Günümüz maddeci biliminin, Parapsikolojiden sonra, “duygusal
zekâ” kavramıyla bireyin iç zeminine yönelik atılımlar
sergilemesi elbette ki çok güzel. Duygusal zekâ alanında filiz
veren akademik bulgular, kendimizi tanımamız, yaşamın ve
varoluşun duyularımıza çarpan şekliyle sınırlı olmadığını
anlamamız, çevremizdekilere anlam iletirken duyguları da
aktarmamızın önemini ortaya koydu. Bu konuda öncü çalışmalar
olarak bilinen THE HANDBOOK OF EMOTIONAL INTELLIGENCE(Reuven
Bar-On, Teksas Üniversitesi) ve dilimize “Duygusal Zekâ”
(Varlık- 1996) olarak çevrilmiş bulunan EMOTIONAL INTELLIGENCE
(Daniel Goleman) kitaplar, bireyin görünen fizik yapısının
ötesine yönelik maddeci bilimin atılımları olarak kabul
edilebilir.
Prof.
Dr. D. Goleman adı geçen kitabının(“Kendini Bil”
başlığı taşıyan) 4. bölümünde şunları yazmış:
“Psikologlar biraz süslü terimler
kullanarak, bu tür durumları ‘üst biliş’(meta cognition) ve
‘üst hal’(meta mood) diye adlandırırlar. Benim tercihim ise,
kişinin iç dünyasında olup bitenin farkında olması anlamındaki
‘öz bilinç’tir(1).”
Bu kavramın Neo Spiritüalizmdeki karşılığı şuurluluk ve
şuurlanmadır. Kendine yönelik bilince sahip olan zihin,
duygular da dâhil olmak üzere, yaşananları gözlemler ve
inceler.
New
Hampshire Üniversitesinden psikolog John MAYER’in deyimiyle,
öz bilinç kısaca; “bireyin ruh halinin ve o ruh hali
hakkındaki düşüncelerinin farkında olabilmesi demektir. Bu,
elbette ki kişinin, iç zeminine yönelik bir dikkat hali içinde
olacak bir farkındalık ve algılamadır. Öz bilinç, iç dünyaya
karşı tepkisiz ve yargısız bir dikkat olabilir.” (Neo
Spiritüalizmdeki karşılığı Sadıklar Planı’nda da ifade
edildiği gibi Rikkat halinde yaşamaktır, Rikkatin şimdiki
karşılığı farkındalık hatta yüksek farkındalık halidir) Ancak
MAYER, bu duyarlılığın, her zaman bu denli kayıtsız olmadığına
işaret de eder: Duygusal bilincin içerdiği tipik düşüncelerden
bazıları; “böyle hissetmeliyim”,
“neşelenmek için iyi şeyler
düşünüyorum” gibi, ya da
başka kısıtlı bir öz bilinç hali olarak, çok moral bozucu bir
şeye tepki verirken zihninden geçiveren “bunu
düşünme”
düşüncesi olabilir.
Öz bilinçlilik
MAYER,
bireysel içsel zemine yönelik duygusal zekâ araştırmaları
çerçevesinde; kişilerin, duygularını birbirlerinden farklı
şekillerde ele alıp baş ettiğini görmekte gecikmedi. Öz
bilinçli kişiler; ruh hallerinin farkında olan kimselerdi ve
bunlar, duygusal yaşantıları hakkında belli bir anlayışa da
sahipti.
Kendini tanıma duyarlılığı kapsamında; duyguların kontrolü,
duygusallıkların en aza indirilmesidir. Duygular ve
duygusallık konusunu da başka bir yazı dizimize bırakarak,
MAYER’in saptamalarını gözden geçirmeyi sürdürelim. Öz
bilinçli kimselerin, duygularının bilincinde olmaları öteki
bazı kişilik özelliklerini destekleyebilir. Bu kimseler “kötü
ruh haline” girdiklerinde, bunu dert edip takıntı
haline getirmezler ve kısa bir süre içinde kendilerini bu
durumdan kurtarırlar. Kısacası, öz bilinçleri,
duygularını/duygusallıklarını yönetmekte, kontrolde kolaylık
sağlar.
Prof.
MAYER’in “bireysel iç zemin” e yönelik duygusal
zekâ araştırmaları çerçevesinde saptamış olduğu; duygularını,
başkalarından farklı şekilde ele alan başka bir grup da “Kendini
kaptırmışlar” adını taşıyor. Bunlar, genelde
duygularına/duygusallıklarına kapılıp giden ve bu durumdan
kendilerini kurtaramayan, açıkçası duygularının hükmü altında
yaşayan, bizim şimdiki konumuz olan kendini bilmek
duyarlılığıyla ilgisi olmayan kişilerdir. Tam uyurgezer bir
halde, değişken duygu hallerinin farkında bile olmayan; bir
perspektiften bakmak yerine, duygu karmaşası içinde kaybolan
bireylerdir bunlar. Sonuçta, kendilerini
duygusallıktan/duygusal karmaşadan kurtarmak için çaba bile
harcamadıkları gibi, dahası bunu bir meziyet sanıp,
duygusallıklarıyla övünürler. Bilindiği gibi, duygusal karmaşa
içinde olmak sağlıklı beşeri ilişkilerin bir numaralı
düşmanıdır. Çünkü duygusal karmaşa, güvensizlik kaynağıdır.
Güvensizlik ise dostluğun en büyük düşmanıdır.
