Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

Kendini Bilmek Açısından Olmamız Gereken Yerde miyiz?

  Bunca teknolojik gelişmeye rağmen, genel kitle olarak dünya insanlık ailesi olması gereken yerde midir ? Günümüz beşeriyetinin, gerçek anlamda, insan haklarından, insani değerlerden, demokrasi vb. gibi kavramlardan samimiyetle söz edebilmesi için önce bu anlamda “çağı yakalamak” gerekmez mi? Şu hassas günlerde yaşanan karışıklıklara da bakarak rahatlıkla diyebiliriz ki, genel beşeriyet olarak, insanlaşma yönünde devre boyunca yapmadıklarımızı telafi etmekle meşgulüz; kendini bilmezlikten kaynaklanan bu telaş(devre sonu teşevvüşü) her yerde yaygın… Çünkü insanlaşma yolunda ilerlerken ve devre boyunca tekrar tekrar doğarken en önemli şeyi ihmal ettik; Kendini bilmek kavramı ile yeterince ilgilenmedik.

  Kendini bilme titizliği içinde insanlaşmaya giden “dosdoğru yol” olan sırat-ı müstakim üzerinde kalmaya çalışmak; bir bakıma, hayatı “ibadet hali “içinde yaşamak olmaktadır. Bilinen ibadet şekilleri buna hizmet etmiyorsa, nafiledir. Aksi taktirde birey nefsin iğvalarına karşı zayıftır, güçsüzdür. Nefsin saptırıcı ve azdırıcı etkisine karşı açık ekran durumundadır. Ancak kendini tanıma cehti içinde idraklenerek nefse karşı muhalefet gücü kazanılır.

  Dünya ortamı tümüyle bir sınav alanıdır, her şeyle varlıkla da, yoklukla da sınanmaktayız. Burası iki kapılı handır, birinden girer diğerinden çıkarsınız yani aslında hepimiz bu gezegene gelmiş misafirleriz ve belli bir kalış süremiz var o da öğrenmek ve gelişmek için geçirilecek bir süre. Bu sınavlar güçlenmek içindir, yoksa eziyet olsun diye değil. Dünya ortamını bizim için hazırlamış olan İlahi İrade düzeni böyle kurmuş, bunun niteliklerini ve sınavda başarının yollarını da bildirmiş. Bu başarı yöntemlerinin hepsinin ortak paydası ise yine kendini bilmek… Yani her yolun Roma’ya çıkması gibi ruhsal öğretilerdeki her yol da mutlaka kendini bilmek sapağına geliyor ve orada kalıyor. Eğer kişi uygulama yapmazsa istediği gibi hızla ilerleleyemiyor ve hayatın otomatik sınavlarına tabi oluyor, sarsıcı hayat olaylarıyla eğitim almaya çalışıyor oysa otomatik olmayı aşarsa, kendisi de gayret ettiği için pek çok şey hızlanabilir ve hayatında arzu ettiği değişimleri gerçekleştirilebilir, kişisel gayret ruhsal öğretilerde hatta tüm şifa yöntemlerinde de  çok önemlidir.

  Tekâmülde gerilemek söz konusu değildir, çünkü evrensel tekâmül kervanı hiç durmadan ilerliyor. Her şey değişip, dönüşüp değer kazanıyor. Bunun önünde durmak olası değil, o halde yapılacak şey; idraklenme cehti içinde şuurlanmaktır. Bu da kendini tanıma ve bilme titizliği içinde yaşamaktır. İşte bu potansiyeli ortaya çıkarmak ve bu konuda bireye yardımcı olmak tüm gerçek inisiyasyonların ve Kutsal Vahy’in hedefi olmuştur. Söz konusu potansiyeli bedende tezahür ettirme titizliği içinde yaşamak zaten, konumuz olan kendini bilmenin gereğidir. İnsanın potansiyel yüceliğinin gereği olarak ona göksel bir “emanet” de teslim edilmesi söz konusudur(1). Bu haliyle ruh varlığı olarak insan, meleklerden de üstün bir geleceğe sahiptir. İlahi Muradın gereği olan bu durumdan kurtuluş söz konusu olamayacağına göre, Kendini bilme çerçevesinde idraklenip şuurlanmaktan başka bir şansımız yok gibi görünüyor. Şimdi ruhun enkarnasyonları olarak maddenin derinliklerindeyiz (Kur’an ifadesiyle, “…aşağıların en aşağısındayız…”- ama yaratılış olarak …gerçekten en güzel biçimde yaratılmış durumdayız. İşte bütün uğraşımız evrensel ve kozmik işimiz bu “güzellik” i bedende, maddenin bu derinliklerinde tezahür ettirmek…

