Farkındalık
bir anlamda, şuurlanmanın iki ucu açık halidir.
Her farkındalik hali insan ruhunda bir büyük bir sevince ve
aşkınlık duygusuna neden olur. Yani, gözlemin ya da deneyimin,
alt ve üst merkezlerle birlikte yaşanması, yüzeysel bir
bilginin idesiyle bağlantısının kurulması, yüzeysel bir bilgi
ile derin bir bilginin aynı anda algılanmasıdır. İşte
olayların eprövleşerek gelmesi yani, ıstıraplı eprövlerin
gelmesi böylece önlenebilir, hiç değilse şiddetleri
azaltılabilir. Çünkü, her epröv idrak edilmesi gereken bir
bilgi / tesir taşır. Esas olan ve olayın eprövleşerek
gelmesini önleyen de bu bilgiyi, tesiriyle
birlikte almak; yani, bilgiyi idrak etmek, anlamak ve
şuurlanmaktır. Olaylar silsilesinden başka bir şey olmayan
yaşam içinde herhangi bir vesileyle aldığımız bilginin, idrake
dönüşümünü şöylece formüle edebiliriz:
Olay(epröv)à haletà idrak (bilgi)
Şuurlanma
çabası olarak da adlandırılan bu durum, sonsuz / soyut
idraklerin, somuta dönüştürülmesidir. Yani bir eprövle
karşılaşıldığı zaman, onun haletini yaşama süreci içinde, daha
eskiden edinilen idraklerden birinin ya da birkaçının devreye
girmesi ve bu ortak anlayış ile olaya yanıt ve tepki
verilmesidir. Birey bunu başlatabildiği oranda, mantalindeki
bir idrakin yani o konuyu veya o sorunu anlama halinin somuta
dönüşmesini yani Sadıklar Plan’ının da deyimiyle
“Fikrin Fiile
Dönüşümünü”
de gerçekleştirmiş olur.
Yaşamdaki dikey ve
yatay etkiler
Esasen,
her somuta indirgenebilen idrak, bir cehd ürünüdür ki, işte bu
da ‘idraklenme cehdi’nden başka bir şey değildir.
Ayrıca, böyle bir cehdin sergilenmesinin ve bunda başarının
getireceği başka bir yarar da, bireyi, yeni cehd zeminlerine
yöneltmesidir. Burada, ‘idrakin somuta dönüştürülmesi’nden
de mantaldeki bilginin kullanılabilir hale getirilmesini
kastediyoruz. Ayrıca, yaşam boyunca yani bir ömür boyunca bize
özgü / özel eprövlerin genel amacı da budur:
Bizdeki bilgiyi açığa çıkarmak...
(Yatay tesirler: Olay-Kaza-Felaket Dikey Tesirler:
Vahy-Sezgi-İlham)
Başarı; biraz, mantal (zihinsel) durumumuz ve mantal
içeriğimizle de ilgilidir: Şöyle ki, mantalimiz bu duruma
hazır ise; yani, gerekli tanzim ve düzenleme zamanında
yapılmış ise, bir anlayış halinin zihinden, bedensel bene
inmesi zor olmaz. Yani, eprövün kabalaşmasına olayın sınav
haline gelmesine gerek kalmaz. Çünkü, biliyoruz ki,
“Herkese gelmez bela, erbab-ı istidad arar...”
Bu atalar sözündeki, “erbab-ı istidat’dan kasıt, mantal
yetkinlik ve mantal içeriğin / konstrüksiyonun uygun olup
olmamasıdır. Bu nedenle; mantali yani zihnimizi ve zihin
sağlığımızı tanzim edilmiş halde tutmak ve bunun eğitimlerini
almak önemlidir. Böyle bir mantal, eprövün kabalık derecesini
azaltır. Bu yapılmadığı taktirde; hele astralimiz de kirli,
biraz ‘kabuklarımız’ da bolca ise, ıstıraplı eprövlerle
karşılaşmak kaçınılmaz olur. Daha doğrusu, birey; eprövü acılı
/ ıstıraplı olarak algılar. Bu durum, içsel gelişim konusunda
atalet içinde bulunan bir kimseye şuurda uyandırıcı tesirin
kabalaşarak yaklaşmasıdır. Bu tür tesiri birey, kendi
ataletinden dolayı kendisi çekmiştir ama; hiç kuşkusuz bu,
onun hayrınadır uyanması, ‘silkelenmesi’ ve kendine gelmesi
için gereklidir
de...
