Mutsuzluğumuzun asıl nedeni
Günümüzde,
mutsuzluklarımız yaşamın koşullarından değil, zihnimizin
niteliksizliğinden kaynaklanmaktadır. Mutsuzluklarımızın iç
huzura döndürülmesinin sırrı, zihin ve dolayısıyla da
düşüncelerimizin kontrol altında
tutulmasına, onların nefsin hegemonyasından kurtulmasına
bağlıdır.
Bebeklikten itibaren kendini
tanıma konusunda hemen hemen hiçbir eğitim almadığımızdan
kontrolsuz düşünce egonun hegemonyası altındadır. Zihin,
bireye benliği çok önemliymiş gibi etkiler gönderir ve onun
dikkatini kendi üzerine çekmek ister. Yani bizler bir anlamda
kendi sağlıksız düşüncelerimiz tarafından esir alınmış
durumdayız demektir. Buna kendi kendini obsede etmek de
denebilir. Yani sandığımız gibi bir başkasının bizi etki
altına almasına pek gerek yoktur...
Kendine
Tapma Kibir
ve kendini beğenmişlik nedeniyle insan kendini kendine de,
özel bir tapınma ve kendine aşırı hayranlık durumu
yaşayabilir. Çevrenizde böyle insanlar mutlaka vardır. Adama
bakarsınız aslında hiç de iddia ettiği değeri taşımamakta ama
yine de bir tür tapınma halinde benliğine aşırı hayranlık
duymaktadır. Bu hal uyanık olmadığımız sürece bizi
yanıltabileceği gibi, hayali bir kişilikle, hayali bir ortamda
yaşamamıza neden olur. Koşullanmalarımızın nedeni içinde
yaşadığımız çevrenin alışılagelmiş düşünce kalıplarını
şuursuzca yani, onların özündeki bilgiye varmadan
benimsemekten kaynaklanmaktadır. Gurdcieff’inde "Kendini Bilme"
adlı eserinde önemle söz ettiği gibi uyurgezer makine insanlar
çoğunlukla, fikirlerle değil, kalıplarla düşünürler. Tüm bu
yanlış şeyleri biz de ister istemez yükleniriz ve bunun
karşıtı olan şeylere kapalı kalırız; çevreye ve aileye aşırı
bağımlıyızdır, düşünmemize gerek yoktur. Başkaları bizim
yerimize düşünmüş ve hüküm vermiştir. Biz sadece bize empoze
edilen, bir şekilde benimsetilen bu anlayışı kullanırız.
Burada otomatizma vardır. Beynimiz programlanmıştır,
koşullandırılmıştır / koşullandırılmaktadır. Örneğin reklam
sektörü satış ve tüketimin artması gayesiyle bu yöntemi
kullanmaktadır.
Değer yargılarımız vardır,
ama neye göre saptanmış yargılardır bunlar bilmeyiz. Daha çok
küçükken düşünmemiz engellenir, aklımızı kullanmayı, kendi
kendimize karar vermeyi öğrenemeyiz. Düşünmeyi pek sevmez ve
davranışlarımızı çevreye göre düzenleriz ve bize yönelik
toplumsal koşullandırmalarla hareket ederiz. " Büyüklerimiz
hep doğrusunu bilir, doğrusunu yaparlar." diye düşünür, onları
taklit ederiz. Oysaki, büyüklerin görevi; çocuklarını
kendilerinden daha olgun /erdemli bireyler olarak
yetiştirmektir, ama böyle olmaz. Onların değer yargıları,
anlayışları bizimkiler olur. Uslu çocuk , paşa çocuk
personasıyla yıllar geçiverir. Kısacası tembellik yaparız.
Büyüdükçe "kendimiz olmak", otonom şahsiyet geliştirmek
giderek zorlaşır; bu arada, beşeri "uykumuzun" derinliği de
epeyce artmıştır. Bu uyurgezerlikle de her türlü akıma
kapılmak, dejenerasyona oyuncak ya da malzeme olmak çok
olasıdır. Bir çok genç de; böyle olmuyor mu? Ebeveynler
olanlar buna çok daha iyi gözlemlemişlerdir...
Bir genç ya da çocuk için
makbul olan; büyüklerinin gözetimi ve rehberliği altında
onların realitesinin üzerine ulaşmaktır. Büyüklerine saygıda
ve sevgide kusur etmeden bunu başarmaktır. Anne babalar her
şeyin doğrusunu bilebilir ama bunu uygulamaya dökemeyebilir.
Anne babalar her zaman çocuklarının iyiliğini, doğru
olamalarını isterler ama, her şeyin doğrusunu
yapamayabilirler. Bu nedenle, "Hocanın dediğini yap ama
yaptığını yapma!” konusunda dikkatli ol ve hatta yapma... denmiştir(7).
