Metafizik / New Age

YAZI DİZİSİ

WWW.ASTROSET.COM

Düşünce ve Duygu Kontrolü

  Duyularımız, duygularımız, hislerimiz, düşüncelerimiz, onların gelişimimizdeki önemini bilmemiz; bu konularda yaptığımız çalışmalara rağmen hala doğru kavramakta ve yaşamakta zorlandığımız olgularımızdır. Bu nedenle, düşünce ve duygu kontrolü konusunu hep birlikte tekrar irdeleyeceğiz. Anlatılmadık, söylenmedik pek bir şey kalmadı ama biz, yinede; "Belki gözümüzden birşeyler kaçmıştır...." diye titizlikle konuyu tekrar harmanlayacağız. Duyguları ve düşünceleri kontrol etmeyle ilgili paradigmalarımızı değiştireceğiz.

  Maddeyi tanımaya çalışmak ve ona egemen olma cehti içinde olmak varlıksal görevimiz. O halde cehit ve samimi uygulamayı göstermek gelişim isteği duymak ve kendini yeniden yapmak için uğraşıp didinmek hepimiz için çok yararlı bir uygulama. Maddeye egemen olma cehti içinde olmak ise aslında bizim gezegensel görevimiz ve genel anlamda burada bulunuş nedenimiz.
  Bu söylediklerimiz yeni değil ama bizlerin yorumları ve uygulamaları her zaman yenidir. M.Ö. 850 -600 yılları arasında en parlak dönemlerini yaşayan Babilliler'in kendi öz dillerinde söylediği o meşhur söz gibi
" Güneşin altında hiçbir şey yeni değildir." 

  Algılamalar, idrakler ve şuur halleri hep yenilenir, değişir ve tekamül eder. Bilgilenmek ve kendini yenilemek arzusu içinde olmak ise bizi üst realitelere sıçratır. Spiritüel bilgilerin en ilginç yönü, yıllar geçse de her okunduğunda kulağınıza başka şeyler fısıldamasıdır. Mutlaka siz de gözlemlemişsinizdir, kendini tanıma ve duygu kontrolleri ile ilgili herhangi bir konuyu çeşitli aralıklarla okuduğunuzda dün gibi taze ve yeni olduğunu fark edersiniz üstelik bu kez daha farklı daha derin bir anlamla karşımızda duruyordur.

  Bu yazı dizisinde hedeflediğimiz şey,"bakmaktan  görmeye  geçmektir." Yani bir başka deyişle ruhumuzdaki lotüsün açılmasını sağlamak, kendimize ve maddeye egemen olmak yani ruh özgürlüğüne kavuşmaktır. Ruh özgürlüğü olan insanı nereye koyarsanız koyun, hiçbir şeye aşırı bir bağlılık yaşamadığı için derhal yeni çevresine adapte olacak ve o zaman-mekanın şartlarını gönül rahatlığı ve sevinci içinde yerine getirecetir. Buna Budist öğretide Taç şakranın açılması yani insanda var olan lotüsün çiçek açması da denir. Taç şakrası evrensel enerjilere açık ve şuurlu insan özgür insandır.

  Değişim Devresi
  Bir değişim devresinde yaşıyoruz. Bu devre bir şaşkınlık(teşevvüş) devresidir. İçinde yaşadığımız çağ, bir şaşkınlık ve geçiş çağıdır.Teknolojik yönden çok ilerlemiş olabiliriz, her geçen gün, yaşayışımızı kolaylaştıran yeni bir teknolojik harikayla tanışıyoruz. Ama kabuksal, yani dünyasal olan bu ileri gidiş, ruhsal yönden bizi hiçbir yere götürmemekte... Çağdaş bir yaşam sürme adına dış rüzgarlara kapılan insanlık, ruhsal gelişimini teknolojik gelişime feda ederek içe dönmeyi unutmuş; rahat, lüks, servet ve yapay mutluluklar peşine düşmüştür. Her ne pahasına olursa olsun, bir şeyler elde etmek yaşamın temel ilkesi haline gelmiştir. Şaşkınlık yaratan esas konu ise, dış mercilerin sürekli empoze ettiği bu arayışlar, insana hiçbir zaman tamlık/bütünlük/mutluluk/ huzur duygusunu yaşatmamasıdır. Durum böyle olunca da, kişi ne yapacağını şaşırmakta, bireysel ve toplumsal düzeyde çok çelişkili, karmaşık tablolar sergilenmektedir.