  İnsanın Hakikati
  Enkarne varlığın “kendini tanıması” nın hedefi, kendisinin gerçek doğasını, “insanın tüm hakikatini” tanımak değilse bile en azından bu yüceliği ve onun arkasındaki sonsuzlukları sezinlemektir. Kendini tanıma cehti içinde şuurlanmanın sonucu giderek belirginleşenve bazılarına “Enel Hak!” da dedirten şey, “insanın kendi hakikatini anlaması” dır. Bu da; kendini bilme, “asl’a yönelme” cehti kapsamında başarılacak erdemli/bilge kişilere özgü bir durumdur. Böyle bir başarıdan sonra, kalpleri Tanrı’ın nazargahı haline gelen ve sonsuzu hissedebilen idrak sahiplerine ne mutlu…Tanrı’ın nazargahı haline gelen kalp; zaten artık kalp değil, gönüldür. Daha teknik ifadesiyle, fizik âlemin yatay etkisini, maddesel ve beşeri cazibeyi en aza indirmekle kazanılan “kalp temizliği”(kalp çakrasının açılması) beraberinde o gönül ehline daha süptil gelişim olanaklarını da (“nimetler”i de) sunacaktır. Bu da büyük ölçüde bilgelik/erdemlilik gerektiren ve elbette ki kendini bilen kişilere özgü, taklit edilmeye değer bir gelişmedir, değişimdir. Belki hepsinden de önemlisi, “Kendini Bil” İlahi Empozisyonu’nun, varlığın özüne yaratılışıyla birlikte zerk edilmiş olmasıdır: “Kendini bil, Rabbini bil, tekâmül et
(2).

  Örneğin, Büyük İnisiyelerden Krişna, Arjuna ile olan dialogunun bir yerinde şunları söylemişti: “Sende, tanımadığın ve bilmediğin yüce bir dost vardır. Çünkü Tanrı her insanın içindedir. Ama pek azı onu bulmayı başarır. Kişi kusursuzluğa, arzularının ve fiillerinin ürününü; her şeyin ilkesine kaynaklık eden ve evreni oluşturan varlığa feda ettiği takdirde ulaşır. Çünkü mutluluğunu, sevincini ve nurunu kendinde bulan kişi, Tanrı’ya kavuşmuş olur. "

  Görüldüğü gibi büyük inisiyelerden Krişna da, Tanrı’ya yani yasaların uygulanışına, ilke ve prensinyere uygun bir hayat şekline gidişin, bireyin içinden doğru olduğunu veciz bir şekilde belirtiyor. Bu yola girişin olmazsa olmaz çalışması da yine kendini tanıma çalışması…

  Tibet Budizmi’nin Kendini Tanıma konusuna yaklaşımı da oldukça kayda değer.

