TOPLUMSAL ÖN
KABULLER VE YARGILAR
Toplumsal kabullerin
neredeyse tamamı, basmakalıp fikirler üzerine oluşmuştur.
Bu kabullenme konusu, bir kişinin deneyimlediği birşeyi kendi
zihninde basma kalıp bir fikre dönüştürmesi gibidir. Bir örnek
verirsek, bir kadın düşünün, bir erkekle yaşadığı bir
ilişki deneyimi sonucunda erkekler kötüdür demesi basmakalıp
bir fikirdir, bir önyargıdır, bir kalıptır. Bundan sonraki
yaşantısında bu şekilde devam eder, bunun gibi pekçok kalıplar
vardır. Düşünce kalıplarıdır bunlar. Örneğin: Kadınlar
daha az akıllıdır, erkekler daha güçlüdür vs gibi
toplumumuzun içinde pekçok örnek vardır. Yazmaya, saymaya
kalksanız, yazamazsınız, sığdıramazsınız. Her toplumun içinde
kendi yargıları vardır. Bunun gibi basmakalıp fikirler vardır.
Özellikle etikle ilgili, ahlakla ilgili, biraz daha geri davranışlarla
ilgili, davranışları kısıtlayan düşünceler vardır.Burada
söz ettiğimiz şey dejenere olmak değildir. Birkaç
örnek daha verelim. Merdiven altından geçmek uğursuzluktur.
Önünden siyah kedi geçenin vay haline. Oradan geçen siyah
kedinin negatifine sıra gelene kadar, sen acaba geçmiş
hayatlarında neler yaptın? Siyah kedi geçti uğursuzluklar başıma
toplandı gibi batıl inançlar vardır. Daha büyük kalıplardan
söz edebiliriz. Demokratlar şöyledir, liberaller böyledir, işte
Müslümanlar şu yapıdadır da hristiyanlar bu yapıdadır, işte
gece vakti banyo yapılmaz, şu saatte şu edilmez gibi o kadar
çok toplumsal kanaat toplumsal ahlak anlayışı ile ilgili
yargı ve fikirler var ki, bunlar ister istemez, insan denen
varlığı tekamül yolculuğunda bir noktadan sonra kısıtlar.
Bu kalıplar tamamen
de faydasızdır diyemeyiz. Yaşamı düzenler. Bakınız!
Faydasını gözardı etmeyin yani toplumsal kalıplara tü kaka
diyelim sonra hepsini birden çöpe atalım demiyoruz. Çünkü
toplumsal kalıplar, bu değer yargıları, bu ön yargılar
hepsinin toplumu düzenlemek gibi bir işlevi vardır. Fakat
bunu belli bir realite için konuşuyoruz. Bunlar
toplumu düzenlerler, toplumun görünmeyen kurallarını
koyarlar, toplumun adeta kendi içindeki yazılı olmayan
hukuku, yazılı olmayan yasaları gibidir.
Toplumu düzenlemek
vazifesi baki olmakla birlikte, belli bir realitenin üzerine çıkmaya
başladığınızda, evrensel realitede yanlı
ve sınırlayıcı olmaktan öteye geçemez. Pekçok düşüncenizin
aslında farkında olmadığınız şekilde toplumsal bakış açıları
ile donatılmış olduğunu zaman içinde farkedeceksiniz. Buna
en büyük örneği de, kapitalist düşüncenin etkileri olarak
verdik.
Son dönemde
reklamlarda filmlerde, her
yerdem size dayatılan tüketim önermeleri var. İşte mutlu
insan, büyük evleri olan, havuzları olan, güzel kıyafetleri
olan insan olma imajı, bize sürekli dayatılıyor mu? Dayatılıyor,
öyleyse sizin de bunun etkisi altında kalmış olmanız,
toplumsal bir şuurun etkisi altında kalıyor olmanız anlamına
gelir.
Dünya gezegeninin
normal klasik vatandaşının genel bir şuuru var. Bu şuurun
yarattığı bir anlayış düzeyi var ve moda, reklamlar,
filmler gibi pekçok şeye maruz kalınmaktadır. Farkında
olmadan bilinçaltı düzeyde bazı etkiler yaratmak suretiyle
sizin spiritüel bakışınızı kısıtlamaktadır yani bakışınızın
gelişmesi yerine, daralmaya neden olmaktadır. Oysa biz ne
diyoruz? Bütün prangalardan, bütün zincirlerden kurtulmalıyız.
Kendimizi özgür bırakmalıyız ve onu kendi yüksekliği içinde
daha yüksek bir şuura giderek, orada deneyimlerimizi yapmalı,
yeni deneyimler edinmeliyiz.
KADER-KARMA
İlk olarak Kaderin
oluşumundan söz ederek başlamak istiyoruz. Ve karmadan da söz
ediyor olacağız çünkü kaderi karmadan ayrı bir düzenek
olarak ele almak mümkün değil. Kaderi anlatırken doğal
olarak kaderi de anlatmış olacağız.
Kader dediğinizde
ilk olarak düşünmemiz ve anlamamız gereken şey SEBEP-SONUÇ
YASASIDIR.
Kaderin sebep ve sonuç
olmadan oluşması mümkün değildir. Kader kendiliğinden oluşan,
alnımıza ne yazıldıysa o, diyebileceğimiz bir mekanizma değil
ama bir yandan da evet alnımıza ne yazıldıysa o fakat o alnımıza
yazılan nasıl yazıldı? İslami bakış açısından Allah
hakkımızda ne hüküm verdiyse odur dediğimiz söylem yanlış
değil, son derece doğru bir söylem ama o günün realitesi ve
koşulları içinde sadece bu kadarı ifade edilmiş bir söylem.
Bunun bir arkasına geçmek lazım. Evet! Alnımıza yazılan,
bu hayata gelirken genel hatlarıyla belirlenmiş bir kader planı
varmı? Var. Bunun yüce takdiri, Yüce Rabb’imizin midir?
Elbette, o istemeden yaprak kıpırdamaz. Evet, Allah alnımıza
ne yazdıysa bu hayatta onu yaşayacağız ama asıl mesele bu
kadar kaderci olmadan da bakmak gerekir. İşte efendim, Allah
alnımıza ne yazdıysa odur, öyleyse biz niye gayret edelim?
Çaba sarfedelim?
Sabah kalkarım saat 12.de gece yatarım saat 3 te, hayat geçer
gider, elbet bir yerde bir rızkımız vardır. Vakti gelince de
Allah alır yanına şeklinde bir atalete de düşebiliriz. Bu
kadar kaderci olmak ister istemez çabayı elden bırakmak
demektir. Bizim sür efor dediğimiz çabayı elden bırakmak
anlamına gelecektir. Yoksa temel prensipte hala aynı şeyi söylüyoruz.
“Allah alnımıza ne yazdıysa o, ondan öte bir şey yaşayamayız.Yüce
Rabb’inizin hakkında onaylamadığı, sizinle ilgili hüküm
vermediği bir şeyi bu gezegende, bu ortamda, bu koşullarda yaşamanız
mümkün değildir. Ama bunun nasıl oluştuğuna bir bakmak lazım.