Vicdan
Sesine Kulak Vermek Durum böyle olduğuna göre
neler yapabiliriz? Yapacağımız ilk şey, düşüncelerimizi hemen
ciddiye almamak, egomuzun etkisi altında mı değil mi diye
kontrol etmek, bunun için vicdan sesimize kulak vermektir.
Küçük yaşlardan itibaren çocuklarımızı buna alıştırmaktır;
yani onları bencillikten kurtarmaya çalışmaktır. Bu çok
yararlı bir uygulamadır. Çocuğa yönelik eğitim/bakım,onun
bencillikten kurtulmasına hizmet etmiyorsa, o eğitim kısırdır.
Bu içsel çalışma sayesinde kendi kişisel görüşlerimiz (çocuğun
/ gencin bencilce görüşleri) gerçeğin önüne geçmeyecektir.
Çünkü zihin devreye girdiği an, tepkilerimiz onun istediği
gibi olur. En doğruyu bildiğimizin zannına kapılırız. Bu
sadece bir zandır. Her şeyin en doğrusunu Tanrı'ın bildiğini
sıksık anımsamakta yarar var. Tüm beşeri bilgiler geçicidir ve
şimdilik ve bize göre doğruluk değerine sahiptir…
Oysa ki duyguları yerinde ve
zamanında yaşama potansiyeline sahibiz. Duygulu insanlar olmak
yerine duygusal makineler gibi hareket ediyoruz. Duygulanma
ile duygusallığı da karıştırmamak gerek... Bu ayırımı
yapamazsak, düşünce ve duyguyu kontrol altına alma çabamız da
engellenmiş olur. Çünkü şuurlu bir çaba yok, daha çok koşullu
tepkiler veriyoruz. Her toplumda, bireyden
beklenen tepkiler vardır, onun dışına çıkmak dışlanmak duygusu
yaşatacağından, biz de bize biçilen rolün gerektirdiği duyguyu
devreye sokuveririz. Bu da fiziksel ve ruhsal varlığımız için
bir zırh oluştur, olur biter.
Bunları ve her şeyi iyi
düşünmek gerek; erdemli olmanın ve idraklenmenin gereğidir bu.
Kur'an'a göre de düşünmemek bir eksikliktir. Dünya beşerini
okumaya, düşünmeye ve araştırmaya yönlendiren çokça ayet
vardır: Örneğin, "Her şeyden de bir çift yarattık; olur ki,
düşünüp, öğüt ve bilgi alırsınız." - Zariyat 51/47-49 Burada özellikle ikinci
ayette geçen, "öğüt ve bilgiler"in özüne ulaşmak için
düşünerek irdelemek ve uygulamak gerekir. Düşünmek de sadece
düşünce olarak kalmamalıdır. Yani egemen olmakta zorlandığımız
zihnimizin bir parçası haline gelmemelidir.
Farkındalığı Arttırmak Düşünce bireyi, pozitif
olmaya, araştırma ve öğrenmeye ve bilgi uygulamasına
yöneltmelidir. Düşünme, dünya beşerini öteki canlılardan
ayıran aklın çalışmasıdır. Kur'an'da ve tüm öteki kutsal
metinler ile inisiyatik öğretilerde insan; bedensel
tembelliğinden çok, aklını kullanıp düşünmemekten yani,
tefekkür bağlamında gösterdiği tembellikte) ötürü
uyarılmıştır. Çünkü düşünmeden, bilgilerin özüne varma cehti
sergilenmeden idraklenmek ve şuurlanmak; dolayısıyla, makbul
bir kul olmak olası değildir. "Neden düşünmezsiniz, neden akıl
etmezsiniz..." diye uyarı bundandır. Yani esas olan, “işlevsel
akıl”a sahip olmaktır ki, bu da zihni, nefsin hegemonyasından
kurtarmakla olasıdır.
Duygu ve
düşünce kontrolu nasıl olur? Duygu ve düşünce kontrolu, tüm yazımız
boyunca ifade etmeye çalıştığımız gibi;
içe dönüş çabasıyla
gerçek olacaktır. İçe dönüş
çalışmalarınızı isterseniz tek başınıza isterseniz profesyonel
destek alarak, isterseniz de size uygun bir grup bulup,
onlarla içsel anlamda bütünleşerek yapabilirsiniz. Bu şekilde
elde edilecek farkındalık, bireyin içsel özgürlüğüne atacağı
ilk adımdır. Kendimizi sıkı bir gözlemden geçirmeliyiz.
Kendimiz hakkında edineceğimiz doğru bilgi, bazen acı da
olabilir. Eleştiriyi bir alışkanlık haline getirmeden bunu
yapacak cesarete sahip olmalıyız. İçsel özgürlüğü elde etmek
için, duyularımızı tam olarak kullanmalıyız. Çevremizde olup
bitenin her an farkında olmaya çalışmalıyız. Zihnimiz bizi
alıp bir yerlere götürmeden, içinde bulunduğumuz 'an'ı doğru
değerlendirmeliyiz. 'An'da yaşarsak, ön yargılarımızın da ne
kadar çabuk kaybolduğunu görebiliriz, çünkü onlar geçmişimizin
ürünüdür.