Ama aslolan,
hiç kuşkusuz, itilerek kakılarak ikide birde silkelene
silkelene yürüyenler olmaktan kurtulmaktır, kaba tesirlere
müstahak olmadan gelişmektir. İtilerek kakılarak yani, ikide
birde silkelenerek gitmek, “başkalarının sahipliğinde”
(yani otomatik / yarı şuurlu) halde yürümektir. İşte esas olan
ve makbul olan; otonom şekilde kendi kendine yeterli hale
gelerek, “sahipsizlik” anlayışı ile “sahipli” olarak
yürümektir. Burada, Haluk Berkmen’in de sık sık ifade ettiği
gibi bir “Hem Hem” mantığı vardır. “sahipsizlik”
anlayışı ve düzeyine varmak,”otonom yaşar hale gelmek”
gelmek ve bir bakıma, içinde bulunduğu realitede ‘kıyam etmek’
şuurda uyanmak demektir. Başka türlü ifadesiyle ‘sahipsizlik’;
bireyin, kendi özgür iradesiyle, kendi ayakları üzerinde
doğrularak ve ikide birde kaba tesirlere maruz kalmadan
yürüyebilmesidir. Buna İlahi İrade Yasaları nezdinde kendi
kendine sahip olması da denir. Kendinin efendisi olan bir
insan da evren yasalarını ve onların işleyişini hisseder hale
geldiğinden aynı zamanda sahiplidir çünkü hiyerarşiyi bilir ve
saygılıdır.
Bu durum, daha
değişik ifadesiyle, olabildiğince, yataydan gelen tesirlerle
beslenmeyecek hale gelmek, dikeyde durmaktır. Bunun için de,
yaşam olgusu içinde, eprövden epröve girip çıkarak, idraklenme
cehdi ile şuurlanmak için daha çok, dikeyden gelen tesirlerle
beslenir, bu süptil tesirlerle yürür hale gelmektir. Zaten, ‘başarılı
bir yaşam’dan anladığımız da budur. Çünkü, bu duruma
gelmiş birey, tesirlere karşı duyarlıdır; yaşam içinde
yataydan aldığı bir tesire, yeni idrakiyle dikeyden tepki
vermeyi sanki alışkanlık haline getirmiştir. Bu şekilde,
yataydan gelen bir tesirin mantaldeki benzeriyle
karşılaştırılmasına ‘idrakli esneklik’ denir. Eprövlere
yaşam sınavlarına ‘idrakli bir esneklik’le tepki vermek,
elbette ki erdemli insanlara özgü bir tutumdur. Bu tutum aynı
zamanda, şuurlanma yani bilinçlenme cehdi içinde ve gerçek
ihtiyaçlar yönünde sergilenen bir tutum ve uygulamadır. Bu tip
doğru eylemlerde bulunan insanlar gezegende yaşayan ve doğru
karar almak isteyen binlerce onbinlerce insana mantal düzeyden
yani süptil enerjiler düzleminden yardım etmiş olurlar.
Böyle bir
uygulama sayesinde birey, daha önceki idraklerini, bir üst
idrake yükseltmek şansını da kolay kolay kaçırmaz. Hangi
tekamül düzeyinde olursak olalım, esasen; eprövlere girip
çıkmamızın bir amacı da daha önceki idraklerimizi, bir üst
idrake yükseltmektir ve artık herhalde anlaşılmıştır ki, böyle
bir becerikli ve başarılı bir tutum ile, olayların
eprövleşerek üzerimize gelmesini de önlemiş oluruz.