Şimdi Sebep-Sonuç
ilkesi çalışır dedik kaderde yani bu ne demek? İnsanoğlu
kendi fiillerinin eksileri ile karşılaşır . Burada önemli
bir noktanın altını çizeceğiz. Fiillerinin etkileri ile
demiyoruz, fiilerinin eksileri ile karşılaşır diyoruz farkı
açacağız yani buradan şunu çıkarmak mümkün, göze göz,
dişe diş, kana kan gibi bir yaklaşım doğru değildir. Yani
iki kere adam öldürdü, iki kere öldürülecek değil,
birinin kolunu kestim, şimdi benimde kolumu kesecekler şeklinde
bu kadar şeriat tarzı bir yaklaşım söz konusu değildir ayrıca
sistem olarak böyle bir şeyin hazırlanabilmesi mümkün değildir
yani sistemin de bazı esnekliklerinin olması gerek. Aynı anda
kaç milyon tane yaşam planı hazırlanıyor, biliyor musunuz?
Bu kadar göze göz dişe diş bir anlayışla yürünmeye kalkılsa
ihtiyaçların karşılanması çok uzun zaman alır. Eksisi ile
karşılaşılır. Yani sizin bir insan üzerinde geçmişte
yarattığınız, olumlu veya olumsuz etkinin aynısını alırsınız.
Ne bir gram fazla, ne bir gram eksik.
Bir insanın geçmişte
mallarını çaldıysanız, bu sizin aynı şekilde mallarınız
çalınacak anlamına gelmez. O kişi malları çalındığında
nasıl şeyler yaşadıysa, ne gibi bir etki yaşadıysa, onu
size yaşatabilecek başka eksileri alacağınız anlamına
gelir. Ama bu arada mallarınız da çalınır mı çalınabilir
de. Lineer bir yapı düşünmeyin
Kader dediğimiz
mekanizma oldukça kaotik bir şekilde çalışan, inişleri çıkışları
olan bir mekanizmadır ancak şaşmayan bir şekilde, yarattığınız
eksiyi, ne bir gram eksik, ne bir gram fazla olmak üzere,
olumlu ise olumluyu, olumsuz ise olumsuzu yaşarsınız. Malları
çalmışsanız sizin de o çalınmadan duyulan etkiyi yaşamanız
gerekir. Eğer başka bir olaydan yaşayamayacaksanız o zaman
da mallar çalınır. Ama siz aynı etkiyi mallarınız çalınmadan,
filan yerde yaşadığınız bir olayla yaşacaksanız başka
bir olayda gelebilir. Göze göz, dişe diş, kana kan yaklaşımı
yok. Fiilin aynısı ile karşılaşmak yok ama birebir aynısı
ile karşılaşılan durumlar da vardır. Bunlar büyük
derslerdir.Bazen bir yalan söylersiniz, iki gün geçmeden bir
başkası benzer bir konuda size yalan söyler ve dersiniz ki,
yaa bak nasıl oluyormuş? Bunlar insanın şuurunu biraz aydınlatan,
bir daha yapmayayım diye dersler aldığı olaylardır. Örneğin:
bir önceki hayatınızda bir eşiniz vardı hayatı size dar
etmişti. Bu demek değildir ki, siz bu hayata gelince kadın
olacaksınız da ona hayatı dar edeceksiniz. İş yerinde öyle
bir patronunuz olabilir ki, benzer etkiyi yaşarsanız. Bilmem
kimle ilişkiniz öyle düzenlenir ki, benzer etkiler alınır.
Bir diğerinin üzerinde yarattığımız etkiyi kendi üzerimizde
deneyimlemektir karma dediğimiz şey.
Temel prensip, size
yapılmasını istemediğiniz birşeyi başkasına yapmamaktır
da biz bunu nasıl öğreneceğiz? Bir başkasına yaptığımız
şeyi bizzat kendi üzerimizde deneyleyerek öğreniriz ve o
inan birgün gelecek ki, kendisine yapılmasını istemediği şeyi
başkasına yapmayacak ve birgün gelecek ki, bunu o kadar içten
söyleyeceğiz ki, gerçekten bu terazi hiç şaşmayacak. Hiç
kimseye, kendinize yapılmasını istemediğiniz birşeyi
yapmayacaksınız. Öyle yangınlardan geçeceğiz, öyle
kavrulacağız ki, o terazi hiç şaşmayacak. Birgün böyle
olacak ama bunun olacağı güne kadar biz kader-karma dediğimiz,
zincirin içinde tekamülümüzü sürdürüyor olacağız.
Kader dediğimiz şey,
alnımıza yazılmış olan dediğimiz şey bizim yapıp
ettiklerimizden başka bir şey değildir. Bizim oluşturduğumuz
daha doğrusu, bizim sebeplerini oluşturduğumuz şeylerdir. Hiçbir
sonuç olamaz ki, bize ait olmasın. Şimdi kucağımda nurtopu
gibi bir sonuç var Yarabbim, aman da nereden geldi bu? Komşunun
herhalde, benim kucağıma mı düştü acaba? Eğer kucağınızda
nurtopu gibi bir sonucunuz varsa ondan daha nur topu gibi
sebebiniz vardır bir yerlerde. Bundan üç ay önce, bundan beş
yıl önce, beş hayat önce, sekiz hayat önce. Mutlaka bir
sebep yaratmışsınız ki, şimdi bu sonuçla başbaşaşınız.
Olumlu fiiler içinde aynıdır. Lütfen karmayı sadece olumsuz
fiiller olarak değerlendirmeyin, hayatınızdaki her olumlu şey,
geçmişteki olumlu karmalarımızın neticesidir.
Bütün sebeplerin
bir sonucu vardır, her etki bir tepkiye neden olur. Her yarattığımız
etkinin tepkisini, her yarattığımız sebebin sonucunu yaşarız.
Her zaman birebir değil ama o sebebin eşit miktardaki sonucunu
alırsınız. Bir başka insan üzerinde sekiz şiddetinde bir
etki mi yarattınız bir konuda, bambaşka bir konuda sekiz şiddetinde
bir tepki mutlaka alırsınız. Bu değişmez ama sonuçların
alınış şekli değişir.
Her zaman sırası
ile gelir diye düşünmeyin. Geçmişte yaptıklarınız karışık
şekilde karşınıza çıkar. Sekiz hayat önce yaptıklarımı
daha önce, beş hayat önce yaptıklarımı daha sonra öderiz
diye bir şey yoktur. Bu karşılaşmalar karışık şekilde
karşınıza çıkarlar. Uygun zemin koşullar olanaklar, sizin
o anda öğrenme kapasitenizle bağlantılı birçok faktör
nedeniyle karışık düzende karşınıza çıkarlar. Diyelim
ki, geçmişle ilgili on tane olumsuz eyleminiz var. Bunların
sonuçları ile karşılaşacaksınız, her birini bir yüzyılda
yaptığınızı düşünürsek, önce 1200 sonra 1300 sonra
1400 üncü yüzyıllardaki hayatlarda yaptığınız eylemlerin
sonuçlarını sıra ile almak şeklinde değil de, sizin
öğrenme kapasitenizin artmış olmasına göre de gelir. Örneğin
en son hayatınızda yapmış olduğunuz eylemin sonucunu henüz
almaya hazır değilseniz, bunun sonucunu almanız bir iki hayat
ertelenir.
