Kader
konusunda Özgür İradenin Yeri Nedir? Sınırları nelerdir?
Nerelerde başlar, nerelerde biter? diyecek olursak, özgür
irade meselesinin, hem bir yasa olmakla birlikte, bir yandan da
sınırları olan bir kavram olduğunu görmekteyiz. En azından
aşamalar içindeki sınırları da aşama aşama düşünebiliriz.
Varlığın tekamül seviyesi yükseldikçe özgür iradeye
sahip olma ölçüsü de yükselecektir.Tıpkı küçük bir çocuğu
bakkala göndermiyorsanız, ama yirmi yaşına geldiğinde başka
şehire bile tek başına gidiyorsa, oy kullanıyor seçimlere
katılıyor ise, varlığı da bir bütün olarak böyle değerlendirmek
lazım, başlangıç aşamasında varlığın özgür iradesi
oldukça sınırlıyken, varlığın gelişkinlik düzeyi arttıkça
özgür iradesi de artar. Bununla birlikte bu özgür iradenin
özellikle sizin aşamalarınızda tamamen sınırsız olması
diye bir durum söz konusu olmaz. Bir varlığın tamamen
kendisiyle başbaşa, kendi iradesine bırakılıp her şeyi
kendisinin seçmesi pek mümkün değildir çünkü henüz egoyu
yenmemiş hiçbir varlığın, kendi hayrına, gerçek hayrına
seçimler yapabilmesini beklemek pek zor iştir. Varlığın
ancak egodan tamamen sıyrılmış bir noktaya gelmesi gerek ki,
tamamen vazife anlayışına , hizmet anlayışına gelmiş
olması gerekir ki, onu bazı seçimlerde serbest bırakabilsin,
ancak varlık henüz kendi egosuna hizmet, kendi çıkarlarının
peşinde hala koşmakta olduğu bir tekamül evresinde ise, bu
varlığa yapılabilecek en kötü şey, ona sınırsız bir özgür
irade vermektir. Özgür iradenin sınırlanmasının nedeni,
varlığı kendinden de korumaktır. Kendisiyle ilgili kendinin
verebileceği uygunsuz kararlardan daha çok karma oluşturacak
durumlardan onu korumak ve himaye etmek maksatlıdır.
Geçen çalışmada
SEBEP-SONUÇ meselesi şimdi kucağınızda nurtopu gibi
durmaktadır dedik. Sizin bir zamanlar bir yerlerde yarattığınız
durumlar, karşınıza farklı olaylarla da çıkmış olabilir.
Örneğin; diyelim ki, sizin bir bohçanız var , bu bohçanın
içinde birikiyorlar, dört parça ettiler, geçmişte oluşturduğunuz
birtakım sebepler nedeniyle dört parça olumsuz bir karma yükünüz
var. Karma birebir göze göz, dişe diş bir mekanizma değil
aksine, yaptığınız o eylemlerin etkileriyle karşılaşmaktır.
Siz A eylemini yaparak, birinin cüzdanını çalarak onda nasıl
bir etkiye yol açtıysanız onda nasıl bir zarara neden
olduysanız, sizin alacağınız şeyde o zararın kendisidir.
Sizin cüzdanınızın çalınması, sizde bir etki
yaratmayabilir o zaman nerede bunun adaleti diyebilirsiniz. Örneğin
siz bir insanın cüzdanını çaldınız, orada diyelim ki, ölmüş
karısının tek resmi vardı, o resim onun için öyle değerliydi
ki, belki hayatta tutunduğu tek şeydi, cüzdan umurunda değil,
ama giden resim belki onu yıktı, onda çok büyük bir hasar
oldu, ona büyük bir zarar verdiniz, onu çok üzdünüz ve acıttınız
belki de.. Yarın öbürgün sizin cüzdanınız çalındığında,
“oh be kardeşim cüzdanım çalındı, gitti hüvviyet,
gazetelere ilan ver şimdi, uğraş dur” diye bir cevapsa,
sizin yaşamanız gereken bu değildir. Sizin aldığınız
etki, diğer adamın cüzdanının çalındığında aldığı
etkiye, yaşadığı acıya eşit değildir. Onun hissettiği
kedere denk değildir. Bu yüzden aynı denklikte bir olayla karşılaşmanız
gerektiği için, olayın içeriği değişir fakat alacağınız
etki ve etkinin dozu, biçimi birebir aynıdır.
Bu nedenle bohçaya
dönersek, bohçada var dört parça negatif yük geçmişten
gelen. Bu dört parçayı bu hayatınızda tamamlamanız
gerekiyor. Bu negatif borcu artık bir sonraki aşamalara taşımamak
için artık tamamlanız gerekiyor. Biz ne dedik? O dört parçayı,
tek bir yoldan ödemeyiz. Çünkü alacağımız acıyı çeşitli
yollardan alabiliriz. Yani almamız gereken, yaşamamız gereken
x acısı ise, o acıyı bir boşanma ile de yaşabiliriz,
efendim, çok sevilen birinin sizi terketmesiyle de yaşayabilirsiniz.
Çok yakın bir arkadaşınızın gitmesinden de alabilirsiniz
ama aldığınız temel acı ne? Kayıp-Yoksunluk. Kayıp ve
yoksunluğu, arkadaşın gitmesi, eşin gitmesi, sevdiğinizin
gitmesi vs. gibi çok çeşitli yollardan alabilirsiniz. Bu yüzden
hayat alternatiflerle doludur gibi görünür size. A yolu, B
yolu, C yolu varmış gibi görünür, aslında hepsi aynı yere
çıkar. Almanız gereken belli dozda, adı konmuş bir acı
vardır. Bir sıkıntı vardır. Bir ıstırap vardır. Onu A
dan da alırsınız, B den de alırsınız, C den de alırsınız.
Bazen
filmlerde paralel evren gibi konular işleniyor ya, bu tarafa
gitseydi böyle olurda da şu tarafa gitseydi şöyle olurdu
filan, bu mümkün mü? Bu tarafa gitseydi başına şunlar
gelecekti ama onlara gitmediği için aaa mutluluklara gitti.
Kardeşim o mutsuzlukları kim ödeyecek, babası mı?
