Bilinçaltının
Ruhla Bağlantısı Vardır
Bilinçaltı
mekanizması pekçok işlevi olan bir mekanizmadır ve düşüncelerden
çok etkilenir. Düşüncelerle beslenir. Tabii ki, bunun bir
ucu da ruha bağlıdır. Bilinçaltının, bedenin canlı
kalabilmesi için ruhla bir bağlantısı vardır. Yani ruh dediğimiz
bir ana kaynak var onun bir ucu da Yüce Rabb’in ana planına
bağlı, bunu böyle bir huni gibi düşünün lütfen. Geniş kısmı
yukarıda, orası Yüce Rabb Sistemi diyelim, aşağıya doğru
daralarak iner. En daraldığı yerde de ruh varlığı var. Bu
süzüle süzüle inenbir mekanizma gibi düşünün. En yukarıdaki
ucu yüce Rabb’e bağlıdır. Yüce Rabb’e bağlı olmayan
ne ruh varlığı olabilir, ne de yaradılmış herhangi bir şey
olabilir. Herşey Yüce Rabb’e bağlıdır. Ancak tabii o çok
büyük bir sistem olduğu için onu öyle anlamak mümkün değil,
aşağıya inen damlacıklar halinde bizler oluşuruz. Bizler
dediğimiz şey, ışık bedenlerimiz, ruhlarımız. Bu ruhlarımız
bir bedene bağlanır. Ve bu bağlandığı bedenin sistemi
bilinçaltı sistemidir. Windows-7 gibi. Bilinçaltı sistemiyle
bu mekanizma hastalıklarıyla olsun, düşüncelerin ürettiği
çıktılarla olsun, bu
şekilde çalışır.
Bilinçaltının
önemli işlevlerinden biri hastalık yaratmak ya da iyileştirmektir.
Bilinçaltı ikna olmadan iyileşilmesi mümkün değildir.
Bilinçaltı sizin suratınızda bir sivilcenin durmasına karar
verirse, bunun bir maksadı, bir işlevi, bir sebebi varsa, o işlev
gereği o orada altı ay duruverir. Taa ki, işlevini kaybettiğine
ikna olduğunda o sivilcenin oluşturulmasından vazgeçer ve
onu durdurur.
Kader ve Karma
Peygamberlerimizin hayatlarının, özel, seçilmiş varlıklar
olmalarına rağmen, bizim dayanamayacağımız ağırlıktaki
zorluklarla geçtiğini biliyoruz. Seçilmiş varlıklar
oldukları için bir karma olayının da sözkonusu olamaz.
Acaba sebebi, bizim en üstün halimizin onların en kaba hali
olmasından mıdır ki, en küçük bir bedeli bile ağır
olarak yaşamışlar. Kimselerin dayanamayacakları ıstıraplara
dayanmışlar…
Şimdi bu
konuyu şöyle açalım, bu varlıklar, örnek varlıklardır.
Çok özel, çok yetiştirilmiş, sizlerin deyimiyle, yüce varlıklardır,
gerçekten. Birtakım özel psişik yetenekleri vardır. Çok büyük
medyomlardır. Şifa yetenekleri vardır. Durugörüleri veya
duruişiti gibi yetenekleri yüksek düzeydedir. Onlara dünyalı,
dünya gezegeninin insanı demek mümkün değildir. Onlar özel
enkarnasyonlardır. Adeta başka bir gezegenden, uzaydan ışınlanırcasına,
aşağıya ışınlanmış bu vazifeye talip olmuş, kapasitesi
de bu vazife dahilinde onay görmüş, Yüce Vazifeli, Yüce Gönüllü
kişilerdir. Bu çok büyük bir vazifedir. Bütün insanlığa
bir kitap indirmek, bütün insanlığı peşinden sürükleyecek
şekilde, büyük vazifelere
talip olmak, takdir edersiniz ki, her babayiğidin harcı
olmasa gerek. Bu varlıklar çok büyük inisiyasyonlardan geçmiş,
çok özel enkarnasyon varlıklarıdır. Dünya gezegeninin
normal bir insanıyla yan yana durmaları bile pek mümkün değildir.
Uzun süre gözünüze
baksalar, adeta alev alırsınız. Bütün enerjilerini size yükleyerek
size baksalar, emin olunuz ki, o an için bilincinizi
yitirirsiniz, baygınlık geçiriyor gibi hissedersiniz hatta
hafif sendeleyip bulunduğunuz kanapeye düşersiniz. O enerjiyi
taşıyamazsınız. O yüzden bu varlıkların birincil
derecedeki yakınları hep özel enkarnasyondur yani onları taşıyabilecek
varlıklar yanlarına mutlaka konmuştur. Destekçileri, enerji
olarak ona temas edebilecek, ona değebilecek varlıklar da
etraflarına konmuştur. Bu kadar özel eğitimli, bu kadar yüce
gönüllü, vazife varlığı olarak buraya gelmiş varlıklardır.
Sizin ıstırap
diye tarif ettiğiniz aşağıya gelip de çok büyük sıkıntılar
çektiler dediğiniz şeyler kendileri için sıkıntı değildir.
Onlar bir takım örnek mizansen yaşamlar yaşamışlardır.
Buraya gelmeden önce bir plan yapılmıştır. Hz. İsa’nın
bir misyonu vardır. O misyon dahilinde çarmıha gerilmesi,
insanlığa böyle bir imaj bırakması, böyle bir ders öğretmesi
gerekmektedir. Hz. Muhammed’e baktığınızda başka olaylar
var. Hz. Musa’ya baktığınızda oradan oraya göçler
halinde dolandığını görürsünüz. Bunlar hepsi
mizansendir. İnsanlığa sembolik anlatımlardır. Sembolik
derslerdir. Kendileri herhangi bir ıstırapla karşılaşmamışlardır,
herhangi bir ıstırapla meşgul olmamışlardır. Bir ıstırap
çekmemişlerdir çünkü onlar bunların çok üzerinde çok yüce
varlıklardır. Buraya bir mizansen ortaya koymak için
geldiklerini bildiklerinden, bunun bir vazife olduğunu
bildiklerinden, büyük bir sevinç, büyük bir coşku içinde
vazifelerini yapmışlardır. Bunun içinde hiç mi sıkılmamışlardır?
Bu da ne zor vazife, bugün de çok sıkıldık, bitse de gitsek
şuradan dememişler midir? Demişlerdir. Niye demesinler?
Zorlandıkları, sıkıldıkları, vazifeyi yapalım da şuradan
bir an önce gidelim dedikleri anlar olmuştur. Aşağıda bir
beşeri bedenin içine girilmektedir, bu beden insana herşeyi söyletir
ama bu onların, gerçek anlamda bir sıkıntı çektiklerini,
ıstırap çektiklerini, ıstıraptan ders çıkarttıklarını,
onlardan bir şey öğrendikleri anlamına gelmez. Bir tiyatro
oyuncusunun baş oyuncusu gibi buraya gelmişler, oyunu sahneye
koymuşlar, oyunun sahnesi olmuşlar, oyuncusu olmuşlar, yazarı
olmuşlar, senaristi olmuşlar, oyunu burada sergilemişler, çekip
gitmişler, öyle bakınız. Hiçbir surette, ne bir ıstırap,
ne bir sıkıntı kendileri çekmemişlerdir. İnsanık için
mizanseni sergileyip, vakit geldiğinde de çantalarını alıp
asıl vazife yerlerine dönmüşler ve çalışmalarına devam
etmişlerdir. Bu sürecin takdir edersiniz ki, karmik bir süreç
olması söz konusu bile olamaz, çok özel bir misyondur, çok
özel bir vazife vardır ortada, çok yüce varlıkların talip
oldukları yüce vazifelerden söz etmek daha anlamlı olacaktır.
Psikoloji ve Bilinçaltı
Bilinçaltı
konuşmadan düşünceleri konuşmak pek mümkün değil.
Düşüncelerle bilinçaltını ayırmak mümkün değil.
O yüzden de zaten tüm çalışmalarımızda psikolojinin,
bilinçaltını çözümleme sisteminin ne kadar önemli olduğunu
vurgulamaya çalışıyoruz. Standart psikoloji değil bahsettiğimiz
ama olaya daha alternatif yaklaşımlarla bakmak lazım.