  Budist” sözcüğünün Tibet dilindeki karşılığının “nangpa” olması ilginçtir. Çünkü “nangpa” sözcüğü konunun tam omurgasına değiniyor: iç yüzünü bilen kimse… Kendini bilmek, iç yüzünü bilmenin belki daha açık seçik ifadesi… Yani Budist (nangpa), gerçeği dışarıda değil, zihnin doğası içinde arayan kişidir. Ancak, zihnin doğası içinde gerçeği aramadan önce, zihnin gevezeliğinin giderilmesi ve onun sakinleştirilmesi gerekir ki bu da ayrı bir makale konusu kapsayacak kadar geniştir. Tibet Budizm’indeki “nangpa” sözcüğünde anlamını bulan “içimize bakmak”, büyük incelik ve biraz da cesaret gerektiren kendini tanıma kapsamında bir çalışmadır. Kendini tanıma kapsamında zihin’e yönelik böyle bir çalışma, yaşama ve kendimize bakışımızda tam anlamıyla bir değişiklik yapmak demektir(3).
  Dışa ve kendimizde dâhil dış görünüşlere bakmaya o kadar alışmışız ki; kendi iç varlığımıza ulaşmak şöyle dursun, ona yönelme yetimizi bile neredeyse yitirmiş durumdayız. İç zemine bir göz atmaya ödümüz kopuyor, çünkü kültürümüz ve genel beşeri öğretim içeride ne bulacağımıza dair bize hiçbir fikir vermiyor. Dahası, böyle bir şey yapmak bir yana bunu düşünmek bile bazılarınca delilik olarak yorumlanıyor. Bireyin fizik ötesi yanıyla ilgilenmesine kuşkuyla bakılıyor, yadırganıyor, günlük ifadesiyle “kafayı üşütmek” şeklinde yorumlanıyor. Bunun aksine hep dış görünüşe prim ödeniyor, insan reklam ve moda sektörüyle, dışa yönelik yapay ihtiyaçlarla koşullandırılarak, sürekli bir empozisyon altında tutuluyor ve  uykunun derinleştirilmesi isteniyor. En az dış ile ilgilendiğimiz kadar içsel zeminimizle ilgilensek, kendini tanımaya doğru yüzümüzü dönmüş oluruz. Görüldüğü gibi kendini tanımanın önündeki en büyük engel, yine bireyin kendisidir. Bu nedenle zihnin doğasını araştırmak, onu nefsin hegemonyasından kurtarmak çok önemlidir.

 Birey önce kendi nefsinin zulmünden kendini kurtarmalıdır. Eğitilmemiş kaba nefs, ehlileştirilmeden kullanılamayacak bir vahşi at gibidir; bu nedenle Sufiler, uyurgezer bireyin kaba nefsi için köpek anlamına gelen “kelp” sözcüğünü kullanmışlardır. Kısacası, bazıları için zihnin doğasını araştırma adına içe yönelmek onlar için cesaret edilebilecek en son şeydir ama bazıları içinde hiç de zor olmayan ve mutlaka yapılması gereken en önemli şeydir.

  Bizi Kendimizden Ayıran Uçurum
  Kendini bilmeyen birey için inkâr edecek derecede aslına/ özüne yabancı olması ve bu yabancılıkla “beden olarak yaşaması”son derece doğaldır. Enkarne yani yeryüzüne doğum yoluyla gelmiş bir varlığın, asıl kendine yabancı, ondan bihaber olarak yaşaması; sadece yaşama karşı yabancılık değil ölüme ve ölüm ötesine de yabancılıktır. Böyle doğup böyle ölenler, verimsiz beşeri bir yaşam geçirdikleri gibi ölüm denen geçiş sırasında ve sonrasında da şaşkınlık dönemleri uzun olur
(4). Birey kendisinin gerçek doğasıyla ilgili zihinsel bir içeriğe sahip olamaz ise, ölüm ve ötesini yokluk ya da dipsiz uçurum sanması son derece doğaldır.
  Bu konularda araştırmalarıyla tanınmış Thomas Metren(THE WISDOM OF THE DESERT adlı eserinde) şunları yazıyor: “Bizi kendimizden ayıran uçurumu aşamadıktan sonra, ay’a yelken açsak ne kazanırız ki? Bu, tüm keşfe yönelik gezilerin en önemlisidir ve bu olmadan geri kalan her şey; sadece yararsız değil, aynı zamanda tehlikelidir de… Bu kendini bilmezlik içinde, birbirimizi öldürmek amacıyla bombalar, uçaklar ve füzeler için milyarlar harcıyoruz; buna karşılık insana yaşam ve ölümün ve de bunların süjesi durumunda olan bireyin gerçek doğasını anlatmada/anlamada yardım için çok az şey harcıyoruz. Ne kadar korkutucu ve üzücü bir durum…