Tekamülde en önemli
şeylerden biri de, zaman-mekan-olay tasarrufudur.
Biz zamanı, mekanı, olayları, insanları bol bir şekilde
harcayamayız bunların her birinin arkasında çok büyük
organizasyonlar vardır. Bugün alamayacağınız bir ders için
size organizasyon yaratılmasının ne anlamı var? Zaman kaybından
başka bir şey değildir. Öğrenmek için hazır olmadığınız
sonuçlar bekletilir. Bazen o deneyimi yaratacak insanlar o
hayatınızda denk gelemezde bir sonraki hayatınızda uygun koşullar
oluşur. Oluş sırasına göre düşünmeyin gayet karışık
bir şekilde ortaya çıkarlar.
Bu planlamalar,
bizden çok üstün
varlıkların yani rehberlerin hazırladıkları planlarla gerçekleşir.
Biz henüz bu planlamaları yapmaya muktedir değiliz. Bu kadar
vakıf olsaydık zaten bu eksiklikler ortaya çıkmazdı. Yukarı
çıktığımız zaman değerlendirilme yapılmasında bu konuda
özel olarak görevlendirilmiş rehber varlıkların yanınızda
olması, sizin o hayatı gözden geçirirken kendi farkettiğiniz
eksikliklerle birlikte farkedemediğiniz bazı kusurları size göstermeye
çalışır ama farkedemeyeceğiniz kusur ve hatalar size gösterilmez.
Geçen çalışmada
Tekamül konusunda otomatik realiteyi anlatırken, kişiler
kendi yaptıklarından bazı noktalarda sorumlu değildirler
diyerek anlatmıştık. O durumu algılama gücünde olmadığı
için kendisine bazı hatalar gösterilmiyor çünkü
anlayamayacak. Anlayacağı noktaya kadar süre uzatılır, o gün
anlayabileceği kadarı ona anlatılır ve gösterilir. Kendisi
zaman zaman bu anlamak istemez, işine gelmez, kafasına kafasına
kakarak, ittire kaktıra öğretilir, der
ki;“yahu yapmadım, yaptın kardeşim, yapmadım yaptım kardeşim”
dermişçesine bu şekilde bir diyalog olur mu olur tabii ki
olur, sözel değildir, rehberlik bize bunu çeşitli olaylarla
öğretir. Kişiler yukarı çıktıklarında öyle esrarengiz
kimliklere ulaşmadıklarından, yapıp ettiklerini inkar etme
noktasında olurlar. Rehberlikler zaman zaman bir çocukla konuşur
edada, “ Hıı hadi bakayım yaptın ama in aşağıya da
derslerini al bakalım” tarzında bir diyaloğa girmek zorunda
kalırlar. (Bu diyalog bir örnek, böyle konuşulmuyor tabii
ki, konuşmanın telepatik olduğu ince titreşimli öte
alemden-ölümden sonrasından söz ettiğimizi anladı arkadaşlarımız)
Biliniz ki, bu hayatımızla
ilgili yapmış olduğumuz planlamalarda sizden daha yetkin bir
rehber varlığın parmağı vardır. Size yeni yaşam planınızı
anlatmıştır, nazik bir şekilde teklif etmiştir. Sizde kabul
etmişsinizdir. Rehberlik hiçbir zaman sizin yaşayamayacağınız
bir yaşamı önünüze koymaz. Derler ki, “Allah Dağına Göre
Kar Verir”. Karşılaştığınız olayları kendinizden
yabancılaştırmayınız. Nedendir bu yabancılaştırma,
egodan öte bir şey midir? Değildir. Sanki hiç size ait değillermiş
gibi, öylesine komşunun çocuğu kucağınıza düşmüş,
yandaki bahçeden uçmuş da kucağınıza hop diye gelmiş
gibi şaşıp şaşıp bakmanız enteresan oluyor doğrusu.
O kucağınızdaki top komşunun topu değil, yan bahçeden
goool diyerek kucağınıza atılmış bir top değil bizzat
size ait, zaman içinde ince ince ördüğünüz bir hayat planıdır
ama ego işin içine girer ve der ki, “ ben bunu yapmam, şunu
da yapmam, ötekini de yapmam, ben şöyle iyi kalpliyim, ben böyle
iyi kalpliyim, ben kimseye kıyamam, karıncayı bile incitmem,
vay ben bir başkasına kötülük eder miyim ki”. Böylece
kucağınıza gelmiş o topu yabancılayarak, yabancı birşeymiş
gibi bakar oysa olanlar kendisinin elinin emeğinden başka bir
şey değildir. Bugün hayatımıza girmiş olumlu ve olumsuz,
kederli sevinçli olaylar, yapıp ettiklerinizin sonucudur.
Sizden başka bir kişiye ait değildir. Aynı zamanda sizden başka
bir şey de değildirler. En büyük yasa, Sebep-Sonuç yasasıdır
ve diğer bütün yasaları kapsar. Neden – sonuç olmayan hiçbir
şey bulamazsınız. Şu anki algınızla neyi değerlendirirseniz
değerlendirin, neye bakarsanız bakın mutlaka bir neden ilişkisi
vardır ama siz o ilişkiyi çözmüşsünüzdür, çözememişsinizdir
o başka. Tüm kader mekanizmasını kapsar.
Tüm insanlığın
bir kaderi, gezegenin bir kaderi,
Türk topluluğunun da bir kaderi vardır. Dünya topluluğunun
da bir kaderi vardır. Dağların, taşların bile bir kaderi
vardır. Hiçbir şey sebepsiz ve sonuçsuz olamayacağı için
bu bilgiyi adeta altın harflerle kazımalıyız zihnimize alnımıza.
Kucağımızdaki nurtopu sadece sonuç değil onu yaratan
sebepler de var. Bu sorumluluğun altına girmek, bu taşın altına
artık elimizi sokmak zorundayız.Bu sebepler bize ait değilmiş
gibi davranmak bizi nereye götürür, daha ne kadar oyalar?
Elbet birgün gözlerdeki perdeyi, örtüyü kaldırıp, bu sonuçların
sebepleri de bunlardır diyerek, kendimizi görmek zorunda
kalacağız.
SEBEPLER VE EGO
Sebepleri yaratan
mekanizmanın arkasında ego dediğimiz bencil uygulamalar vardır.
Ego, menfaat, fayda, çıkarlar gibi bireysel egolara yönelmesek
zaten hataları oluşturan bu sebepleri de yaratmamış oluruz
ve yasa ihlallerine girmeyiz. Yasa ihlalleri zaten sebepleri
yaratır bireyleri de yasa ihlallerine götüren şey egosudur.