  Yeryüzü yaşamı biz insanlara bilgilenmek ve tekamül etmek olanağı sağlar. Yani her ne yapıyor olursak olalım, buraya geliş amacımız kendimizi bilmektir. Kendini bilmek psikofizyolojik olarak kendini tanımak, anlamak değildir. Bu bedene bürünmeye karar veren varlığı yani, asıl kendimizi tanımaya çalışmak, onun bedenli bir yaşam için yapmış olduğu planı sezinleyebilmek ve ona göre yaşamaktır. Kuşkusuz, bunu başarabilmek için, bize armağan edilen bu bedeni tanımak, onun artı ve eksilerini objektif olarak görebilmek, onu sağlıklı ve saf olarak korumak, gelişimimiz ve kendimizi bilebilmemiz yönünde bunun avantajından yararlanmak, bu fırsatı içsel gelişim yönünde değerlendirmek bize büyük yarar sağlar ve içsel bir huzur elde etmemize neden olur. Görünüşte her şeyiniz olduğu halde huzurlu ve rahat değilseniz biliniz ki, içinizdeki asıl sizin gerçek ihtiyaçlarını göz ardı ediyorsunuz ya henüz hiç farkında değilsiniz…

  İdraklenme-Şuurlanma
  Bir şuur noktasına gerçekten varmak demek, onu her durum ve şart altında koruyabilmek demektir. Basit bir örnek ile yaşamak için yemek yememiz ve nefes almamız gerektiğinin yeterince şuurunda olduğumuz için bu eylemlere son vermemekte ve devamlı gerçekleştirmekteyiz. Çünkü gerçekten farkındayız ve biliriz ki, bu eylemler yaşamak için gereklidir.

  Eğer ki, bir noktayı zihnimizde yeterince açık ve aydınlık tutamıyorsak, zaman içinde kaybolmalar, karışıklıklar yaşıyorsak; bu, o noktayı henüz yeterince idrak edip anlayamamış olduğumuzu göstermektedir. Gereklilikleri ve icapları henüz yeterince kavrayamamış, anlayamamış, görememişiz demektir. Ama zaten bir şuur noktası da öyle bir günde oluşmaz. Bir sabah uyandım tüm meseleyi kavradım demek mümkün değildir. Olsa yalandır zaten. Diyenlere de inanmayınız. Bir şuur noktasının oluşabilmesi; gayret demektir, sabır demektir, çaba demektir hatta sürefor demektir.

  Yanlış olmadan doğru olmaz
  Birşeyi yanlış yapmadan doğrusu öğrenilmez. Yanlışlar bu yüzden kıymetlidir. Hele ki bir de yapılan yanlışın ardından, o yanlışı fark edebiliyor ve değiştirmek için niyet ediyorsanız ne güzel!

  Şuur; bir varlığın içinde bulunduğu gerçeklik noktasıdır. Anlama kabiliyeti, idrak etme becerisi, görebilme yetisi hep o an içindeki şuur seviyesine bağlıdır. Eğer anlayamıyorsa yeterli zihin noktasında yani şuurda değildir. Meselenin bilincine varamıyordur. O yüzdende varlıklar kendi gerçeklik dünyaları içinde yaşarlar ve ona göre hareket ederek, ona göre karar verirler. O nedenledir ki, birimizin kararını bazen bir diğerimiz anlamaz.Bir insanın çaba içinde olması çok mühimdir. Daha fazla gerçeğe temas etmek, daha fazla görebilmek, daha fazla işitebilmek için çaba hayrınadır elbette.

  Şuurumuzu geliştirmek için ne yapabiliriz? Daha engin bir şuur ile daha az duygusal yük taşımak için neler düşünebiliriz? Böylece daha uyumlu ve olumlu bir yaşamımız olabilir mi? Şuurlanmak bizim daha rahat, yumuşak ve esnek zihinlere sahip olmamızı sağlar mı? Diye soracak olursak; Deriz ki, öncelikle şuurumuzu genişletmek ve geliştirmek bir yaşanmışlık neticesinde olabilecek bir iştir. Yaşamakta olduğumuz tüm olaylar, tam da bunun için varlar. Şuurumuzu genişletelim esnetelim diye… Yaşayarak, anlayarak, öğrenerek şuurumuz genişlemektedir zaten. Ancak buna ilave olarak yapabileceğimiz şey niyetimiz korumak ve irade koymaktır. Şuurlanmak konusunda Niyet ve İrade oldukça önemli olgulardır. Niyetimizi bozmayarak, irademizi kaybetmeyerek şuurumuzu yükseltmek çabasında bulunabiliriz. Çünkü şuuru yukarıda tutma çabası zaman içinde zihinde bir genişleme yaratacağı için gereksiz duygusal yüklerin azalmasına neden olacaktır. Bu çaba bizi aşağıya çeken ağır ve ağdalı duygusal olaylara zaman içinde daha rahat ve hafif bakmanıza neden olacaktır. Ki, bu da elbette kendiyle ve evrenle barışık daha uyumlu ve olumlu bir yaşam getirecektir bizlere…

