Ruhlar tesirlik kudretlerini İlahi İrade Yasaları ile
uyumlandırabildikleri oranda evrenlerde etkin durumlara
zorunlu olarak girerler. Demek ki, ruh varlığının tekâmülü,
evrenlerde İlahi İrade Yasaları’nı uygulamaya memur, doğal ve
şuurlu bir yapıcı durumuna girmesi amacına yöneliktir. Bununla
birlikte, böyle devâsa bir amaç hakkındaki bu söylemimiz ne
kadar aciz ve noksandır! Bu noksanlığı belirginleştirmek için;
yaratılmış olanların sayısızlığını ve uçsuz bucaksız
evrenlerin her bir zerresinin bile bizler için gene sonsuz bir
evren kadar anlaşılmaz bir büyüklüğü içerdiğini düşünmek
yeterlidir.
Ruhsal olgunluğun maddesel ilişkilerle sürüp gittiğini kabul
ettikten sonra; tekâmülün amacı konusunda maddesel elemanları
göz önünde tutmak gerekir. Ruh varlığının evrenlerdeki
kazançlarını maddeler dışında ve maddesel ilişkilerden uzak
olarak düşünmek istersek onu bu evrene inmiş olmasının ne
demek olduğunu anlayamayız. Eğer ruhların tekâmül amacı
konusunda, maddesellik kavramını göz ardı edilirse, eğer
ruhların bu evrende bir süre yaşadıktan sonra ayrılıp, onunla
tüm ilgisini kestikleri varsayılırsa; yani daha doğrusu,
tekâmülün amacı maddelerden ayrılmak, tüm maddesel ilişkileri
ebediyen kesmek şeklinde kabul olunursa, o zaman ruh
varlığının bu evrendeki kazançlarının yalnız kendi mânevi
bünyesinde ortaya çıkmış bir değişimden ibaret olduğunu
onaylamak zorunluluğu ortaya çıkar. Fakat böyle bir değişimi
hiçbir insanoğlunun zihninde canlandırabilmesi olanak yoktur.
Dahası, maddeyle ilgisi bulunmayan böyle bir değişimin
maddeler aracılığıyla oluşması zorunluluğunu anlamak güç olur.
Bir ruh varlığının dünyalarda deneyim geçirmesi; bu
deneyimlerin amacıyla, ona araç olan maddesel olguların uyumlu
düşmesine doğru cehitler sergilemesi demektir. Bu fikre göre “dünyadan
olgunlaşarak ayrılmış bir ruh varlığı” demek; oradaki
maddesel koşulların üzerine yükselmiş olan, yani onun üzerinde
tüm tesirlilik olanaklarını kullanabilecek bir duruma gelmiş
bir varlık demektir. Bunu böylece kabul etmedikten sonra;
ruhun ne dünyalara girmesinin, ne de tekâmül etmesinin
mantıklı ve akla uygun anlamını kavramak olası değildir. İşte
aramızdaki tekâmül aşamalarını tamamlayıp yükselmiş bir ruh
varlığı karşısında yerkürenin bu durumu ne ise, evrenimizin
tüm tekamül aşamalarını tamamlamış yüksek bir ruh varlığı
karşısında da evrenin durumu, elbette ki daha geniş ölçekte
olur.
Ruhlar değişik maddesel tekâmül yollarında yürüyerek, üç
boyutlu alemin tüm realitelerinin üstüne çıktıktan sonra,
tekâmüllerini daha yüksek bir düzeyde sürdürmek üzere dört
boyutlu alemde birleşirler. Bu düzeye kadar yükselmiş
ruhlarda, artık bizim evrenimizde olduğu gibi bedenler,
şekiller vb. kalmaz ve bunun sonucu olarak, oradaki varlıklar
hakkında ; ne cinsiyet, ne insanlık- hayvanlık- bitkilik ya da
bizim evrenimizin dünyalarına özgü herhangi bir maddesel
varlık durumu söz konusu olamaz. Üstad’dan aldığımız bazı
bilgiler bizleri bu konuda aydınlatmıştır:
“Ben de insan âleminden geldim. Bu bakımdan kendime ‘insanım’
diyorum. Fakat incelerseniz, her gün sizin âleminizde
olmadığımı anlarsınız. Bugün kendime ‘insanım’ dememin nedeni,
sizin dünyanızdan geldiğimi anlatmaktır. ”
Ruhların, tekâmül ettikçe tesirliliklerinin artması da gene
belki bizim tahmin bile edemeyeceğimiz büyük bir nedensellik
ilkesine dayanmaktadır. Bu şekilde İlahi İrade Yasaları’nın
gereklerinden olan, tüm yaratılmışların düzeni sağlanır. Daha
önce de değindiğimiz gibi yaratma maddesel evrenlerin sayısız
çeşitlerini meydana getiren oluşum durumlarından ayrı bir
şeydir. Bizim evrenimizde; ne yoktan var olan, ne de yok olan
bir şey vardır. bundan dolayı, “yoktan var olmak”
anlamına gelen o mutlak yaratılış hakkında bizim hiçbir
fikrimiz olamaz. Evrenimizdeki tüm olgular, maddenin durum ve
şekil değiştirmesinden ibarettir. İşte bu durum da, İlahi
İrade Yasaları’nın uygulanmasına memur ya da daha doğrusu;
böyle bir etkinliğe bulunmayı hak etmiş yüksek varlıkların
maddeler üzerindeki tesirlilik kudretlerini tüm kemaliyle
kullanabilmeleri sayesinde olur.