Şeytan insanı nereden kandırır? Egosundan. “ sana çok güzel
kadınlar vadediyorum, gel sana çok yakışıklı adamlar
vereceğim, gel paralar, şan, şöhret, Mercedesler, BMW ler
vereceğim, gel dünyanın en büyük süper starı yapacağım
seni” der şeytan bunlar onun en büyük havucudur. Kimisinin
egosu mala, mülke, paraya dayanamaz, kimisinin egosu prestije
dayanamaz, kimisinin egosu şan-şöhrete dayanamaz. Yani egonun
dayanamadığı çok şey vardır. Ego öyle bir şeydir ki,
hemen açığa çıkar. Birine bağırın hemen verdiği cevap
şudur: “Sen kimsin ki bana bağırıyorsun” işte bu kadar
bitti. Bu cevap zaten bir ego patlamasıdır. Diğeri de kendi
egosuyla,”eee sen kimsin diyecektir. Sen kimsin cevabı kişilerin
karşılıklı ego çatışmalarından başka bir şey değil,
dolayısıyla her oltaya gelebilen, her yemi yutan, çok kolay
kandırılan küçücük bir çocuk gibidir. Gel çocuğum, sana
bir elma şekeri alacağım diyerek ego kandırılır. Kanan
ego, yasayı delmeye başlar. “İki tane yalandan kim ölmüş,
kimse söylemiyormu ki, şuradaki işim rastgitsin de üç yalan
daha söyleyiveririm, aman ne olacak canım, iki tane de namaz kılarız,
tövbe ederiz, sonra gider bir yoksula para veririz, Allahım günahlarımı
affet” deriz olur biter. Yoksullara yardım edin o ayrı, ama
siz sebep yarattınız,
bir mekanizma çalıştırdınız, yasaları ihlal ettiğiniz
her an sebepler oluşmaya başlar. Evrensel yasalara ilkelere
ego nedeniyle uygun olunmayan her an, küçük küçük ya da büyük
büyük sebepler oluşmaya başlar, sonra ne ekersek onu biçeriz.
VİCDAN SESİ
Evrende hiçbir şekilde
tesadüf yoktur. Hiçbir şey kendiliğinden meydana gelemez.
Sebep olmadan da hiçbir sonuç ortaya çıkamaz. Burada önemli
bir nokta var. Vicdan sesi önemlidir. Evrensel Yasalar’ı
delerken, aslında vicdanımız bize bir takım uyarılar verir.
Ve adeta der ki: “Şu anda, adalete, doğruluğa, iyiliğe,
sevgiye aykırı birşeyler yapıyorsun, doğru olmayan birşeyler
yapıyorsun, dine uygun olmayan birşeyler yapıyorsun.
Dinimizde yalan yok ama sen yalan söylüyorsun, insan olmaya
yakışmaz yalan söylemek, sana yakışmaz yalan söylemek.
Bunları bir takım vicdan azabı ile ortaya çıkarken, o arada
ego da sahneye girerek, “Hayır ben daha fazlasını elde
etmek istiyorum” der. Hırs ve aşırı şehvet (şehvet yalnız
cinsellikle ilgili bir konu değildir, nefsin kendini öne sürmek
istediği, aşırı iştahlı her hal için de söylenir) hissi
maalesef bizi o hatadan koruyamıyor. Biz bu sırada bir yasayı
delmiş oluyoruz. Ve yasayı deldiğimiz için bir tür enerji açığa
çıkıyor, tıpkı negatif enerji gibi. Ve bir tarafta
birikmeye başlıyor. Şimdi olay var, OLAY VAR. Yani küçük
olay var, büyük olay var. Gidipte birisine “ya ben dün
pembe çorap değil de, lacivert çorap aldım” söylediğimiz
yalan başka, eşinizi aldattığınızda söylediğiniz yalan
başka, şiddeti farklı, olayın içeriği farklı, düzenek
farklı yani bu sadece yalandır, bütün yalanları aynı
kefeye koyarız diyemezsiniz. Ne için yalan söylüyorsunuz,
neyi kapatıyorsunuz? Söylediğiniz
yalanla birinin ölümüne mi neden oluyorsunuz, sadece saçma
sapan bir çorap için mi yalan söylüyorsunuz? Yalan yalandır,
yalan bir enerji yaratır. Ne
için yalan söylediğiniz ve içeriği de çok önemli. Sizin
yarattığınız hedefler çok küçük hedeflerse adeta bir düdüklü
tencerenin içinde kaynamaya başlar. Düdüklü tencere ısınır,
ısınır, ısınır patlaması uzun zaman alır ya sonra ateş
devam ediyorsa patlar ya, işte öyle küçük küçük şeylerin
toplanması belki bu şekilde olabilir. Ama bazen de öyle
olaylar birikir ki, o tencerenin patlaması hızlanır. Siz bugün
yaşam planınıza o kadar aykırı, o kadar aykırı o kadar
beklenmeyen bir şey yapabilirsiniz ki, yaşam planınızın
kesilmesi mecburiyeti doğar. Bu eyleme devam etmemeniz için yaşam
planınız tak diye kesilir ve öte aleme geçersiniz ve hemen
değerlendirme sürecine alınırsınız.
Bu karma yasasını
çok kaotik bir yapıda düşününüz. Her olay aynı kuvvette
yasayı delme kudretinde olmadığı için kendi kuvvetleri ölçüsünde
olaylar yaratacaklardır. Örneğin;
üç şiddetindeki bir depremin yarattığı tsunami ile
on şiddetindeki bir depremin yarattığı tsunami aynı
olamayacağı gibi, bizim üç şiddetindeki eylemimiz daha küçük
bir enerji yaratırken, on şiddetindeki eylemimiz daha yüksek
bir enerji yaratacak bunların zamanlamaları arasında da
farklar olacaktır. Bazen birikip birikip gelecek, bazen de çok
ani bir şekilde gelebilecektir. İki kere iki dört gibi çok
matematiksel bir şekilde anlatabileceğimiz bir konu değil,
kaotik bir yapıdan söz ediyoruz şu anda.
Geçmişte oluşturduğunuz
birçok sebep,birleşip tek bir sonucu da meydana getirebilir,
tek bir sebep pekçok sonuç olarak karşımıza da çıkabilir.
Yani siz A,B,C, D olaylarını yaptınız, bütün bunlar toplanır
öbür hayatınızda toplu olarak x olarak, karşınıza da
gelebilir veyahutta, bir sonraki hayatta, A, B, C, D, E olarakta
karşımıza çıkabilir. Gördüğünüz gibi çok kaotik bir
yapıdan söz ediyoruz. Demeyiniz ki, ben bir tane eylem gerçekleştirdim,
karşıma üç tane sonuç çıktı. Bazen sonuç üç parçada
da olabilir bazen tek bir eylem geçmişteki olayları da peşine
takarak üç eylem olarak karşımıza çıkabilir.Bilmeniz
gereken şey, kucağınızdaki topun komşunun olmadığıdır.
Siz sadece bunu biliniz kafidir.İnce hesapları rehberlerinize
bırakınız.