  Bunu yapabilmek için de, bize sunulan içsel gelişim araçlarını idraklenme ve şuurlanma yönünde kullanmamız gerekiyor. Çok fazla olanaklarımız yok ama sahip olduklarımız birbirinden değerli araçlar; dış dünyayı algılamamıza yarayan duyularımız var. Duyularımız bizi sürekli aktif halde tutarlar. Elbette ki bu aktifliğin her zaman kaliteli ve bizi geliştirici bir etkinlik olmadığını da biliyoruz. 

  Algıladıklarımızı kavramamızı, anlamamızı, yorumlamamızı sağlayan aklımız ve duygularımız var. Bizi olayların içine çeken, yoğunlukları farklı çeşitli haletler yaşatan, ıstırap çektiren, mutlu eden, korkutan, üzen duygularımız, düşüncelerimiz var. Bazen bir duygunun ya da düşüncenin peşine takılıp zaman kaybettiğimiz de çok oluyor. Biz onlara egemen olup onlardan yararlanacağımıza, onlar bize egemen oluyor. Özellikle bireyselliğin ön planda olduğu bir anlayışta duygulara ve düşüncelere  egemen olmak hiç de kolay değil.

  Kendini Her şeyin Merkezinde Görmek
  Beşer egometrik ve egosantrik bir yapıdır. Kendini her şeyin merkezinde görmek ister. Çevresindeki her şeyi incelerken, kendini kriter alır. Öteki ona göre kısa ya da uzun, güzel ya da çirkin, akıllı ya da aptaldır. Bu illüzyondan kurtulamadığı sürece de duygularını ve düşüncelerini dizginlemesi, kontrol  etmesi pek kolay olmayacaktır. Onları kontrol edebildiğimiz zaman bizim gelişimimize katkıları daha kaliteli ve verimli olacaktır. Değişip, yenileşmek; yeni insanlık dönemine aday olmanın gereği değil midir? Kendini her şeyin merkezinde görmemek için kişinin özel kendini tanıma metodları uygulaması gerekir.

  Bizler, ruhsal köken olarak irade sahibi varlıklarız. Her şey gibi, duyularımız, duygularımız ve aklımız da idraklenme süreci içinde birer araçtırlar. Beşeri varlıklar olarak işlediğimiz hataların en saçma nedeni duygularımız ve düşüncelerimiz arasındaki savaştır. Duygusal karmaşa içine gireriz ve gerçeği görmemiz sanki olanaksızlaşır. Daha iyi kavrayabilmek için  bedenimizin sahip olduğu bu araçlara isterseniz kısaca bir göz atalım:

Duyular: Fiziksel bedenimizin dış dünyayı algılama mekanizmalarının tümüne duyular adı verilir. 5 duyumuz var: Görme, işitme, koku alma, tad alma ve dokunma duyuları. Her biriyle ayrı ayrı dış dünyadan veriler alabiliyoruz. Maddeyi, dünyayı, bedenimizi görebiliyoruz. Çiçeği kokluyoruz. Çevrede pişen yemeği kokusundan çıkartabiliyoruz. Tad alma duyumuzla farklı lezzetler tadıyoruz. Sevdiğimiz bir yemeği yediğimizde mutlu olurken, acı ilaç içince yüzümüzü buruşturuyoruz. Sesleri işitebiliyoruz. Nihayet, dokunabiliyoruz. Öteki duyularda olduğu gibi, dokunuş sayesinde de maddenin bilgisini alabiliyoruz.

  Duyular bize çevremizde belli bir durum ve koşul içinde bulunan eşyanın göreceli gerçekliğini sağlar. 5 duyumuzla algıladıklarımızın tümü birer frekans aralığına sahip. Bedenimiz belirli frekans aralığındaki titreşimleri algılayabiliyor. Kaba titreşimli maddeye dokunabiliyoruz. Belirli titreşimlere sahip nesneleri görebiliyoruz. Gitgide yükselen titreşimleri renk olarak ayırt edebiliyoruz.

