Metafizik

WWW.ASTROSET.COM

 

BİLGİ IŞIĞINDA ZAAFLARI TESPİT ETME UYGULAMASI

Bireylerin kendi zaaflarını keşfedebilmeleri, tanıyabilmeleri, kendilerini daha objektif görebilmeleri açısından bir çalışma yapmak istediğimizde bu çalışmaları ancak bilgi ışığında yapabiliriz. Eğer elimizde yeterli bilgi yok ise, kendimizle karşılaşmamız, kendi zaaflarımızı tanımanız mümkün olmayacaktır. Kendimizi tanımak, zaafları tespit etmek için, içimizden sorduğumuz sorularda, “evet benim zaaflarım vardır ama ben bunları nasıl görebilirim ki, nasıl bulabilirim ki, bugüne kadar bulamadım, şimdi bundan sonra nasıl bulayım ki” gibi soruların çıktığını hep birlikte gözlemledik. “Bir anda kendime bakayımda mı göreyim yoksa bir anda aynaya bakayımda mı göreyim, nasıl bulayım, nasıl göreyim?” dediğimiz noktadaki eksiklik BİLGİDİR. Eğer elimizde yeteri kadar bilgimiz yok ise o şeyi görmemiz, hissetmeye başlamamız mümkün olmayacaktır. Demek ki, bilgi bizim için çok önemli.

Hislerin ve Sezgilerin Derinleşmesiyle Zaaflarımızı Görebiliriz

Yaşamlarımız içinde getirdiğimiz ve biriktirdiğimiz deneyimler, bizim en derin bilgilerimizdir. Ancak bu demek değildir ki, biz burada yaşarken, dışarıdan da bilgi almayacağız, okumayacağız, dinlemeyeceğiz, düşünmeyeceğiz. O zaman sadece bugünkü hayatları yaşarız ve onlar birgün bizi bir noktaya getirir diye  kendini bilgilendirmek konusunu kestirip atmak gerekir. Oysa ki, tüm yaşantılarımızda elde ettiğimiz bilgilere ilaveten, bugün, buradaki hayatımızda birtakım bilgiler edinip, düşünmek, bilgiler ışığında sezgilerimizin derinleşmesine izin vermek tekamülümüzün hızlanması, önümüze başka fırsatların açılması açısından çok önemli olacaktır. Ancak  ve ancak, bu hislerin ve sezgilerin derinleşmesi suretiyle, zaaflarımız konusunda kendimizi tanıyabilir, keşfedebilir ve objektif olma yoluna doğru gidebiliriz.

Bilgi Altın Anahtar

Zannetmeyiniz ki kendiliğinden objektif olabilirsiniz, bu mümkün değil, çünkü kendinizi hiçbir zaman dışarıdan görmeniz mümkün olmadığı için her zaman sübjektif olacaksınız, buna ilaveten,  dünyanın hep bahsettiğimiz toplumsal kuralları ve önyargılarıyla, kalıplaşmış düşünce biçimleriyle dünyaya bakmayı öğrendiğimiz için olayları oradan baktığımız gerçeklik düzeyinde değerlendiriyor olduğumuzdan zaten yine objektif olamayız. Sübjektiflik sadece sizin kendinize bağlı değil, toplumsal koşullanmalar ve kabuller de sizin sübjektifliğinizin en önemli etkenidir.  Toplumsal yargılar zaten sizin konuları belli formlarda  değerlendirmenize neden olmaktadır. Bu sebeple bilginin ne kadar önemli olduğunu ifade etmeye çalıştık, kendinize bakıp, kendinizi ve zaaflarınızı tespit edebilmeniz için bilginin sizin için bir altın anahtar olduğuna değinmeye çalıştık.

Tabii ki, bazı köklü , idrak edilmesi gereken, tekamül gerektiren konular bu çalışmalar içinde çözülemez. İdrak denilen şey her zaman saniyeler içinde gerçekleşmez. Biz o konuda bir tohumu atarız, konuşuruz, üç hayat sonra ağaç yeşerebilir. Bu çalışmada ve daha sonraki çalışmalardaki bazı bilgilerde sizin sonraki yaşamlarınızda yeşermek üzeredir. Bu yaşamda yeşermeyebilir ama önemli olan tohumdur. Tohumun atılıyor olmasıdır.

Negatif enerjilerden korunabilmek için dışarıdaki kişilerle temaslarımızı nasıl belirleyeceğiz?

Bu çalışma bir enerji yükseltme çalışmasıdır. Yeni sahip olunan bilgiler, enerjinin yükselmesi demektir. Aktarılan bilgiler, sizlerin bunları düşünmesiyle birlikte enerji bedenlerinizde, şuur alanlarınızda, bilinç seviyelerinizde yükselmeler oluşturacaktır. Bu yükselmelerle birlikte bazı sormuş olduğunuz soruların yanıtlarını elde ediyor ve bu durumları toparlıyor olacaksınız yani niyet etmek, Rabb’ine kavuşmayan nasıl mutlu oluyor diye düşünmeniz, Rabb’inize kavuşmaya niyet etmeniz, sizlerin ince enerji bedenleriniz üzerinde, süreç içinde birtakım değişmeler meydana getiriyor olmalıdır. Beklentimiz bu yöndedir. Sizler bunları nasıl yapmanız gerektiğini enerjiniz yükseldikçe, bilgi ile birlikte kendiniz de farkediyor ve öğreniyor olacaksınız.

Bugün zihninizde kendi kendinize sorduğunuz bazı  yanıtını bilmiyor oluşunuz, o bilgilere sahip olmayışınızdandır. Bizim de maksadımız bu bilgileri vererek, enerjiyi yükselterek, bu yanıtları kendi içinizde her birinizin bireysel olarak elde etmesini sağlamaktır. Bilgi bir doktrin gibi verilemez. Örneğin biz dışarıdaki insanlarla ve  siyah enerji alanlarıyla nasıl karşılaşmalıyız sorusu elbette kıymetli ve güzel bir soru olmakla birlikte, bütün arkadaşlarımız için yanıtı değişecektir.Her arkadaşımızın bu siyah enerji ile karşılaşma oranı miktarı, alt bünyedeki etkiler, tepkiler, reaksiyonlar farklı olduğu için yanıt için bilginin her birinize ayrı ayrı reçete edilmesi gerekir. Tek bir reçete vermek mümkün değildir. Ana hat olarak tabii ki, çok siyah bulduğunuz, içinizi sıkan, boğan alanlardan uzak durunuz. Farkettiğiniz anda içinde kalmayınız, sizin de zaten genel olarak bildiğiniz şeyler söyleyebiliriz ama bunun dışındaki bilgilerin, her bir arkadaşa ayrı ayrı reçete edilmesi gerekir. Herbirinizin konumu, durumu, liyakati farklıdır.

Amacımız, bu kadar farklı ama bir arada bulunan arkadaşı, aynı çalışma içinde tutup, daha fazla bilgi edinmelerini, enerji bedenlerini bu enerjilere alıştırmaları ve onunla birlikte  bir yükselme, bir ivme yapmalarıdır. Ve bu enerjiyle birlikte bedenlerinizin, ruhlarınızın, enerji bedenlerinizin bir adaptasyon geçirmesini, bu adaptasyonla birlikte bir yükselişe doğru geçmesini b; bu yükselişle birlikte de bir şuurlanma, bilinçlenme, idraklenme olmasını umuyoruz. Bu sorularınızın yanıtlarını kendinizin daha iyi keşfediyor olmasını umuyoruz. Bu noktada reçetelerin bir işe yaradığını düşünmüyoruz. Sizlerin kendi farkındalıklarınız, kendi içinizin sesi ile farkettikleriniz, keşfettikleriniz en önemli kılavuzunuz olacaktır. Reçete yerine süreç içerisinde gelişimleri izlemek daha anlamlıdır. Siz de kendinizi gözlemleyin, değiştiğinize bizzat şahit olun ki, yürümek, dönüşmek umudunuz olsun…

TEKAMÜL

Yaradılışın hızı, amacı ve bu odadakilerin, bu hayattaki varoluş maksadı Tekamüldür. Yaşam amacınız nedir diye sorulduğunda, tekamülden öte bir cevap söz konusu olamaz. Tabii bunu aşağıya doğru dallandırıp budaklandırabiliriz. Bu tekamül yolunda “ben bu hayatımda şefkat almayı deneyimlemeye geldim” diyebilirsiniz, yani sadece şefkat almayı deneyimlemek için de doğrulur tamam ama anahat değişmez. Ana hat tekamüldür, evrensel insana ulaşmaktır. Binlerce hayatınızın içinde herşeyi deneyimlemeye gelebilirsiniz, içinizde eksik, kalan yaşamaya ihtiyaç duyduğunuz herşey için hayat size imkan verir, şans verir.