O mutsuzluklar madem ki onun bahtına verilmiş, o
mutsuzlukların madem ki sebebi olmuş, kucağına nurtopu gibi
sonucunu almış,ben bunları ödeyeceğim diye de imzasını
atmış, nasıl o yola gidiyor mutsuz oluyordu? Böyle bir şey
mümkün değil, bunlar dejenere bilgilerdir. Almanız gereken
bir acı miktarı var ise, bu belirlenmiş ise siz bu bedeli
yarattıysanız, bu sebebi yarattıysanız ve bu sonucu
alacaksanız, birisiyle evlenip boşanarak da alabilirsiniz,
birini çok severek onun sizi terketmesiyle de alabilirsiniz.
Bir sevgiliyi sever gibi sevdiğiniz kıymetli dostunuzun
buralardan gitmesiyle de alabilirsiniz gibi pekçok yöntem vardır.
Aradaki küçük
nüansların değişmesi gibi olaylara biz kader değişikliği
demiyoruz. Yani evlenecekti de, evlenmedi de ciddi bir sevgi
selinin olduğu beraberlik yaşadı ve onu kaybetti diyelim. Ya
da olabilirdi ki, evlenir de ayrıldı. Bakın bunlar o kadar
detayda meseleler ki, bunlar sizin toplumsal bakış açınızla
şekillendireceğiniz kavramlar biz meselenin özüne bakıyoruz.
Oradaki, o ilişkiden, o yaşantıdan ne aldı? Sonucunda,
ihtiyacı olan derse kavuştu mu kavuşmadı mı?
Buradaki değişim kaderin oynaması değildir.Kaderin
oynaması nikah olacaktı olmadı, işe girecekti girmedi tarzında
değildir. O işe giremez de, öbür işte alması gerekeni alır.
Kader ve Karmada
Bilinçaltı etkiler ve psikoloji
Kaderin değişmesi
mümkün değildir, sizin buraya gelmeden önce bazı ana
kodlamalarınız vardır. Nedir bunlar? Çocukluk evresi bu
hayatta çok önemli, psikolojiyi sakın ola hafife almayın.
Sizin elinizdeki psikolojininde suyu çıkmış o ayrı fakat
psikoloji denen şey gerçekten önemli bir konudur. Eğer bilinçaltı
spiritüel modellemeler ile işlenir ise, ruh ve beden münasebeti,
hastalıkların sebebi, psikolojik olarak düşüncenin, insan
bedeni üzerindeki etkilerinin bedende birikmeleriyle ortaya çıkan
hastalıklar vs.gibi çok önemli kavramlar üzerinde bu kuşak
inşallah çalışıyor olacak. Az önce sözünü ettiklerimiz,
daha derin bilimsel çalışmalardır bunlar, günümüzdeki
psikoloji yetersizdir. Farklı açılımlar da gerekir. Oysa ki,
insan psikolojisi, çok derin bir konudur. Spiritüel olarak ele
alındığında çok geniş ufukları vardır. Çok büyük
yeniliklere gebedir. Buradan olaya baktığınızda, sizin bir
hayata geldiğinizde çocukluk evresi oldukça önemli çünkü
orada pekçok kalıbı elde ediyoruz. Pek çok normu elde
ediyoruz, pekçok şeyi
ilk orada adlandırıyoruz. Örneğin sevilmek nasıl bir şey
sevilmemek nasıl bir şey? Sürekli dayak yediğiniz bir ananız
babanız varsa, sevilmekle ilgili hiç bilgi edinemeden yetişkin
çağlara geliyorsunuz ve sevilmemiş bir çocuğun hırçınlığı
içerisinde, o tabiat içinde davranan bir karakter şekillendiriyorsunuz,
bir diğeri başka bir karakter şekillendiriyor ve hayat bunun
üzerine kuruluyor. Çocukluk devresi çok önemli olduğundan
anne babanın bu çocukluk evresini karşılayacak yapıda ve
nitelikte olması gerekir.
Gerek o çocuğa
acı çektirmek suretiyle, gerekse sevgi vermek suretiyle çocuğun
bu gezegene geldiğinde ihtiyacı
ne ise onun karşılanması için… Tabii bu noktada anne-baba
seçimi gibi bir seçim var, ama bunu tek anne tek baba gibi de
belirtmeyin, belli bir anne şeması var, belirli de bir baba şeması
var, o süreçte uygun olan anne-babaya gidilir olarak bakmanızda
fayda olur yani A kriterindeki anne, bu gezegende bir tane değildir.
A kriterindeki anne bu gezegende, o anda, hamile olmaya hazır,
koşulları da müsait vs olmak üzere diyelim ki, on bin tane
var- beş bin tane var. Bu demektir o anda o çocuğun, 5000
anne olasılığı var. Peki ama şimdi bizim bir de baba
modelimiz var. Bu annenin şöyle şöyle şöyle bir baba ile
evlenmesi gerekiyor çünkü çocuk sadece anneden almayacak,
babadan da alacak ya, o zaman babayı da yerleştirdiğimizde,
beş bin annemiz düşüyor iki bine çünkü diğer üçbinde
bizim aradığımız baba modeli yok. Bakıyoruz iki bin tanede,
bizim istediğimize yakın anne-baba modeli var. Bunların bir kısmı
gebelik için uygun olmayabilir. Hastalık olabilir, koşullar
uygun olmayabilir, o ülkede savaş olabilir vs. Savaşa doğmayacak
bir çocuksa, bütün bunlar elendikten elendikten elendikten
sonra ki, çok kriter var burada biz sadece bir iki örnek
vardik. Bir tane anne bir tane baba kalır, bu vazifeye de talip
olur. Karşılıklı bunların anlaşması yapılmıştır o
anne, o babaya uygun vakit zamanda, gelecek olayların da şekillendirilmesine
uygun olacak koşullar dahilinde anne karnına düşülür.
Buraya düştüğünüz zaman, efendim nedir? 100 gr merhamet
alacağım, 100 gr sevgi alacağım, 600 gram kadar da acı çekeceğim.
Eh pekçok şeyde yaptım arkada, dolayısıyla biraz fazla acı
çekeceğim bu hayatta gibi bir ana liste ile doğdunuz, bu ana
liste tabii ki belli.İşte o 600 gr acıyı nereden çekeceksiniz?
Efendim 100 gr sevgiyi kimden alacaksınız ki bunun büyük bir
kısmı çocukluk aşamasında ebeveynlerden alınır ama daha
sonra da sevilen, eş, arkadaş, dosttan da, çocuğunuzu
sevmekle de tamamlayabilirsiniz. Bazı insanlar hayvanlarını
da severek bu ihtiyaçlarını doyururlar. Geri kalan 600 gr lık
da bir acı paketim var benim, bunu da almam gerekiyor dediğiniz
zamanda çok kalıplı olmamak lazım. Bazen küçük değişiklikler
olabilir ama sonuç itibariyle de alacağınız 600 gr lık acıyı
da değiştiremezsiniz.