  Psikometri uygulamalarında, medyom zarf içinde saklı olan kartonun rengini titreşiminden, tesirinden bilebiliyor. Bu da gözleri görmeyen kişilerin, elbette ki doğuştan kör olmamak koşuluyla... Çünkü renkleri daha önceden tanımış olması gerek. Dokunma duyularıyla bile karanlık dünyalarını renklendirebilecekleri umudunu veriyor. Belirli iki titreşim aralığındaki sesleri işitebiliyoruz. Kediler ve köpeklerin ses algılama kapasiteleri bizden daha yüksek. Dünyayı algılamak için 5 duyumuz var ama onların da algılama kapasiteleri yüksek değil. Bazı kimselerde ilkel ve çoğunlukla istem dışı, kontrol edilemez bir durugörü, duruişiti ya da psikometri algılamaları var ama 7 milyara yaklaşan dünya nüfusu içinde kaybolup gidiyorlar.

Akıl: Onunla duyuların algılamaları merkezleşip, senteze tabi tutulur. Genel duyularımızın toplamının sentez olarak bir şey ifade etmesine akıl deriz. Biz duyularımızın toplamı  olan aklımızı kullanan, onun bir aracı olan mantıkla aklı bir  arada beraber götüren ve iradesi ile bir takım şeylere karar verebilecek güçte olan varlıklarız.

Düşünce: Düşünceyi iyi anlamak için beynin ve aklın dış uyaranlar arasında kurduğu bağlantı olan zihni birbirinden ayırt etmek gerekir. Zihin ve düşünce ayrı şeylerdir. Düşünmek özde ruha ait bir işlevdir, daha kapsamlı ve evrenseldir. Düşüncelerimiz canlı eylemlerdir. Düşünce enerjidir ve bizler düşünürken enerji üretmekte, enerji yayınımı yapmaktayız. Düşüncenin çok çeşitli türleri vardır. En kaba vahşi içgüdüsel olandan başlayarak en ulvi yüksek titreşimli olana kadar düşünceler mevcuttur. Düşünce bir enerji olduğuna göre düşüncelerimizden de sorumluyuz elbette.

  Burada düşüncenin niteliği yani hangi titreşim seviyesinde düşüncenin açığa çıktığı konusu mühimdir. Çünkü düşüncelerimizle yaratırız, inşa ederiz ve kendimizi varederiz. Düşünceler süreklidir ve varlığın şuuru ile tekamül düzeyiyle ilgilidir. Varlık geliştikçe düşüncelerin kalitesi ve niteliği de gelişmektedir. Düşünce sanıldığı gibi beyne ait bir işlem değildir. Fiziksel beden terkedildikten sonra da düşünce devam etmektedir.

  Düşüncelerimizin imajinasyonla birlikte seyretmesi konusuna dikkat çekmek isteriz. İmajinasyon melekesinin devreye alınarak düşüncelerin form kazanması için yoğun konsantrasyonla derin düşünme hali gerekmektedir. Bir daldan bir dala atlayan boşlukta süzülen bir balon gibi hedefi olmayan düşünceler düşünce sisteminin en kaba halini teşkil etmektedir. Eskiler bu eyleme bir konu hakkında tefekkür etmek yani derin düşünmek adını verirlerdi. Şimdide konsantrasyon deniyorsa da tam karşılığı değildir. Çünkü derin düşünme sırasında biraz da meditatif bir hal içinde olunduğundan, düşünce yoluyla o konu hakkında çeşitli ilhamlar elde edilir yani kişi, daha ziyadesiyle sezgisel (entuitif) bir oluş hali yaşar ve o konuyla ilgili gerçek bilgilere ulaşmaya çalışır. Düşünme fonksiyonunun meydana gelmesi için bazı vibrasyonların, partiküllerin, çok yüksek düzeyli, çok ince tertipli imajların, formpanselerin devreye girmesi gerekir. Bu astral ve esiri bir işlemdir. Düşünme eylemi sırasında hem evrende serbest halde bulunan, esir maddesini kendimize çekeriz hem de kendimizdekini kullanırız ve ne kadar çok esir kullanırsak o kadar derin düşünebilme, sorun çözme kapasitemiz artar, hatta zeka seviyemiz yükselmiş gibi olur. Ne kadar az esir kullanırsak o kadar içine kapanık ve sorunlu oluruz. Yani düşünme eylemi sırasında insan kendisinde mevcut bulunan esiri de kullanır.