Standart gezegen psikolojisi, akademisyen psikolojisi, akademik
psikoloji şu andaki
insan topluulğu için ne kadar yeterli, bir daha düşünmek
lazım. Bugün sevgili profesörlerin ellerinde tuttukları
psikoloji bilim dalı, gerçek psikolojinin giriş kitabı
olabilir. Psikoloji bu kadar kısır, bu kadar zavallı ele alınmamalı.
Ruhtan bağımsız ele alınan bir psikoloji, tekamülden,
karmadan bağımsız en önemlisi tekamülden bağımsız ele alınan
bir psikolojinin, bu kadar materyalist bir psikolojinin kime ne
faydası olabilir. Doğduk, haz peşindeyiz, haz arıyor bünye,
hazları bulamıyor efendim çatışıyor, çatışınca gidiyor
hasta oluyor,deli oluyor, bin çeşit hastalık var, açınız
kitapları göreceksiniz,türediler.
Sürekli de çağa uygun türüyorlar. Çeşit çeşit
postmodern aman da o hastalık, bu hastalıktır gidiyor. Çay
bardağının kenarında sarı sim var hastalığı şeklinde
bir hastalık türüyor, ona fobim var ona alerjim var, çay
bardağının sapındaki sarı simi görme alerjisi… tadında
bir boyuta gelme aşamasında bu iş, bu da psikolojinin ne
derecede dejenere olmaya başladığının, ne derece
materyalist ne derece para kazanma maksatlı kapital düzenin
esiri olduğunu göstermekte. Yani insanın her davranışı bir
hastalık oldu kardeşim. Gözünü iki kere kırpıyorsan kırpma
hastalığı, bilmem kaç kere kıprmıyorsan kırpmama hastalığı
noktasında böyle çeşit çeşit rahatsızlıklar türetiliyor
sürekli, bu bağlamda, psikolojinin bugün geldiği nokta içler
acısıdır. Ancak biz istiyoruz ki, değerli ve kıymetli
psikoloji çalışmaları yapılsın. Araştırmalar yapılsın.
Arkadaşlar bunları sizler de kendi üzerinizde yapabilirsiniz.
İlla ki ben psikolog değilim ki, neyin araştırmasını
yapacağım? Diye düşünmeyin. Herkes kendisinin psikoloğu
olabilir. Herkes kendi üzerinden birşeyleri çözümlemeye çalışabilir,
öğrenmeye çalışabilir. Bu yüzden, kendinizle ilgili
psikolojik araştırmalarınıza asla ara vermeyin, mesleğinizin
bir önemi yok bu noktada. Ortalıkta ne çok psikoloji okumuş,
üzerine master yapmış insanlar var, inanın psikolojinin P
sinden anlamıyorlar. Kitaplarda ne yazıyorsa onları ezberlemişler,
bu ezberlere uygun şekilde, şunu yapıyorsa şudur, bunu yapıyorsa
bu hastalık vardır şeklinde birşeyler söylüyorlar.
İstiyoruz ki,
güzel çalışmalar yapılsın, deneylerle kıymetli çalışmalar
yapılsın, psikoloji ve tekamül arasında ihtiyaç duyulan
gerekli bağ kurulsun. Ruh ve psikoloji arasında sadece
psikoloji beyinden ve beyin kimyasından oluşan bir sistem değil,
ruhu da ilgilendiren bir bütünsel yaklaşım içinde ele alınsın
arzu ediyoruz.
Düşüncenin Önemi
Zihin düşüncenin
yaratıcısıdır diyoruz.Çünkü düşünceyi yaratabilmek için
bir zemine ihtiyacımız var, nerede yaratacağız onu
zihinde… Zihin düşüncenin oluştuğu mekan ortamdır.
Düşünce
bireyin hem duygusundan hem davranışından daha yüksek ve üstün
bir güçtür çünkü her ikisini de yönetir ve yönlendirir.
Duyguyu yöneten ve yönlendiren
düşüncedir, davranışı da yöneten ve yönlendiren düşüncedir.
Her davranışınızın arkasında bir düşünce vardır. Bir düşünün
kendinize sorun. Şu an biri kalkar gider camı açar, ona deriz
ki, neden kalktın da camı açtın ne düşündün? O der ki, sıcak
olduğunu düşündüm. Der ki, kendimi kötü hissediyorum,
sorarız ne düşünüyorsunda da kendini kötü hissediyorsun o
da, der ki, evliliğimin kötü gittiğini düşünüyorum bu yüzden
üzüntülüyüm. Her davranışın yöneticisi ve yönlendiricisi
düşüncedir. Düşünceden bağımsız bir duygu ya da davranış
meydana gelemez.
Aynı zamanda
bizim düşüncemiz olduğu gibi, insanlığın genel düşüncesi
diye genel bir auradan da söz edebiliriz. Bu auralarda
milletleri, aileleri meydana getirir. Benzer düşüncede olduğumuz
için bir milletizdir. Bu düşüncede olmayanlar başka
yerlerde yaşarlar, kendilerine daha yakın düşüncelere
giderler. Bizim bireysel düşüncelerimiz olduğu gibi bu düşünceleri
başkalarıyla birleştirip, daha bütünsel olarak düşünce
şuuruna ulaştığımız noktalar da vardır. Örneğin; Şu an
siz düşünce birliği içindeki bir grupsunuz. Bu düşünce
birliği sizi bir arada tutuyor tıpkı milletinizi tuttuğu
gibi. Tıpkı beyaz A 4 kağıt sevenler derneği gibi. Efendim
onları bir arada tutan şeyde o kağıdı sevme düşüncesidir.
Bu düşünceler aynı şekilde çoğul daha büyük hale
gelebilir o zaman daha global etkilere yol açacaktır yani
grubun büyümesi ölçüsünde de daha global etkilere yol açacaktır.
Düşünce,
duygu akışlarını belirlediği gibi aynı zamanda fizik
bedendeki tüm hareketleri hatta refleksleri bile yönlendirip
hareketlendirilir. Her hastalığın ardında düşünceler vardır
o elle tutamadığımız soyut şeyler, somut birer rahatsızlık
olarak bedenden dışarı çıkar, tabii bu noktada, o somutluğu
da tartışmak gerekir. Örneğin dizim ağrıyor, ne ölçüde
somut acaba? Diziniz gerçekten ağrıyor mu? Ağrıdığını mı
hissediyorsunuz? Bir ağrı varlığımı yaratıyorsunuz? Bakın
sebebi bulunamayan pekçok psikosomatik rahatsızlık var. Adam
diyor ki, şu sol bileğimde tarifi imkansız bir ağrı var kıpırdatamıyorum,
elli tane doktora götürüyorsunuz, çekmediğiniz film, emar,
röntgen kalmıyor, ne sinir sıkışıklığı, ne damarlarda
bilmem ne, ne romatizma, ne kireçlenme… hiçbir şey yok.
Sapasağlam, herkesten kan değerleri vücut değerleri sapasağlam
ama orada bir ağrı var. Hiç durmayan bitmeyen bir ağrı var.
Şimdi bu ağrı var mı yok mu? Artık soyut bir kavramdan söz
ediyoruz. Bu ağrı orada görece var, adama göre var, belki de
yok… Bilinçaltı orada bir ağrı hissi, oluşmasını
emrediyor bedene ve beden bir hastalık dahi olmaksızın
oradaki bu ağrıyı yaratabiliyor. Bedende ağrı yaratmak
kadar kolay iş yok, bilinçaltının çocuk oyuncağı işi bu.
Anında uyuşmalar,
iğne batma hisleri kaşıntılar, bulantılar, ay bacağımın
şurasına bir ağrı girdi, hıı damar damar üstüne binmiştir
geçer o… Yani bakınız bilinçaltının ağrı üretmek
kadar kolay bir vazifesi daha yok. Örneğin: bir toplantıdasınız,
bir seminerdesiniz, sizi alır bir kaşıntı. “Şöyle sırtımın
ortası kaşınıyor, sandalyeye şöyle hıtır hıtır sürecem,
kaşınacam ama insan içinde yapamıyorum yoksa aslında ben bu
konferansı dinliycem, kaşıntı beni alıkoyuyor.” Yahu bırakın
bu işi, ya sıkıldınız, ya kafanız birşeye takıldı ya
yapmak istediğiniz başka bir şey vardı ama bilinçaltınızın
orada olmak istemediği kesin. Gerçekten istese öyle mi olur.