Tekamül bizim başlangıç konumuzdur, ana konumuzdur. Varoluşumuzun özüdür, bugün bu odada bulunuşumuzun ana sebebidir. Tekamül etmekten daha büyük vazife yoktur. Gezegeninizde hatta galaksilerde temel maksat gelişmektir dolayısıyla tekamüldür, tekamülden başka ana maksat yoktur.

REALİTE

Realite denen şuur hallerinden bahsetmek istiyoruz. Bizim realite dediğimiz şuur halleri ancak şuurumuz kadardır. Sıfır bir şuura sahipseniz, sizin realiteniz sıfır birdir. Bu demek değildir ki, bu sıfır birlik realite, dünyanın, gezegenin, galaksilerin, mevcutta bilemediğiniz boyutların realitesidir. Gerçeklikteki realiteyi size sayılarla ifade edebilmemiz mümkün değil. Sizin algılamanız mümkün değil, bizimde sayılara dökmemiz mümkün değil. Böyle bir bilgiyi sayılarla ifade edebilmemiz mümkün değil ancak daha basit kavramlar üzerinden giderek açıklayacağız tabii ki, çünkü yaradılıştaki tüm realiteleri ince ince işlemeye şu anki insan bedeni, insan ruhu, insan zekası müsait değildir. Daha yüksek bir algılama kapasitesine sahip olunması gerekir ki,  o kapasitenin de dünyada bulunması mümkün değildir. Dolayısıyla dünyadaki algımıza uygun olacak şekilde basit örnekler üzerinden çalışmalarımıza devam ediyor olacağız.

ŞUUR HALİ

Şuur hali nedir dersek, ruhun umumi bilgisidir. Yani ruhunuzun bugüne kadar ki, yaşamlar içinde, elde ettiği toplamdaki bilgiye şuur diyoruz. Farzedelim, 600 tane hayat yaşadınız, bu 600 hayat içerisinde belli bir hayat tecrübesi edindiniz, tecrübeler sonucunda bilgi topladınız. Bu sizin ruhunuza mal oldu. Artık ruhun bilgisi oldu işte bu ruhun bilgisi sizin bugünkü şuur halinizi, bilinç halinizi hatta şuur seviyenizi ve bilinç seviyenizi oluşturan şeydir, yaşamlardaki tecrübeler sonucu elde edilen bilgiler tam şu anda içinde bulunmakta olduğunuz bilinç veyahutta şuur seviyenizi ifade eder.

Birinci basamak bu, ikinci basamak şu anda bulunduğunuz şuur haliniz ise, sizin realitenizi oluşturur. Yani gerçekliğinizi oluşturur. Dünyaya baktığınız gözlüğün rengini verir. Dünyaya hangi açıdan veya hangi kalınlıkta, incelikte bir gözlükle baktığınızı ifade eder  çünki realitenizin dışındaki bir şeyi algılamanız mümkün değildir. Sadece realitenizin içine girebilecek diğer gerçeklikleri algılayabilirsiniz. Realitemizin dışında kalan gerçeklikleri algılamanız mümkün değildir. Örneğin;Küçük bir çocuk anne, baba, ata, araba demeyi yeni öğrenmiş, bir çocuğa gidiyoruz diyoruz ki, “Çocuğum, bu kozmopolit şehirde, insanların iş bulmaları hakkında veyahutta bulamamaları hakkında ne düşünüyorsun? En formel sektör sence nedir?  Dediğinizde çocuğun realitesinin çok dışında kalan kavramlardan bahsettiğiniz için çocuğun bunu anlaması mümkün olmadığı gibi aynı şekilde sizler de, realitenizin dışında kalan konuları idrak edemiyorsunuz demektir, ancak idrak edemediğiniz şeyler mevcutta yok demek değildir. Sizin realiteniz yetmese de sizin dışınızda kalan pekçok realiteler vardır ve bizim maksadımız da sizi daha üst realitelere doğru genişletmektir.

Şimdi ruhun toplam bilgi seviyesi bizim şuur halimizi oluşturur dedik, bu da bizim realitemizi verir dedik. Realitemiz bizim gerçekliğimiz, dünyayı algılama biçimimizdir. Dünyayı nasıl algıladığımız bizim realitemizle ilgilidir.

Dört tane realiteden söz edeceğiz.

1-Otomatizma realitesi

2-His realitesi

3-Vicdan realitesi

4-Vazife sezgisi veyahutta vazife bilgisi realitesi

Kabaca dört realitedir bunlar. Hiçbir şey bu kadar siyah ya da beyaz olamayacağı gibi hiçbirşey de 1-otomatizma realitesi, 2- his realitesi diye kesinkes ayrılamaz. Otomatizma realitesi birgün bir saniyede tak diye biterek, ertesi gün uyandığınızda his realitesine geçiş yapamazsınız. Degrade şekilde düşünelim, otomatizma realitesinden yavaş  çıkıp, adeta siyahtan koyu griler, koyu grilerden, açık griler ve beyazlara doğru yavaş yavaş his realitesine doğru yürürsünüz. His realitesine doğru kuvvetlenir iken otomatizma realitesini terketmeye başlarsınız, giderek his realitesine gelerek, tamamen otomatizma realitesini bırakarak,his realitesine geçersiniz. Ve derken, arkasından aynı mekanizma vicdan realitesine geçerken, ardından da vazife sezgisi veya vazife bilgisi realitesine geçişte yine aynı şekilde degradeler vardır.

Evrenin hiçbir yerinde hiçbir şekilde bir an başlayış halinde değil adeta bir evrim süreci içerisinde yavaş yavaş gitmek suretiyle vuku bulmaktadır. Şimdi biraz otomatizma realitesinden bahsedelim. Bu bizim en alt seviyede bulunan en kaba diyebileceğimiz bir realiteden söz ediyoruz. Burada kaba sözcüğünü nezaketin karşılığı olarak algılamayalım. Az gelişmişlik olarak algılayalım.

1-Otomatizma

İnsan öyle bir varlıktır ki, En ince duygu ve yüksek fikirlerle beraber en kaba ve hunhar faaliyetler aynı insanda pekala bir arada bulunabilir. Yani insan varlığı öyle bir varlık ki, gelişmeden önceki hunhar faaliyetlerini bugün tahayyül etmekte zorlanabiliriz. Bugün burada bir karıncayı bile incitmek istemezken, geçmişte birgün bir yerlerde kaç kişinin canını, hangi hunharlıkta aldığımızı hatırlamıyor oluşumuz bugün bizim için pek hoş olmayabilir. Ancak bu aşamalardan geçmeden de belli bir inceliğe, yüksek ince duygulara, yüksek ince fikirlere ulaşmak pek mümkün değil.