İllüzyonel Yanılgı
 Daha önceki bölümlerde sözünü etmiştik, şimdi konuyu biraz daha toparlayalım. Enkarne varlığın, kendini tanıma cehti içinde idraklenerek şuurlanmasının başka bir getirisi de Tasavvuftaki adıyla “Vahdete gidişi”dir. Bu anlayışın bugünkü dildeki karşılığı, yaşama ve varoluşa mümkün olduğunca bütünsel ve küresel bakmaktır. Her şeyi olabildiğince tek bir bütünün değişik yansımaları olarak görmek fikri üzerinde belli bir şuur durumu yaratarak çalışılırsa, bir süre sonra hiç olmazsa düşünce düzeyinde derin şuuraltımıza böyle olumlu bir kayıt yapmış oluruz. Çok şikayet ettiğimiz diğer insanlar ve olaylar da o Bütün’ün tıpkı bizler gibi bir parçasıdır ve sözel anlamda değil gerçek anlamda özde bir varoluşsal bir birlik ve kardeşlik vardır. İstesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de bu değiştirilebilecek bir gerçek değildir. En beğenmediğimiz insanla bile özde aynı birden geliyoruz ama o henüz şuurlu olmadığı için pek çok hata yapıyor, belli aşamalardan geçtikten sonra herkes aynı Tanrı’nın çocuğu hatta onu kendinde yansıtma olasılığı olan bir parçası olduğu için aynı berraklığa ve temizliğe ulaşacaktır. Süreçler hakkında derin bir bilgi sahibi olmadığımızdan boşu boşuna olan bitenle kendimizi yıpratmak yerine, “kendimi nasıl daha iyi tanırım, nasıl daha erdemli ve bilge bir insan olmaya yaklaşırım ve bir örnek teşkil ederim” diye telaş duymak özellikle bu dönem için çok daha sağlıklıdır.

  Bulunduğumuz şu zaman-mekân kesitinde henüz olması gerektiği kadar şuurlanmış durumda olmadığımız için, illüzyonel bir yanılgının gereği olarak her şeyi çokluk ve çeşitlilik (kesret) olarak algılıyoruz. Esasen Var Eden’in bilgisi çokluk ve çeşitlilik olarak tezahür etmiştir ama her şey O’nun bilgisinden tezahür etmiş olduğu için “özde birlik söz konusudur(5). Ancak bu birlik (Vahdet) belli bir şuurlanmadan ve kendisi üzerinde büyük bir hassasiyetle uzun süreler çalıştıktan sonra fark edilir. Esas olan, kesretten Vahdete geçiştir. Yani “çokluk ve çeşitlilik”teki “bir”liği algılamaktır…

  Buna “illüzyonel yanılgıdan kurtulmak” da diyebilirsiniz. Kuşkusuz bu, kendini tanıma cehti içinde, önce içsel birliği ve içsel dengeyi oluşturduktan sonra ulaşılacak bir aşamadır. “Vahdete geçiş” Sufilerin ifadesiyle “nefsin körlenmesi/eğitimi çerçevesinde, eğitimsiz ve olumsuz kuvvetlerin en aza indirilmesi”dir. Bunun Neo Spiritüalizm terimleriyle ifadesi ise; dünyasal, maddesel, beşeri ve toplumsal etkilerin üzerimizdeki baskısının ve hatta iğvasının en aza indirilmesidir. Bu ancak nefse karşı muhalefet gücü elde etmekle olasıdır ki, bunun da yolu da insanın kendinden kendine giden bir yolculuk şeklindedir. Kendinden kendine yolculuk edenler, kendini tanıma titizliği içinde yaşamaya çalışırlar ve başlarına gelen olayların dilini çözmeye çalışırlar yani o olayları basit bir rastlantı gibi kabul etmez, bir eğitimin parçası gibi görerek anlamlı yanıtlar vermeye çalışırlar. Günümüzde özellikle iş dünyasında olanlar iyi bilirler her konuda bireysel gelişime ilgili çeşitli seminerler hazırlanıyor, satış ve pazarlama teknikleri doğu bilgelik yöntemleriyle öğretiliyor ve kişinin başarılı olması için gayret ediliyor ama tek bir gerçek unutuluyor ki asıl en büyük gelişim semineri, yaşamın ta kendisidir ve içindeki olaylara özel bir eğitim gözüyle bakan kişi, gereksiz dolgun ücretlerde de ödemekten kurtularak büyük bir sadelik içinde yaşamla iç içe olarak ve sürekli okuyarak kendini çok rahat geliştirebilir.

