Duyularımız, duygularımız, hislerimiz,
düşüncelerimiz, onların gelişimimizdeki önemini bilmemiz; bu
konularda yaptığımız çalışmalara rağmen hala doğru kavramakta
ve yaşamakta zorlandığımız olgularımızdır. Bu nedenle, düşünce
ve duygu kontrolü konusunu hep birlikte tekrar irdeleyeceğiz.
Anlatılmadık, söylenmedik pek bir şey kalmadı ama biz, yinede;
"Belki gözümüzden birşeyler kaçmıştır...." diye titizlikle
konuyu tekrar harmanlayacağız. Duyguları ve düşünceleri
kontrol etmeyle ilgili paradigmalarımızı değiştireceğiz.
Maddeyi tanımaya
çalışmak ve ona egemen olma cehti içinde olmak varlıksal
görevimiz. O halde cehit ve samimi uygulamayı göstermek
gelişim isteği duymak ve kendini yeniden yapmak için uğraşıp
didinmek hepimiz için çok yararlı bir uygulama. Maddeye egemen
olma cehti içinde olmak ise aslında bizim gezegensel görevimiz
ve genel anlamda burada bulunuş nedenimiz. Bu söylediklerimiz
yeni değil ama bizlerin yorumları ve uygulamaları her
zaman yenidir. M.Ö. 850 -600 yılları arasında en parlak
dönemlerini yaşayan Babilliler'in kendi öz dillerinde
söylediği o meşhur söz gibi
" Güneşin altında hiçbir şey
yeni değildir."
Algılamalar, idrakler ve şuur halleri hep yenilenir, değişir
ve tekamül eder. Bilgilenmek ve kendini yenilemek arzusu
içinde olmak ise bizi üst realitelere sıçratır. Spiritüel
bilgilerin en ilginç yönü, yıllar geçse de her okunduğunda
kulağınıza başka şeyler fısıldamasıdır. Mutlaka siz de
gözlemlemişsinizdir, kendini tanıma ve duygu kontrolleri ile
ilgili herhangi bir konuyu çeşitli aralıklarla okuduğunuzda
dün gibi taze ve yeni olduğunu fark edersiniz üstelik bu kez
daha farklı daha derin bir anlamla karşımızda duruyordur.
Bu yazı dizisinde hedeflediğimiz şey,"bakmaktan
görmeye geçmektir."
Yani bir başka deyişle
ruhumuzdaki lotüsün açılmasını sağlamak, kendimize ve maddeye
egemen olmak yani ruh özgürlüğüne kavuşmaktır. Ruh özgürlüğü
olan insanı nereye koyarsanız koyun, hiçbir şeye aşırı bir
bağlılık yaşamadığı için derhal yeni çevresine adapte olacak
ve o zaman-mekanın şartlarını gönül rahatlığı ve sevinci
içinde yerine getirecetir. Buna Budist öğretide Taç şakranın
açılması yani insanda var olan lotüsün çiçek açması da denir.
Taç şakrası evrensel enerjilere açık ve şuurlu insan özgür
insandır.
Değişim
Devresi
Bir değişim devresinde yaşıyoruz. Bu devre bir
şaşkınlık(teşevvüş) devresidir. İçinde yaşadığımız çağ,
bir şaşkınlık ve geçiş çağıdır.Teknolojik yönden çok
ilerlemiş olabiliriz, her geçen gün,
yaşayışımızı kolaylaştıran yeni bir teknolojik harikayla
tanışıyoruz. Ama kabuksal, yani dünyasal olan bu ileri
gidiş, ruhsal yönden bizi hiçbir yere götürmemekte...
Çağdaş bir yaşam sürme adına dış rüzgarlara kapılan insanlık,
ruhsal gelişimini teknolojik gelişime feda ederek içe dönmeyi
unutmuş; rahat, lüks, servet ve yapay mutluluklar peşine
düşmüştür. Her ne pahasına olursa olsun, bir şeyler elde etmek
yaşamın temel ilkesi haline gelmiştir. Şaşkınlık yaratan esas
konu ise, dış mercilerin sürekli empoze ettiği bu
arayışlar, insana hiçbir zaman tamlık/bütünlük/mutluluk/ huzur
duygusunu yaşatmamasıdır. Durum böyle olunca da, kişi ne
yapacağını şaşırmakta, bireysel ve toplumsal düzeyde çok
çelişkili, karmaşık tablolar sergilenmektedir.