Otomatizma Devresinin Özellikleri

Varlık kendi fiilleri hakkında “neden, ne için, ne şekilde” sorularını soramaz ve sorularına cevap veremez. Çünki bunların farkında değildir. Düşünme, muhakeme gibi yeteneklere henüz sahip değildir. Ben neden böyle hissediyorum? Şimdi içimde neden böyle bir duygu var? Daha önceki hareketimin anlamı neydi?  Şurada niye bağırmıştı? Neden öfkemi kontrol altına alamam? Neden duygusal zaaflarım vardır gibi soruların çok uzağındadır. Bunlardan çok daha basitlerini bile sorabilmesi mümkün değildir. Şuuru ya kapalıdır ya da aşırı bir darlaşma içindedir, o kadar dardır ki, bu soruları sorması mümkün değildir. Örneğin bu aşamada, sevimli bir kediciği düşünelim. Bu kediciğin, ben şu anda ne hissediyorum? Bir önceki anda ne hissetmiştim? Psikolojimi neler etkiliyor? Bu hareketlerimin arkasında ne gibi manalar var gibi sorular sorması mümkün değil. Bir saniye önce yaptığı gibi hatırlaması bile mümkün değil. Bir serseri eda içerisinde bir oraya bir buraya koşturur, karnı acıkınca yemek yer, susayınca su içer, uykusu gelince uyur. Biraz da kendini temizler, sonra da hayatı son bulur. Burada hayvana özgü bir şuurdan söz ediyoruz ama bu örneği vermemizin nedeni, mevcutta gezegeninizde de otomatizma realitesinde bulunan varlıklar vardır kimilerini hayvan dediğiniz canlıdan ayırmakta zorlanabilirsiniz. Buradaki hayvan kelimesi bir aşağılama ya da hakaret içermez. Sadece hayvan realitesinden neredeyse yeni kopmuş, insan realitesine yeni geçmiş varlıkları ifade etmek için kullanıyoruz. Kabalıktan ziyade az gelişmişliği ifade etmek istiyoruz.

Bu noktadaki varlıklar yapılan faaliyetle kendi şahsiyeti arasında bir bağ kuramaz. Yani neden niçin ilişkisi yoktur, nedenini soramadığı gibi sonucu da bulamaz. Efendim benim başıma bu olaylar neden geliyor? Ben neden şu şu ıstırabı yaşamaktayım? Neden şu şu sınavlardan geçmekteyim? Sorularını sorabilmek için kişinin muhakeme yeteneğinin gelişmiş olması, neden sonuç bağlantılarını kurabilecek şekilde bir bilinç açıklığına, genişliğine, hayat tecrübesine ihtiyacı vardır. Birey bu noktada yapılan faaliyetle kendi şahsiyeti arasında alaka kuramadığı için neden, nasıl, niçin, ne şekilde, ne zaman? Gibi soruları soramaz, cevapları da bulamaz.

İcra edilen fiil bu noktada karşı konulmaz bir fiildir. Yani birey bu noktada otomatik fiiller icra eder, karnım aç, gideyim yemek bulayım. Yani bedensel içgüdüleriyle yemek yemek ister. Bunlar tıpkı kedide olduğu gibi adam öldürmekte karşı konulamaz bir fiil haline dönüşecektir, içgüdüsel olacaktır, o andaki hiddet ve öfkenin karşılığı o kişiyi döverek öldürmek olacaktır. Burada kişi yaptığı bu faaliyetle kendi şahsiyeti arasında bir alaka kuramaz, kendini suçlayamaz. Bakın vicdan dediğimiz mekanizmanın hiç olmadığı, bulunmadığı bir tecrübeden söz ediyoruz. Neden? Çünkü faaliyetle şahıs arasında bağlantı yok. Sorsanız neden öldürdün diye “Beni kızdırdı, öldürdüm” der ki buna şu anda bu şekilde cevap verecek  pekçok varlık dünyada yaşamaktadır. Vicdanın sızlamadı mı? Eh o da beni kızdırmasaydı gibi bir sonuç çıkar.

Yapılan faaliyetle şahsin kendi arasında bir bağ kuramaması sonucu, neden sonuç mekanizmasının çalışmaması ve neden sonuç çalışmayınca vicdanın da devreye girememesine neden olur.

Bir diğer özellik, bu  otomatik tekamülde ferdiyet  yani bireysellik son derece az gelişmiştir. Burada bireyler toplum halinde yaşarlar. İlkel kabileleri düşünün. Bir geri realiteye gidersek hayvan sürülerini düşünebilirsiniz. Örneğin Afrikadaki hayvanları  düşünün, gruplar ve sürüler halinde yaşarlar, evrim sonucu ve tabii ki, birtakım kodlamalar ve değişimi sonucunda da insan varlığına dönüşmüş ama insan varlığının ilk aşamasındaki otomatik realite dediğimiz noktada da, bireylerde ferdiyet yani bireysellik beklenemez. Toplumsal bir iradeye rıza vardır ve ancak bu şekilde hayatın idame ettirilmesi mümkün olmaktadır. Toplumsal kararlar alınır. Sürü nereye gidiyorsa bireyler oraya gider. Birey kendini sorgulamaz. Ben kimim, ne yapıyorum, bir birey miyim, benim bir tekamül yolculuğum mu var acaba, ben diğerlerinden diğerleri benden farklı tecrübeler ediniyoruz, bunları anlayayım, idrak edeyim gibi düşünceler içerisine girmesi mümkün değildir. Bir diğer önemli nokta ise bu realitede bireysellik  ferdiyet şuurlanmamış olduğundan  bireylerin ferdi mesuliyet almaları mümkün değildir. Emin olunuz rehberlikte kendilerine böyle bir mesuliyet yüklemez. Tıpkı küçük bir çocuğa bir mesuliyet yükleyemeyeceğimiz gibi. Zaten o mesuliyeti alacak noktada değildir, yüklesen ne olacak kardeşim? Kime yükleyeceksin o mesuliyeti? Ne dediğini anlamayacak , ben ne yaptım ki diyecek , adam öldürdün kardeşim, şuurunda değil ki o an. Böyle bir idrakte değil, bakın hayvanlar öldürdükleri zaman herhangi bir vicdanı mekanizma işin içine giriyor mu?  Sizce rehberlik bir kaplanı karşısına alıp (onların rehberliği) “kaplan kardeş niye diğer kaplan kardeşi öldürdün, işte ne yapalım doğada savaşıyorduk da, bize de o rastgeldi onu öldürdük mü” diyecek yani bu otomatizma realitesinde de varlıklar aslında çok da yaptıklarından mesul değiller.

Fakat burada şunu karıştırmayın, daha sonraki günlerde sizinle kader karma da konuşacağız ama bunun bir karması yoktur demiyorum. Karması olmayan hiçbir eylem olamaz zaten. Yaptığınız her eylemin pozitif ya da negatif bir karması vardır. Etkiye karşılık her zaman bir tepki vardır. Her etkiye karşı bir reaksiyon alacaksınız. Şuurlanmış bir varlığın adam öldürmesiyle, şuurlanmamış bir varlığın adam öldürmesi arasında fark vardır. Kendisinin farkında olmadığı bir mesuliyeti alması da mümkün değildir.

Şimdi buradan yavaş yavaş, varlık dünyaya gele gide gele gide, tekamülün icabı gereği ilerlemeye başlar ve bunun arkasından his realitesine doğru bir yolculuğa çıkar. Bu geçişlerde hayatlar hayatlar sürer. Otomatik realite ve sonra yavaş yavaş degrade şekilde geçilen his realitesi ortaya çıkar.