Siz gelmeden
önce bir plan yaptıınız. Bir Ahmet efendi vardı da, o Ahmet
efendiyle evlenecektiniz de, Ahmet efendiden 600 gr. lık acıyı
alacaktınız. Ama burada birşeyler farklı gelişti, bir şeyler
oldu da, evlenmediniz de evlenmeden aldınız o acıyı. Bu bir
şeyi değiştirmez. O zaman kader değişti, evlenecektim de
evlenemedim gibi bir sonuca çıkmaz. 600 gr. lık acıyı aldınızmı
aldım, tamam, o zaman senin kader planın tamamiyle gerçekleştirilmiştir
denir. Özgür irade ile bunu bağlarsak, varlığın o andaki küçük
küçük seçimleri, küçük küçük farklara neden olabilir.
Özgür irade ile bir seçim yaptı mı? Yaptı vallahi,
nikahlanmadı da, yine aynı evde oturup aynı acıyı yaşadı,
sonuç değişmedi. Bu tarz küçük iradeler, bireysel seçimler
özgür irade kullanımları tabii ki olabilir. Burada sonucu değiştirmiyorsa
müdahele edilmez. Orada özgür irade ile yapılan seçim,
sonucu değiştirmiyorsa, yaşam planının dışına çıkmıyorsa,
zaten müdahele edilmez.
Varlıklar Yaşam
Planlarının Dışına Çıkarlar mı?
Burada bir başka
noktaya da değinelim. Varlıklar yaşam planlarının dışına
çıkarlar mı? Çıkarlar… Ama onunla birlikte çalışan
rehberi, onun yaşam planının dışına çıkacağını da
bilir. Şimdi biz buna şu A planını hazırladık ama yani
zaten bunu uygulamayacak ve B planına
geçecek. Varlık bazen zor ikna olur. Geçmişten oluşturulan
sebepler nedeniyle, yaşamın içindeki acı 600 gr değilde
1600 gr olunca tabii, “aşağıya ineyim de kimselerin çekmediği
ıstırapları çekeyim Yarabbi, inşallah” diye inmez.
Mümkün mertebe bu işten kaçmaya çalışarak iniyor.
Rehberi bu varlığın kaçma ihtimali olduğunu bilir ve ona çoktan
bir B planı hazırlanmıştır. Yaşam planının dışına çıkıyor
gibi görünmesi dahi, yaşam planının dışına çıkmak değildir
çünkü orada onun için hazırlanmış alternatif bir plan
vardır. Aslında hepiniz için hazırlanmış bir alternatif
plan çoğu zaman bulunmaktadır. Zamanla ilgili bir
tasarruftan, hayatların planlanması ile ilgili bir tasarruftan
söz ediyoruz. Bu tasarruf içerisinde bireyleri kendi başına
bırakıp işte ne istiyorsa yapsın diye aşağı göndermek mümkün
değildir. Korkunç bir karmaşa gelişir bu kargaşanın altından
kimse kalkamaz, alacak-verecekler karışır. Borçlar birikir,
herkes kendi menfaatine hareket ettiği için ortalıkta düzen
kalmaz, negatif karmaları ödeyecek durum da ortadan kalkar.
Özgür İrade
Vardır
Özgür irade
vardır. Özgür irade varlığın gelişkinliğiyle alakalıdır.
Varlık geliştikçe daha kapsamlı bir özgür iradeye sahip
olur. Hiç gelişmemiş, yepyeni başlangıçlar içinde olan
varlıkların otomatik yaşamlarında bahsettiğimiz noktalarda,
bireysel seçim diye bir şey yoktur, geliştikçe kazanılır
ancak kazandığınız özgür irade de her ne olursak olsun,
sizi ana yaşam planınızdan uzaklaştıracak düzeyde seçimler
içermez. Siz yine bir seçim yaparsınız, yolun solundan değil
de, sağından gidersiniz. Solundan gitseydiniz, araba altında
kalacaktınız, sağından gittiniz diye de kafanıza saksı düşer.
Yani sonuç değişmez olması gereken, olması gereken saatte
ve zamanda gerçekleşir, böyle küçük oynamalar kader planının
değişmesi olarak adlandırılmaz.
Maddeyi Tanımak
Soru: ''Olayları,
sebep olduğumuz duygu ve hislerin aynını deneyimlemek için
yaşıyoruz. Acaba, şimdiki idrakimizle yapmayacağımız bu
duyguları mutlaka yaşamamızın bir amacı da, korku, endişe,
sevinç, üzüntü diye nitelendirdiğimiz maddeleri tanımak mıdır?'
Maddeyi tanımak
gerek ki, maddeden vazgeçilsin. Maddeyi tanımadan maddeden
vazgeçemez ve maddenin olmadığı yaşam biçimlerine ve
formlarına yönelemezsiniz. Örneğin çalışmalarda görürsünüz
bazı arkadaşlarımız görücüdür. Işıklı varlıklar,
ışıklı enerji alanları gibi görürsünüz, bu alanlarda
farkındaysanız madde yoktur, madde tesiri kabalıkla ilgili
bir tesirdir. Yani daha kaba bir alandır, gelişmemiş
alanlarda madde vardır. Daha gelişmiş alanlarda ise madde
yoktur. Bakınız ruhta madde yoktur, bu dünyadaki manasında
madde yoktur. Daha farklı bir yapıda ve dokuda, içindeki parçacıkları
bambaşka bir maddeden oluşan bir yapıdır o, oysa bu
gezegendeki madde ise, katı, gayet kalın, araba gibi, sandalye
gibi karşınızda beliren, tutabildiğiniz, onunla hava
atabildiğiniz, ihtişamını yaşabildiğiniz maddeler var.
Hatta bunlar bir çeşit de zenginlik belirtileri olmak
suretiyle, kişiye belli hazlar ve tatminler yaratarak da onun
egosuyla ilgili tatminler yaşatmaktadır. Maddeyi tanımanın
önemi, maddeden vazgeçebilmek açısından önemli. Fakat
maddeden böyle bugünden yarına vazgeçmek, bugün yattım
madden vazgeçtim yarın kalktım hepsinden vazgeçtim, bir anda
sufi oldum, ermiş miyim? Derviş miyim acaba diye bir aşamaya
geçmek mümkün değil.Bu maddenin her türlü aşamasından geçmek,
yana yakıla geçmek gerekli ki, bir gün artık maddeye ihtiyacımız
olmadığını farkedelim.