Şimdi düşünün,
genç kızımızı ele alalım örnek olarak. Sevdiği genç bir
hafta gelmedi bunun da migreni tuttu başını sardı sardı
oturuyor ya, sonra adam telefon etti benimle evlenir misin
diyor. Bizim kızın tabii gözler parladı, kafasındaki bantını
attı, sirkeler filan her bir şey gitti, kızda bir ışıltı
bir ışıltı renk geldi, kan geldi can geldi yüzüne…
Allahaşkına onun orada sırtı kaşınır mı mesela…Mümkünatı
yok, demek ki bilinçaltının sırt kaşınması da dahil olmak
üzere, herşey için bir gerekçesi bir sebebi var.
İsa’nın en
önemli sözlerinden bir tanesi, bir ifadesi “Düşüncelerinizden
de sorumlusunuz” ifadesidir. İsa buna çok dikkat çekmiştir.
Daha ince enerjilerle birşeyler öğretmek konusunda
vazifelidir kendisi, bu yüzden düşünce konusuna girmiştir
çünkü düşünce konusu her dakika girilecek bir konu değildir.
Daha kaba realitelerde düşünce konusuna girmeyiz. Deriz ki:
“sen şimdi iki yumurta çaldın, karşılığında git iki
lirayı bir fakire ver. Dört yumurta çaldın, dört lira ver o
zaman… gibi….
Daha kaba şeylerde
bahsediyoruz, İsa sevgiyi anlatmak gibi daha ince şeylerden söz
etmek için geldiğinden düşünce konusuna çok önem vermiştir.
İsa’nın düşüncelerinizden
sorumlusunuz sözü çok önemlidir. Bundan 2000 yıl önce
de bundan söz etmiştir ki, insanlık inşallah şimdilerde
belki o noktaya gelecektir. İslamda da bu niyetle ifade edilir.
Niyet düşünceye bağlıdır. Niyetiniz düşüncenizdir.
Senin niyetin nedir bu konuda dediğimiz zaman düşüncen nedir
ne yapmak istiyorsun diye sorarız. İslamda da niyetin ne kadar
önemli olduğunu bilirsiniz. Niyet ediyorum şu namazı kılmaya,
niyet ediyorum şunu yapmaya gibi . Aslında farkettirilmek
istenen nokta düşüncedir.
Yani İslamda da düşüncenin önemine dikkat çekilmiştir
çünkü düşünceden bağımsız bir şey olamaz, size daha önceki
çalışmalarda da söyledik,sadece yaptığınız eylemlerin
karmalarından sorumlu değilsiniz, düşüncelerinizin karmalarından
da artık sorumlusunuz dedik. Yani niyetlerinizden, İsa’nın
ifade ettiği gibi düşüncelerinizden de sorumlusunuz, onlarda
sizin önünüze karmik sonuçlar olarak gelecektir.
Şimdi şöyle
bir noktaya değinelim: Bir birey var ve bu bireyin düşünceleri
var. Düşüncelerinin ne olduğunu bilmiyoruz şu anda. Düşünceleri
olumlu olabilir, olumsuz olabilir. Hepsi karışık olabilir. Bu
düşünceler bireyin etrafında adeta bir manyetik alan yaratır.
Manyetik alana benzeyen bir güç
alanı, bir enerji alanı, düşüncelerinizden oluşan
size ait eneri alanınız diyelim ama bu aynı zamanda manyetik
de bir alandır. Yani öyle sadece enerjik deyip geçmeyelim,
manyetik etkisi olanda bir alandır. Bunun bir önemi var. Şimdi
kendinizi zihninizde düşünün tam odanın ortasında
duruyorsunuz. Başka bir gözle bakınca, daha durugörürün göreceği
şekilde bakıldığında bedeninizin etrafında çeşitli
katmanlar vardır. Bu katmanlardan bir tanesini de sizin düşünce
alanınız, düşünce manyetik alanınız olarak ele alalım ve
zihnimizde canlandıralım lütfen, sanki ortada bir birey var
ve sanki bir fanus gibi de üzerinde bir kapak varmış gibi bir
alan var. Bu alan iletken bir alan, içeri bir şey girmiyor, çıkmıyor
değil son derece iletken, içeriye de yeni enerjilerin alınabildiği,
dışarıya da enerjilerin çıkartılabildiği, geçişkenliği
olan bir alan yani… Bu önemli… sürekli bu alanın içine
yeni enerjiler alınıyor, bir kısım yeni enerjiler dışarı
veriliyor, tekrar alınıyor, tekrar veriliyor. Her bir insanla
yeni alışverişinizde ona bir kısım yeni eneji veriyorsunuz,
siz de ondan yeni bir kısım enerji alıyorsunuz. Yaşadığnız
her bir olayda bir enerji alıyorsunuz, bir enerji veriyorsunuz.
Bu geçişken, iletken bir alandır. Bu düşünce alanınız
manyetik bir alandır, alışverişe müsaittir. Alışverişe müsait
olunması zatan sorumluluğun başladığı yerdir.
Düşüncenin
sorumluluğu nerede başlıyor?
Düşüncenin
sorumluluğu nerede başlıyor diye soracak iseniz, biliniz ki,
o nokta alışverişin başladığı noktadır.
Size sorarlar:
“Kendine ve Gezegene Ne Veriyorsun?” Bakınız size demin ne
dedik? Bireysel bir düşünceniz var ama ardından bir grup düşünceniz
var. Bir de millet düşünceniz var, birde daha global gezegen
düşünceniz var. Siz şimdi
bu geçişken, iletken manyetik olan fanusun tam ortasında
dururken hem bu gezegenden hem karşınızdaki bireyden, hem bir
olaydan birşeyler alıyorsunuz ama aynı
şekilde de veriyorsunuz. Bu yüzden sorumluluğun başladığı
yer bu alışverişin başladığı yerdir. Karşınızdakine ne
veriyorsunuz? Daha da önemlisi gezegene ne yayıyorsunuz?
Grubunuza ne yayıyorsunuz?
Bunlar önemli sorulardır. Sadece
üsk kattaki Fatma komşuya ne yaydığınız değil,
buradaki grubunuza, eşinize, çocuğunuza ne yaydığınız,
milletinize ne yaydığnız ve gezegeninize ne yaydığınız önemlidir.
Sizler bu düşünce
akımlarını sürekli olarak, gezegeninize yaydığınızı,
milletinize yaydığınızı unutmayın, grubunuza yaydığınızı
unutmayın. Bu
durumdan fazlasıyla sorumlusunuz. Sizin grubunuza yayabileceğiniz
en ufak bir bütünsel aurayı, grubun aurasını bozabilecek
enerji, sizin sorumluluğunuz altında olur. Siz sadece
kendinizi değil aynı anda orada bulunan 5-6 kişiyi daha
etkiliyor ve onun dengesini bozuyor olursunuz.
Grupla ilgili
daha önce konuştuğumuz bir konuydu biliyorsunuz grupla ilgili
daha önceki çalışmalarda söylemiştik. Tekrar altını çizmek
istedik. Düşüncelerin neden bu kadar önemli olduğunun altını
çizmek istedik. “Ben evimde sarımsak doğruyordum, o sırada,
bir takım şeyler düşündüm, yahu ne alakası var bizim
grupla? Sarımsağı doğrarken evde olumsuz şeyler düşündüm
de, ne alakası var? … Çok alakası var, çok alakası var.
Bakın siz kendi aranızda bütünleşik bir alan yarattınız,
siz kendi rızanız ve iradenizle görünmeyen iplerle bir bağ
kurdunuz.Yanyanasınız, değilsiniz, farketmez.
Grubunuzla
ilgili bu konuda, şöyle söyleyelim: bir grup oluşturdunuz
sinerji yaratıyorsunuz burada. Grup dediğimiz alanı şu siyah
nokta olarak çizelim. Siyah değil tabii rengi. Bu noktada bütünleşik
bir alanınız var. Yarattığınız
alanın temsili olarak düşünelim. Burada bunun etrafında 6
tane arkadaşımız var. Daire şeklinde duruyorlar. Bu bireyler
evde bulundukları alanları olsun. Evde işler yapıyorlar. Çalışma
alanından uzaktalar, çalışma gün ve saatinde değiller,
bambaşka bir alandalar. Somuttaki görüntü bu ancak bizim düşünce
dediğimiz psikolojinin yetersiz kaldığı, görünmeyen bağları
kuramıyor göremiyor o yüzden de çöpe atılmalı dediğimiz
bu görünmeyen bağlar var. Bizim görünmeyen bağlarımız,
örümceğin ipliğini düşünelim. Onun ağı vardır. İnceciktir,
o incecik ağı düşünelim. Sizin bildiğiniz bilmediğiniz,
hatırladığınız, hatırlamadığınız zamanlarda incecik
bir bağınız vardır bu alana 7/24 ama diğerlerinin de var.