His Realitesi

His  realitesinin özelliklerine bakıyoruz. Bu noktada artık otomatik bir faaliyetin dışına taşma ve bununla birlikte egonun belirmeye başlaması söz konusudur. Artık grup aktivitelerinden çıkıp, bireyselliğe doğru, birey-ego-ben denen realiteye doğru bir yolculuk başlar. Ego önce yavaş yavaş hissedilir, küçük küçük sonra tavan yaptığı bir nokta olacaktır. Egonun belirmesiyle birlikte yeni deneyimlerin başladığı bir süreç olmaktadır. Bu süreçte birey, objektif hakikatlere ulaşmaktan çok kendi varlığının olmasını istediği yönde gayret ediyor olacaktır. Çünkü ego-ben diye bir şey devreye girmiş, ben nasıl daha fazla kazanırım, ben nasıl daha fazla elde ederim, en büyük nasıl olurum? Padişah olayım, sultan olayım, kral olayım, herşeye ben hükemedeyim diyen bir noktanın gelişmeye başladığı yerdir burası. Varlığın kendi istekleri yönünde gayret içine giriyor olmasıdır. Aman karnım acıktı, buradan bir hayvan kaptım, öldürdüm, yedim değil ben nasıl daha fazla yemek elde ederim, diğerlerini çalıştırırım, onların da sırtından elde ederim gibi bir noktaya gelinmiştir. Burada hislerimizin egodan aldığı kuvvet, güç ve teşvik çok fazla, ancak burada bahsettiğimiz hisler, üstün duygular değil nefsani hislerdir.  Ben dedikçe elde ettikçe bir mutluluk, elde edemeyince bir öfke, bir kızgınlık gibi hisler beliriyor ama bu hisler gördüğünüz üzere nefsani hisler. Kıskançlık, öfke,kontrol etme duygusu, hakimiyet arzusu gibi duygular beliriyor, üzüntüler, kederler, bunlar hepsi egoyla ilgilidir. Üzüntünün olduğu yerde ego vardır. Nefsani hislerin gelişmeye başladığı bir realitedeyiz. Aklı selim ve muhakeme, egonun lehine olarak zaaf içinde kalırlar. Yani artık herşey egonun lehine çalışmaya başlar. Egonun lehine bu kadar çalışmaya başladığı noktada, zaafların oluşmaması mümkün değildir. Bir yerde ego varsa, orada zaaf vardır.Ego zaafın temel sebeplerinden biridir. O egoyu tatmin etmek için zaaflara kaymamak mümkün olmayacaktır.

Bir hakikati anlamakta, bir gerçeği görmekte kendi nefsimizin arzuları ön plana alınır. Ve ego yüzünden yanıltıcı hükümlere ulaşılır. Bu noktada artık gerçeği şekillendirmek isteriz. Gerçek bizim elimizde bir hamur olsun ve biz onu, kendi nefsimizin arzularına göre şekillendirelim isteriz, kendi bakış açımızı doğru ve gerçek gibi algılayarak yanıltıcı hükümlere ulaşırız çünkü artık tek doğru bizim doğrumuzdur. İki tane karşılıklı gelmiş taksici düşünün. “Neden yol vermiyorsun kardeşim, sen verseydin, sen neden vermiyorsun tarzındaki bir kavgayı en az üç saat edebilirler, birbirlerini dövebilirler. Neden? Her ikiside bu kavgayı egosuyla yaptığı için, ben haklıyım dediği için yanıltıcı hükümlere varır, gerçeği çarpıtır, olduğundan farklı görerek, gerçeği değiştirmeye çalışırlar. Bu yüzden his realitesinde HAKİKATİ anlamak imkansız gibi birşeydir.

Ego zaaflara neden olur, ego bu zaaflara neden olmasıyla birlikte gerçekleri çarpıtmaya ve yanıltıcı hükümlere, düşüncelere, duygulara doğru yönelmenize sebep olur.

Bir diğer özellik varlığın şuuru istikrarsızdır. Ani aydınlanmalar ve kararmalar meydana gelir. Bir an  ulvi dediğimiz, yüksek tesirli bir his yakalar gibi olur, aniden içine girer gibi olur bir salınır gibi olur ama bunun arkasından tekrar kararma dediğimiz, şuur daralması ve kapanması dediğimiz noktaya gelir. Bu yüzden de bu yüksek ve ulvi tesirlerden çok  geri ve süfli tesirler altında daha çok kalır. Aydınlanmalar kısa süreli ve nicelik olarak az sayıda olmaktadır, nitelik olarakta zaten yeterli değildir ama daha ziyadesiyle karardığı anlar daha fazladır.

Bir başka özellik iradenin, sadece ruhun kaprislerine alet olması halinde, irade nefsaniyetin uşağı olur. Akıl ve vicdan ikazları ise pek duyulmaz. İrade dediğimiz şey, içimizdeki akıl ve vicdanla bağlantılı, akıl ve vicdanın en önemli parçalarından biri olan irade maalesef o an ki irademizin kaprislerine alet olur. Rejime gireriz, yenik düşeriz.  Sigarayı bırakıcam, yenik düşeriz, alkol almıycam deriz, yenik düşeriz. Şu hareketleri yapmayacağım deriz, yine yenik düşeriz. İrade bu noktada egonun kaprislerine yenik düşer. Nefsaniyetimizin hizmetkarı olur. Ve bu kadar egonun ve nefsaniyetin ön planda olduğu bir durumda ise, takdir edersiniz ki vicdanın sesi hiçbir şekilde duyulamaz. Artık sadece egonun sesini duyarız, vicdanın sesini duyabilmek için yaşamamız gereken, daha pekçok hayat ve tecrübe bulunmaktadır. Kırılganlık, alınganlık gibi şeylerin çok güçlü olduğunu görürüz yine bunun ardında ego vardır.

Bir başka özelliğine bakarsak varlığın şiddetli ve ani değişimleri vardır yani belli bir sakinliği, dinginliği, oturmuşluğu koruyamaz, şiddetli ve ani değişmeler yaşar. Neşesi kedere, cesareti korkaklığa, kararı kararsızlığa döner ya da bunlar arasında sürekli git-geller yaşar. Bu noktadaki varlık yine egosunun kontrolü altında olduğu için duygularında bu kadar çok oynama olur. Yani bir kişinin duygularında çok ani inişler, çıkışlar, alçalmalar, yükselmeler, kararsızlıklar varsa, bu onun egosunun kaprislerinden, egosunun iniş çıkışlarından meydana gelmektedir. Bu kişide, hercailik, maymun iştahlılık, aşırı alınganlık gibi durumların çok gelişmiş olduğu görünür, arkasında ego vardır. Çünkü egomuzun isteğine göre hareket ettiğimiz için küçük bir çocuktan farksız oluruz. önce gofret ister arkasından balon ister, daha sonra çiklet ister yani hep ister. Oyuncak alsana der, der de der… Bu egonun tesiri altında kalmaya devam ettiğimiz sürece; hercailik, maymun iştahlılık, aşırı alınganlık hiç bitmez. Aşırı alınganlığın arkasında da bir ben meselesi vardır. Sen kimsin ki, benimle böyle konuşuyorsun gibi, aşırı bir bene düşkünlük, benliğe düşkünlük neticesinde tabii ki alınganlıklar ortaya çıkar. Bunun yanısıra, merkezbencilik, kişinin sürekli olarak kendini merkeze koyması,gurur, izzet-i nefis düşkünlüğü, aşırı övülme ihtiyacı gibi nefsaniyetin, egonun en aşırı yanları şiddetli bir şekilde hakimdir. Bunlar türlü kisveler altında ferde hakim olurlar. Kendilerini bu şekilde ifade ederler. His realitesindeki bu oynamalar, egonun göstergeleridir.

His realitesinin en önemli özelliği, bir önceki döneme göre, bireyin grup realitesinden çıkıp benliğini keşfetmesi, egoyu farketmesi,egoyla birlikte duyguların gelişmeye başlamasıdır. Ancak bu noktada duygular, egonun hizmetindedir.

Bizi His Realitesinden Çıkaracak Hususlar

Bizi bu durumdan aydınlığa çıkaracak hususlara gelirsek, akıl prensibini kullanmak, müşahade etmek, muhakeme etmek, düşünmek, sevgi ve vicdandır. Vicdanın sesini duymadan his realitesinden çıkmak mümkün değildir. Ancak o noktadan küçük küçük bir ses duyulmaya başladığında ve vicdanın sesi, egoyu bastırmaya başladığında kişi bu realiteden çıkmaya başlar.

Bu realitede bireyler heyecani unsurlardan çok etkilenirler. Sevgi, neşe, sevinç, nefret, korku, sevgi gibi heyecani haller bireye hakim olur.Bireyi adeta duyguları yönetir.