Bizim bu
gezegene gelmekte ki, en temel maksadımız, TEKAMÜL dür.
Tekamül edebilmek içinde duygulara ihtiyacımız var,
hissetmeye ihtiyacımız var, sevinmeye, neşelenmeye, gülmeye,
acı çekmeye ihtiyacımız var. Ancak bütün bunları yaşayarak,
gelişebiliyoruz çünkü bunlar bizim egomuzla ilgili, egomuzu
da besleyen duygular. Örneğin; insana sorarsınız, ne
istiyorsun bu hayatta dersiniz? Çok klasik bir cevap vardır.
Çok param olsun, zengin olayım, mutlu olayım. Neden? Bu
gezegende madde öyle bir yücelik içerisindeki, zengin olmakla
mutlu olmak zihinlerde eş koşulmuş durumda. Tamamen eş koşulmuş,
ne kadar çok maddeye sahip isem o kadar mutlu olacağım,
maddem olmadığı için ben mutsuzum, zenginliklerim yok çünkü.
Oysa ki mutlu olabilmenin tek şartı acı çekmektir. Acı çekmeden
mutlu olamazsınız, acı çekmeden bir mutluluğun olması
gezegeninizde mümkün değil. Acı çekmiyorsanız içinde
bulunduğunuz madde ile yaşayacağınız tek şey, giderek yükselen
bir ego, giderek şişen bir ego, giderek şımaran bir bünye.
Daha fazlasını isteyen, şımaran, “küçük dağları ben
yarattım, yok yok küçükleri yarattıysam büyükleri de ben
yarattım herhalde, bakayım kendime aynada, büyüklerini de
ben yaratmışımdır” diyen bir egodur bu. Madde dediğiniz
şey bu dünyada öyle zengin deneyimlere yol açmaktadır ki,
madde hazla eşkoşulmuştur. Madde varsa haz var. İnsan bünyesi
henüz egonun tesirinden kurtulamadığı için, faydacı yapıdan
kurtulamadığı için henüz bir vazife yapmak, hizmet etmek,
insana faydalı olmak makamına erişemediğinden almak, hep
almak, hep almak duygusu içinde olduğundan tabii ki egosuna
hizmet etmek istiyor. O egoyu beslemek istiyor, egoyu beslerken
de ne kadar mutlu olursam o kadar iyi gibi bir faydacılık peşinde
koşuyor. Mutluluğun yolunun da maddeden geçtiğini düşünüyor.
Bu gezenin deneyimleri buna koşullanmış. Burada bir hata var
demiyorum. Yüce Rab bunu böyle düzenlemiş, bu hatalı değil
ama maddeden vazgeçebilmenin yolu önce onun peşine düşmektir.
Önce onun peşine düşerek, onu daha fazla elde etmenin yollarını
arayarak, o hazların, o hırsların peşine düşerek ve
sonunda birgün bunun nasıl can yaktığını deneyimleyerek, bütün
bunlardan vazgeçip, Rabb’e sığınmaktan başka bir yol
olmadığını farketmeye götürecek olan tek şeydir. Maddenin
peşine düşmenin nihai sonucu aslında birgün Yüce Rabb’e
varmak ve ulaşmak olacaktır ama o birgünle başlangıç
noktası arasındaki süreyi siz ne bana sorun, ne ben size o süreyi
söyleyeyim, gereksiz bir bilgi olmasın tabii…
Maddeyi tanımak
çok önemli, maddeyi tanımak için maddeyi deneyimlemek önemli,
sonuna kadar deneyimlemek gerekmektedir. Maddeden kaçarak,
madde deneyimlenmez, maddeden kaçarak maddeden vazgeçilmez.
Bir konuda bir iştahınız mı var, sonuna kadar yaşayınız.
Kendinizi durduramıyor musunuz? Durdurmayın. Sonuna kadar yaşayınız
akabindeki olaylar ile zaten kendinizi değiştirmek ihtiyacında
olacaksınız. Ama bu değiştirmek arzusu gerçek bir ihtiyaçtan
doğacaktır. Sokma akılla şuradan şuraya yürünmez efendim,
bu sebeple siz bir konuda çok yüksek bir ihtiyaç duyuyorsanız
onu gerçekleştirin bırakın hayat size kendiliğinden onun
neticelerini getirsin, neticeler sonunda siz zaten doğal bir
istekle ondan vazgeçeceksiniz. Yoksa öteki türlü, “ben şunu
yapmayayım, ben bunu yapmayayım” dedikçe kendinizi baskı
altına alırsınız, bilinçaltınızı baskılamış
olursunuz, içeride biriken bu bilinçaltı ihtiyaçlar yarın
öbürgün daha büyük bir patlama olarak ortaya çıkar ve o büyük
patlama çok daha büyük zararlar verir. Her ihtiyacın karşılanması
ve doyurulması gerekmektedir. Gezegeninizde bu yüzden
cinayetler, işkenceler, vahşetler de var, çünkü buna ihtiyaç
duyan insanlar da var. Onlar da Yüce Rabb’in sevgili kullarındandır.
Onlar da Yüce Rabb’in koruması ve himayesiyle bu işleri
yapmaktadırlar. Henüz ihtiyaç noktaları budur. Karşılaştıkları
insanlar da kendi ihtiyaç noktalarındadır. Alacak verecek yaşanan
bir dava vardır. Siz bundan hazetmeyebilirsiniz, gelişkin bir
varlık olarak bu vahşetten haz etmeyebilirsiniz elbette,
bundan haz duyunuz denmesi mümkün değildir ama insanları,
varlıkları yargılamayınız. Hiçbir olan şey için, gerçekleşen
hiçbir şey için hiçbir varlığı yargılamayınız.
Unutmayınız
ki, kendi ihtiyacı neticesinde bir şey yaşıyor ve o ihtiyaca
karşılık olan insanla karşılaşıyor ve Yüce Rabb’de
buna izin veriyor, bu durumu himaye ediyor. Herkes yaşaması
gerekeni yaşar.