Şimdi bu altı
birey, sizin şu anda görmediğiniz ama hepinizin ortaya doğru
adeta göğsünüzden enerjinizin orta yerinden, incecik bir örümcek
ağının inceliğinde ve zarifliğinde, ortadaki merkez güce
kurulmuş bağlarınız var. Bu alanlar hep adeta bir aşağı
yukarı bir ileri geri şeklinde geçişken, ana merkezden birşeyleri
alıyorsunuz, topluyorsunuz ama hiç vermiyorsunuz, toplar
toplar birikir, patlarsınız. Bu mümkün değil. Bir şey
geliyorsa bir şey de gidiyordur, burada bir geçişkenlik,
iletkenlik mevcut ise geliyordur da gidiyordur da. Ana merkezden
ilk aldığınız şeyi, tertemiz bir enerji olarak düşünelim,
aldınız, beslendiniz, çalışma gününde değilsiniz,
evdesiniz. Bilinçli yapmıyorsunuz, ihtiyaç duyduğunuz
anlarda, bilinçaltının ruhla birleşik taraflarından biridir
bu, ana merkezden güzel bir enerji çekiyorsunuz. Bu bir düşünce
olabilir ya da size düşünce gibi yansıyabilir. Dersiniz ki,
çalışmada şöyle bir söz söylenmişti aklınıza gelir,
ohh içinize iyi gelir. Örneğin bir sıkıntılı andır aklınıza
gelir dediler ki çalışmada dersiniz: “Rabb’ine güven,
Rabb’inin izni olmadan yaprak kıpırdamaz. Ohh içiniz
ferahladı. Bu güzel
bir enerji çekmektir, çekersiniz sıkıntı yok, iletkenlik var
dedik. Ama sonra kendi kendinize kaldığınızda yarattığınız
olumsuz düşünceler, enerjiler ( bu gruptan biri ile ilgili
olmayabilir, ille de bu gruptan biri olması gerekmez) memleket
meselesi olabilir, yani çocuğun, kocanın meselesi olabilir.
Her türlü umutsuz, her türlü olumsuz, her türlü olumlu
enerjiyi aşağıya çekecek, sizi kötü birhale getirecek
duygu ve düşüne dünyası buraya iletilmeye başlar. Sizin
ortak güç merkenize attığınız birtane attınız negatif
top, o da attı, bu attı, bu bir tane daha attı, giderek
toplar geliyor ve içindeki negatif artıyor. Ne yapacağız
peki? Bu durumda
burayı nasıl temiz tutacağız yani buradan sürekli bir şeyler
atmaya başladığında bir süre sonra ne olur biliyor musunuz?
Kendinize çekecek bir şey bulamamaya başlarsınız. Çekmeye
başladığınızda attıklarınızdan bir olta gelir, onu çekersiniz.
Bu sizin 10 gün önce attığınız bir şey de olabilir. Bunu
on gün önce düşünce alanına bir olumsuz fikir olarak atmışsınızdır.
Bu düşünce herşey olabilir. “Erkekler çok kötü kardeşim
dediniz, attınz, yarın öbürgün biraz rahatlamaya ihtiyacım
var şu alandan bir şey çekeyim dediğiniz anda oltanız kendi
düşüncenize gelir. Kendi olumsuzluğunuzu aynen geri almazsınız,
tıpkı karmada olduğu gibi, aynı fikir, erkekler çok kötü
kardeşim diye geri gelmez. Ama bir iç sıkıntısı gelir çünkü
siz ortak alanı iç sıkıntısı ile doldurdunuz. Bir şey çekmek
istediğinizde oltanız bir iç sıkıntısına takılacak, daha
önce atılmışlardan bir tanesini içinize çekeceksiniz, bu yüzden,
kim ki bu grubun içine bundan atar (hepiniz atıyorsunuz bu
arada) o, o düşünceden sorumludur çünkü, yarın öbürgün
buraya attığı şu A sıkıntısını, şu arkadaşı, buradan
bir şey çekseydim dediğinde ve oltasını attığında, tak
diye o atılan şeyi yakalayacak ve aaa içime bir sıkıntı
geldi diyecektir. Nereden geldi, işte arkadaşın attı buraya
oradan geldi. Ona da nereden gitti e sen geçen gün şunu atmıştın
o da ona gitti.
Düşünce
sistemi böyle enteresan bir mekanizmadır, nereye ne attığımıza
çok dikkat etmemiz gerek, zannettiğimiz kadar basit bir mesele
değil. İsa’nın söylediği gibi inşallah gezegen bir gün
bunu anlayacak. Düşüncelerinizden o kadar sorumlusunuz ki, şu
anda bunu tahayyül etmeniz mümkün değil.
Sözüme inanınız!.
Düşüncelerinizden ne kadar sorumlu olduğunuzu tahayyül
edemiyorsunuz. Sadece bir düşüncenin sonucunda yaratıldınız
sizler. Yüce Rabb’iniz sizi düşüncenin sonunda varetti. Düşündüğünüz
herşey yaratılma mekanizmasına sahiptir gücünüz kadar.
Rabb’inizin kudreti
öyle yücedir ki, o düşününce olur. “Ol deyince olur.” Ama
sizinde kendinize göre bir gücünüz, kudretiniz vardır.
Sizin de yaratabileceğiniz küçük küçük de olsa olaylar
vardır. Yarattıklarınız sizin hayatınızda sıkıntı yaratır
ama, düşüncelerinizle kendinize çektiğiniz olaylar, sizin
hayatınızda sıkıntı yaratır.
Bakın sürekli
alınan ve verilen enerjilerden söz ettik. Demek ki, dışarıya
verdiğiniz enerjiler karşılığında enerji alacağınızı düşünürsek
bunlar sizin ayağınıza takılan engeller olabilir. Olumsuz
enerjiler, olumsuz düşünceler veriyorsanız dışarıya,
sizin de alacağınız bu olacaktır. Ne verirseniz onu alırsınız,
ne ekerseniz onu biçersiniz. Bu konu bu yüzden çok önemlidir.
Düşüncenin
ilk aşamada, kozmik işlevini yerine getirmenizi beklemiyoruz.
Düşünerek, içinizden birinizin gezegeni kurtarması efendim,
herhangi bir vazife yapma suretiyle herşeyi değiştirmesi mümkün
değildir. Ancak sizler ve sizin gibiler, bir araya geldikçe ve
sizler oluştukça gezegen değişecektir. Şu anda hiçbirinizin
kozmik değişimler yapabilmesi mümkün değildir.
Kozmik Düşünce
Okyanusu
Kozmik düşünce
okyanusu bilgisi, çok kıymetli bir bilgidir. O kozmik düşünce
okyanusunun minicik bir parçacığını oluşturmaktadır sizin
gayeniz çünkü siz bir düşünce okyanusu içindesiniz insanlık
olarak bu okyanusun çok değerli, çok kıymetli parçalarından
birisiniz.
Siz olmasaydınız
birşeyler eksik olurdu. Eğer bu böyle değil idiyse,
Rabb’iniz sizi yaratmazdı evvela bu yüzden çok değerlisiniz.
Sokakta gördüğünüz o tinerci çocuk olmasaydı birşeyler
eksik olurdu, bu yüzden Rabb onu yarattı, gördüğünüz her
şeyin mevcudiyetinin bir sebebi var ve o olmasaydı bir şeyler
eksik olurdu. Bu yüzden çok değerli ve bu yüzden kıymetli.
Yüce düşüncenin en büyük özelliği ol dediğinde olmasıdır.
Düşünce bu kadar önemlidir. Sizler belki bugün hala İsa’nın
söylediği, düşüncelerinizden sorumlusunuz ifadesinin anlamını
kavramaya çalışıyorsunuz, İslamiyetteki niyetin anlamını
öğrenmek, deneyimlemek istiyorsunuz ancak düşünce ile
ilgili çok yukarıdaki aşamalara çıkıldığında ol dediğinde
koskoca evreni yaratabilecek bir düşünce gücünden söz
ediyoruz.