  Beynimizdeki düşünme eyleminin ruhsal bir hale dönüşmesi için konular hakkında sıradan ve sığ düşünmekten, düşünce tembelliği yaparak acele ve kaba saba çözümler üretmekten vazgeçip derin düşünceye geçmek, yüzeysel kalmamak ve kendimiz üzerinde çalışmak gerekir. Bu işlemler sırasında da gerekli efor sarfedildiği için ilham sahibi olunur, sezgiler devreye girer. Konu hakkında hiç bilgisi yokken, ‘hı şimdi anladım ama bu konu üzerinde çok kafa patlattım, çok düşündüm, çözdüm’ denen bir hale ulaşılır. Bütün bunlar uygulama ve egzersiz işidir yani çaba ve cehit işidir. Bu sözünü ettiğimiz bilgiler ezoterik bilgilerdir, klasik kitaplarda rastlamak mümkün değildir. Ezoterizmi ve okültizmi iyi inceleyenler bu konuları hayli kapsamlı şekilde gayet iyi bilirler. İlk defa söylenmemektedir.

  Düşünce aracılığıyla, düşünme hızında çeşitli boyutlar içinde gezebilirsiniz. Bir kitap okurken bile eğer konsantrasyonunuzu tam anlamıyla okuduğunuz şeye verdiyseniz, düşünce gücünüzle uzandığınız yerde var olursunuz. Bazı hassas kişilerin film ve tiyatroları adeta içinde yaşarmış gibi hissetmelerinin asıl nedeni budur. Romancılar, şairler, ressamlar hatta mimarlar sık sık esiri maddeyi kullanarak bu form panselerden ve akaşik kayıtlarda olan imajlardan yararlanırlar ve roman kahramanları onlar için adeta canlı hale gelir. Düşünme işlemi ile onlara anlam verenler aslında kendileridir. Bu nedenle hangi konu olursa olsun daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen insanın bol bol okuması ve derin düşünmek için kendisine özel zaman ayırması gerekir. Zamanım yok ki, çok çalışıyorum bahanelerine bu tip çalışmalarda yer yoktur. Her insan eğer çok isterse kendisine gereken zamanı seçme özgürlüğünü kullanarak yaratabilir, akıllı ve şuurlu evrende ona bu konuda mutlaka destek verir…

  Zihin ise bireyin beyni ve akılsal işlevleriyle dış uyaranlar arasında kurduğu bağlantıdır. Sadıklar Planı Tebliğlerinde zihinden,"Ruhun beyne bağlı olan işlevidir." diye söz edilir.

  Düşünme sırasında da süptil bir enerji üretilir ve bu enerji iletkendir. Düşüncelerimiz Bütünsel bir alan içinde sürekli yayılır. Tıpkı suya atılan bir taş gibi halka halka yayılma olur. O nedenle düşüncelerimizden de sorumlu tutuluruz. Özellikle kristal enerjilerle çalışmak isteyenlerin değil eylemlerine düşüncelerine bile çok dikkat etmeleri ve düşünce kontrol metodları uygulamaları gerekmektedir. (Bknz: Astroset-Doğal Yaşam Sayfası-Günlük Yaşam Pratikleri Bölümü)

  İçinde bulunduğumuz bu boyutta, madde ile iletişime girebilmek için, onu tanıyabilmek için sahip olduğumuz az sayıdaki ve sınırlı kapasitedeki enstrümanlarımız  duyularımızdır. Duyularımızla algıladıklarımızı bir tesir olarak bize yansıtan mekanizma ise duygularımızdır. Yani vahşi bir hayvan görmek duyusaldır. Bunun bizim için tehlikeli olduğu tesirini almak bir duygudur.

   Duyguda bir enerjidir ve yayılır. Olumlu duyguları yaydığımız gibi istemeden olumsuz duyguları da diğer insanlara göndeririz. Bütünün hayrı için her eylemi kendini tanıma çalışmalarıyla mümkün olduğunca kontrol etmeye çalışmak bu dönemin kristal enerjilerini kullanmak anlamına gelir.

  Her birimizin farklı bir hikayesi vardır. Bir geçmişimiz vardır. Dış dünyayı algılarken; onu olduğu gibi değil, buraya enkarne olduktan sonra, içinde yaşadığımız çevreden aldığımız, edindiğimiz anlayışımız doğrultusunda çoğu kez çarpıtarak, eğip bükerek, ve kimi zaman yepyeni bir anlam yükleyerek alırız. 

Yayın Tarihi: 07.Mayıs.2010

Sonraki Bölüm >>

 

© Astroset 2004-2010