İNSAN KENDİ
HAREKETLERİNDEN SORUMLUDUR
Kısacası
diyebiliriz ki, insan kendi hareketlerinden sorumludur. Bizler
tam olarak baştan aşağı tastamam kaderimizi kendimiz yönlendiririz.
Her iş insanın kendinden çıkar, kendisine döner. Ne ekerse
onu biçer, tüm hareketlerimizden sorumluyuz ama biliriz ki,
yalnız hareketlerimizden değil, düşüncelerimizden de
sorumluyuz. Bu realitenin icabı sadece yapıp etmelerden
sorumlu olmak değil, düşüncelerden, gezegene yayılan
enerjilerden sorumlu olmayı getirir.
Madem ki, bir
vazifeye gönüllü oluyorsunuz. O zaman düşüncelerinizden,
gezegene yaydığınız tüm enerjilerden de sorumlusunuz.
Sonuçların meydana
gelmesi için bazen sebeplerin birikmesi gerekir. Örneğin;
bazen yaşamak istediğiniz bazı şeyler için çok uzun
beklemeniz gerekir. Bunun arkasında hep ayarlanması gereken
sebep sonuç meseleleri vardır. Bu sebepler ve sonuçlar, çeşitli
kombinasyonlar ve çeşitli dozlarda öyle bir araya gelmelidir
ki, bizim bir arzumuz, bir isteğimiz, bir talebimiz karşılansın.
Bazen uygun zaman mekan veya sizin ruhsal hazırlığınız
yeterli olmayabilir. Bazı
olaylar için uzun beklemelerin yapılması gereken zamanlar
vardır fakat bu beklemeler, bu sırada elde edilen deneyimlerin
yeni sebeplerini o sırada oluşturmaktadır. Siz bazen o
sebepleri oluşturmadığınız için de o sonuçları çekemezsiniz.
Daha olumlu addedeceğimiz sonuçlardan söz ediyoruz, bir
sonucu çekebilmeniz içinde onun sebebini yaratmanız gerekir.
Doktor mu olmak istiyorsunuz bu sizin arzunuz mu? O zaman
okuyacaksınız yani sebebini oluşturacaksınız. İyi bir anne
mi olmak istiyorsunuz? Çocuğunuza karşı her türlü fedakarlığı
gösterip, her türlü ilgiyi vereceksiniz.Yani neyi istiyorsanız,
onun sebebini oluşturmalısınız, eğer şu anda istediğiniz
şey oluşmuyor ise, henüz onun sebepleri oluşmamıştır.Sebepleri
dediğiniz zemin oluşmamıştır veya oluşmaktadır, hali hazırda
oluşuyordur, bu yüzden de karşınıza çıkmıyor olabilir.
YENİ BİR BEN
YARATMAK
Unutmayın ki,
kozmik hafızada , varlığın kendi kozmik hafızası da
herşeyi kaydeder. Kozmik hafızanın atlayabileceği hiçbir şey
yoktur, terazisi çok kuvvetlidir, gram bile şaşması mümkün
değildir, bu yüzden bu noktada KENDİNİ BİLMEK bizim için
çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sebep ve sonuçları kavramaya, anlamaya başladığınızda;
bugünkü sonuçların bir zamanlar oluşturduğunuz gerçek
sebepler olduğunuzu farkettiğinizde, kendini bilmenin ve
kendini tanımanın önemini daha iyi idrak ediyor olacağız.
Bileceğiz ki kendimi daha iyi tanırsam, kendimi daha iyi
bilirsem, bambaşka sebepler yaratabilirim, bambaşka umutlar yeşertebilirim.
Bambaşka tohumlar atabilirim. Atacağım bu bambaşka tohumlar,
benim için bambaşka planlar, bambaşka sonuçlar olacak. Sonuçları
değiştirmek istiyorsanız, sebepleri değiştirin, bunu
unutmayın, sebepleri değiştiremeniz içinde önce sebepleri
araştırmaya başlamalısınız. Kendinizi bilme ve tanıma çalışmaları
yapma suretiyle kişi yarattığı sebeplerini daha fazla
anlamaya başlar, sebepleri farkettikçe sonuçları görür. Ve
bir daha bu sonuçları yaratmak istemeyeceği için yeni
sebepler yaratma çabasına girerek yeni bir ben yaratır.
Kendinde Yeni bir benlik algısı yaratır. Çok daha rahat yükselen
bir şuurla tabii ki, çünkü sebep-sonuçlar için sebepleri
ben yarattım diye o sebepleri almak bile egonun bir adım yukarısına
çıkmak demektir. Egoyu alaşağı etmek demektir. Çünkü o
sebepleri yarattığını kabul etmek var.Çok hırslı bir şekilde
menfaate yönelik bir ben demekten bir kopuş ve gerçekten
kendini tanımaya yönelik bir çalışma başlar.
Sonuç olarak
toparlarsak KADER, KARMA VE SEBEP-SONUÇ YASASININ doğal bir
sonucu ve toplamı olarak karşımıza çıkar. Kader eşittir
karma-sebep sonuç yasasının toplamıdır. Kader dediğimiz şey
Yüce Rabbimizin izniyle alında yazılandır ama bir fiil yaptığımız
eşlemlerin de sonucudur. Karma sadece kendi eylemlerimizin bir
sonucu olarak ortaya çıkan bir yasadır. Sadece eylemlerimiz
değil, düşüncelerimizle oluşturduğumuz negatif enerjilerin
de karmik sorumluluğunda olduğumuzu bilmeliyiz. Etrafa
yayabileceğimiz enerjilerde yine bizim karşılaşacağımız
sonuçlar olarak ortaya çıkar. Bir insanı öldürmeyi düşünmekle
öldürmek arasında
fark vardır. Her eylemin karşılığı başkadır. Ruhumuzun
en küçük bir faaliyeti bile bir sonuç doğurur.
"Dünya okulunu
bitirmek ancak bütün karma borçlarını ödedikten sonra mı
olur?"diye bir soru sorduğunu farzedelim.
Gezegeninizin ilk
zamanlarına baktığınız zaman orada insansı varlıklar görürsünüz.Tam
insan diyemediğimiz ama goril statüsüne de sokamadığımız,
goril biçiminden bayağı da bir insana dönüşmüş bir evrim
modeliyle karşılaşıyoruz. Bu evrim modeli kendi statüsündeki,
kendi formatındaki okulu bitirdiği zaman bir genetik sıçramaya
maruz kalıyor. Ondaki bu değişim, moleküler düzeyde de,
beden atomlarında da bir değişime neden oluyor. Yeni bir
fizikle, yeni bir görünümle, yeni bir statü ile yeni bir
model olarak başlıyor.