Herşeyi duyguyla anlarız,
hisle anlarız. Her bilginin bir duygusu vardır. Bu anlamda "kontrol"
, önemli bir ölçüde duyguları doğru anlamak , doğru
kullanmakla olasıdır. Duygu bir tesirdir ve gereklidir. Ondan
kurtulmak için onu yok saymak ya da bastırmak için çaba
sarfetmemeliyiz. Yanlızca o tesire açık olup gereken
titreşimde kalmaya çalışmalıyız. Bu titreşimimimizi yüksek
düzeyde tutmaya çalışmalıyız, ne az ne de çok. Buna dikeyde
kalma çalışması da denmektedir yani birey yataydan gelen tüm
etkilere karşı ruhsal yönünü unutmayarak olaylara, insanlara
ve başına gelenlere daha üst bir seviyeden bakmayı
başarabilir, bu her zaman olasıdır.Onlardan besleniyoruz.
İnsan beslendiği kaynağı kurutur mu? Özgür insanın kudretli
yanı, onları yönlendirebilmesidir, onları birebir yaşayarak,
haletin hakkını vermesidir. Düşüncesine egemen olup, duyguları
birebir değerlendirmesidir. Sıradan birey, anlamak için;
yalnızca aklını kullanırken, olgun insan
akıl-duygu-sezgi-vicdan işbirliğine güvenir. Alıştığı eski
zihin-duygu kalıplarının aksine, içinden gelen sezginin ve
vicdanın sesini dinler.
Dünya beşeriyeti olarak
günümüzde pek çok kimse duygu realitesinin tesir alanı
içindedir. Görünürdeki kargaşa, bu realitenin elinde oyuncak
olduğumuzun hazin manzarasıdır. Duygu realitesi kişinin
egosundan emir aldığı ve onun güdümünde dünyayı, yaşamını
değerlendirdiği bir durumdur. O kimse, yüksek titreşimli
tesirlerden çok, düşük titreşimli (kaba) tesirler altındadır.
Dikeyde değil yatay etkiler altında yaşamayı tercin etmekte ve
kendi realitesinin karmaşası içinde kaybolup gitmeyi göze
almaktadır. İçinde bulunduğumuz bu kargaşadan bizi kurtaracak
olanlar küflenmiş ve geçersiz hale gelmiş duygu ve
düşüncelerimizin bir an önce yeniden yapılandırılması ile
mümkün olacaktır.
Yeni insanlık yolunda
yürüyen bireyler için vardım, geldim, aştım, bitirdim,
benliğimde eridim, Tanrı’da kayboldum, kutupluluğu yani iyi ve
kötü olmayı aştım, o realiteyi de tamam ettim, şu realiteyi de
bitirdim, herkesi aştım geçtim gibi kavramlar yoktur, bu
bilgileri sadece okumak ve entelektüel düzeyde sahip olmak
bizi hiçbir yere götürmez. Önemli olan her sabah
uyandığımızdan itibaren samimiyetle uygulamasını yapmaya
çalışmaktır. Gerçek bir uygulamacı mütevazıdır çünkü nerelerde
eksikleri olduğunu,bir türlü tam olarak başaramadığını çok iyi
görür ve kendini ululamaktan vazgeçer. Bu bedenden ayrılıncaya
kadar hergün yeniden ve yeniden sınanacağımız olaylarla
kendimizi arındırmak, aydınlatmak, genişletmek ve büyümek,
olgunlaşmak potansiyeliyle dolu olduğumuzu ve varacak tek bir
nokta olmadığını baştan bilmekte yarar vardır. ‘İyi insan
olmaya başlıyorum galiba’ demek daha sade ve daha net bir
tanımdır. Hak’ta eridim, Bütün’e karıştım, bende yokoldum,
O’nda var oldum gibi kafa karıştıran ibareleri yeni çağın
insanı hiç kullanmaz. Bilir ki, az sonra biri ayağına
bastığında, trafik sıkıştığında, kuyruktaki adam ön sıraya
hakkı olmadan geçmeye çalıştığında, dedikodusu yapıldığında,
yüzüne ya da arkasından konuşulduğunda, eleştiri aldığında
kızacak veya bağıracaktır. Ya da her kontrolü kaçırdığında
öfkesine hakim olamadığında içindeki öteki yönünün harekete
geçmesiyle birlik ve erdem mücadelesini kaybedecek ve yasa
ihlali yapacaktır.
Yeni çağa uygun yaşamanın
ilk ve temel şartı, sade, doğal, kibirsiz, sevecen, saygılı,
nazik insanlar olmaktan geçer çünkü enerjiler incelmekte,
kristalleşmekte, şeffaflaşmaktadır…
Yeni insanlık yolunda
hepimize başarılar.... |