Yeryüzü yaşamı biz insanlara
bilgilenmek ve tekamül etmek olanağı sağlar. Yani her ne
yapıyor olursak olalım, buraya geliş amacımız kendimizi
bilmektir. Kendini bilmek psikofizyolojik olarak kendini
tanımak, anlamak değildir. Bu bedene bürünmeye karar veren
varlığı yani, asıl kendimizi tanımaya çalışmak, onun bedenli
bir yaşam için yapmış olduğu planı sezinleyebilmek ve ona göre
yaşamaktır. Kuşkusuz, bunu başarabilmek için, bize armağan
edilen bu bedeni tanımak, onun artı ve eksilerini objektif
olarak görebilmek, onu sağlıklı ve saf olarak korumak,
gelişimimiz ve kendimizi bilebilmemiz yönünde bunun
avantajından yararlanmak, bu fırsatı içsel gelişim yönünde
değerlendirmek bize büyük yarar sağlar ve içsel bir huzur elde
etmemize neden olur. Görünüşte her şeyiniz olduğu halde
huzurlu ve rahat değilseniz biliniz ki, içinizdeki asıl sizin
gerçek ihtiyaçlarını göz ardı ediyorsunuz ya henüz hiç
farkında değilsiniz…
İdraklenme-Şuurlanma Bir şuur noktasına gerçekten
varmak demek, onu her durum ve şart altında koruyabilmek
demektir. Basit bir örnek ile yaşamak için yemek yememiz ve
nefes almamız gerektiğinin yeterince şuurunda olduğumuz için
bu eylemlere son vermemekte ve devamlı gerçekleştirmekteyiz.
Çünkü gerçekten farkındayız ve biliriz ki, bu eylemler yaşamak
için gereklidir.
Eğer ki, bir noktayı
zihnimizde yeterince açık ve aydınlık tutamıyorsak, zaman
içinde kaybolmalar, karışıklıklar yaşıyorsak; bu, o noktayı
henüz yeterince idrak edip anlayamamış olduğumuzu
göstermektedir. Gereklilikleri ve icapları henüz yeterince
kavrayamamış, anlayamamış, görememişiz demektir. Ama zaten bir
şuur noktası da öyle bir günde oluşmaz. Bir sabah uyandım tüm
meseleyi kavradım demek mümkün değildir. Olsa yalandır zaten.
Diyenlere de inanmayınız. Bir şuur noktasının oluşabilmesi;
gayret demektir, sabır demektir, çaba demektir hatta sürefor
demektir.
Yanlış
olmadan doğru olmaz Birşeyi yanlış yapmadan
doğrusu öğrenilmez. Yanlışlar bu yüzden kıymetlidir. Hele ki
bir de yapılan yanlışın ardından, o yanlışı fark edebiliyor ve
değiştirmek için niyet ediyorsanız ne güzel!
Şuur; bir
varlığın içinde bulunduğu gerçeklik noktasıdır.
Anlama kabiliyeti,
idrak etme becerisi, görebilme yetisi hep o an içindeki şuur
seviyesine bağlıdır.
Eğer anlayamıyorsa yeterli zihin
noktasında
yani şuurda değildir. Meselenin bilincine varamıyordur. O
yüzdende varlıklar kendi gerçeklik dünyaları içinde yaşarlar
ve ona göre hareket ederek, ona göre karar verirler. O
nedenledir ki, birimizin kararını bazen bir diğerimiz
anlamaz.Bir insanın çaba içinde olması çok mühimdir. Daha
fazla gerçeğe temas etmek, daha fazla görebilmek, daha fazla
işitebilmek için çaba hayrınadır elbette.
Şuurumuzu geliştirmek için ne
yapabiliriz? Daha engin bir şuur ile daha az duygusal yük
taşımak için neler düşünebiliriz? Böylece daha uyumlu ve
olumlu bir yaşamımız olabilir mi? Şuurlanmak bizim daha rahat,
yumuşak ve esnek zihinlere sahip olmamızı sağlar mı? Diye
soracak olursak; Deriz ki, öncelikle şuurumuzu genişletmek ve
geliştirmek bir yaşanmışlık neticesinde olabilecek bir iştir.
Yaşamakta olduğumuz tüm olaylar, tam da bunun için varlar.
Şuurumuzu genişletelim esnetelim diye… Yaşayarak, anlayarak,
öğrenerek şuurumuz genişlemektedir zaten. Ancak buna ilave
olarak yapabileceğimiz şey
niyetimiz korumak
ve irade koymaktır.
Şuurlanmak konusunda
Niyet
ve
İrade
oldukça önemli olgulardır. Niyetimizi bozmayarak, irademizi
kaybetmeyerek şuurumuzu yükseltmek çabasında bulunabiliriz.