Sizin sorduğunuz
soruda da evet maddeyi tanımak için, duygularımızı
kullanarak, psikolojimiz aracılığıyla ki, psikoloji alanında
çok daha derin çok daha geniş açılımları olan araştırmalara
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu araştırmaların noksanlığı,
gezegeninizde mevcuttur. Psikoloji çok derin içerikli bir
konudur gerçekten ele alınır ise…Takıntılı, saplantılı
birkaç bilim adamının elinde maalesef kendi özgün doğasını
kaybetmiştir. Bu yüzden duygular aracılığıyla maddeyi tanırız.
Duygular aracılığıyla madde üzerinde deneyimler elde
ederiz… Bunun maksadı da o süresini bana sormayacağınız gün
vazgeçebimek içindir.
Maddeden vazgeçebilmek
sizin gezegeninizin büyük tekamülü dediğimiz noktadır.
Hayatlar boyu gider gelir, gider gelir bu deneyimleri yaşarız.
Karma Sebepler
Yasası
Karma dediğimiz
kavram yani diğer Sebepler Yasası mutlaka bir hareketten doğmalıdır.
Sebep hareketin kendisidir ve bir sonuç doğurur.Burası bu
meselenin en önemli odağı olduğu halde varlıkların
kabullenmekte en çok zorlandıkları noktadır o yüzden derler
ki: “Yüce Rabb’im bunu bana neden verdin, ben ne
yaptımda sen şimdi beni bu hallere soktun” diyen yakarışların
arkasında, kişinin kendi mesuliyetinden kaçıyor olması vardır.
Ancak bu
bireyin doğasıdır. Bunun için varlığı suçlamak mümkün
değildir. Gelişmekte olan varlık elbette bir çocuk edasında
kaçacaktır. “Bunu sen mi yaptın evladım dediğinizde, yok
bunu ben yapmadım amca, şuradan geçen biri yaptı herhalde”
diye cevap verir, korkunun da elbetteki bir etkisi vardır ama
burada egonun hazza odaklanmış olması ve yaptıklarından
sorumlu olmama hali vardır. Ego, Vicdanın sesini mümkün olduğu
kadar en derinlere bastırma arzusu duyar çünkü vicdan oradan
konuştuğu sürece” bak bu yaptığın yanlıştır, bunu
yapmamalısın, bu konuda doğru hareket etmelisin” diye konuştuğu
sürece kişi doğru yönlenmek zorunda kalıyor ama doğrular
her zaman onun egosuna hizmet etmiyor.
Çatışma
temelden buradan kaynaklanır, bakınız psikolojide çatışmadan
söz edildiği zaman şöyle anlatacaktır. “Bir ilkel içgüdülerimiz
var, bir de bilinç var, bir de yüksek benliğimiz var. şimdi
bu ilkel içgüdülerimiz bizim bilinçaltımızı oluşturan
mekanizma yani, der ki benim birtakım temel içgüdülerim var.
Bunları karşıla, nedir? Karnım aç, susadım, cinsellik
ihtiyacım var, şudur, budur, canım çekti onu da yapayım
gibi, şu an kızdım iki tane patlatayım, onu da döveyim,
buna da küfür edeyim gibi tamamen vahşi, yabani içgüdülerle
dolu bir kısmımız, bir yandan da üst bilinç dedikleri, daha
ahlaki, daha etik olan; “Tamam sen şimdi şu Ahmet efendiyi dövmek
istiyorsun ama herkesin içinde bu adama saldırırsan, senin
hakkında ne düşünürler, topluma uygun değil bu yaptığın
ayrıca etik değil, ahlaklı değil gibi uyaran mekanizmadır,
bu herkeste bulunur, bir temel içgüdü vardır, bunu cinselik
üzerinde çok kullanırlar, cinsel bir güdü aniden oluşur
ama yukarıdaki üst bilinç “ olmaz sen evlisin, gerçekleştiremezsin”
diye frenler gibi. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu
geçerli bir mekanizmadır, gerçekten de bireyin içgüdüleri
ve aynı zamanda da üst bilincin toplum tarafından oluşturulmuş
bir takım etik değerleri vardır. Birey bunların arasında
kalır, çatışma dediğimiz şey de buradan çıkar. İçinde
yapmak istediği şeyler var, bir yandan da toplumun koyduğu ve
büyürken öğrendiği kurallar, yapmak istediği şeyi
durduruyor. Gidip, Ahmet efendiyi dövmek istiyor ama topluma
uygun düşmeyeceğini biliyor, kendisi bir yerde genel müdür,
birini döverse bu ona yakışmayacak diye dövemiyor bu onun içinde
kalıyor, sıkışıyor sıkışıyor, bunun gibi pekçok içgüdü
bir araya geliyor, sıkışıyor, sonra bir bakıyorsunuz
koskoca genel müdür tırmak yemeye başlamış, gözü
seyirmeye başlamış, çeşitli tikleri başlamış niye? İçinde
birtakım dürtüler var onları boşaltamıyor.
Bu psikolojik
mekanizma aynı zamanda aslında, neden sebep-sonuç yasasıyla
da çok örtüşür. Sizin o ilkel ve durduramadığınız içgüdüler
ve bunları gerçekleştirmeniz sebepleri yaratır işte o
sebeplerde daha sonra size sonuçları getirir. Sizin
psikolojinizden, kendinizden, bünyenizden çok bağımsız şeyler
değidir, oluşturduğunuz sebepler. Ancak daha sonra bunları
kabullenmek, bu sebepleri ben oluşturdum ve sonuçları da yine
ben alacağım kısmında büyük bir çatışma yaşanır.
Birey daha hazcı bir yapıya sahip olduğu için bu sebepleri
kabul etmek istemez. Sadece hazza odaklanmak yaptığı olumsuz
şeylerden de muaf olmak ister. Tıpkı bilinçaltındaki çatışma
mekanizmasında olduğu gibi. Temel içgüdülerini karşılamak
ve aynı zamanda da bundan muaf olmak ister. Tabii olamayacığını
bildiği için gerçekleştirmez arkasından da bir takım
nevrotik davranışlar ortaya çıkar.
Temel
odağımız sebebin sonucu oluşturması olmasına rağmen
bireyin kabullenmekte en çok zorlandığı durum sebebi bizzat
kendisinin oluşturmuş olmasıdır. Bu sebepler, bu eylemler
sadece ve sadece varlığın kendi irade ve isteği yönünde
harekete geçen şeylerdir yani bireyin kendi iradesi, kendi
isteği olmadan o sebebin oluşturulması mümkün değildir.