Evrenlerin sonsuzluğu, ruh varlıklarının sonsuz alanlar
içinde tekâmüllerini, sürdürmeleriyle büyük bir örtüşme ve
uyum halindedir. Bu baş başa yürüyüşün sonunu görebilmek ve
hatta bu konuda herhangi bir tahminde bulunabilmek, bizim
gibiler için kolay olmayacaktır. O halde, ruhların
tekâmüllerinin gerçek hedefleri hakkında kesin söz söylemek
şöyle dursun, bir tahminde bile bulunmanın olanaklı olmadığını
unutmayacağız. Bu konuda söyleyebildiklerimiz ancak, ruhların
kendi âlemimizle olan ilişkilerine ait bilgi ve tahminden
ileri gidemez. Ayrıca biz, kendi âleminizde cereyan eden,
ruhların; yukarıda sözünü ettiğimiz etkinlikleri hakkında da
ancak bazı gözlemlere sahip bulunuyor ve ona göre fikir
yürütüyoruz.
Daha önce de söylemişti; bizlere ne kadar sonsuz ve kapsamlı
görünürse görünsün yaratılmış olanlar, yalnız içinde
yaşadığımız maddesel evrenden ibaret değildir. Dahası, ruhlar
madde evreninin dışındaki bilmediğimiz başka varlıklar
arasında, yine bilmediğimiz yollarla yaşamlarını sürdürürler.
Bu arada uzun cehitlerle sağlamış oldukları madde evreni
üzerindeki tesirlilikleri ebediyen sürdürürler. Ruhların
evrenimizdeki tekâmülü, yaratılmış olanlar arasında İlahi
İrade Yasaları’nın buyruklarını uygulamaya koyacak yüksek
yapıcılar arasına girebilmeleri hedefine yönelmiştir. Ruhlar
maddesel evrenin varlıklarına esir olmamak, orasını doğa
yasalarına uyarak yönetmek amacıyla maddelere bağlandıktan
sonra, orada uzun bir süre görgü ve deneyim yaşamı
geçirirler. Bu durum onların yavaş yavaş madde evreni
üzerindeki etkinlik ve tesirlilik bütünlüğünü geliştirir. Bu
etkinliğin en üst düzeyine varmış varlıkların durumları bir
insanın idrakine sığmaz.
Burada kolaylıkla söyleyiverdiğimiz, fakat gerçek ve yüksek
içeriğinden haberdar olmadığımız bu idealin ne zaman ve nasıl
gerçekleşeceğini bilemeyiz. Çünkü bizim bulunduğumuz tekâmül
derecelerinden başlayarak, bu amacın gerçekleşmesi için bir
ebediyet kabul etmemiz gerekir.
Karıncaya enkarne olmuş bir ruh varlığı karınca bedenini
oluşturabilecek duruma gelmiştir. Fakat o, henüz bir insan
bedenini oluşturamaz. Bir karınca kendi basit yuvasını
yapabilir ama insanların kurdukları şehirleri kuramaz. Nasıl
ki, bir gül ağacına enkarne ruh varlığı da, gül ağacını
oluşturabilir; ama ne bir karınca bedenini, ne de karınca
yuvasını oluşturabilir. Bir insan yoğun maddeleri bir araya
getirerek ya da onları dağıtarak birçok eser ortaya koyar.
Taşlardan ve öteki maddelerden heykeller, abideler vb. yapar.
Perakende sesleri bir araya getirerek, onlardan bir senfoni
ortaya koyabilir. Tüm bunlar sanat âleminin birer dünyasıdır.