Düşünce
adeta herşeyin başı ve sonudur. Ve sizin de bu düşünce
okyanusunun bir parçacığı olduğunuz;
kıymetli, değerli ve önemli bir parçacığı olduğunuzu
düşündüğünüzde, bu kozmik okyanusun içine neler verdiğinizin,
neler bıraktığınızın ne kadar önemli olduğunu, düşünmeye
davet ediyorum sizleri…
Bizim dünya
insanının meydana getirdiği bütünsel düşünce alanı, düşünce
aurası diyelim, bu bir alan tek bir alan, dünya insanlığının
alanı. Tabii ki içinde tek tek milletler olarak alanlar da
var. Bir de bunu hiyerarşik bir şekilde daha yukarıya çıkarırsak,
daha yukarından bakarsak insan alanı diye bir şey de var. İnsandan
başka varlıklar da var, insan varlığının düşünce alanı,
aşağı indikçe şu milletin alanı, şu ailenin alanı gibi
çeşitli alanlar ortaya çıkar. Düşünce alanları farklı
farklı nitelikte mevcuttur.
Dünya insanlığı
düşünce alanı, düşünce okyanusu, bütün insanları
ilgilendiren bir düşünce ağından söz edersek, diğer varlıklarla
kendi alanımızı birleştirip, bu ağa bir şeyler verip kattığımızı,
aldığımızı görürüz. Sadece gruba değil, bütün insanlığa
bunu modelleyebilirsiniz. Siz insanlığın bütünsel şuuruna
ne atıyorsanız yarın öbürgün o alandan birşeyler çekmek
istediğinizde oradan birşeyler çekeceksiniz. Bu bilinçteki
insanlar için sadece kendiniz için bile iyi şeyler atmakta
fayda var. Herkes oradan bir şey çekiyor, ne atıyorsak
manyetik alan neticesinde attığımıza yakın bir şey çekiyoruz.
Şunu bir düşünce
alanı kabul edelim. Bu da dünya insanlığının alanı olsun,
aşağıda insanlar var bu da tepemizde bir bulut gibi bir düşünce
alanı olsun. Bir insan var şu buluta bir düşünce attı,
buradaki B kategorisinde C, D kategorisi olsun, milyon tane
kategori var burada. Çeşit çeşit kategori var. Şimdi A en
karanlık düşünce olsun. Pisliğin dibi filan bir skala var
burada şöyle gidiyor. Şurası en sıkı en koyu düşünceler,
yavaş yavaş aralıklar açılıyor degrade şekilde, daha
huzurlu, daha feraha doğru gidiyor. A da en karanlık en koyu B
daha açık C biraz daha açık D ve E de artık sevgi, huzur,
barış, toplumsal barış gibi bir kategori olsun. Başka bir
birey var, bu alandan düşünce çekecek. Şimdi genel düşünce
alanından bağımsız yaşamak mümkün değil. Tıpkı
grubunuzun aurasına bağlı olduğunuz gibi, genel insanlığında
aurasına bağlısınız, bu bağı kesemezsiniz, keserseniz artık
yaşamıyorsunuz demektir. Sistem böyle çalışıyor. Neden böyle
çalışıyor? Tekamül yolculuğundayız ya, tek başımıza
tekamül edemiyoruz biz insanlık olarak tekamül ediyoruz,
vazife diye bir kavram var, vazife nedir? Sizden başkasına ötekine
vazife diye bir şey vardır. Her insan bir diğerine, bir
gezegene, hayvana yaprağa çiçeğe vazife yapmakla sorumlu.
Buradan ayrı yaşarsak genel tekamülün dışında kalırız.
Bunlar böyle tekamül ederler, siz burada böyle sap gibi
durursunuz. Dersiniz ki, bir grup vardı, tekamül ediyorlardı,
birşeyler yapıyorlardı, ben niye yalnız kaldım ki olur, bu
yüzden bağın kalması gerekir ki, grup halinde ortak bir alan
içinde gidilebilsin.
Şimdi
manyetik alan kısmına önem vermek istiyoruz. Bir şahıs
burada yaşadığı için alanla bağlantısı var tabii ki, ne
dedik koyu tarafa da gider, açık tarafa gider, ne dedik akışkanlık
var, şahsımız burada skalanın şu noktasında, o da buraya
bir düşünce atacak, yani elinde değil, atayım diye atmıyor,
düşününce atıyor. Evde kendine soğan doğruyor, düşünüyor,
düşünüyor ya, o düşünceler nereye gidiyor? Yok olmuyor,
birleşik alana gidiyor. Bu alana attığı düşünce koyu bir
düşünce olsun, tam şuraya denk gelsin, koyuca, şimdi alışveriş
var, gidiş geliş var. Bu adamın daha açıktan bir şey çekmesi
mümkün değil yani karanlığa atıp da, beyazı çekmek, bu
nasıl bir adalet demez misiniz?
Adam burayı doldursun doldursun, doldursun ama sonra aa
içime huzurlar akıyor, güzellikler akıyor desin,
diyemezsiniz derler ki, “kardeşim senin için güzelliklerle
doluyorsa, sen niye insanların içini pisliklerle
dolduruyorsun.” O yüzden bu sistem böyle çalışmaz. Sen
bunu atıyorsan kardeşim, sen burada bir dağarcık oluşturuyorsan
içi siyah nokta nokta, elin mahkum bir şey çekmek istediğinde
bunun içinden çekeceksin. Ne atıyorsan onu çekeceksin, daha
iyisini mi çekmek istiyorsun, o zaman hedefini değiştir, sen
de buraya at. Buradaki torbacığın içinden çekmeye başla,
alışverişin daha pozitif olanla olsun. Yetmiyor mu? Daha
fazla çaba sarfet daha iyisine gel, daha iyi şeyler at, daha
iyisini çek. Bu en pozitif alan nedir biliyor musunuz?
Cennet… (çizelgedeki karanlık alan için) burası nedir
biliyor musunuz cehennem…
Cenneti
cehennemde başka yerde aramayın cennet ve cehennem olarak
adlandırdığınız şey birleşik düşünce alanına kattığınız
şeylerden yeniden geri besleme yapılması suretiyle,
cehennemler içinde yanma duygusuna sahip olmanızdır. Ama
buraya attığınız
olumlu şeyler sonucunda buraya geldiğinizde burnunuza gelen sümbül
kokuları ise sizin cennetinizdir. Şimdi nasıl diyebiliriz ki,
bu birey özgür iradeden tamamen bağımsız?
Bu noktada özgür irade var mı? Var… Buraya atarsan
bunu çekersin, şuraya atarsan şunu çekersin. Çalış, çabala,
uğraş, kendini değiştir, düşünce sistemini yeniden yapılandır.
Bu olumsuzluktan cehennemden kurtul kendi cennetini yarat.
Mor Çiçekleri
Ruhunda Gör ! Mor Çiçekli Yollarda Yürü…
Gezegenin düşünce
sistemine ne attığınız bu kadar önemlidir. Evrende ilahi
bir terazi ilahi bir adalet var, mümkün mü burayı kirleten
adamın sonra o güzel yerlerden beslenmesi. Diğerlerinin ne suçu
var bu noktada, bu haksızlığa izin verilmez. Ne ekerseniz,
onu biçersiniz. Cenneti arıyorsanız kendi içinizden, kendi
zihninizden kendi düşüncenizden ayrı bir yerde değil o
cennet. Cennet dediğiniz alanda bir düşüncedir, düşünceyle
yaratılabilir. Bu yüzden düşüncelerin sadece bireysel önemini
anlamaya çalışmak bile önemli. Sadece kendiniz için, önce
kendiniz için anlayın. Bir şeyi kendiniz için anlamazsanız
arkadaşınız, eşiniz, dostunuz için de anlamazsınız
buradaki birleşik, bütünleşik alan içinde anlayamazsınız,
öyle bir şey yoktur. Bu birey bir şey önce kendi anlayacak.
Buradaki alışverişten sonuçlar çıkacak, yapacak yapacak,
gelecek gidecek, gelecek gidecek hayatlara, sonunda birgün
diyecek ki, “yahu kardeşim niye böyle yanıp duruyorum, niye
böyle karanlıklar içindeyim niye aydınlıkta değilim “
diyecek v e bir uyanış başlayacak. Bir yana kayacak, sonra
bir yana, bir yana derken, birgün gerçekten sümbül kokusunu
almaya başlayacak. Bütün mor çiçekleri ruhunda görür
olacak. Ruhundaki bütün o güzellikleri, evrenin güzelliklerini,
gezegenin güzelliklerini güzel enerjileri kullanmaya başlayacak
çünkü ama o vakte kadar bu manyetik alan çalışacaktır.