Karşılaştığımız bir yaşam sınavının içerdiği bilgiyi,
tesiriyle birlikte alabilmişsek / alabilirsek, onun yani,
olayın eprövleşmesine gerek kalmaz. Amaç, epröv geçirmek
değildir, amaç yaşam da değildir; amaç, bilgi uygulaması
yaparak şuurlanmaktır. Yani, yaşamak değil, nasıl yaşadığımız
önemlidir.
İşte, sadece
yaşamak değil de, ‘nasıl yaşadığımız’ bizim için ön
plana çıkarsa; idrakli hareket etmek, idrakli cehd sergilemek
bizim yaşam tarzımız olur. ‘İdrakli hareket’ten
kastımız, soyut / sonsuz idraklerin somuta indirgenmesidir,
demiştik yazımızın akışı içinde bir yerlerde. İdrakleri somuta
indirgediğimiz zaman da, sadece idrakli cehd sergileme şansını
/ fırsatını yakalamakla kalmayız; epröv, idrak ve cehdin;
birlikte çalışmalarına da olanak sağlamış oluruz.
Sınav-Çaba-Cehit
Epröv, idrak ve cehdin kombine çalışmalarının başka bir yararı
da, tesirin formel hale gelmesini kolaylaştırmaktır. Çünkü,
tesirin formel hale gelmesi yani davranışlarımıza ve
yaşamımıza yansıması, epröv, idrak ve cehd üçlüsünün birlikte
/ kombine çalışmalarıyla olanaklıdır. Böyle bir içsel çalışma
ile insanın şuurluluğu ve farkındalığı artar. Tesirin,
davranışlarmıza ve yaşammıza yansımasının yani kullanılır hale
gelmesinin bir önceki aşaması; o tesirin, zihinde form
oluşturmasıdır yani, anlam ve vizyon kazanmasıdır. Kısacası,
epröv geldiği zaman; epröv + idrak + cehd mekanizmasnı
çalıştırarak o olaydan şuurluğu artmış bir şekilde kazançlı ve
bilgili çıkabiliriz. Olaylara bakış açımızı bu şekilde
değiştirdiğimizde ise her sınav kendimizi aşmak için bir tür
aşkınlık ve derinlik operasyonu olur ve bize sevinç verir. Her
insan gelişmeyi ve zenginleşmeyi çok sever ama asıl zenginlik
ruhta genişlemek ve zenginleşmektir. Bunun anlaşılması için de
belli bir olgunluğa ihtiyaç vardır.
Her belli başlı
yaşam sınavında bunu başarabilirsek; aynı tesir, değişik
koşullar içinde bize yansıdığı zamanlarda bile, farklı
haletler ve deneyimler dolayısıyla, yeni yeni kazanımlar
yaşayabiliriz.
Böyle
bir yaşam; içsel mutluluk ve coşku, yasalara uygun tutum ve
zaman enerjisine uyumlu davranışlar içinde bulunmaktır ki, bu
da; içsel gelişim yönünde ilerlemekten başka bir şey değildir.
İşte, yaşamın yürüdükçe dikleşen yokuşları boyunca böyle bir
gidiş tutturabilirsek, adına maya illüzyonu adı verilen dünya
cazibe alanlardından da daha az etkilenir hale geliriz.
İllüzyona karşı böyle bir güç kazanmakla; yargılamaktan, hüküm
vermekten, beşeri beklentilere girmekten ve nefsani
koşullandırmalardan kurtulma şansını yakalayabiliriz. Ancak bu
şekilde, illüzyon yanlgısını azaltmak olanaklı hale gelir. Bu,
içsel gelişim açısından büyük kazançtır; beşeri zaaflarımızdan
birisi olan
‘ayırımcılık kusuru’ndan da bizi kurtarır:
“Ben ve
benim dışımdakiler”,
“Biz
ve bizden olmayanlar”,
"iş yaşamında ve bireyler arasında ayırım",
"yönetimde
çalışanlar arasında ayırımcılık",
"bireyleri;
dış görünüşlerine göre, toplumsal statülerine göre ayırım",
"maddesel birikimlere göre ayırım" vb.