Çünkü şuuru yukarıda tutma çabası zaman içinde zihinde bir
genişleme yaratacağı için gereksiz duygusal yüklerin
azalmasına neden olacaktır. Bu çaba bizi aşağıya çeken ağır ve
ağdalı duygusal olaylara zaman içinde daha rahat ve hafif
bakmanıza neden olacaktır. Ki, bu da elbette kendiyle ve
evrenle barışık daha uyumlu ve olumlu bir yaşam getirecektir
bizlere…
Bunu yapabilmek için de,
bize sunulan içsel gelişim araçlarını idraklenme ve şuurlanma
yönünde kullanmamız gerekiyor. Çok fazla olanaklarımız yok ama
sahip olduklarımız birbirinden değerli araçlar; dış dünyayı
algılamamıza yarayan duyularımız var. Duyularımız bizi sürekli
aktif halde tutarlar. Elbette ki bu aktifliğin her zaman
kaliteli ve bizi geliştirici bir etkinlik olmadığını da
biliyoruz.
Algıladıklarımızı
kavramamızı, anlamamızı, yorumlamamızı sağlayan aklımız ve
duygularımız var. Bizi olayların içine çeken, yoğunlukları farklı çeşitli haletler yaşatan, ıstırap çektiren, mutlu eden,
korkutan, üzen duygularımız, düşüncelerimiz var. Bazen bir
duygunun ya da düşüncenin peşine takılıp zaman kaybettiğimiz
de çok oluyor. Biz onlara egemen olup onlardan
yararlanacağımıza, onlar bize egemen oluyor. Özellikle
bireyselliğin ön planda olduğu bir anlayışta duygulara ve
düşüncelere egemen olmak hiç de kolay değil.
Kendini Her
şeyin Merkezinde Görmek Beşer egometrik ve
egosantrik bir yapıdır. Kendini her şeyin merkezinde görmek
ister. Çevresindeki her şeyi incelerken, kendini kriter alır.
Öteki ona göre kısa ya da uzun, güzel ya da çirkin, akıllı ya
da aptaldır. Bu illüzyondan kurtulamadığı sürece de
duygularını ve düşüncelerini dizginlemesi, kontrol etmesi pek
kolay olmayacaktır. Onları kontrol edebildiğimiz zaman bizim
gelişimimize katkıları daha kaliteli ve verimli olacaktır.
Değişip, yenileşmek; yeni insanlık dönemine aday olmanın
gereği değil midir? Kendini her şeyin merkezinde görmemek için
kişinin özel kendini tanıma metodları uygulaması gerekir.
Bizler, ruhsal köken olarak
irade sahibi varlıklarız. Her şey gibi, duyularımız,
duygularımız ve aklımız da idraklenme süreci içinde birer
araçtırlar. Beşeri varlıklar olarak işlediğimiz hataların en
saçma nedeni duygularımız ve düşüncelerimiz arasındaki
savaştır. Duygusal karmaşa içine gireriz ve gerçeği görmemiz
sanki olanaksızlaşır. Daha iyi kavrayabilmek için bedenimizin
sahip olduğu bu araçlara isterseniz kısaca bir göz atalım:
Duyular:
Fiziksel bedenimizin dış dünyayı algılama mekanizmalarının
tümüne duyular adı verilir. 5 duyumuz var: Görme, işitme, koku
alma, tad alma ve dokunma duyuları. Her biriyle ayrı ayrı dış
dünyadan veriler alabiliyoruz. Maddeyi, dünyayı, bedenimizi
görebiliyoruz. Çiçeği kokluyoruz. Çevrede pişen yemeği
kokusundan çıkartabiliyoruz. Tad alma duyumuzla farklı
lezzetler tadıyoruz. Sevdiğimiz bir yemeği yediğimizde mutlu
olurken, acı ilaç içince yüzümüzü buruşturuyoruz. Sesleri
işitebiliyoruz. Nihayet, dokunabiliyoruz. Öteki duyularda
olduğu gibi, dokunuş sayesinde de maddenin bilgisini
alabiliyoruz.
Duyular bize çevremizde
belli bir durum ve koşul içinde bulunan eşyanın göreceli
gerçekliğini sağlar. 5 duyumuzla algıladıklarımızın tümü birer
frekans aralığına sahip. Bedenimiz belirli frekans
aralığındaki titreşimleri algılayabiliyor. Kaba titreşimli
maddeye dokunabiliyoruz. Belirli titreşimlere sahip nesneleri
görebiliyoruz. Gitgide yükselen titreşimleri renk olarak ayırt
edebiliyoruz.