Hani bu yeni kitaplarınız var ya, secret gibi, diyor ya, çekim
gücü çekim yasası, çok yanlış yorumlanıyor o bilgiler
ama biz külliyen yanlıştır diyemeyiz, tabanında bir
yerlerde doğru yanları var ama dejenere edilmiş kısımları
da var. Bir çekim yasası var tabii, kendinize uygun olanı çekebilirsiniz.
Eş olarak, iş olarak, çocuk olarak vs. Kendinize, enerjinize,
frekansınıza uygun olmayan hiçbir şeyi çekemezsiniz zaten
izin verilmez.İlahi Adalate, İlahi Teraziye aykırı bir durum
söz konusu olur.
Bizim düşünce
akışlarımız, sonsuz düşünce okyanusu ile birleşme özelliğine
sahiptir. İnsanlığın kozmik düşünce okyanusu tabii, bizim
attıklarımız oraya gidiyor. Bütün değişimler, başkalaşmalar,
farklılaşmalar, gezegende dönüşüm-değişim adına yaşadığınız
ne varsa, burada biriken enerji vasıtası ile olur. Orada
birikmiş enerjilerin de, buradaki değişimlerde bir etkisi
var. Örneğin şu aydınlık alanı ele almayalım, bir karanlık
alan, bir yuvarlak daha, bir daire daha çizelim. Burası karanlık
alan olsun adeta cehennem olarak tarif ettiğimiz karanlık
alan, şu karanlık alandan beslenme yapmak zorunda olan
insanlar var, kötülemiyoruz bunları, beslenme yapacakları
yeri belirtiyoruz. Karanlık alandan çekiyorlar karanlık alana
veriyorlar, onlar daha ileri daha temiz alanlara gidemiyorlar
ama bu karanlık alan, onu kapsayan daha büyük bir kare alana
bağlı. Burası hareketli bir alan bir stabilite içinde değil,
yaşamın içinde bir hareket var, bu alanda % 70 doluluk
gerekiyorsa, bazı çağlarda bu yükselir. Ortaçağ gibi daha
karanlık çağlarda insanlar buraları daha fazla
doldurabilirler, bir dolma haddi var, o dolma haddi aştığı
zaman bir kat daha medyana gelir. Burası da değişmek, dönüşmek
zorundadır. Örneğin hapishaneler çok dolduğunda taşıyamaz
artık kapasitesinin üstüne çıkar. Ne yaparlar? Bir kısmını
boşaltırlar. Burada da (çizelgede çizilmiş)
değişim patlaması meydana gelir. Helak gibi düşünmeyin,
bir miktar insanın dönüşmesi gerekir. Orası çok kalabalıklaştı,
taşımıyor, bir yana geçmeliyiz şeklinde bir dönüşüme
tabi olur. Ayrıca yenilerini almalıyız. Hep aynı insanlarla
mı olacak? Yaradılış sonsuzdur. Bir kısım insan çizelgenin
şu kısmından çıkacak, bir ileri geçecek, ilk aşamaya da
daha aşağıdan başkaları gelecek. Bunun olması içinde
orada bir değişim-dönüşüm patlaması meydana gelir. Bu
patlamalar kırılma noktalarıdır.
Bazen bireysel olur, kişinin kendisiyle ilgili bir
patlama olur, o bir yan kulvara geçer. Bazen de kitlesel
patlamalar olur, kitleler halinde bir yan kulvara geçilir. Bir
anlayış terkedilir ve bir anlayışa geçilir. Bir kulvardan
çıkıp diğer bir kulvara geçmek bir anlayışın terk
edilerek, yeni bir anlayışa geçmekle mümkündür.
Bir realitenin
terk edilerek yeni bir realiteye geçilmesi demektir. Bunun
olabilmesi için adeta bir düdüklü tencere gibi kaynayıp,
kaynayıp sonunda patlaması gerekir ki, sıçrayış gerçekleşsin
ve yeni realiteye geçilsin. Geçebilenler geçer geçemeyenler
kalır. Hatta o kadar gezegensel olur ki, dünya gezegeninin çeşitli
zamanlarda yaşamış olduğu kıyametler gibidir.Kitlenin tamamı
bir geçiş yapar. Realite değişikliği diyoruz biz buna,
realite sıçraması, anlayış değişikliği gerekli olur.
Bunun olması için karenin içindeki o küçük siyah enerji
evreninin dolması adeta patlaması ve bir dönüşüme yol açması
gerekir. Bu siyah noktaya gönderilen olumsuz düşünceler,
noktayı doldurur, doldurur, patlatır. Evrende herşeyin bir işlevi
vardır. Olumsuz düşünce bile bir işe yarıyor, bir dönüşüm
yaratıyor. Bir sıçrama ile yeni bir realiteye geçmeye neden
oluyor.
En zor olan şeylerden
biri, düşüncelerin rastgele kullanılması, şuursuz bir
zihin ile ne düşündüğünü bilmeden rastgele düşünceler
saçmanın sıkıntısını grup şemasında ifade etmeye çalıştık.B
u grup şemasındaki bir bireyi ele aldığımız zaman gruba,
rastgele düşünce atıyor, atıyor dediğimizde, şunu
unutmayalım ki, bir arkadaşımız, gruptan bir şey çekmek
istediğinde az önceki arkadaşın attığı şeyi yakalıyor
ve kendine çekiyor. Şimdi sen kendi olumsuzunu buraya attında,
onun ne suçu vardı bak o da o olumsuzu çekti yani
birbirinizin temiz ve güzel bir alandan beslenmesini istiyorsanız,
önce kendiniz alana temiz düşünceler göndermelisiniz. Eğer
bu altı kişi, ben grubumun alanında temiz temiz beslenmek
istiyorum, burada arınmak istiyorum, burada güzel çalışmalar
yapmak istiyorum, bilimsel çalışmalar yapmak istiyorum,
vazifeler yapmak istiyorum diyorlarsa altı kişinin de
sorumluluğu bu grup alanına temiz temiz paketler atmaktır.
Zihninizden
sizin hiçbir müdaheleniz olmadan kontrolsüz, kayıtsız, düşünce,
fikir, bağlamlar dizisi otomatik bir şekilde geçer. Eğer şu
an ben ne düşünüyorum diye odaklanmazsanız farkında olmazsınız.
Bu yaradılıştır, normal bir şeydir ama sonsuz sınırsız
fikir, düşünce, kavramsallaştırma, toplumsal yargılar, bütün
bunlar otomatik şekilde zihninizden geçiyor ve siz bunların
farkında değilsiniz, bu yüzden düşüncelerin rastgele
kullanılması sıkıntılı bir durum çünkü ortak alanın,
gezegenin ortak alanının
içine sürekli bir takım otomatik fikirler, düşünceler
serisi gönderiyorsunuz. Bu anlamdaki sorumluluğu farketmekte
çok büyük fayda var. Farkında olmadığınız düşünceler
bile sakıncalı ise bir de bizzat odaklanarak, ürettiğiniz düşünceler
var ki, o çok daha kuvvetli bir enerji alanı tabii… Kendiliğinden
geçen düşüncelerin bile duygu olarak ve fiziksel beden üzerinde,
duygu bedeni üzerinde bir takım etkileri vardır, bir takım
çıktıları vardır. Bu düşünceler atomlara, parçacıklara,
hücrelere girer ve onlar üzerinde değişimler yapar çünkü
düşüncenin bir titreşimi vardır. Ve bu titreşimle tüm hücreler,
tüm parçacıklar üzerinde bir etkileşim yaratır. Hatta düşünce
kuvvetli bir düşünce ise kuvvetli etkiler yaratır. Düşüncenin
özelliğine göre elimizde ahenkli ya da ahenksiz enerjiler
olur. Ortaya da bunu yayarız. Düşüncelerimiz rastgele değil,
ahenkli ve olumlu, üzerinde çalışılmış düşünceler ise
bizlerde gayet ahenkli, olumlu ve uyumlu düşünceler yayarız
çevremize ve bedenimize. Kendi bedenimizi de düşüncelerimizle
hasta ettiğimizi bir ön kabul olarak ele alırsak, bu bir gerçeklik
ki, ahenksiz düşünce yapılarımız bedenimizi de hasta
ediyor. Tıpkı gezegenin birleşik insan düşünce alanını
etkilediği gibi, kelebek etkisi gibi düşünebilirsiniz bunu.