Ruhsallığı da böyle
düşünebiliriz. Şu anda insanlık aslında bir sıçrama
noktasındadır, oradaki o insansı varlıktan insana geçer ki
gibi, bugünde insan olarak bulunuyor ama insanda bir sonraki
modele, (hep bir sonraki model var biliyorsunuz) sıçrayış
yapacak. Tabii yapabilenler yapacak. Bu sıçrama olurken, bu bünyeye
ait, bu atomlara ait bütün derslerin tamamlanmış olması
gerekir. Eğer bu dersler anlaşılmamış ise, enerji
bedenlerin sıçrayışı mümkün değildir. Zihin, enerji
bedenler, ruh dediğimiz bütünlük, sıçrayışı yapamazsa
beden de bunu yapamaz, ruh yeni beden içine giremez o
bedenlerde varolamaz. O bedenin kullanılmasını bilmez. Örnek
verelim: Bir araba kullanıyorsunuz, bu beden arabayı nasıl
kullanacağını biliyor, alışık ama hiç bilmediğiniz bir
uzay aracına sizi bindirirsek, ne düğmeye basacağınızı
bile bilmez, panik olursunuz. Ruh ve enerji, yeni bedene uygun
değilse, yeni bedeni kullanamayacaktır.
Genetik değişimin gerçekleşmesi ve yeni bedene geçebilmesi
için önce zihinsel olarak sıçrayışı gerçekleştirmesi
lazım. Zihinsel sıçrayışı gerçekleştirmek için bu dünya
okuluna ait bütün derslerin alınması, yaşanması, onlarla
ilgili bilgilerin edinilmesi lazım. Bir anlamda hesap kitap
defterinin kapatılması lazım gibi de anlayabilirsiniz. Artık
bakkal veresiye defterini kapatıyor gibi. Yeni bedene, yeni
boyuta (orası başka bir boyut) borç taşımak söz konusu değil
yani bu şekilde eski bir karma götürmek, eski tortuları
oraya taşımak mümkün olmuyor. Bu genetik sıçrama bir
yenilenme çalışması. Yeni bedenin en ilkel halinde tekrar başlıyorsunuz.
İnsansı varlıktan insana geçiş oldu ama o ilk insan çok
ilkeldi, ilk insan afrikadaki kabileydi zaten o yüzdende önünde
yepyeni karmalar vardı. Buradaki defter kapatılacak, yeni geçtiğimiz
yerde oranın en alt basamağından başlayacağız. Ama tabii
afrika kabilesi gibi değil yani o kadar ilkel değil.
Peki !"Bu hayatımızda
yasadığımız sonuçları daha önceki yaşantılarımızdan
veya karmamızdan getiriyoruz. Karmamızdaki bu sebepleri
bilmemiz bizim tekamülümüzü kolaylaştırmaz
mı acaba..?."diye bir soru sorabiliriz.
Af dilemek, tövbe
etmek, dua etmek çok önemlidir. Fakat burada ince bir nüans
vardır. Ne için af diliyorsun? Ne için dua ediyorsun? Ne için
tövbe ediyorsunuz?Oradaki niyet nedir? Bir örnek verelim:
Arkadaşınızı ittiniz o da yere düştü kolunu kırdı. Siz
de bir kızgınlıkla böyle bir şey yaptığınız için çok
üzgünsünüz ve biliyorsunuz ki, ben bir sebep yarattım şimdi
bunun sonuçları ile karşılaşacağım. Tutuştu mu paçalar?
Tutuştu. Bu paçaların tutuşması neticesinde, dua ediyorsanız,tövbe
ediyorsanız, af diliyorsanız bilin ki, rehberliğin nazarında
hiçbir tesiri yoktur. Son anda korkuyla, başına geleceklerin
bilinciyle tutuşan paçalarla yana yakıla, “Rabbim ben etti
sen etme” demelerin arkasını iyi bilir onlar. Deseler ki,
tamam çocuğum bu seferlik böyle olsun, ne
farkedecek hiçbir şey, çocuk koşacak koşacak arkasından bu
eylemi yine yapacak? Küçük çocuktan örnek alınız: Annesi
der ki, yapma ceza vereceğim? Annesi der ki, bir daha yapmayacağım,
ceza verme. Böyle bir şeye inanmak mümkün mü? O çocuk o
cezayı almadan o şeyi yapmamayı öğrenir mi?
Can havliyle söylüyor, paçaları tutuşmuş, anasından
yiyeceği zılgıtı biliyor, alacağı cezayı biliyor, yiyeceği
terliklerin farkında, anneciğim ben ettim,sen etme diyor. Bu
noktada annenin bu durumu kabullenmesi ve onu affetmesi çocuğa
iyilik değil, kötülüktür. Çocuğu şımartmaktır.Çocuğu
yeni sebeplere sevk etmektir. Yeni karmik sonuçlara sevk
etmektir. Bakınız ! Yine bir çocuk örneği verelim: Çocuk
eve geliyor ve diyor ki, anneciğim arkadaşımın kalemini çaldım,
anne diyor ki, çocuğum ne biçim şey, yapma bir daha, böylesine
basit şekilde yanıt n veriyor.Çocuk bu rahatlık içerisinde
yarın silgiyi de çalacak, derken kalem kutu çalmaya başlayacak,
kalem kutu yetmeyecek, çantayı-montu çalacak. O anne çocuğun
yeni nedenlere sevketmektir. Yeni karmik sonuçlara neden olmaktır.
Ama o sırada o anne, hangi elinle çaldın çocuğum, işte şu
elimle dediğinde, o ele birtane patlatır ise çocuk yaptığını
farkedecek, bir daha yapmaması gerektiğini anlayacak. Rabbin
mekanizması da bundan farklı değildir. Rab çocuklarının ne
zaman yardım istediğini de pek iyi bilir. İnsanlar başı sıkışmadığında
dua etmeyi bile akıllarına getirmezler, bu yüzden deriz ki,
şükür sizin en büyük yardımcınızdır, sebepsiz şükrediniz,
başınıza bir olay gelmeden şükrediniz. Aldığınız nefese
şükrediniz, oturduğunuz koltuğa şükrediniz, yediğiniz
yemeye, sıcak yatağınıza şükrediniz. Ama genelde böyle
olmaz, şükretmek yerine başları sıkıştığında duaya başlarlar.
Camilerden de çıkmazlar, namazlardan da kalkmazlar, tutmadıkları
oruç kalmaz. Ama Rab onların durumunu bildiği için o günahları
oradan silemez, silerse, yeni sebeplere yol açmış olur.
Oradaki dersin verilmesi çok önemlidir ama siz sebepsiz yere
şükür içindeyseniz hep şükür duygusuyla yaşıyorsanız
bu başka birşeydir. Veyahutta bir eylem yaptınız, vicdan
azapları içinde yanıyorsunuz, yangınlar içinde yanıyorsunuz,
pişmansınız. Derdiniz, eteklerinizin zil çalması, alacağınız
cezanın korkusu değil, gerçekten bir insana vermiş olduğunuz
zarardan ötürü yanıyor yakılıyorsunuz. Sanki
cehennemlerdesiniz ve af diliyorsunuz.Dua ediyorsunuz, tövbeler
ediyorsunuz. Burada alınacak ceza ile ilgili bir dert yok,
cezadan kaçmak yok, cezadan beter kendisi yanıyor, verilecek
ceza belki onu öyle yakmazdı.Kişinin affı, özür dilemesi,
tövbesi, duası değil bu iç yangını önemlidir. Bu noktada
tabii ki, bazı şeyler değişir. Pişmanlığın nedeniyle o
kişinin olayı ne kadar anladığı, bir daha yapıp yapmayacağı
bilinir. Maksat o kişiyi bir daha o hatayı yapmayacak hale
getirmektir. İster karma ile karşılaşın, ister vicdan
azapları ile tövbe edin yeter ki bir daha yapmayın, amaç
belli.