Ancak birey kendi isteği neticesinde harekete geçmiş olmalıdır
ki, bu sonuç meydana gelsin. Bu kişinin bir düşüncesi de
olabilir, fiziksel bir eylem de olabilir.
Karmik
nedenleri sadece fiziksel olaylar olarak ele almayalım düşünceler
de karmik nedenlere sebep olur, yarattığınız düşünce öyle
kuvvetli, öyle hedefe yönlenmiş, öyle amaca yönelmiş bir düşüncedir
ki, karşınıza bir karmayı getirebilir. Ne kadar kuvvetli bir
düşünce olduğu, hedefe ve ne kadar amaca yönlendirilmiş
olduğu, ne kadar kilitlenmiş olduğu çok önemlidir.Artı bu
kadar kuvvetlenmiş bir düşünce neredeyse fiziksel bir eylem
kudretine gelebilmektedir.
Karmada önemli
noktalardan biri, hangi amaçla hangi yöne doğru çaba harcıyoruz
oldukça önemli bir soru bunu kendimize sormalıyız. Yani tüm
yaşamımızla ilgili hangi amaçla hangi yöne doğru bir çaba
içindeyiz biz çünkü her hareketimiz karmik bir sonuç bir
yansıma veya yük getirecektir. Bu yüzden bu böyle her sabah
kalkınca sorulabilecek, her gece yatarken de sorulabilecek bir
soru. Hangi amaçla hangi yöne doğru çaba harcıyorum ben,
her hareketimden her davranışımdan sorumluyum. Yaptığım
herşey pozitif veya negatif bana bir yansıma ya da yük
getirecek. Bunu kendi kendimize hergün tekrarlayabiliriz. Belki
de mesuliyet almak konusunda bize yardımcı olacaktar yaptığım
her hareketten, her eylemden bizzat kendim sorumluyum.Bunu
kendimize zaman zaman tekrarlayalım.
YAPTIĞIM
HER HAREKETTEN HER EYLEMDEN BİZZAT KENDİM SORUMLUYUM…VE
YAPTIĞIM HER HAREKET BANA KARMİK BİR SONUÇ GETİRECEKTİR…
İster pozitif
ister negatif ister nötr olmak üzere bir karmik sonuç mutlaka
olacaktır. Karma negatif de olsa, pozitif de olsa mutlaka bir
zaman aralığı içinde oluşur yani bir sabah kalkıp bütün
hayatlarımızın karmik birikintisini o sabah iki saat içinde
almamız mümkün değildir.Sonuçların bu şekilde gelmesi mümkün
değildir çünkü burada başka varlıkların karmaları da
bizi etkiler, onların da almaları vermeleri gerekenler vardır.
Sizin karmanız bir adam veya kadın tarafından öldürülmekse,
o zaman onu öldürecek insana da ihtiyacımız var. Sizin
karmalarınızı pozitif ya da negatif çözümlemeniz diğer
insanlara da bağlı. Siz de başkalarının karmalarını ödettiren
veya gerçekleştiren, pozitif ya da negatif olmak üzere bunu
yapan kişisiniz.
Hepiniz
birbirinizin sebebi hepiniz birbirinizin sonucusunuz aslında,
siz bir başkasının karmasını ödemesine hizmet ederken, başkası
da sizin kendi karmanızı ödemenize veya siz başkasına
olumlu pozitif bir karma olurken, bambaşka biri de sizin
pozitif karmanız oluyor olacaktır. Bu yüzden karma mutlaka
bir zaman aralığı içinde oluşur. Başka varlıkların
eylemlerine de bağlıdır. Sebebin ardından hemen sonuç
gelmez yani bunu yaptım hemen ardından sonuç aldım diye
beklememek lazım, bazen iki hayat sonra da sebeplerimizin karşılığını
alırız tabii ki böyle olduğu zamanda doğal olarak bu da
nereden çıktı diyoruz. İki hayat önce bir yerde gerçekleştirmiş
olduğumuz bir hayatı şu an için bu bilinçle bilmediğimizden
diyoruz ki, “ bu da nereden çıktı yarabbim, nereden verdin
şimdi bu belayı başıma”. Yahu neden versin kardeşim,
Rabb’in işi gücü yokta aşağıdaki kuluna zulm mü edecek,
ona herhangi bir bela mı yükleyecek neden yapsın bunu? Nasıl
bir beklentisi olabilir ki, bundan? Nasıl bir sonuç elde
etmeyi düşünebilir ki, işte şu varlığa, şurada şu
miktar eziyet edin bakalım, ne oluyor sonuçları mı deniyor.
Laboratuar mı burası, deney mi yapılıyor?
Neden böyle olsun demek ki, biz bugün bir olayla karşılaşıyorsak,
hemen o iki elcağzımızı açıp, Rabb’imize bakıp, “Ey
Rabb’im nereden verdin bana bu belayı demek yerine önce bir
aynaya gideceğiz, kendimize bakacağız ve diyeceğiz ki,
“yahu kadın kadın, sen ne ettin de şimdi bu belayı kendine
çektin, hay Allah şimdi kimbilir nerede ne yaptık acaba?
Belli ki, bir eksiğimiz, bir noksanımız olmuş ki, şu önümüze
gelen beladan bir ders çıkarmamız icap etmiş.Ben şimdi yüce
Rabb’ime ellerimi açıp, bunu bana nereden verdin diye soracağıma
kendime bir dönüp bakayım da eksiğim nerede, noksanım
nerede ki bu beladan bir ders öğrenmem icap etmiş”.
Teslimiyet Şarttır
Bu şekilde düşünmek
daha fazla da teslim olmamıza neden olacaktır. Pozitif görünümlü
yaptığımız bir eylemin, örneğin gidiyoruz bir yoksula yardım
ediyoruz, efendim bir yoksula yardım ediyoruz, kurban da
kesiyoruz, etleri de dağıtıyoruz, bir çocuk okutuyoruz vs
gibi pekçok şey yapabiliriz. Bunlar pozitif görünümlü
eylemlerdir ancak neyin nasıl göründüğü bilinmez gerçekten
göründüğü gibi olmayabilir herşey yani eylem pozitif görünebilir
ama bunun arkasında yine o bireyin kendi çıkarı olabilir.