Bakınız bu çok önemlidir. His realitesinin benliklerinizde ne kadar sonlandığını buradan anlarsınız. Yani şu an sizler, kendinizi, kendi içinizde değerlendirdiğiniz zaman diyebilir misiniz ki, ben his realitesini tamamen terketmiş durumdayım. Bende artık ne egonun sesini duyarsınız, ne de duyguların  esiri olduğumu görebilirsiniz. Siz yeniden muhakeme ettiğinizde bunu kendi içinizde diyebiliyorsanız, gerçekten; neşe, sevinç, korku, sevgi gibi heyecan unsuru içeren duygulardan etkilenmiyor musunuz? Gerçekten duygularınıza bu kadar hakim misiniz? Egonuza bu kadar hakim misiniz?  Sürekli ulvi duygular içinde kalmak suretiyle, insanlığa hizmet ve vazife duygusu ile yaşayabiliyor musunuz? Kendi menfaatinizi hiç düşünmeden… Bu çok kolay bir aşama değil. His realitesindeki hangi özellikleri taşıdığınızı ve bunları nasıl iyileştirmek gerektiğini düşünmekte fayda var.

Bakın his realitesini ele aldığınızda degrade bir şekilde aşama aşama, örneğin birden yüze kadar düşünelim. Bir en düşük ve yüz en yüksek değer ve artık his realitesinin bitmek üzere olduğu yer olsun , biz şunu ifade etmiyoruz ki, bu salondaki arkadaşlar his realitesinin birinci basamağındadır. Ama sizler, bir örnek verecek olursak, his realitesinin yetmişinci ya da sekseninci basamağındaysanız zaten hala his realitesini terketmemişsiniz demektir. Evet elbette vicdan realitesine doğru bir ilerleyiş var ama hala daha degrade şekilde his realitesinin özelliklerinden bazı şeyleri de üzerinizde taşıdığınızı düşünebilirsiniz.

Şöyle bir örnek verelim: Birden yüze kadar olan realite arasına yüz yaşam verelim. His realitesinin birinci basamağında doğan kişi ile his realitesinin sekseninci yaşamında doğan kişi aynı seviyede olamaz arada seksen tane yaşam var, seksen tane his realitesi yaşam deneyimi var. Ama sekseninci doksanıncı noktadaki kişi his realitesini tamamen terketmiş diyemeyiz. İçinizde hala birtakım zaaflar hissedebiliyorsanız, bu sizin egonuzun hala orada bulunduğunu duygularınızın da tesiri altında olduğunuzun ifadesidir.

Zaaflarımızı Keşfedebilmemiz İçin…

Zaaflarımızı keşfedilmemiz için egomuzun duyguların ne kadar tesiri altında olduğunu farketmek gerekiyor. Zaafların arkasında bizzat birebir egonun kendisi ve egodan mütevellit ortaya çıkan duygular ve bu duygularla esir alınmış bir ruh vardır.

Vicdan Realitesi

Vicdan Realitesini, doğuştan gelen iyiyi kötüden ayırma melekesi  olarak düşünebilirsiniz.Ve bu meleke bizim hareketlerimize yön  verir. Bu arada da aklı bir  vasıta olarak kullanır. Yani akıl ve vicdan bir arada gider. Doğuştan gelen iyiyi kötüden ayırma melekesi kendiliğinden değildir. Arkada geçirilmiş hayatların sonucunda artık his realitesinin bitirilmesiyle birlikte oradan elde edilen tecrübelerle, ufak ufak iyiyi kötüden ayırmayı bilir hale geliriz. O hayatta bir meleke şeklinde doğuştan var olması arkadaki bin hayatla ilgilidir.

Bir vicdan melekesini geliştirmek o kadar derin bir mekanizmadır ki,  o kadar derin bir mekanizmadır ki, inanın aklınız almaz. O vicdan melekesi öyle zor gelişir. Çünkü vicdanın sesini duymak, Rabb’in sesini duymaya doğru küçücük de olsa bir adım atmaktır. İşte bu kadar otomatik bir realiteden gelen, bu kadar kapalı şuurlu bir varlığın, hiçbir şeyi görmeyen, hissetmeyen bir varlığın nihayet Rabb’inin sesini   minnacık, küçücük de olsa, duymaya başlamasının arkasındaki önemi tahmin bile edemezsiniz. O minnacık, küçücük de olsa vicdan sesini duymak için kıpırdanmalar çok mühimdir. Bu yüzden doğuştan gelmekle birlikte önceden gelen tecrübelerle bağlantılı diyoruz, bir yanlış anlaşılma olmasın.

Burada vicdan realitesi aslında öncelikli olarak, bir cemiyetin yani bir topluluğun ortak ahlakına uymak veya  toplumsal bir dayanışmanın zarureti ve icabı olarak ortaya çıkar. Dinler buna güzel örnektir.Toplumsal dayanışma, ortak ahlak anlayışı   vs. Burada toplumun yönlendirmesiyle birlikte genellikle din veya o kavmin inancı (  çok sayıda inanç var, ille de bugünkü dinler olması gerekmez)  ne ise o inançla birlikte, toplumsal ahlaka uyma, dayanışma, icaba uyma şeklinde tezahür etmeye başlar. Vicdan sesi ilk böyle duyulur, henüz toplumdan ayrışma yoktur. Birgün o bireyin o toplumun vicdanından da ayrılarak, kendi vicdanına, kendi içindeki Rabb’in sesine yönelmesi gerekecektir. Ancak bunlar hep o degrade akış içerisinde olduğundan, önce toplum dayanışması ve toplumun ortak ahlakına uymak şeklinde ortaya çıkar.

Nedir Bunlar? Hırsızlık yapma- zina etme- dedikodu etme gibi toplum ahlakına uymak şeklinde oluşur ve toplumsal terbiye şeklinde vuku bulur.  Bu toplumsal terbiye, o ferdin ruhunda vicdani duygulara neden olur. Başlangıç böyledir. Birey gider bir yerden bir tane ekmek çalar, toplum, ııı nasıl yaparsın sen bunu der, bireyde ufak ufak ben kötü bir şey yaptım, hırsızlık yaptım, bir suç işledim der, bunun günah olduğunu düşünür, arkasından arınmaya çalışır vs. böyle böyle bir vicdan alıştırması yapılır. Dinler bu konuda önemli bir alıştırmadır.Hafife alınmamalıdır. Terbiye açısından bireyin yetişmesi, gelişmesi, tekamülü açısından dinler önemli araçlardır.

Ve bu noktada vicdan, dini ve ahlaki emir, kaide ve yaptırım olarak başlar, ancak daha sonra bunlardan ayrılarak, ferdin, kendi iç yapısı, idraki olmaya doğru ilerler yani içselleştirilir. Birey önce bunları toplumdan alır, arkasından içselleştirmeye başlar, böylece vicdan manevileşir, bireyin kendine özgü bir hale gelir. Artık vicdan yaptırım gücünü toplumdan değil,bizzat bireyin iç bünyesinden  fışkırtır. Daha önce toplumdan alarak, duyduğu vicdanın sesinden uzaklaşarak artık kendi içselleştirdiği için iç gücünü kendinden alır yani kendi kendine de artık bunu yapmamalıyım, bu doğru değil demeye başladığı bir noktaya doğru ilerler.Yavaş yavaş iyi niyet tarzında ortaya çıkmaya başlar.

Vicdan realitesinin özelliklerine bakarsak; vicdan realitesi der ki, yaptığımız her hareket  hem kendimize , hem  başkalarına tatbik edilebilecek  şekilde genel bir kanuna uygun olmalıdır.Yani kendine istemediğin şeyi bir başkasına yapma.Kendi başına gelmesini istemediğin şeyi başkası için düşünme.Burada artık vicdanı hissetmeye başlıyoruz. Düşünme var, muhakeme var, neden-sonuçlar var, birey genel kanunlara uymaya başlıyor artık otomatik yaşayış istenmiyor, şüphesiz, bilgili bir hareket, bir idrak, bir şuur hali bekleniyor.

Dengeli İnsan Nasıl Ortaya Çıkar?