Psikometri uygulamalarında,
medyom zarf içinde saklı olan kartonun rengini titreşiminden,
tesirinden bilebiliyor. Bu da gözleri görmeyen kişilerin,
elbette ki doğuştan kör olmamak koşuluyla... Çünkü renkleri
daha önceden tanımış olması gerek. Dokunma duyularıyla bile
karanlık dünyalarını renklendirebilecekleri umudunu veriyor.
Belirli iki titreşim aralığındaki sesleri işitebiliyoruz.
Kediler ve köpeklerin ses algılama kapasiteleri bizden daha
yüksek. Dünyayı algılamak için 5 duyumuz var ama onların da
algılama kapasiteleri yüksek değil. Bazı kimselerde ilkel ve
çoğunlukla istem dışı, kontrol edilemez bir durugörü,
duruişiti ya da psikometri algılamaları var ama 7 milyara
yaklaşan dünya nüfusu içinde kaybolup gidiyorlar.
Akıl:
Onunla duyuların algılamaları merkezleşip, senteze tabi tutulur. Genel
duyularımızın toplamının sentez olarak bir şey ifade etmesine
akıl deriz. Biz duyularımızın toplamı olan aklımızı kullanan,
onun bir aracı olan mantıkla aklı bir arada beraber götüren
ve iradesi ile bir takım şeylere karar verebilecek güçte olan varlıklarız.
Düşünce: Düşünceyi iyi anlamak için beynin ve aklın dış uyaranlar arasında
kurduğu bağlantı olan zihni birbirinden ayırt etmek gerekir.
Zihin ve düşünce ayrı şeylerdir. Düşünmek özde ruha ait bir
işlevdir, daha kapsamlı ve evrenseldir.
Düşüncelerimiz canlı
eylemlerdir. Düşünce enerjidir ve bizler düşünürken enerji
üretmekte, enerji yayınımı yapmaktayız. Düşüncenin çok çeşitli
türleri vardır. En kaba vahşi içgüdüsel olandan başlayarak en
ulvi yüksek titreşimli olana kadar düşünceler
mevcuttur. Düşünce bir enerji olduğuna göre düşüncelerimizden
de sorumluyuz elbette.
Burada düşüncenin niteliği
yani hangi titreşim seviyesinde düşüncenin açığa çıktığı
konusu mühimdir. Çünkü düşüncelerimizle yaratırız, inşa ederiz
ve kendimizi varederiz. Düşünceler süreklidir ve varlığın şuuru
ile tekamül düzeyiyle ilgilidir. Varlık geliştikçe düşüncelerin
kalitesi ve niteliği de gelişmektedir. Düşünce sanıldığı gibi
beyne ait bir işlem değildir. Fiziksel beden terkedildikten
sonra da düşünce devam etmektedir.
Düşüncelerimizin
imajinasyonla birlikte seyretmesi konusuna dikkat çekmek
isteriz. İmajinasyon melekesinin devreye alınarak düşüncelerin
form kazanması için yoğun konsantrasyonla derin düşünme hali
gerekmektedir. Bir daldan bir dala atlayan boşlukta süzülen bir
balon gibi hedefi olmayan düşünceler düşünce sisteminin en
kaba halini teşkil etmektedir. Eskiler
bu eyleme bir konu hakkında tefekkür etmek yani derin düşünmek
adını verirlerdi. Şimdide konsantrasyon deniyorsa da tam
karşılığı değildir. Çünkü derin düşünme sırasında biraz da
meditatif bir hal içinde olunduğundan, düşünce yoluyla o konu
hakkında çeşitli ilhamlar elde edilir yani kişi, daha
ziyadesiyle sezgisel (entuitif) bir oluş hali yaşar ve o
konuyla ilgili gerçek bilgilere ulaşmaya çalışır. Düşünme
fonksiyonunun meydana gelmesi için bazı vibrasyonların,
partiküllerin, çok yüksek düzeyli, çok ince tertipli
imajların, formpanselerin devreye girmesi gerekir. Bu astral
ve esiri bir işlemdir. Düşünme eylemi sırasında hem evrende
serbest halde bulunan, esir maddesini kendimize çekeriz hem
de kendimizdekini kullanırız ve ne kadar çok esir kullanırsak
o kadar derin düşünebilme, sorun çözme kapasitemiz artar,
hatta zeka seviyemiz yükselmiş gibi olur. Ne kadar az esir
kullanırsak o kadar içine kapanık ve sorunlu oluruz. Yani
düşünme eylemi sırasında insan kendisinde mevcut bulunan esiri
de kullanır.