Olumsuz
bir düşünce yarattık, farkettik, temizlemek için tam
tersini ve olumlusunu düşünmek yeterli midir?
Kızgınlık
ve öfke enerjisi güçlü bir enerjidir kolayda toparlanabilen
bir enerji değildir, egoyla bağlantılı olduğu için yani kızgınlığın
ve öfkenin tamamen ortadan kalkabilmesi için bireyin öncelikle
tüm egosal hesaplaşmalarını tamamlaması gerekir. Tamamlamadığı
noktada çok doğal bir sonuç olarak kızgınlıklar, öfkeler,
öfke patlamaları meydana gelecek ki, gezegeninizde bu mevcut
insanlık zaten bunun içinde gelişiyor. O yüzden kızgınlık
ve öfke çok doğal, yaşanması ve yaşanarak öğrenilmesi
gereken duygular. Bu noktada şu önemli: Birisine, Ahmet
efendiye kızdınız insanlık hali size bir laf etti, yok
borcunu ödemedi, bir şey oldu kızdınız. Bu bilgilerden
sonra dediniz ki “ ben ne yaptım, şimdi bu adama kızarak
bir düşünce, bir enerji üretiyorum, bu adama bunu gönderiyorum,
e bunu bu adama göndermekle kalmıyorum ki, insanlığın bütünleşik
düşünce alanına da gönderiyorum. Ben insanlığın bütünleşik,
düşünce alanına kızgınlık gönderirsem, birgün çekim
yasasına göre o alandan da alacağım da kızgınlık
olacak” diye farkettiniz. Bu durumda ilk yapacağınız şey,
ben bir tövbe edeyim de bu durumdan kurtulayım olacak, bu da
normal çünkü insan öncelikli olarak kendini oradan kurtarmak
isteyecek, düşünce alanına attığı şeyi farkedince aynı
şeyi çekmek istemediği için, “hay Allah ben ne yaptım”
diyerek düzeltmek isteyecek eğer bu şekilde düşünerek düzeltme
yaparsanız faydalı olmaz çünkü burada bir pazarlık söz
konusu, bu sistem çalışmaz. İstediğiniz gibi oraya atıp,
ama sonra çok pişman oldum, cumaya gittim namaz kıldım,
kurban kestim diyenler var ya sorarlar yine mi kabul etmedin?
Yok etmedik denir. Pazarlık sistemi çalışmaz. Ama gerçek
bir bilgi olarak ruhen, vicdanen bir sıkıntı yaşayıp, “ah
ben ne ettim, nasıl ettim, bu kafam çalışmadı, Rabb’im
ben ettim, sen etme, sen yücesin, sen affedensin, sen bağışlayansın,
ben kulum, bu hataya kul olduğum için düştüm ama şimdi
hatamı anladım, bundan sonra buna düşmemem için bana yardım
et, bana yol göster, beni yanından ayırma, aynı hataya düşmemek
içn niyetim var, niyetimi salim bir şekilde ortaya koydum,
bana yardım et bu niyetimi uygulamamda, bana yol göster, ne
olursun beni affet, beni bağışla” dediğinizde, bu çok güzel,
iyi niyetin ortaya konduğu bir duadır ve sizin üzerinizdeki yükün
hafiflemesi adına sizde, bir anlayış bir idrak yaratır ise
faydalıdır.
Sorunun cevabı
şudur: Eğer bu tövbeyi söylediğiniz sırada bir anlayış,
bir idrak söz konusu ise zaten kendi değişir. Sistem böyle
çalışır. Örneğin: Bir şahıs var, şu siyaha insanımız
düşündü düşündü bir siyah paket attı, gelişmeye yatkın
bir varlık, düşünüyor, çalışıyor, kendi üzerinde uğraşıyor.
Kozmik bir sezişle, hatasını farkediyor ve bunu düzeltmek
istiyor ve bu konuda bir idrak, bir aydınlanma içinde, bunu
bir daha böyle yapmacaktır, en azından bu boyutta yapmayacak,
bu bir anda kesilmez, bir sonrakini şu kadar yapacak, daha
sonra daha az yapacak, derken
derken, büyükten küçüğe doğru bitecek. Bir anda kesmek mümkün
değil. Ama bu her küçük boya geçiş, bir realite sıçramasıdır.
İşte bu sıçramanın, anlayışın ve idrakin gerçekleştiği
yerde birey, bunu bırakırsa, bu adeta kendiliğinden
temizlenir. O yapılan şeyin yok edilebilmesi için gerçek bir
idrak ve anlayış olması lazım. Yok edilmesi için ekstra bir
imajinasyon çalışması gibi birşeye gerek yok. Gerçekten
bir anlayış ve idrak yok ise, o realite sıçraması gerçekleşmedi
ise, yapacak çok da bir şey yok, istediğiniz imajinasyonu yapın,
kendinizi rahatlatmak istiyorsanız, cumaya gittim, namazı kıldım
demek gibi imajinasyon çalışması yaptım efendim,
diyecekseniz, buyrun hodri meydan, rahatlatabiliyorsanız
kendinizi, rahatlatın. Ama bu bir gerçeklik değil. Az önce
bu düşünce alana bir kara taş attınız ya şimdi toplamak için
imaj gönderiyorsunuz, taş ortada, etrafta
olumlu ağaç imajı,
bir olumlu ağaç imajı daha,
bir olumlu dağ imajı, biraz daha olumlu imaj, çok güzel
oldu. ( tahtaya çiziyor) Olumlu imajlar alana yakışıyor
fakat karataşı değiştirmiyor, demek ki, olumlu imajın her
dakika bize böyle de bir faydası yok.
Az önce
karanlık alandan söz ederken bu alana bilinçli olarak gönderim
olduğu ve bunun da patlamalara neden olduğu söylendi. Bu
alandaki insanlar, bu hayat planına negatife hizmet etmek için
mi geliyorlar?
İnsanlar doğuyor
buraya yuvarlağın bir yanında dünyanın giriş kapısı var,
diğer yanda çıkış kapısı var. Arası da sizin tekamülünüz.
300 hayat-800 hayat farketmez. Giriş kapısından okula
giriyoruz, çıkış kapısından mezun olup çıkıyoruz. Doğal
olarak ilk kısımlar daha ilkel, otomatik yaşayış dediğimiz,
kabileler vs. Buradan çıkanlar da, belirli bir entelektüel
seviyenin oluştuğu, düşüncenin önemi, gezegeni kurtarmak,
insanlara yardım etmek gibi vazife realitesinin başladığı
yerdende okuldan çıkıyorlar. Demek ki, bir karanlıktan aydınlığa
doğru yolculuk var. Gezegeninizdeki ölüm doğum
istatistikleri gibi bir kapıdan hergün birileri giriyor, diğer
kapıdan hergün birileri çıkıyor. Mezun olarak çıkanlar,
yeni bir okula gidiyorlar. Bu gelenler nereden geliyor bir yanda
başka bir dünya var, oradan çıktı, buraya geldi.
En karanlıktan girecek, en aydınlıktan çıkacak, diğer
okulda ne yapacak? Orada da aynı şeyi yapacak… Bir
sonrakinde de böyle bir sonrakinde de böyle, siklus bu şekilde
devam ediyor. Şu ilk aşama bizim en karanlık aşamamız olduğuna
göre belki 700-800
hayat geçirecek karanlık alanda, karanlıkta zaman geçirmek
kolay değil, oralardan çıkmak kolay değil.Şimdi bu skalanın
içinde küçük küçük küçük ilerleyecek, sonra orta aşamaya
küçük küçük, sonra üçüncü çıkış aşamasına küçük
küçük ve çıkacak.
Demek ki, bu
ilk karanlık bölüme doğmaya devam edenler, henüz o
gezegenin otomatik yaşayışında, o gezegenin karanlık çağlarında
olan yere doğmak zorunda ve o madde ile o karanlık içinde
kendi tekamülünü oluşturmak
zorunda olan kişilerdir. Onları alıp buradan buraya sokamazsınız,
ateşlerde yanar gibi yanar. Ne olduğunu anlayamaz, onlar
buraya doğmaya mecburdurlar. Realiteleri ancak burayı karşılamaktadır.