Çeşitli işlerimiz, hüküm ve kararlarımız yani yaptığımız, düşündüğümüz herşey  birbirini yalanlar, birbirine uymaz nitelikte olmamalıdır.Kendi içinde yaptıklarımız arasında çelişki olmayacak. Bize yapıldığında üzüldüğümüz, sıkıldığımız bir şeyi başkasına yapmayacağız. Biz bugün suya havaya toprağa sahip olmak isteyerek yaşamak istiyorsak onları tüketmeyeceğiz, sonraki nesillere de bırakarak yaşayacağız değil mi? Kendimizden sonrakileri de düşüneceğiz. Bu bir örnek, bunun gibi binlercesini bulabilirsiniz hayatınızda… Pekçok düşünce ve kararımızın egomuzun etkisi altında olduğunu ve maalesef sizin bunun farkında olmadığını, gerçeklikler içerisinde birbirini yalanlar nitelikte olduğunu farketmeniz gerekmektedir. Bu kasıtlı ve bilerek yaptığınız bir şey değil ama egonun tesiri altında kaldığımız sürece de, ister istemez vicdanın sesini bastırıyor olacaksınız. Başka türlü dengeli insanın ortaya çıkması mümkün değildir. Hüküm ve kararlar birbirini yalanlar, birbirine uymaz nitelikte olmamalıdır.

İşlerimizi yürütürken kabul ettiğimiz ilkeler mümkün olduğu kadar, birbirlerine bağlı bir sistem içine sokulabilmelidir. Şimdi gerçekleşecek olan bir aksiyon, eylem, ötede ve sonra gerçekleşecek olanla, kök itibarıyla aynı değere sahip olursa ilkelerin sistemli olarak yürürlükte olduğunu söyleyebiliriz. Eğer birey bu şekilde hareket etmiyorsa, vicdan gereken genelliğe henüz ulaşmamış demektir. Yani vicdanda bu aşamada da ani kararmalar ve aydınlanmalar söz konusudur. Tıpkı, his realitesinde yaşandığı üzre, vicdan bir parlıyor, bir kendini gösteriyor, düzgün hareketlerde bulunuluyor ama sonra arkasından arka arkaya vicdana uygun olmayan hareketler geliyor, bakın;  dini bu yönde sömürenler ne çoktur ki, yaptığı pekçok eylemi sonra ben namaz kıldım kurban kestim orucumu da tuttum, Cuma namazını da kaçırmadım diyerek günahlarını örtbas etmeye çalışırlar. Şimdi burada vicdanın yeterli genelliğe ulaşmadığını, sistemin oturmadığını, bir önceki aksiyonun bir sonraki aksiyon ile örtüşmediğini, iş yaparken kabul ettiğimiz ilkelerin birbirine bağlı olmadığını görüyoruz. Bir o ilke var, bir bu ilke var, hangisi işime gelirse o ilke var yani değil mi? Bu noktada hangisi işimize geliyorsa şeklinde hareket ettiğimiz sürece vicdan realitesinin yeterli genelliğe ulaştığından söz etmek mümkün değildir.

Vicdandan söz ederken, yeni ruhçuluğa göre vicdan tanımlarından  da söz edeceğiz.

Vicdan, toplumsal ahlak kaidelerinin üstünde, insan ruhunun takip edeceği kaderi tekamül yolunu gösterir. Tanımlardan biri bu zaten ne dedik? Bir süre sonra toplumsal ahlak kaidelerini aşarak, bireyin kendi iç sesini duyarak yürümesi gerekir.

Tekamül yolu, ruhun kendi çabası ile izlenecek bir yoldur. Bu çok kaderi bir durumdur yani insanın tekamül etmesi insanın en büyük kaderidir. Bundan daha büyük bir kader yoktur. Tekamül yok ise insan da yoktur, o kadar önemli bir kaderdir tekamül insan varlığı için ve bu kadar önemli bir olayı yöneten kudret vicdana verilmiştir. Tekamülü yöneten kudret vicdandadır. Vicdan sesi ancak yukarıya çıkarabilecek kuvvettir. Vicdanın sesini duymadığnız sürece, hala daha aşağıdaki realitelerde bulunduğunuz anlamı çıkacaktır.

Vicdan bizim idrakimiz oranında işler. Yani sizin şuur seviyenizde vicdan sesini işitmeniz mümkündür. Üç şekilde bunu ifade edebiliriz.

1. Birey eylemi yapar ama arkasından ya pişmanlık ya da o eylemi yapmaktan mutluluk duyar.

2. İkinci aşama olumsuz bir eylem için söylüyoruz o fiil  daha tamamlanmadan  bir ikaz hissetmeye başlar, bakın burada daha gelişmiş bir varlıktan söz ediyoruz.  Önce kendine engel olamıyor, eylemi yapıyor ama arkasından pişman oluyor.

3. Biraz daha geliştiğinde, fiili yaparken yahu ben ne yapıyorum? İşte şu kişiye şu an bağırıyorum, saygısızlık ediyorum, ne biçim konuşuyorum?  Bir an önce kendimi toparlayayım diyebilir ve daha o fiil tamamlanmadan içinde bir ikaz sesi başlar, bir sonrakinde bu daha da yüksek bir aşamadır daha fiil başlamadan yani düşünce aşamasındayken kendi kendine bir öğüt ya da bilgi tarzında kendini gösterir.

Bunu da vicdanın kendi içindeki aşamaları gibi düşünebilirsiniz. Henüz başlamadan  o şeyi bir öğüt ya da ikaz şeklinde yakalıyorsanız o anlamdaki vicdani sesinizin daha gelişkin olduğunu görebilirsiniz, ancak bir fiil yapıldıktan sonra pişmanlık duymakta önemli bir göstergedir,hiç farketmiyor olmaktan iyidir o pişmanlık sizin onu bir daha yapmamanıza neden olacak şeydir. O pişmanlığa önem veriniz, kıymet veriniz lütfen.

Vicdan bireyin sorumluluğunu  tayin ve takdir eden bir melekedir. Yani vicdanınız ne kadar gelişmişse o kadar sorumluluk sahibi olursunuz. Vicdanınız çok gelişmişse kendinizi vazifeye adar, vazifeye ait bir hayat yaşarsınız. Bu sizin gezeninizde çok görülen bir durum değildir ancak buradan vicdanın gelişmişliğini ölçebilirsiniz, aldığınız sorumluluklar,  sizin vicdanınızın ölçüsüyle bağlantılıdır

Vicdan, hayatın maddi ve ruhi faaliyet hudutlarını tayin eden bir rehberdir. Çünkü  maddi yaşayışla, ruhsal yaşayışı dengede tutar.  Vicdanın sesi sayesinde sadece maddiyata gömülmeyerek, ruhsal tesirlerinde sesini duymaya başlarız. En önemlisi Rabbimizin sesine doğru yol almaya başlarız.Bu vicdan sesi bizi ruhi faaliyetlere, ruhsal tesire doğru geliştiren ve yönelten önemli bir sestir.

Rabbiyle Bağ Kurmak

Vicdan, ilahi irade kanunlarının icaplarını bildiren bir ahenktir. Evrensel yasaları sadece vicdanın sesiyle duyabilir, algılayabilirsiniz. Vicdan sesi olmadan evrensel kanunlarını farketmek mümkün değildir. Ancak vicdan sesiyle birlikte yüksek ruhsal tesirlerle ilişki kurabilmeye başlarız Böylece vicdan kurtuluşu sağlayan yüksek ruhsal tesirlerle ilişki kuran plan veyahutta bir  meleke olmaktadır. Yani yüksek ruhsal tesirlerle yani Rabbimizle bağ kurmadan nasıl mutlu olabiliriz. Geçen çalışmada da söylediğimiz gibi Rabbiyle bağ kurmadan mutluluk bekleyen insanları  anlamak mümkün değil. Vicdan bizim kurtuluşumuza, yükselmemize doğru giden en önemli melekedir.