Gerçek bir dua ise,
gerçek bir af dileme ise, gerçek bir
dua ise, kuvvetli bir
tövbe vardır ama başınız sıkıştıysa, yandım
Allah tarzında bir yakarışsa, Rabbin kulakları bunlara kapanır.
Bu noktada şunu
atlamayınız lütfen. Bugün kınadığınız eylemleri, bir
zamanlar sizde yaptınız. Kendi geçmiş evrelerinizde, tekamülünüzün
geçmiş aşamalarında, bugün kulaklarınızın, gözlerinizin
inanamadığı o eylemleri, siz de bundan bilmem kaç hayat önce
yaptınız. Bazen regresyon çalışmaları yapılır. Kişiler
kendi geçmişlerini anımsarlar, bazen rüyalarında görürler,
kendi yaptıkları eylemlere inanamazlar. “Ben bunu nasıl gerçekleştirmişim,
nasıl yapabilmişim” derler. Tabii bugün artık o aşama aşılmıştır
ama geçmişte yaptıklarınız, bugün bazılarınızın hala
yapmakta olduklarıdır. Bu yüzden insanlığın büyük bir
aile olduğunu unutmamak ve her birinizin aslında aynı gelişim
aşamalarından geçtiğini unutmamak gerekiyor. Siz daha önde
olabilirsiniz, artık hırsızlık suçunu işlemiyor
olabilirsiniz ama belki bundan dört hayat önce, hırsızlık
suçu işliyordunuz. Ya da altı hayat önce zaman önemli değil.
Ama biliniz ki, hırsızlık suçunu da işlediniz, adam da öldürdünüz,
katliama da karıştınız, tecavüz de ettiniz, birisine zarar
da verdiniz, işkence de yaptınız, büyük güzellikler de
yaptınız, din adamı da oldunuz, belki manastırlarda da yaşadınız.
Geçmişiniz sadece kötülüklerle dolu değil öyle düşünmeyin,
ama bütün bu eylemler insan içinse ve dünya okulundan mezun
olmak diye birşeyden söz ediyorsanız o zaman bütün bu
eylemlerden geçmiş olmanız lazım. Adam öldürmeden, o
realiteyi yaşamadan nasıl mezun olabilirsiniz? Buradaki türlü
güzelliklerin veya kötülüklerin içine karışmadan nasıl
olur? Hepsiyle hemhal olmak gerek ki, bu okuldan mezun olasınız,
söylediğiniz çok doğru, saygıyla bakmak çok önemli çünkü
her birimiz tekamülümüzün başka aşamalarındayız. Bugün
birimizin yapmaya ihtiyaç duymadığı şeyi diğeri hala
yapmaya devam ediyor olabilir. Bugün gezegeninizdeki vahşeti
onaylamak mümkün değil, ama o vahşete, yapmaya ve maruz
kalmaya ihtiyaç duyan insanlar olduğunu da unutmamalıyız.
Bur karşılıklı bir döngü, sebep-sonuç yasası. Şiddeti
ve vahşeti belli bir seviyeden sonra onaylamak mümkün değil
ama belirli bir realitenin altında şiddet vardır, vahşet
vardır. Hala onu yapmak isteyen ve yaşamak isteyen insanlar
var gezegeninizde, bu bir mekanizma, tekamülün bir aşaması,
mekanik bir durum aslında ve bütün bunlar bir oyun. Derin bir
sorgulama gerekir, acaba bütün bunların ne kadarı gerçek?
Ne kadarı tekamül için sahnelenmiş bir
oyun, gerçek nedir? Aldığınız deneyimler, yaşadığınız
deneyimler gerçeğin
kendisi midir? Yoksa bu deneyimler sizin tekamül yolculuğunuzda
tıpkı matrix filmindeki gibi size sahne sahne kare kare gösterilen,
yaşatılan birtakım ögeler midir? Bunlara şimdi girmeyeceğiz
ama kafanızda da bulunsun. Her şeyi de bu kadar GERÇEK gibi
algılamayın. Gezegeninizde olup bitenlerle bu kadar bir olmayın,
olayla olay olmayın, olayın üstünde durun, bunlar
mizansendir. Bütün bu yaşanan şiddet ve vahşet mizansendir.
Gezegeninizin bir sıçrayış yapabilmesi için, insanlığın
bir sıçrayış yapabilmesi için gerekli olan mizansenleri siz
yaşadığınız gibi gezegeninizin geri kalanları da kendi
ihtiyaçları usulünde yaşıyorlar yoksa gerçeklik nedir? Çok
derin bir sorudur, şu anda tabii ki oraya girmeyeceğiz, ama
bunların bir ölçüde mizansen olduğunu en azından kurgulanmış
gerçeklikler olduğunu en azından akıldan çıkarmayın. Gerçeklik
olarak bile düşünseniz, kurgulanmış gerçeklik olarak
zihninizde tutunuz.
Bu hayatımızda
karmamızın yarattığı süreçleri görüyoruz. Daha önceki
hayatımızda yaşadıklarımızı bilmemiz, kendimizi bilme ve
gelişim açısından bizim bu hayatımızdaki tekamülümüzü
kolaylaştırmaz mı? Diye de düşünebilirsiniz elbette…
Peki, örneğin şöyle
düşünelim. Hemen bir önceki hayatı alalım çok yakın olduğu
için çok yakın etkiler de alınacaktır, hayat ne kadar yakınsa
etkileri de hala o kadar yakında olacaktır. Konuyu ifade etmek
için gerçek olmayan bir örnek verelim. Bir önceki hayatınızda
birisine öyle kızdınız, öyle kızdınız, ama öyle kızdınız
ki, çıldırdınız, haksızlıklara uğradınız. En
dayanamayacağınız konu ne ise onun üzerinden dayanılmaz
haksızlıklara uğradınız, belki uzun süre, belki birkaç yıl
ve sonra öfkenize yenik düştünüz ve öldürdünüz. Fakat
öyle bir noktadasınız ki, öldürmekte bile hala kendinizi suçlu
bulamayabilirsiniz. Öyle kızgınsınız. “Haketti, bana
bilmem ne kadar zamandır eziyet ediyor. Farzedin, bir kocanız
vardı, ondan yıllarca dayak yediniz ve eziyet gördünüz, işkence
gördünüz, aşağılandınız, artık birgün dayanamadınız
adamı öldürdünüz ve içinizde hissettiğiniz tek bir duygu
var. “Oh, kurtuldum, bitti.” Şimdi bugün bunu hatırlasanız,
ama bana çok eziyet etmişti kardeşim, yapmadığını bırakmadı,
yani ne yapsaydım? Öldürmese miydim? Gibi bir noktada
zihniniz yine takılabilir çünkü oradan çıkmak o kadar
kolay değil yani geçmiş yaşamdaki bazı olayları hatırlamak,
sizin burada kendinizi haklı bulmanız gibi handikaplara yol açabilir.