İşte şunu yaparsam bu günahımdan affedilirim, bunu yaparsam
daha yüksek mertebeye çıkarım, Rabb’in gözünde yükselirim,
ifendim şöyle bir makam kazanırım, şuradan da iki parsel
cennetten bir yer elde ederiz ve orada da beş huri fazla olur
mu acaba? Gibi maksatlarla veya vicdanı söndürmek gibi bir
maksatla yapılan pozitif eylemler, gerçekten saf ve temiz
eylemler değildir,pozitif eylem nedir biliyor musunuz?
Pozitif Eylem:
VAZİFEDİR, VAZİFE…Hiçbir çıkar beklemeden, hiçbir karşılık
beklemeden, sadece ve sadece hizmet etmek gerektiğini bimek.
Egonuzun hiçbir yerine temas etmeden, hiçbir fayda sağlamadan
sadece hizmet etmek için yapılan eylemler pozitif eylemlerdir.
Bunun dışındaki eylemler pozitif görünümlü eylemlerdir
ikisi arasında çoook büyük nitelik farkları vardır.
İnsan Kendi
Kendisinin Aynasıdır Yeter ki Bakmayı Bilsin
En önemli
ilkelerden bir tanesi insanları sevme ilkesidir. Bu ilkeye bağlı
olarak bunu daha ilerilerde konuşuyor olacağız şimdilik
sadece değiniyoruz. İnsanların birbirini sevme ilkesinin doğal
sonucu olarak da insan insana yardım etmek zorundadır. Çünkü
insan insanın yardımcısıdır. Bu yüzden bugünkü gün yardım
ettiğiniz birisi, sadece vazife maksatlı birine yardım ettiğinizde,
biliniz ki, benzer bir durumda sizde, yardım bulacaksınız. Bu
çok önemlidir. İnsanı çözmek ve ona yardım etmek gerektiğinin
farkına varmak, sonuç olarak sebep sonuçları bizim kendi
davranışlarımız yaratır. Davranışlarımızın arkasında
da mutlaka psikolojimiz,
bilinçaltı sistemlerimiz, çocukluğumuz gibi konular elbette
vardır. Bunlar da kaderin bir parçasıdır. Kader olarak o
psikolojiye sahip oluruz, kader olarak o beyin kimyasına sahip
oluruz kader olarak o çözümlemeleri yapar ve o davranışları
geliştiririz bünyemizde ve onlarla da sebeplerimizi sonuçlarımızı
yaratırız.
Her türlü sıkıntımızdan
ve mutluluğumuzdan kendimiz sorumluyuz. Tüm sıkıntılarımızı
yarattığımız gibi mutluluğumuzu da kendimiz yaratırız.
Mutluluğu sağlayan pozitif karmadır yani pozitif eylemlerdir,
pozitif görünümlü eylemler zerre kadar mutluluk getirmez
sadece gerçek pozitif eylemler mutluluk ve gerçek pozitif
karmalar getirir.
Yaşadığınız
tüm sıkıntı halleri ise negatif karmaların sonucudur ve
bunların kaynaklarını da dışarıda aramamalıyız. Her iki
durumda doğrudan kendimiz aracılığıyla oluşmuştur ve bu
sebeple de başka bir kişinin de bize mutluluk ya da mutsuzluk
sağlaması negatif karmalarımızdandır ve bunun kaynaklarını
dışarıda aramamalıyız. Her iki durumda doğrudan kendimiz
aracılığıyla oluşur, başka bir kişinin de bize mutluluk
ya da mutsuzlık sağlaması, o kişinin yaptığı vasıtalıktan
ibarettir. Yani gerçekte başka bir kişi bize mutluluk ya da
mutsuzluk sağlayamaz. Vasıta olabilir. Neyin vasıtası?
Karmamızın vasıtası. Ahmet efendi, Leyla h. Hiçbirisi
mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun sahibi olamazlar. Sadece
o mutluluğu bize taşımakta bir vasıta, o mutsuzluğu bize taşımakta
bir vasıta, vazife sahibi bireyler olurlar.
Bilmeliyiz ki,
gelen mutlulukta gelen mutsuzlukta o kişilerden bağımsızdır,
sadece bize ait olan bir mutluluğu ya da mutsuzluğu, pozitif
veya negatif karmayı, bu bireyler bir aracılık yaparlar bize
taşımaktadırlar. Bize yaşamamız gereken deneyimi
getirmektedirler.
Her ruh
kendisinden sorumludur. Bu yüzden yaşadığımız her türlü
sıkıntı etkisinden de sadece kendimiz sorumluyuz. Hayatta hiçbir
şey bizim karşımıza ceza olarak çıkmaz çünkü Yüce
Rabb’in cezası, intikamcı bir tavrı asla yoktur. Bu mümkün
değildir, bu ancak insanoğlunun aklı olabilir. Cezacılık,
cezacı, intikamcı bir tavır ancak insanoğlunun aklına yönelik
bir şey olabilir. Yüce Tanrı’nın, Yüce Rabb’in böyle
bir yaklaşımı yoktur karşımıza çıkan şeyler birer ceza
değil, sebeplerini bizzat kendimizin yarattığı sonuçlar ve
deneyimlerdir.
Bazen çok ağır
karmık yüklerin altına gireriz ve bunları atabilmek için de
birtakım ağır deneyimler ve zorlanmalar içinde kalabiliriz.
Karmik yük ne kadar ağırsa, ağır deneyiminiz ve zorlanmanız
da o yönde ağır olacaktır. Ne bir eksik ne bir fazla.Tabii
ki bu her sıkıntılı durum bizi değişik eforlara, çabalara
yöneltir. Zorlandıkça biz de çabamızın miktarını yükseltiriz,
süreforda bulunmaya başlarız ki, asıl fayda da süreforun
sarfedildiği noktada başlar, bu gerçek değişimdir. Bu yüzden
zorlanmalardan daha hayırlı bir şey düşünmeyiniz çünkü
o zorlanmalar sizi çeşitli süreforlara sokmakta ve bunlar da
sizi büyük değişimlere götürmektedir. Ruhunuzun bütün
kabuklarının kırılmasına neden olur.
Kaderin Meydana
Geliş Mekanizması
İnsan kendi
geleceğini kendi doğrultusunda yaratır. Yaşanması gereken bütün
deneyimleri seçmek, sınavları bir araya getirmek ve o sınavların
çıkmasını, gerektirecek olan sebepleri de yine varlık kendi
yaratır. Yani kaderin meydana geliş mekanizması bize dışarıdan
zorla yüklenen bir kader değil, her adımıyla varlığımızın
kendi seçtiği bir mekanizmadır. Dışarıdan yüklenmez varlığımız
tarafından oluşturulur.