Biraz daha kaba, biraz daha yoğun, biraz daha maddesel, biraz
daha materyalist, daha can yakıcı, ıstırapların da daha
fiziksel boyutta olduğu bir realitedir. Son realitelerde, ıstıraplar
fiziksel boyutta değil, ruhsal boyuttadır. Kalpten, gönülden
gelen sıkıntılar, zihin sıkıntıları vardır. Ama şunu
karıştırmayın şu karanlık alanın bir de idareci
mekanizması var. İdarecileri özel kişilerdir. Özel
enkarnasyondur, karanlık alanın yöneticisidir. Karanlığın
içindeki olayları ve karanlıktaki bireyleri, kavgaları,
olayları yöneten yönetici mekanizmadakiler çok özel kişilerdir,
onunda bir yönetici kadrosu, onun da bir yönetici kadrosu vardır.
Onların hepsi eşittir. Birisi karanlığı yönetiyor, diğeri
çok aydınlığı gibi ayrım yoktur. Onların hepsi aynı güç,
aynı kuvvet, aynı kudrettedir, onlarda bir üstlerindeki başka
mekanizmaya bağlıdırlar. Karanlığı yöneten mekanizma ile
çıkışa yönelenlerin yönettiği mekanizma aynı değerdedir.
Soru : Kendime
yakıştıramadığım bir düşüncem olduğunu fark ettiğimde,
tam da verdiğiniz örnekteki gibi ,hemen iyi şeyler düşünmeye
çalışır, başaramazsam da Allah'ın sıfatlarını tekrar
ederdim, geçene kadar. Ama şimdi doğru olmadığını anlıyorum.
Bunun yerine bugünkü dersimizi aklıma getirip, böyle düşünmekle
neler yapmış olduğumu, tekrar gözden geçirerek, yaptığımın
şuuruna varmalıyım, af dilemeleyim, bunun duygusunu yaşamalıyım
diye düşündüm.
Yanıt: Çok
faydalı olur, çok güzel bir noktaya temas ettiğiniz için teşekkür
ediyoruz, gerçekten arkadaşlarımız açısından da aydınlatıcı
bir yol oldu bu, yöntem oldu.
Şeklin ortasındaki
kara taşı, kuşlarla, martılarla, çiçeklerle, uğur böcekleriyle
süslemek yerine bu karataşı grubun ortasına düşünce
yoluyla attığınızda, şu mekanizmayı düşünürseniz
idrakiniz ve anlayışınız çok daha kuvvetlenir ve realite sıçrayışı
yaparak olumluya doğru bir daha yana atlarsınız. Oysa bunu
yapıp etrafını süslemeye devam ederseniz zaman
kaybedersiniz. Dürüst olun, dürüstlükten güzel şey yok.
Demek ki, enerji işleri karışık işler, birbirimize dolaşıp
dolanabiliyoruz, benim grubun ortak alanına attığımı, diğeri,
diğerininkini ben ya da öteki çekebiliyor. Birinin yaptığını
öbüründen sorumlu tutuyor, ötekinin yaptığını diğerinden
sorumlu tutuyor. Kaotik bir sistem işliyor. Bunu hatırladığınız
vakit, idrakinizin artması, anlayışınızın güçlenmesi ve
realite sıçrayışınızın hızlanması çok daha kolay, çok
daha çabuk, çok daha temiz olacaktır. Süslemek yerine gerçekle
yüzleşin, ne yaptığınızın, sistemi nasıl çalıştırdığınızı
fark edin. Ve bunu
çalıştırmamanın yöntemleri üzerinde çalışın, teşekkür
ediyoruz şu anki hissedişinizi, öngörünüzü bizimle paylaştığınız
için herkese çok faydalı olacak bir bilgi paylaşımı oldu.
Soru: Olumsuzu
düşüncelerimizle oluşturduğumuz
bir manyetik alan ile
toplumuzda kabul görmüş nazar ilişkisi var mı?
Yanıt:
Nazardan korunmak için oluşturduğumuz korunma alanı dışında
başka ne gibi korunma yöntemleri vardır? Diye soracak
olursak, yanıt olarak şunları söylemek mümkün: Her enerji
birbirinin karşıtı değildir. Bir yuvarlak çizelim ve
diyelim ki, A insanı işte bu da B insanı. A insanı yine görece
B insanına göre daha karanlık ve koyu enerjiler kullanan biri
olsun yani frekansları farklı. Biri şu karanlık gruptan biri
olsun, bu B insanı da daha aydınlık alandan biri olsun. Çekim
yasası diye birşeyden söz ettik. Siz ne iseniz, kendinize de
onu çekersiniz değil mi? Daha
olumlu B insanının, daha karanlık A insanını kendine çekebilmesi
mümkün değil, burada bir mantık da yok. Arada hayatlar var,
o insanı kendinize nasıl çekeceksiniz ki ? Siz diyelim iyice
süptilleşmiş enerji bedenlerle uğraşıyorsunuz, bir diğeri
neredeyse bir kabile insanı ilkelliğinde karşılaşmaları mümkün
değildir. Fakat şunu unutmayalım ki, burası dünya bu
insanla siz, herhangi bir ortamda, odada, binada,
sokakta,takside, tiyatroda, sinemada her yerde bir araya
gelebilirsiniz. Bu kadar kalabalık bir şehirde yürüdüğünüzde,
birkaç tanesi yanınızdan geçiyordur zaten… Bu onu hayatınıza
aldığınız anlamına gelmez, bir asansörde çıkmak bile, şurada
bir alan yaratır. Sadece yan yana gelmek bile bir aura yaratır,
auraların değmesine neden olur.
Nazar dediğiniz
şey toplum içinde, olumsuz enerjinin size yönlenmesidir,
nazar diye bir şey vardır. Nazardan korunmak için nazar boncuğu
ile korunmak da aslında bir ölçüde doğrudur. Şu anlamda,
korunma düşünceye dayanıyor. Nazar boncuğuna toplumunuz,
milletiniz tarafından yüklenmiş bir güç var artık, tabii
korur sizi, nasıl korumasın? Güç yüklemişsiniz ona, nazar
boncuğu diye bir şey var, o nazar boncuğu bizi nazardan korur
diye biriniz değil bir toplumun, bir milletin tamamı, bir
birleşik alanın tamamı ona bir güç ve kuvvet yüklediği
zaman o taş parçasının bir kuvveti ister istemez oluyor. Ayrıca
kişinin kendi inancı da önemli. Bu nazar boncuğunu takarsam
bu beni herşeyden korur, diye onu üzerinize taktığınızda
bir koruma kalkanı gibi koymuş oluyorsunuz. Işınlı bir
bilezik gibi etrafınıza ışık yayar. “Bak uzak dur benden,
ben nazar boncuğu taktım” der adeta. Çünkü bir güç yüklüyorsunuz
ona, bu yüzden de işe yarıyor.
Siz B kişisi
iseniz A yı hayatınıza çekmek şeklinde değil ama karşılaşma
tarzında bir araya gelebilirsiniz ve o an birtakım, tesirler,
nazarlar, sıkıntılar, buhranlar her türlü şeyi de
alabilirsiniz, ne dedik alanlar iletken… Gidiş de var, geliş
de var. Sizden ona iyi şeyler gittiği gibi ondan size gelenler
iyi şeyler olmayabilir.
Hep söylediğimiz
gibi , sabahları kalktığınızda kendinizi bir fanus gibi bir
koruma alanı içine almanız, üzerinize şeffaf ve size gelen
olumlu tesirleri engellemeyecek
sadece size
gelen zararlı bir takım enerjilerden korunmak niyetiyle dua
ederek oluşturulmuş bir alanla etrafınızı kapatabilirsiniz.
Enerji anlamında böyle bir çalışma yapmanızın mutlaka
faydası olur. Karmik anlamda yaşanacaksa ona kimse engel
olamaz ama kendinizi bu tarz bir yöntemle olumsuz geldiğini
hissettiğinizde kapanın. Karşınızda biri oturuyor, negatif
olduğunu hissettiniz, ayaklarınızı kollarınızı kapatın,
ne verin ne alın, buna hakkınız var. Vermek istemiyorsanız
vermezsiniz, göz teması kurmayın, gözlerinin içine bakmayın.
Bedeninizi mümkün olduğunca uzak tutun ve kapanın, bedeniniz
yakınlaştıkça auların da birbirine yaklaştığını ve içiçe
geçtiğini unutmayın. Bedeni kapatmak, bedeni fiziken uzaklaştırmak,
gözlerinin içine bakmamak, o anda hemen korunaklı bir alanla
örtmek faydalı olacaktır.
|