, rehberler tasdik eder
onaylar, ona mukavelesi verilir, hadi kardeşim in aşağıya
denir, gelir, vazifesini tak tak yapar sonra alırlar yukarıya
tekrardan yani bu noktaya kadar ilerlenir . Tabii çok ileri aşamalardan
söz ediyoruz. Örnek olarak bu aşama için peygamberlerinizi düşünebilirsiniz.
İnsan ne zaman ki bütün
benliği ile yaptığı hareketlerden ne maddi ne de manevi bir
sonuç beklemez; bunların kendi tekamülüne yararlı davranışlar
olduğu düşüncesine bağlanmaz ise, o zaman insan vazife
sezgisi içinde hareket ediyor demektir.Yani maddi manevi hiçbir
sonuç, çıkar, yarar, fayda, menfaat hiçbir şey
beklemeyecek. İşte bunu yaparsam rehberimin gözüne girerim
ya da şunu yaparsam, bir sonraki hayatta rahat ederim, karmamı
temizlerim vs. gibi manevi
şeyler beklemediği gibi manevi şeyler de beklemeyecek, sadece
vazife yapmak için vazife yapacak işte o zaman artık vazife
sezgisinden söz edebiliriz.
Ve burada tabii ki
vazife sezgisinin kudretli etkilerine kendini bırakabilmek için
güçlü bir iman hazırlığı artık mevcut olur çünkü bu
noktadaki vazife realitesinde çok şiddetli bizim diğer
realitelerde tahmin edemeyeceğimiz bir iman gelişmiştir.
Yapılan hareket
“gerekli” olduğu için yapılır,
iman öyle bir gelişmiştir, vazife duygusu öyle bir
gelişmiştir ki, yapılan her hareket gerekli olduğu için yapılır.
Borç olduğu için görev için yapılmaz. Vazife gibi yapılmaz.
Gereklilik anlayışı vardır. Bir görev bir borç gibi yapıldığında
işin içinde yine bireyin kendisi var. Gereklilik olarak yapıldığında
artık o evrenin içinde erimiş kaybolmuş, zincirin bir parçası,
bir halka olmuş, bütünlüğün içinde erimiş, karışmış
bir ruhtan söz ediyoruz. Gerekli olan yapıyor, adeta bir borç
gibi, vazife gibi yapmıyor. Sadece gerekli olduğu için yapıyor
öyle kuvvetli bir imanı var.
Bu tip insanların
kuvvetli imanları ve şaşmaz sezgileri mevcuttur. Beşeri ve
hayati zaruretlerin baskısı altında olmakla beraber, hayat
onlara ne kadar baskı yaparsa yapsın maddi veya manevi anlamda
farketmez, istedikleri kadar baskı altında olsunlar, hayatın
maddi ve ruhsal faaliyetlerini birbirinden ayırt etmişlerdir.
O kuvvetli imanları ve şaşmaz sezgileri ile de, yol alırlar.
Gerekli olan bilirler, hissederler bir borç gibi yapmazlar.
|