Tortular yaratabilir veyahutta tam tersi birtakım fazla üzütülere
neden olabilir. Burada yaşadığınız tortular yetmezmiş gibi
bir de geçmiş yaşamın üzüntüsünü ve tortusunu taşırsınız.
Ama tortudan daha önemlisi, oradaki ruh halini maalesef burada
yeniden canlandırırsınız. Onu nasıl öldürdüğünüzü
hatırlarsınız, öfkeyi hatırlarsınız, o anki haklılık
duygunuzu hatırlarsınız ve hatırladığnız zaman yeniden
yeniden canlandırırsınız. Bu yüzden eğer bir fobi söz
konusu değilse, regresyonu araştırmak için yapmak veya
meraktan yapmak sanıldığı kadar basit bir konu değildir.
Yapanın da olgun ve iyi eğitimli olması gerekir. Öyle bir anı
çıkar ki, başedemez, şaşar kalır.
Farzedin ki bir
zamanlar bir yerlerde bir hükümdardınız, bir sultandınız.
Oradaki o ihtiras duygusu, oradaki o en büyük benim duygusunu,
sen bir yerin sultanıydın dediğimizde, sihirli değnek gibi
dokunup gösterdiğimizde sanki o güç duygusunu yeniden yaşamaya
başlayabilirsiniz. “ Ben kimim biliyor musun, bilmem nerenin
bilmem ne sultanıyım, şu gücü sahibim duygusuyla, buradaki
hayatta kazanmak istediğiniz dersi öğrenemezsiniz çünkü
oradaki hatıralar, duygularıyla birlikte buraya dönerler. Hatıraları
hatırlamak mühim değil ama hatıraların yarattığı
duygular zihinde yeşerecek zemin bulduğundan, geçmiş
duyguları buraya transfer ederseniz, bugünkü yaşamınızın
gelişimine engel olursunuz. O yüzden de ısrarla diyoruz ki, geçmiş
yaşam terapisi de dikkatli yapılması gereken bir çalışmadır.
Bir yaşam öncesinde diyelim boğularak öldürüldünüz ve
bunu size çocuğunuz yaptı, bu duyguyu tekrar yaşadığınızda,
bugünkü çocuğunuzu her an sizi boğacakmış gibi
hissedersiniz paranoyalara bile girmeye müsait duruma
gelirsiniz. Veyahutta hep o tatsız hatıranın etkisinde kalırsınız,
geçiş yapamazsınız. Geçmiş yaşamların kendisini, olayların
sebebini bilmek değilde, mekanizmaları çözmeye çalışmak
önemli.
Bugün bir konuda sıkıntı
çekiyorsunuz diyelim. Örneğin para sıkıntısı çekiyorsunuz.
“Ben para konusunda sıkıntı çekiyorsam, demek ki geçmiş
hayatta başka birine para sıkıntısı verdim.” Burada şunu
incelemeniz gerek, para konusunda çektiğimi sıkıntı yani
para kökenli çektiğim bu sıkıntı, bende nelere yol açıyor?
Hangi duygularımın ortaya çıkmasına neden oluyor. Örneğin;
kendimi eksik hissediyorum, param yok diye yarım
hissediyorum, param yok diye kendimi değersiz hissediyorum,
param yok diye çaresiz hissediyorum, beceriksiz hissediyorum
gibi o parasızlığın sizde yansıttığı bir takım duygular
vardır, önemli olan odur. Çaresiz hissediyorum gibi… Demek
ki, burada bakmamız gereken şey şu, neden kendimi çaresiz
hissetmeye ihtiyacımız var? Bu huzursuzluk para aracılığıyla
size neden geldi? Hangi
araçla geldiğinin bir önemi yok. Ben parasızlık yarattım
da işte o yüzden bugün param yok, hayır. Parasızlık bizde
çaresizlik mi yaratıyor? Parasızlık aracı kullanılarak
bizde çaresizlik duygusu mu yaratılmış, bunu mu taşıyorsunuz
beş yıldır, o zaman bu çaresizlik elimizde nur topu gibi
sonucumuzdur. Peki o çaresizlik duygusuna neden ihtiyacımız
var? Çaresizliği, sıkışmışlığı hissediyorsak demek ki,
bugün bunu deneyimlememiz gerekiyor, bir yerlerde birinin çaresizliğine
ve sıkışmışlığına neden olmuş olabiliriz? Birgün
birine bunu yaratmış olabiliriz. Bunu farkediyorsa, işte
burada şöyle bir duaya başlayabilir: “Rabbim, ben hissettiğim
bu çaresizliği ve
bu sıkışıklığı farkediyorum ve anlıyorum ki, geçmişte
bir zaman bir yerde, bir insan üzerinde belki de, bir çaresizlik
duygusuna, bir sıkışmışlık duygusuna sebep olmuşum, ne
fena eylemişim, ne kötü yapmışım,
bunu yapıp etmem ne kötü bir şey olmuş, her kimse o
insan beni affetsin inşallah”. Adını bilmenize gerek yok
ama ondan özür dileyin, “Her kimsen ve şu anda neredeysen
senden özür dilerim, sana yaptıklarım için özür dilerim,
kimbilir ben sana bunları yaparken sen neler çektin? Bak şimdi
ben çekiyorum, senin halinden nihayet anlıyorum. Rabbim fırsat
verdi, senin halini daha iyi anlayayım ve sana yaptıklarımı
nihayet anlamam için bana bir ortam verdi, bir zemin verdi, şimdi
nihayet daha iyi anlayabiliyorum. Senin gibi yanarken, senin
gibi yanmanın ne demek olduğunu bilirken, sana bunu nasıl
yaptım? Bunun için özür diliyorum.” Bakın af dilemek, birşeyden
kurtulmak için değil,ne yaptığımızı anlamak ve o kişiden
özür dilemek için gereklidir. “Ne yaptımsa çekeceğim,
bir beş yıl daha gerekiyorsa, beş yıl daha çekeceğim. Ama
insan olarak beni affet ben bir şey yapmışım, bak şimdi
bende öğrendim.”
Böyle düşündüğümüz
zaman geçmişteki olayları hatırlamanın bir faydası
olmayacağını anlarsınız çünkü o olaylar detaylarıyla
verildiğinde bize yük oluşturur, orada mekanizmayı çözmeye
çalışmak lazım. Yani parasızlık ne yaratıyor? Çaresizlik,
o zaman bu çaresizliği araştırmak lazım, herkes kendi içinde
başka yanıtlar bulacaktır. Belki ben birine şöyle bir şey
mi yaptım diyerek bir sevgi gelecektir içine, bir anlama, bir
kavrama oluşacaktır.“Aaa,ben galiba birinin şu şekilde canını
yaktım ya, diyecektir.
|