Vicdan sesinin daha iyi duyulabilmesine yardım eden hususlar

En önemlisi nefis denetlemesi yapmak. Bireyin sık sık kendi egosunu duymaya çalışması ne kadar çok ben diyor, ne kadar çok kendi menfaatine, faydasına doğru yol alıyor. Almak istiyor, kendi istediği gibi yürüsün olaylar, kendi belirlediği gibi olsun olaylar istiyor. En ufak çocuğunuzla ilişkinizde dahi kendi istediğiniz şekilde yönlendirme yaparsınız. Şunu yapsın bunu yapsın istersiniz. Kocanızla ilgili, komşunuzla ilgili dahi, bazı şeylerin yine sizin istediğiniz gibi yapılmasına dair bir istek vardır. İşte bu EGO’ dur. Egonun denetlenmesi ve farkedilmesi, kişinin kendi günlük yaşamı içinde ne kadar çok ben dediğini duymaya niyet  etmesi önemlidir. Tabii bunu yapabilmek için nefis denetlemesine geçmeden evvel insanın kendini başkasının yani karşısındakinin yerine koyması gerekmektedir.

Bu empatiyi kurmadan nefsinizi denetlemeniz ya da egonuzu farketmeniz, keşfetmeniz mümkün değildir. Önce karşınızdaki ne hissediyor, onun da duyguları var, onun da egosu var, o da egosuyla hareket ediyor, bunu hiç dünüyor muyuz?  Ben şu anda egomla hareket ediyorum, bağırıyorum, çağırıyorum ama sonra diyorum ki, bana neden bağırdı? İyi de hangi sebepten bağırıyorsam o da o sebepten bağırıyor. Egom sebebiyle bağırıyorsam o da ego sebebiyle bağırıyor. Benim sözlerimin onda nasıl bir etki bıraktığını da farketmem, hareketlerimin onun egosunu nasıl kışkırttığını da,  kendimi onun yerine koyarak farketmem gerekir. Onun penceresinden bakabilmem, onun gibi onun gözünden kendimi görmeye çalışmam da çok önemlidir. Bu yüzden, kendimizi başkasının yerine koymak ve empati kurmak, nefis denetlemesinin en önemli gereklerinden biridir.

Ve çok önemli bir nokta, Her kim olursak olalım, nefsaniyetimize düşkün ve ona bağlı olduğumuzu kabul ederek işe başlamalıyız. Efendim bende ego yok, varsa varsa biraz vardır, pekde yoktur, öbüründe daha çoktur. Şimdi ben biliyorum, bizim Leyla hanım var ya, onun vallahi her  tarafı ego, ben de yok ya, ben çok değiştim tabii ya, bende kalmadı böyle şeyler, olur mu biz neler gördük yaşadık filan… bunları geçiniz efendim geçiniz… Her kim olursak olalım, nefsaniyetimize düşkün olarak işe başladığımız kabul edelim. Kendimizi başkasının yerine koyacağız ve kendi nefis denetlememizi yapacağız.

Vicdan sezgisinin tesirleri: Vicdan sezgisi nasıl hissedilir?

Kişiye, onun kişisel çıkarlarını geri plana alması için baskıda bulunur.Bakınız elinizde bir lokma yemek var, açsınız eve gidip yemek yiyeceksiniz, yanınızdan aç bir çocuk geçiyor, hiç düşünmeden elinizdeki lokmayı ona verirsiniz, siz sonra yeyiverirsiniz. Bu büyük bir adam da olabilir karşınızda olan. Ama siz artık kendi kişisel çıkarınızı geri atmak konusunda vicdanınızın sesi baskıda bulunmaya başlar. Çocuklar vicdan mekanizması açısından çok önemli dersler verir insana çünkü özellikle anneler çocuklarını hep kendilerinden önce düşünerek, kendi bireysel çıkarlarını bir kenara almak suretiyle güzel bir egzersiz yaparlar ama burada mesele çocuklar değil aslında tüm insanlık içindir olması gereken nokta. Kendi kişisel çıkarlarını değil, başkasına yardım  etmek ön plana geçmelidir ve vicdan bunun için baskı yapmaya başlar.

İlerleyen aşamalarda birey artık başkaları ile kendisi arasında sadece bedensel bir ayrılığın olduğunu düşünür. Aynı özden, aynı ruhtan geldiklerini, aynı yerden üflenen nefes olduklarını, kardeş ruhlar olduklarını, birinin gelişmesinin diğerinin gelişmesine hizmet ettiğini bu yüzden birinin kurtuluşunun diğerinin kurtuluşu olduğunu anlamaya başlar. Bunlar vazife realitesinin ufak ufak parlamalarıdır diyebiliriz. Yavaş yavaş artık bir kardeşlik, bir bütünlük duygusu gelişmeye başlıyor tabii…

Derece derece yayılan ve ilerleyen bir varlık sevgisinin zaruretini ortaya koyar ve kişiyi bu sevgiyi tatbik etmeye bunun gerçekliğine ve tatbikatına zorlar.Artık hepimiz kardeşiz, hepimiz bir bütünüz, aynı özün çocuklarıyız diye düşünme ve bu yönde hissedilen duygular, kendimizi sevdiğimiz gibi onları sevmeye, hiç olmadı Yaradan’dan ötürü sevme gibi duygular ortaya çıkmaya başladığı için artık birey hem bu sevgiyi yaşamaya başlar, hem tatbik etmeye başlar, hem de vicdan onu  bu tatbikatı yapmaya baskı yaparak zorlar. Yapacaksın yapacaksın der çünkü yapmazsa vicdan azapları dediğiniz o gece uyku tutturmayan sıkıntılar başlar.

Yaptığımız hareketlerde, söylediğimiz sözlerde “hakkaniyete” uyup uymadığımızı araştırır,  her daim bizi tereddütte bırakır. Acaba uydum mu, uymadım mı? Doğru mu değil mi? Acaba bunun ilahi ölçüsü neydi?  Hakkaniyete uydum mu, uymadım mı? Söylediğimin  tamamı doğrumuydu, iyi mi yaptım, kötü mü yaptım ? Hep bir tereddüt var, aslında bu tereddüt iyi bir tereddüttür, arayıştır. Doğruyu bulmak adına gereklidir. Bir şeyi eksik yapmıştır ve bu araştırma onu doğruyu yapmaya, o eksiği tamamlamaya doğru götürecektir. Bu tereddüt doğru bir tereddüttür, bu baskı faydalı bir baskıdır.

Vicdan sezgisinde, insanlara karşı onların hayırlarını temin edici bazı hareket ve faaliyetlerde bulunmak üzere ferdi aşan teşvikler vardır. Yani vicdan yavaş yavaş der ki: Yahu insanlara yardım et, hadi git bir hayır kurumuna bağışta bulun, git iki fakiri doyur, git filancanın çocuğuna bir bayramlık alıver gibi vicdan bir takım teşviklere başlar ve birtakım baskılar yaratarak kişiyi hayırlı eylemler yapmaya iter