Prof.
MAYER’in çalışmalarında ortaya çıkan üçüncü gurubu da “Kabullenmişler”
oluşturuyor. Bu “kabullenmişler” genelde; ne
hissettiklerini bilseler de, bu durumlarını kabul eder ve
değiştirmeyi denemezler. “Teslimiyetçiler” de
denebilecek bu kimseler ikiye ayrılır: Genelde kendini iyi
hissedip, bu durumlarını değiştirmeye pek az çaba harcayanlar
ve bir de, ruh hallerinin açıkça farkında oldukları halde;
kendilerini arada bir kötü hissettiklerinde, “Ne
olacaksa olsun!” şeklinde bunu kabul edip değiştirmeye
yönelik bir şey yapmadan, sızlananlar… Bunlar aslında,
yılgınlığa(frustration) teslim olmuş depresif kişilerde
görülen durumun temsilcileridir.
İstek ve Dürtülerin Yönetimi
Günümüz
tanınmış psikologlarımızdan Prof. Dr. Nevzat TARHAN duygusal
yaşantılarımız konusunda(DUYGULARIN DİLİ adlı kitabında)
şunları söylüyor: “İstanbul’da,
Anadolu’da ve tüm Ortadoğu’daki dergâhlarda ilim öğrenmek için
gelenlere, ‘Önce edep!’ denilmesi; duygusal hallerimizin
akıllıca yönetilmesi anlamında bir uyarıydı. Zaten
tutkularımızı, düşüncelerimizi, değerlerimizi ve olduğu gibi
yaşamı iyi yönetmek, gerçekte bilge olmaktır.” Prof. TARHAN adını koymamış ama biz
şimdi çok iyi biliyoruz ki, söz konusu bilgelik, kendini
tanımanın gereklerini yerine getirmekle ortaya çıkan ve
elbette ki gönül ehli erdemli kişilere özgü bir meziyettir.
Kendini bilmeyi bir meziyet olarak kabul etmiş kişinin, kendi
istek ve dürtüleriyle yani nefsin heva ve hevesleri ile
yaptığı mücadele ve eğitim çalışması temel yaşam becerisini
oluşturur. Kendi hayrı ve Bütün’ün hayrı için olmayan
dürtüleri kontrol altında tutmak ve tam tersine şefkatli olmak
için olumlu duygusal alışkanlıklar ve sosyal beceriler
kazanarak çevresine hizmet etmek kendini bilmeyi bir meziyet
olarak benimsemiş olan kişinin en önemli motivasyonudur. Bu
konuda duygusal zekâ tanımını temel yaşam becerisi olarak
psikiyatriye katmış olan Prof. Dr. Goleman şunu söylüyor: “İki
ahlaki tavır’a gerek var: Kendine egemen olmak ve şefkat
göstermek. Geçmiş çağlarda atalarımızın “nefsin terbiyesi”
olarak belirttikleri duygusal dersler de aslında aynı şeydi;
kendini tanımak, kendini denetlemek, diğerkamlık (empati),
işbirliği, insani beceriler vb.”.
Üstün
Benlik Kurgusu
“Özsaygı
ve Farkındalık” başlığı altında, kendini bilmez tipik
beşer tavrına örnek olarak, Prof. TARHAN’ın şöyle bir
saptaması da var: “…ancak
kişi, ideal benliği ile gerçek benliğinin birbirinin aynı
olduğunu düşünüyor, hayalindeki gibi olmadığı halde, kendisini
öyle zannediyorsa, psikolojik gereksinimlerinin ayırtına
varamaz ve kendisi için ‘üstün bir benlik’ kurgular.” Gurur/kibir, hoşgörüsüzlük,
şefkatsizlik vb. kendini bilmez, egosunun zulmünde yaşayan
uyurgezer beşerin belirgin niteliklerindendir. Toplumda, yakın
çevremizde bu tiplerin örneklerinin hiç de az olmadığını
üzülerek görüyoruz. Böyle “üstün benlik kurgusu”
içinde kendini bir şey sanan yöneticilerle çalışmak, kolay
başarılacak bir yaşam sınavı(epröv) olmasa gerek ama sabrı
güçlendirmek açısından bu tiplerden yararlanılabilir. Herkesin
yaptığı sonuç bakımından elbette ki kendinedir…
Beşeri
ilişkilerde, elbette ki kendini bilmezlikten kaynaklanan
nefret duygusu da, erdemli kişide olmayan beşeri
zaaflarımızdandır. Nefret duygusu kişiyi uyarır. Sevdiği bir
kimsenin herhangi bir hareketinden ötürü tiksinti ve hatta
nefret duyması kendini bilme duyarlılığı içinde olan biri için
değerli bir ipucudur. Kendini tanıma çalışmasında hemen ele
alınacak maddelerden biridir nefret duygusu… İnsanın, sevdiği
birinden nefret ettiği zaman, paniğe kapılmasına gerek yoktur.
“Burada yapılması gereken şey,” diyor Prof.
TARHAN, “kişinin niçin böyle
bir hisse sürüklendiğini araştırması ve o konuyla ilgili
duygusal tepkisini eğitmesidir. Çünkü beşer çok sevdiği
birinden de zaman zaman nefret edebilir. Bunu büyütmemek
gerekir. Ancak, yanlış kişiye ya da olaya karşı nefret
duyuyorsak, yalnızlığa itilebiliriz.” |