Bununla beraber insanın eseri ne kadar yüksek olursa olsun,
sonsuz tekâmül basamaklarında yükselmiş olan ruhların devasa
eserleri yanında pek az bir şey kalır. Dört buutlu âlemdeki
varlıklarla aramızda bulunan uzaklığın, insan ile hayvan
arasındaki uzaklıktan karşılaştırma kabul etmeyecek kadar
büyük olduğu göz önünde tutulunca, oralardaki etkinliğin
birdekinden ne kadar yüksek olduğu düşünülebilir.
Dört buutlu ve ondan daha yüksek buutlu âlemdeki varlıklar,
insanların yaptıkları gibi üzerinde işlenme kabiliyeti sıfır
gibi olan yoğun taş parçalarından heykeller ya da sınırlı
seslerden semfoniler yapmazlar. Onlar kozmik süptil (latif,
titreşimi yüksek) maddeler üzerinde çalışarak bu maddelerden
başkalarını ve onlardan da daha başkalarını oluşturarak
âlemleri ve dünyaları kurup dağıtırlar. Fakat bu söz, ilk
hamlede anlaşılabilecek kadar kolay değildir. Bu etkinlikler
bizim idrak edemeyeceğimiz bir takım tesirlilik şekilleriyle
ve idrakimiz içinde olan zaman – mekân kavramları dışında
oluşur. Tüm bu işlerde yalnız Allah’a özgü “yoktan var
edicilik” söz konusu olmayıp, O’nun yasalarına uyacak
şekilde bir “kuruculuk durumu” vardr.
Özetle ruhlar “yükseliyor” ve “yükseldikçe”
maddemin köleliğinden kurtularak İlahi İrade Yalarına uyum
sağlıyor. Bu durum onların doğadaki tesirlilik kudretlerinin
görece arttırılması zorunlu kılan bir yapıcıdır.
Üstadlarımızın aşağıdaki tebligatı bu yolda bizleri
aydınlatmaktadır:
“Doğa yasaları gereğince ruh varlığının tekâmülü, onun
maddesel varlıklar içinde yaşamasına bağlıdır. Ruhun dünyada
maddesel varlığı; az önce de belirttiğim gibi maddeye olan
bağdan ibarettir. Maddesel etkinlikleriyle tekâmülünü
sağlayabilmesi için; ruh, madde âleminde bir süre geçirir.
Ruhun maddeye olan çekimini azaltıcı çareler, onun madde ile
olan bu bağlantısını azaltabilmesine yardım eder. Bir ruh
varlığının melekeleri başlangıçta kapalı değildir. Maddeye
bağlılık melekeleri gölgelendirir. Bu bağlılık sürdükçe, bir
yandan; ruh tekâmül eder, fakat maddeye bağlılık bu tekâmülün
oluşmasına meydan vermez. Öte yandan, ruh maddeden
kurtuldukça, bir gelişmişlik ortaya çıkar. ”
Şu halde, bizim idrakimize göre, ruh olgunluğunun zirvesi ve
sonu yoktur. Bu tekâmül ebediyet içinde ve bilmediğimiz bir
geleceğe doğru uzayıp gidecektir; sonsuzluk içinde sonsuzluk!
İşte evren hakkında olduğu gibi, ruhların tekâmülü konusunda
da duygu ve düşüncelerimizin varabildiği son nokta budur.
Dünyadaki Varlıklar Arasında Görülen Tekâmül Farklılıkları
Dünyadaki canlıları incelediğimiz zaman, onlar arasında bir
takım tekâmül farklılıklarının bulunduğu göze çarpar.
Canlıların birbirine göre olan bu ilerleyiş farkları;
bitkilerde değişik türler arasında, hayvanlarda farklı türler
ve fertler arasında, insanlarda ise ayrı ayrı türler ve
bireyler arasında olduğu gibi, aynı bireyin değişik zamanlarda
da kendini gösterir. Bitkilerde bir ot parçası bir küften daha
tekâmül etmiş canlıyı oluşturan parçalara sahip olduğu gibi,
bir gül ağacı da bu ot parçasından daha ileri durumdadır.
Fakat bu güllerin, otların ve küflerin tüm bireyleri hiç
olmazsa bizlerin takdirine göre hemen hemen aynı tekâmül
derecesinde görünmektedir. Hayvanlarda bir köpek bir koyundan
daha ileride görünmekle beraber, iki köpek de birbirine göre
birçok noktalarda tekâmül farkı gösterir.