Artık yavaş yavaş VAZİFE REALİTESİNE DOĞRU  bir geçiş var burada. Ego yok, başkalarını düşünüp, onlar adına birşeyler yapmaya başlıyoruz. Kişiyi başkalarına yardım konusunda faydalı bir yola sokar. “iyi niyetin” yanı sıra, faydalı davranışlara doğru da bireyi baskılar.  O mekanizmayı durdurumazsınız, bir kere çalışmaya başlayınca bu şekilde yol alır. Fakat unutmayalım ki bunlar bireyin içinde gelişmeye başlarken, parlıyor  aydınlanıyor ve ardından kararmalar oluyor, işte degrade dediğimiz kısım budur. Unutmayalım ki, birey bunları hissetmeye başlamış olmakla birlikte,hali hazirda hala nefsaniyetinin etkisi altındadır. Kendi çıkarları karşısında çoğunlukla bu vicdan sesini örtmeye çalışacaktır. Ama bir yandan da vicdan sesi duyulduğu için yani hem örtmeye çalışıyor, hem de vicdan sesini duyuyor, artık ikisi eş zamanlı, his realitesinde olduğu gibi ego avaz avaz bağırmıyor,artık hem ego hem vicdan konuşuyor. Artık bu noktada birey, tedirgin ve bu durumdan muzdarip bir noktadadır. İçinde inişler çıkışlar aydınlanmalar ve kararmalar vardır. Buradaki ıstırabın sebebi vicdan sesinin doğruyu gösteren ikazlarındaki gerçek ile dış realitede vuku bulan fiillerin, gaye itibarıyla ferdin egoizmasını tatmin etmesinden doğan çatışma neticesidir. Istırabın nedenini şöyle örnekleyelim. “Vicdanın diyor ki, hayır senin bu kırmızı kazağı almak yerine bu parayı şu yandaki ihtiyaç sahibine vermen gerek. Ama ego diyor ki, yahu yılbaşı geliyor, bu kırmızı kazağı da oradaki davette giymek istiyorum. Bunların ikisi bir güzel çatışıyorlar, bu çatışma itibariyle de kişinin vicdan mekanizmasına bağlı olarak ya egosu kazanıyor, kırmızı kazak alınıyor ya da vicdan sesi kazanarak o özel gün için bir fakir fukaraya yardım yapılıyor gibi… Bunların hiçbiri suç değildir, hepsi kişinin vicdanının gelişmişliği ile alakalıdır. Birgün vicdan kazanır, birgün ego kazanır, bu iş zaten böyle yapılır. Ve bunun arkasındanda bir gün vicdan realitesine geçiş sağlanır yani ıstırabın sebebi vicdan ve ego çatışmasından başka bir şey değildir.

Vicdan sezgisinde birey artık çok daha yüksek tesirlere açık hale gelir. Önceki realiteye göre daha fazla yüksek tesirleri ruhuna alır hale gelmiştir.

 Kendini daha fazla tenkit etmeye başlar, a henüz tenkitleri tam yerini bulmasa da yine de, kendi ile ilgili tatminleri azalır. Kedini araştırmaya ve eleştirmeye başlar ve kendine doğru bir yolculuğa çıkar.

Egoizmaya karşı zaman zaman galip gelinir.Fakat  bu onu çabuk yorar ve yine ego kazanır. Böyle devamlı fikri sarsıntılar vardır inişler ve çıkışlar mevcuttur. Henüz bilgisi yeterli olmadığı için bu iniş ve çıkışlar, sarsıntılar mevcuttur. Çünkü düşünceler hareketler hepsi birbirine karışıyor, bir vicdan yönünde hareket ediliyor, bir ego yönünde hareket ediliyor. Henüz bilgi yeterli değil. Kişi arafta kalıyor ama hiç kimse bu noktayı bunlar yaşanmadan atlayamaz. Mutlaka araf denen bu noktanın yaşanması gerekmektedir ki, başkalarının gözündeki çöp yerine kendi gözündeki merteğe baksın, kendini araştırsın, başkalarını görmekten vazgeçsin.

Son Realitemiz Vazife Sezgisi Realitesi ve bir sonraki aşaması Vazife Bilgisi Realitesidir

Önce sezgi tatbikatı yaparak başlar arkasından bilgi gelir ve uygulama aşamasına geçer. Vicdan tatbikatı yapıldıktan sonra ki haylice uzun bir aşamadır bu vicdan aşaması. Az önce söylemiştik, Rabbin veya Evrensel Yasaların Sesini duymaya doğru bir gidiş  olduğu için çok önemlidir. Çok uzun zamanda alınacak bir yoldur. Bu tamamlandıktan sonra vazife bilgisinin sezgisi aşamasına gelir. Yani vazife bilgisine doğru bir sezgi başlar. Artık yavaş yavaş kendinden başka, bu evrendeki diğer varlıklara da yardımcı olmalıyım, sistemin işleyişine yardımcı olmalıyım, küçücük de olsa bir faydam olsun duygusu gelmeye başlar.

Bu merhalenin varlıkları gerçekten nadir varlıklardır. Öyle kolay bir şey değildir vazife bilgisi realitesine gelmek. Ben oldum, ben geldim demeyin, çok nadir varlıklardır buraya gelebilen varlıklar.Vicdan realitesini hakkıyla tamamlamak fazlasıyla yeterli olacaktır zaten. O yüzden vazife sezgisi realitesi çok yüksek bir realitedir. Oraya doğru hedef koyup yürümek tabii ki, önemlidir ve faydalıdır.

Bu vazife sezgisinden vazife bilgisine geçiş açık bir idrak ile olur. Yani ilk aşamada kişi vicdan realitesinden vazife sezgisi noktasına doğru bir geçer, “insanlara  birşeyler yapmalıyım, böyle bir hisler var içimde, işte keşke birilerine bir faydam dokunsa” demeye başlar. Bunun arkasından öyle açık bir idrak olur ki, kişi zaten vazifeli doğar, vazifeli ölür.

Buraya gelmeden önce vazife yapmak için gidiyorum der, rehberler tasdik eder onaylar, ona mukavelesi verilir, hadi kardeşim in aşağıya denir, gelir, vazifesini tak tak yapar sonra alırlar yukarıya tekrardan yani bu noktaya kadar ilerlenir . Tabii çok ileri aşamalardan söz ediyoruz. Örnek olarak bu aşama için peygamberlerinizi düşünebilirsiniz.

İnsan ne zaman ki bütün benliği ile yaptığı hareketlerden ne maddi ne de manevi bir sonuç beklemez; bunların kendi tekamülüne yararlı davranışlar olduğu düşüncesine bağlanmaz ise, o zaman insan vazife sezgisi içinde hareket ediyor demektir.Yani maddi manevi hiçbir sonuç, çıkar, yarar, fayda, menfaat hiçbir şey beklemeyecek. İşte bunu yaparsam rehberimin gözüne girerim ya da şunu yaparsam, bir sonraki hayatta rahat ederim, karmamı temizlerim vs. gibi  manevi şeyler beklemediği gibi manevi şeyler de beklemeyecek, sadece vazife yapmak için vazife yapacak işte o zaman artık vazife sezgisinden söz edebiliriz.

Ve burada tabii ki vazife sezgisinin kudretli etkilerine kendini bırakabilmek için güçlü bir iman hazırlığı artık mevcut olur çünkü bu noktadaki vazife realitesinde çok şiddetli bizim diğer realitelerde tahmin edemeyeceğimiz bir iman gelişmiştir.

Yapılan hareket “gerekli” olduğu için yapılır,  iman öyle bir gelişmiştir, vazife duygusu öyle bir gelişmiştir ki, yapılan her hareket gerekli olduğu için yapılır. Borç olduğu için görev için yapılmaz. Vazife gibi yapılmaz. Gereklilik anlayışı vardır. Bir görev bir borç gibi yapıldığında işin içinde yine bireyin kendisi var. Gereklilik olarak yapıldığında artık o evrenin içinde erimiş kaybolmuş, zincirin bir parçası, bir halka olmuş, bütünlüğün içinde erimiş, karışmış bir ruhtan söz ediyoruz. Gerekli olan yapıyor, adeta bir borç gibi, vazife gibi yapmıyor. Sadece gerekli olduğu için yapıyor öyle kuvvetli bir imanı var.

Bu tip insanların kuvvetli imanları ve şaşmaz sezgileri mevcuttur. Beşeri ve hayati zaruretlerin baskısı altında olmakla beraber, hayat onlara ne kadar baskı yaparsa yapsın maddi veya manevi anlamda farketmez, istedikleri kadar baskı altında olsunlar, hayatın maddi ve ruhsal faaliyetlerini birbirinden ayırt etmişlerdir. O kuvvetli imanları ve şaşmaz sezgileri ile de, yol alırlar. Gerekli olan bilirler, hissederler bir borç gibi yapmazlar.

Ergün Arıkdal’ın Kendini Tanıma, Pozitif Yaşam, Tekamül adlı eserleri  kaynak olarak alınmıştır.
Sorularınız için: editor@astroset.com

Yayına Hazırlayan: ASTROSET METAFİZİK ARAŞTIRMA GRUBU
Yayın Tarihi:21 Ocak 2018 

  << ÖNCEKİ BÖLÜM

 SONRAKİ BÖLÜM >>

 

© Astroset 2003-2018