Diyebilirsiniz
ki bu ne biçim seçimdir insan durduğu yerde sıkıntıy seçer
mi? Tabii ki, bu, bu aklımızla söylenecek bir cümle olacaktır.
Ancak görünenin ardındaki görünmeyenle meydana gelmiş seçimler
mevcuttur ve bu seçimler bizim varlığımızın gelecekteki
durumunu belirler.
Ve biz, bizim
üzerimizdeki bütün karmik yükü atıncaya kadar, tüm o
telafileri sağlayıncaya kadar pekçok halet yaşamak zorunda
kalırız.Bazen bunu yaşadığımız ilk olayda
anlayamayabiliriz, olayın tekrarı gerekir, orada da
anlayamazsak, tekrar tekrar, biraz da şiddetlenerek tekrarları
karşımıza gelecek, bize pekçok halet yaşatacak ve bu karmik
yükü atmamıza yardımcı olacaktır. Hayatta hiçbir şey
tesadüfe bırakılmamıştır. Karşımıza fiziki olarak çıkan
hiçbir şey tesadüf değildir. Ve sizin zannettiğinizden çok
daha derin bir sebep-sonuç bağlantısı vardır. Bu bakımdan
insan ne yapıyorsa kendisi yapıyor, ne elde ediyorsa kendisi
elde ediyor. Sonuç olarak insan varlığı, cennetini de,
cehennemini de, tutsaklığını da özgürlüğünü de, kendi
yaratıyor.
Cenneti de
cehennemi de öbür dünyalarda aramayınız. Kutsal kitaplarınız
zaman zaman birtakım mecazlar kullanmıştır. Ve bu mecazlarla
birtakım konuları betimlemeye, özetlemeye çalışmıştır.
Karmik sonuçlarınız sizin cennetinizi de cehenneminizi de
yaratmaktadır. Bütün mesele sorumluluk almaktadır. Sorumluluğu
almanız, herşeyi çözümlemenizi çok daha hızlandıracak ve
kolaylaştıracaktır.
Dedik ki, ''
Karmalarımızı bazen bir kaç hayat sonra da yaşıyabiliriz .
Bunun bir sebebi de acaba, yaşarken bu deneyimi anlayacak şuura
gelmemizi beklemek midir?'' diye rahatlıkla sorabiliriz.
Bazen eylemin
sonucunu alabileceğiniz koşulların yaratılması da birkaç
hayat sürebilir,ortamın oluşturulması,
o kişilerin sizin karşınıza gelmesi vs. Şu çok
kabul görmesi gereken bir şeydir ki, birey bir eylemi yaptığı
anda zaten o eylemin farkında değil, karşıdakine verdiği
zararın da farkında değil o yüzden bazen bire bir hemen karşılık
almak, kişinin hiçbir şey anlamamasına neden olabilir.
Anlayamıyor zaten yaptığının farkında değil ki, aldığı
sonuca nasıl farketsin? Önemli olan tekamül ve yaptığımız
yanlışların karşılığını alarak gelişmek ise, bize bu
hallerin neden yaşatıldığını anlamadığımız bir dönemde
karşımıza çıkmaları hiç de yararlı olmayacaktır…
Bazen aradan geçen
birkaç hayat ve kişinin başka alanlardaki tecrübesi ve tekamülüyle
birlikte ancak o dersi alacak noktaya hazır olması gibi
durumlar da mevcuttur. Bir eylem gerçekleştirmiş, ama iki
hayat boyunca onun karmik sonucunu almaya ve oradan ders çıkarmaya
hazır olamamış olabilir. Onu alacağı doğru zaman, doğru
yer ve doğru mekanlar beklenir ve gerçekleştirilir. Cevabımız
evettir, bazen kişi almaya hazır değildir, beklenir, uygun
zaman ve koşullar oluşturulur.
Biz dünyaya
gelmeden önce rehberimizle A planı program olusturuyoruz.
Sayet birey bu dunyada planını uygulayamıyorsa rehberi B planının
olusturabiliyor. Diyebiliriz
ki, birey bu planı biliyor
mu? Bilmiyor mu?...
Varlık
genellikle bunları bilir, temel mekanizma olarak şöyle söyleyelim,
aslında içinde Yüce Rabb’in nefesi olduğu için ve doğrunun
sesi her zaman orada mevcut olduğu için, temelde şunu bilir:
Bir hata yaptığını, bunun doğru olmadığını ve bunu düzeltmesi
gerektiğini, düzeltmesi gerektiğini bilir.Onun çok derin şuuraltında
bu B planına dair bilgi vardır. Fakat bu o kadar derin şuuraltındadır
ki, onu çıkarmak çok kolay bir şey değil. A planını gerçekleştirmek
gerektiğini daha şuurlu bilir. Örneğin;
o kişiyi hipnoza alsanız, A planını daha kolay
bulursunuz. Ama B planı, uygulanmadığı takdirde nasıl gelişeceği
kısmı, henüz oluşmamış olan olduğu için biraz daha karmaşıktır
çünkü A tasarlanmış. Tasarlanmış şey bir yanda olmuş
bir şey gibidir. Bu biraz karmaşık bir konu, çok içine
girmeyeceğiz ama tasarlanmakla birlikte oluşma koşulları
yaratılır. Yani A planı tasarlandığında onun koşulları,
mekanı zamanı yaratılır fakat B planı henüz oluşmamış
olandır. Biraz daha belirsizliklerle dolu olandır. Kişi B
planının tüm inceliklerini değil ama A planının gerçekleşmediği
takdirde bir B planının olacağını ve B planı uygulanacağını
bilir, belki bütün detayları, incelikleri hakkında bilgi
sahibi değildir. Tabii burada biraz gelişkin varlıklardan söz
ediyoruz. Çok otomatik varlıkların bu bilgilere sahip olması
zaten mümkün değildir. Yani A planını bile
farketmeyecektir. Kabileleri düşünelim: Afrikadaki
kabileleri, o ilkelliği düşünün, onların plan yapması pek
söz konusu değildir. Bu konuları zaman içinde ilerledikçe açarız,
mutlaka sorularınızı yöneltmeye devam ediniz. Çünkü herşey
birşeyi açıyor.
|