  Yüzyıllardır Bilinen Gerçek
  Düşüşün bitip yükselişin ve uyanışın başlayacağı günler yakında… Yeni bir insanlık anlayışının gelişmesi için tüm dünyada hayli şaşırtıcı olaylar yaşanmakta. Kadim inisiyasyonlarda Altın Çağ adı verilen bu döneme geçerken kendini tanıma çalışmalarını layıkıyla yapan sade, özverili, nazik, sevecen, alçakgönüllü, hoşgörülü, anlayan, sarıp sarmalayan ve yardım etmekten sevinç duyan insanlara, ışık gönüllülere gerek var. İnsanlıkta Altın Çağ’a geçişi, ışık işçileri  adı da verilen bu kişiler hızlandıracak. Kimbilir belki şu anda bu satırları okuyan sizde bir ışık işçisisiniz ama farkında değilsiniz. “Neden bu kadar huzursuzum, hiçbir şey yetmiyor, haksızlıklar beni çok rahatsız ediyor” deyip duruyor olabilirsiniz. İçsel çalışmalarınızı hızlandırarak asıl kimliğinizi bulmanızı öneririz. Kişinin samimi her türlü niyetine karşın akıllı ve şuurlu olan evren ona yanıt vermeye hazırdır…

  Yazımızın akışı içinde yer yer değinip geçtiğimiz sadece İslam Tasavvufunda değil, kadim zamanların Hermetik ve Orfik inisiyasyonlarında da, kültürel farklılıklara rağmen; esasta gerçekleştirilmeye çalışılan uygulama, kendini bilmenin gerekliliklerinden başka bir şey değildir. Kendini tanımaktan, geliştirmekten büyük bir sevinç duyanlardan olmak dileğiyle…


<< Önceki Bölüm

DİPNOTLAR

(1) “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise, çok cahil ve çok zalim olduğu halde, onu yüklendi.” –Azhab 72 (Kur’an)
(2)
 
Sadıklar Planı Tebliğleri, Ruh ve Madde Yayınları.
(3) Beşeri zihnin içeriği ve nitelikleri konusunda bkz. ŞİMDİNİN GÜCÜ, Echart TOLLE ve SIR, Osho.
(4)  Bu konuyu, sitemizde yayınlanan “Ölmek Yaşamaktır” başlıklı bir dizi makalede irdelemiştik.
(5) “Varlıksal “birlik” konusunu, sitemizde “VARLIKSAL İLKELERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ” başlığı altında incelemiştik.

Yararlanılan Eserler 

  • KUR’AN
  • DUYGUSAL ZEKÂ, Daniel GOLEMAN, Varlık Yayınları
  • KİNDİ, Prof. Dr. Mahmut KAYA
  • TİBET’in YAŞAM/ÖLÜM KİTABI, Sogyar RINPOCHE
  • DUYGULARIN DİLİ, Prof. Dr. Nevzat TARHAN, Timaş Yayıncılık
  • İSLAM FELSEFESİ, Prof. Dr. Necip TAYLAN
  • İSLAMIN EVRENSELLİĞİ, Prof. Dr. Mehmet AYDIN
  • BOSNALI MUHAMMED, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK
  • KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK
  • 400 SORUDA İSLAM, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK
  • KUR’AN’A GÖRE TASAVVUF, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK
  • DİN VE FITRAT, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK
  • İSLAMI ANLAMAYA DOĞRU, Prof. Dr. Yaşar N. ÖZTÜRK

Yayın Tarihi: 01.Haziran.2010

 

© Astroset 2004-2010