Beynimizdeki düşünme
eyleminin ruhsal bir hale dönüşmesi için konular hakkında
sıradan ve sığ düşünmekten, düşünce tembelliği yaparak acele
ve kaba saba çözümler üretmekten vazgeçip derin düşünceye
geçmek, yüzeysel kalmamak ve kendimiz üzerinde çalışmak
gerekir. Bu işlemler sırasında da gerekli efor sarfedildiği
için ilham sahibi olunur, sezgiler devreye girer. Konu
hakkında hiç bilgisi yokken, ‘hı şimdi anladım ama bu konu
üzerinde çok kafa patlattım, çok düşündüm, çözdüm’ denen bir
hale ulaşılır. Bütün bunlar uygulama ve egzersiz işidir yani
çaba ve cehit işidir. Bu sözünü ettiğimiz bilgiler ezoterik
bilgilerdir, klasik kitaplarda rastlamak mümkün değildir.
Ezoterizmi ve okültizmi iyi inceleyenler bu konuları hayli
kapsamlı şekilde gayet iyi bilirler. İlk defa söylenmemektedir.
Düşünce aracılığıyla,
düşünme hızında çeşitli boyutlar içinde gezebilirsiniz. Bir
kitap okurken bile eğer konsantrasyonunuzu tam anlamıyla
okuduğunuz şeye verdiyseniz, düşünce gücünüzle uzandığınız
yerde var olursunuz. Bazı hassas kişilerin film ve tiyatroları
adeta içinde yaşarmış gibi hissetmelerinin asıl nedeni budur.
Romancılar, şairler, ressamlar hatta mimarlar sık sık esiri
maddeyi kullanarak bu form panselerden ve akaşik kayıtlarda
olan imajlardan yararlanırlar ve roman kahramanları onlar için
adeta canlı hale gelir. Düşünme işlemi ile onlara anlam
verenler aslında kendileridir. Bu nedenle hangi konu olursa
olsun daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen insanın bol bol
okuması ve derin düşünmek için kendisine özel zaman ayırması
gerekir. Zamanım yok ki, çok çalışıyorum bahanelerine bu tip
çalışmalarda yer yoktur. Her insan eğer çok isterse kendisine
gereken zamanı seçme özgürlüğünü kullanarak yaratabilir,
akıllı ve şuurlu evrende ona bu konuda mutlaka destek verir…
Zihin ise bireyin beyni ve
akılsal işlevleriyle dış uyaranlar arasında kurduğu
bağlantıdır. Sadıklar Planı Tebliğlerinde zihinden,"Ruhun
beyne bağlı olan işlevidir." diye söz edilir.
Düşünme sırasında da
süptil bir enerji üretilir ve bu enerji
iletkendir. Düşüncelerimiz Bütünsel bir alan içinde sürekli
yayılır. Tıpkı suya atılan bir taş gibi halka halka yayılma
olur. O nedenle düşüncelerimizden de sorumlu tutuluruz.
Özellikle kristal enerjilerle çalışmak isteyenlerin değil
eylemlerine düşüncelerine bile çok dikkat etmeleri ve düşünce
kontrol metodları uygulamaları gerekmektedir.
(Bknz:
Astroset-Doğal Yaşam Sayfası-Günlük Yaşam Pratikleri Bölümü)
İçinde bulunduğumuz bu
boyutta, madde ile iletişime girebilmek için, onu tanıyabilmek
için sahip olduğumuz az sayıdaki ve sınırlı kapasitedeki
enstrümanlarımız duyularımızdır. Duyularımızla
algıladıklarımızı bir tesir olarak bize yansıtan mekanizma ise
duygularımızdır. Yani vahşi bir hayvan görmek duyusaldır.
Bunun bizim için tehlikeli olduğu tesirini almak bir duygudur.
Duyguda bir enerjidir ve
yayılır. Olumlu duyguları yaydığımız gibi istemeden olumsuz
duyguları da diğer insanlara göndeririz. Bütünün hayrı için
her eylemi kendini tanıma çalışmalarıyla mümkün olduğunca
kontrol etmeye çalışmak bu dönemin kristal enerjilerini
kullanmak anlamına gelir.
Her birimizin farklı bir
hikayesi vardır. Bir geçmişimiz vardır. Dış dünyayı
algılarken; onu olduğu gibi değil, buraya enkarne olduktan
sonra, içinde yaşadığımız çevreden aldığımız, edindiğimiz
anlayışımız doğrultusunda çoğu kez çarpıtarak, eğip bükerek,
ve kimi zaman yepyeni bir anlam yükleyerek alırız. |