Tüm bunlar, takdir edersiniz ki; kendini bilmezliğin,
kendini birşey sanmanın, maddeleşmişliğin, beden tarafından
yönetiliyor olmanın, kısacası illüzyonel yaşamın dünya
beşerine özgü belirtileridir.
Böyle bir birey, bu şaşkınlık (teşevvüş) içinde;
elbetteki, zaman enerjisinin hele şu bitiş günlerinin zaman
enerjisinin değişime zorlayıcı etkisini / baskısını ‘ıstırap’
olarak algılayacaktır. Zaten devre sonu ayıklanması da böyle
bir proses ile oluşuyor. Tüm inisiyatik ve dinsel öğretilere,
uyarılara, anımsatmalara ve inceli / kabalı eprövlere rağmen,
zamanında ve makul bir süre içinde idraklenme cehdini
gösterememiş, kendini, nefsinin zulmünden kurtaramamış bireyin
kendi kendini elemesi / elimine etmesi, hatta devre dışı
bırakmasıdır. Başka türlü ifadesiyle; her türlü uyarıya,
tembihata, dikkat çekmeye ve ibretlik olaylara rağmen,
değişime uyum sağlayamamak, ‘ayıklanma’ nın kaçınılmaz
nedenidir.
Daha genel anlamda ‘ayıklanma’ aslında, içinde
blunulan zaman-mekan kesitinde, orada tezahür etmenin amacına
uygun vasfa girememişliğin bir göstergesidir, ‘ayıklanma’.
İçinde bulunduğu realitede, yeterli safiyete ve sadeliğe
ulaşamamış olan bireyin, zaman enerjisinin değişime zorlayıcı
etkisini ıstırap olarak algılaması doğaldır. Devre sonunun
şuurda uyandırıcı yani pozitifleştirici
etkisine karşı gerekli esnekliği ve safiyeti kazanamamışsak,
değişimi / kıyamı ıstıraplı olarak yaşamamız kaçınılmazdır.
Oysa ki; beşeri ve nefsani koşullandırmalara değilde,
zaman enerjisine ve vicdann sesine yani vicdani
koşullandırmalara uyum sağlama gücünü kazanmış bir kimse için
durum çok farklıdır. Kısacası, birey; şuur alanındaki kiri /
pası / tortuyu ve dirençlerini yani, simgesel anlamda ‘kabuklarını’
azaltmadıkça, olayları ve hatta, yaşamı ıstırap olarak
algılamaktan kurtulamıyor.
Az
önce sözünü ettiğimiz, ‘zaman enerjisine uyum’ konusu anahtar
niteliği taşıyan önemli bir konudur. Çünkü, genel dünya
yaşamının gidişatını da yönlendiren, zaman enerjisidir.
Devrenin şu bitiş günlerinde, deneyimlediğimiz ama
uyumlanmakta zorlandığımız zaman enerjisi; aslında, devrenin
Rabb’inin zamanıdır. Herşeyin sahibi olduğu gibi, zamanın
sahibi de O’dur. İçinde bulunduğumuz zamanlar, bitiş ve yeniye
başlangıç günlerinin zamanı olduğı için de, Rabb’e ait
olduğunu bildiğimiz zamanın titreşiminin / tesirliliğinin
yükselmesi doğaldır. Bu durumda bize düşen de, ‘yaşam’ adını
verdiğimiz bu eprövler silsilesi içinde bu tesirliliğe uyum
sağlamaktan yani, kendi titreşimimizi O’nunkine
uyumlandırmaktan başka birşey değildir. Esasen yaşamanın /
yaşamın hedefi de budur. Bir devre boyunca, enkarnasyonlardan
yenilenerek doğuşlardan amaç, içinde bulunulan devreyi
bitirip, bir üst devreye titreşim düzeyine, varoluş kesitine
yükselmek ya da sıçramaktır.
|