İnsanlara gelince, bunların hiçbiri ötekine benzemez. Bundan
başka, insan yaşamının hemen her saatinde, bir önceki saatine
göre az çok belirgin bir ilerleme vardır. En ileri
olanlarından en yüksektekilerine kadar tüm insanlarda bir
tekâmülün çabasını ve etkinliğini görmek olasıdır. Hatta
şuursuzca ortaya çıkan tüm yaşamsal etkinliklerde bile tekâmül
hedefi yolundaki tezahürleri görmemek olası değildir. Yaşam
mücadelesi, dünyadaki varlığın sürüp gitmesi yolunda
gösterilen içten gelen bir cehittir. Ayrıca bu da tekâmüle
hizmet eder. Şahsın ve cinsin sürüp gitmesi için harcanan tüm
emekler genel tekâmül yasasının zorunluluğudur.
Bir küften en tekâmül etmiş insana gelinceye kadar olan
uzaklık, bir uçurum halinde değildir. Bu, belirsiz tatlı ve
meyilli bir yol arz eder. Fakat bilgisizliğimiz bu yolu
layıkıyla izlemeye olanak bırakmamaktadır. Ayrıca bu yol
dünyamızda, bilmediğimiz bazı nedenlerden dolayı da bir iki
yerinde kesilmiştir de… Örneğin, ileride de belirtileceği
gibi, insanlarla hayvanlar arasındaki maddesel ve ruhsal
bağlantıyı sağlayan varlıklar şimdilik bu dünyada yoktur.
Fakat ne olursa olsun, bu yolun iki ucundaki varlıklar
arasında ortaya çıkan tekâmül farklılıklarını kimse
görmemezlikten gelemez. Esasen dünyada eşit olmaksızın
serpilmiş yaşam koşulları, bu tekâmül farklarının doğurduğu
çokluk halinden ileri gelir. Dünyada ideal bir eşitliğin
kurulabileceğini düşünmek hatadır. İnsanlar arasındaki
eşitsizliğin kaybolması, onların her noktada birbirinden
farksız bir halde birleşmiş olması demektir. Bu olası olabilir
mi? Özellikle şahsiyetini kazanmış hiçbir varlık bir başkasına
benzemez. Bunların birbirine benzediğini kabul etmek, ideal
bir olgunluğa vardıklarını kabullenmekle bir olur. Oysa ki,
dünyadaki tüm varlıklar böyle bir olgunluk düzeyinden çok
uzaktadır.
Çevremize biraz dikkatlice bakarsak, varlıkların birbirine
göre çok farklı bir yükseliş yolu izlediklerini görürüz.
Bitkilerde olan her özellik ya da onun benzeri, hayvanlarda
bulunur. Bununla birlikte, hayvanlarda bulunan birçok görünümü
bitkilerde göremeyiz. İnsanlarla hayvanlar arasında da aynı
durum geçerlidir. Bitkilerde hemen hemen göremediğimiz
şahsiyet hayvanlarda kendini göstermeye başlamıştır. Bir
kediyi bir başka kediye yeğleyebiliriz. Fakat aynı güzellikte
açmış iki çiçeğin seçiminde bu kadara titiz davranamayız.
Bunun nedeni, hayvanlarda bulunan şahsiyet bağlanmış
olmamızdır. Hele dünyada şahsiyetin en yüksek derecesini
kazanmış olan insanlar hakkındaki bu seçim konusu daha derin
duygu ve fikir elemanlarına dayanır. Bitkilerde gelişmemiş
olan şahsiyetin hayvanlarda ortaya çıkmaya başlaması,
insanlarda en yüksek derecesini alması ve bu işlerin; yavaş
yavaş, derece derece ve birbiri ardınca yükselmesi dünyadaki
canlılar arasında çok büyük bir yükselişin var olduğunu
göstermeye yeterli kanıtlardan biridir. Üstad’ın aşağıdaki
sözleri bu durumu doğrular:
“Dünya üzerindeki en ilkel ruhun maddesel varlığı ile en
tekâmül etmiş bir insan arasında geçen tüm tekâmül gidişi
düzgün yükselen bir ilerlemedir. Bitkiler hayvanlardan daha
geridir. Tekâmülde düzgün ve birbiri ardınca gelen bir
ilerleme olduğuna göre, bir hayvanın bir daha bitki olmasına
olanak yoktur. ”
Özellikle bu son ifadeden çıkan anlama göre, varlıklar
arasında gerilemenin söz konusu olmadığını ve sürekli bir
ilerleyişin bulunduğunu öğreniyoruz. Yalnız, burada konunun
bazı yanlarını gözden uzak tutmamak gerek: Gerek dünyada
geçirilecek deneyimlerin gereklerine, gerek bilmediğimiz bir
takım nedenlere göre bir varlık kendi türünü değiştirmemek
koşuluyla, bir öncekine göre biraz daha geri görünümlü bir
durumda dünyaya gelebilir. Bu durumun, biraz önce sözünü
ettiğimiz düzgün ve sürekli yükselişlerle zıtlık oluşturduğu
hükmüne varılamaz. Çünkü, her şeyden önce bu ilerleyiş
maddesel bakımdandır, ruhun yüksekliğinde bir alçalma anlamına
gelmez. Ayrıca, bu maddesel ve görünüşteki gerileyişte de;
gene, ruhun olgunlaşmasına, yükselmesine yardım edecek durum
ve hareketler bulunur. Üstad’ın aşağıdaki ifadeleri bu fikri
tamamlar:
“…Fakat belli bir tür arasında tekâmül etmiş olan bir bireyin,
aynı türde daha az tekâmül etmiş olarak dünyaya gelmesi
olasıdır. Çünkü belirli bir düzeye kadar yükselmiş olan bir
ruh; gerek kendisinin maddeye bağlılık hissetmesi, gerek kötü
ortamlarda buluna buluna oraların titreşimlerine uyması ile
maddeye bağlılığını arttırabilir. Fakat bu, fazla bir aşağı
iniş değildir ve yalnız ruh bakımından bir gerileme sayılmaz.
Çünkü o, kendisi için kazanılmış bir yükseklik ve derecedir.
Yani yükselmiş bir ruh için tam düşüş yoktur, ufak düşüşler
vardır ki, o da madde âlemindedir. ”
Canlılar ile Cansızlar Arasındaki Ayrılık
Madde ve ruh konumlarını okuyanlar, canlılarla cansızlar
arasındaki ayrılıklar hakkında kitabımızda bazı şeyler
söylenmiş olduğunu anımsarlar. İçinde bulunduğumuz konuyu bazı
noktalardan ilgilendiren oradaki fikirlere yeniden ve kısaca
döneceğiz.
Çevremizdeki varlıkların iki büyük gruba ayrıldığını
görüyoruz. Bunlara “iki büyük grup” dememizin
nedeni, çok belirgin özelliklerle birbirinden ayrılmış
olmalarıdır. Birinci gruptakilerin belirgin özelliği
tesirlilik kudretleridir. İkinci gruptakilerin belirgin
özelliği ise etkilenme yatkınlığıdır. Yalnız şu var ki, bu
tesirlilik ve yatkınlık özelliklerini ayırmak her zaman kolay
ve hatta olası değildir. Bu durum da, olguların nedenleri
hakkındaki bilgisizliğimizdendir.
Her olayda etkili görünen etmenlerin gerçekten etkin olup
olmadıklarını kesinlikle belirleyebilmek için söz konusu
bilgiye (bu konuda bilgili olmaya) kesinlikle gerek vardır.
Bizler bu bilgisizliğimiz yüzünden, olaylara karışan etmenleri
etkin etmenler gibi kabul etmek hatasına düşeriz. Bu gibi
hatalardan sakınma bizler için pek olası değildir. Nasıl ki,
bilgimiz arttıkça önce etkin gibi görünen bir etmenin başka
bir etmen ile tahrik edilmekte olduğunu sonradan (iş işten
geçtikten sonra) anlayabilmemiz sıkça ortaya çıkan
durumlardandır.
Canlı varlık tesirlilik sahibidir. Buradaki “tesirlilik”
sözcüğünün ifade ettiği anlamda; maksatlı bir takım sonuçlara
doğru hareketleri tertipleyicilik bulunmaktadır. Cansız
cisimlerde görülen atalet, bu özelliğin yokluğu ile ondan
ayrılır.
İlmin öğrettiğine göre, maddenin en karakteristik özelliği,
onun, ataleti ve oluş koşullarındaki kararlılığıdır. Bu
özellik, daha ilk bakışta, tesirlilik fikrinden ayrılır. Çünkü
kendi kendini değiştirmek kudretinden mahrum bir varlıkta,
tesirlilik kudreti aranmaz. Madde ebedi varlığında
kendiliğinden değişimler göstermez. Radyoaktif bazı maddelerde
görülen değişimlerin bu sözünü ettiğimiz değişikliklerle
benzerliği yoktur. Oradaki değişimlerde yine İlahi İrade
Yasaları’nın çizmiş olduğu plan çerçevesinde ortaya çıkan atıl
hareketlerdir ve o maddenin oluş koşullarına bağlı bir
zorunluluk burada egemendir. Üstad ile aramızda geçen bir
görüşmede; onun, ruh varlığına özgü bir tesirlilik melekesine
ne kadar önem verdiğini anlıyoruz: |