Giriş
Kuşkusuz,
her şeyin en doğrusunu ALLAH bilir ama O’nun bize lütfettiği
bilgilerden bizim çıkarabildiklerimiz kadarına göre
Yaratıcı’nın yarattığı bir ve tek olan Bütünsel Varlık’tır.
Bütünsel Varlık, Yaratıcının bilgisinin çokluk ve çeşitlilik
halinde tezahürüdür. Bu tezahürat âlemi O’ndan bize doğru
kabalaşan bir yapılanma halindedir. Kuşkusuz biz dünya beşeri
bu hiyerarşik yapılanmanın en dıştaki son sınırı değiliz;
kabalaşma bizden sonra da sürüp gidiyor. Bir ve tek olarak
Bütünsel Varlık öz olarak Yaradan’ın bilgisinden başka bir şey
olmadığı için, özde ‘bir’lik (Varlıksal ‘Bir’lik) söz
konusudur. Varlıksal ‘Bir’liğin ayrıntılarına geçmeden önce
bütünsel varlığın yani tezahürat âleminin kendi içindeki
hiyerarşik yapılanması konusundaki bilgilerimizi gözden
geçirelim. Bizim bulunduğumuz enkarnasyon ortamından,
tezahüratın sonsuz yüceliklerine doğru bu yapılanmanın şöyle
olduğunu biliyoruz: İcaplar, toplumsal/beşeri yasalar, İlahi
İrade Yasaları(Sünnetullah)(1),
ideler/idealar, varlıksal ilkeler...
İcaplar
Bedenli yaşamın “kapalı”
(bağlı/dar) şuur yaşamının zorunluluklarından doğmuş
gereklilikler bizler için “icaplar ortamı”nı
oluşturuyor. Bunlar aynı zamanda özgürlüğümüzü tekâmül
düzeyimize göre sınırlayan ve kısıtlayan gerekliliklerdir.
Enkarne olduğumuz bu “icaplar
ortamında” yani, tezahüratın bizim bulunduğumuz şu
dünya ortamında değişik şuur düzeylerinde enkarne
vaziyetteyiz. Bir kısmımız “kapalı” bir
enkarnasyon veya “dar” şuur ile burada
bulunabiliyoruz. Sadece yaşam planımız değil, içinde
bulunduğumuz icaplar ortamının içsel gelişim olanaklarından şu
ya da bu düzeyde yararlanıp yararlanmadığımız da şuurumuzun bu
durumuna bağlı. Bu nedenle “kapalı” ve “dar”
şuur hallerinden ne anladığımıza da kısaca bakalım: “Dar
Şuur” ile cehitsizlikten kaynaklanan,
atalet/taklitçilik ve tembellikten kaynaklanan verimsiz yaşam
şeklini kastediyoruz. “Kapalı Şuur”dan da,
vazifesi/planı gereği kasten oluşturulan bir şuur halini
kastediyoruz. Bu şuur halinde vazife otomatik olarak yapılır
ama özel bir durum sözkonusu değilse, dar ve kapalı şuur
hallerini birbirinden ayırmak pek mümkün değildir, ikiside
aşağı yukarı aynı anlama gelir.
Bu duruma göre, büyük
ölçüde; otomatik ve yarı uykulu, sadelikten ve sakınmadan(2)
uzak, illüzyonel yanılgının kurbanı olarak bedensel
benin yani, eğitilmemiş nefsin ve geveze zihnin yönetiminde
sürdürülen bir yaşam, “icapların içinde kaybolmuşluk”tan
başka bir şey değildir. Varlık bu durumdan kurtulana ve
kendine gelene kadar (artık idraklenme cehtine göre) pek çok
kez enkarne olmak zorunda kalabilir. Tezahüratın bu icaplar
ortamında tutunup, belli bir yaşam planını uygulamak ve hiç
değilse “dar şuurluluk”tan kurtulmak için,
gelişim ihtiyaçlarını gidereceği ortama bir bakıma
sabitlenmesi, tutunması, belli sürelerde o ortama bağlı
kalması gerekir. Bu nedenle icaplar aynı zamanda söz konusu
sabitlenmenin gereğidir. Sabitlenmenin gereği olan icaplardan
bir kaçını da şöylece sıralayabiliriz: Mekânın fizik
özellikleri, doğa yasaları, bedenin biyolojik/fizyolojik
özellikleri ile toplumsal, dinsel, kültürel, ekonomik ve hatta
politik icaplar. Ayrıca, tüm bunlara ek olarak, “yapay
icaplar” ımız da var. Evet, biz beşeri varlıklar
olarak; beşeri/toplumsal koşullandırmalar ile maddenin
cezbedici etkisi altında bir yığın yapay icap ve ihtiyaçlar
yükleniyoruz ve doğal olarak ağırlaşıyoruz, içsel gelişim
yönünde hareket yeteneğimizi kısıtlıyoruz. Evet, böyle bir
kendini bilmezlik ve illüzyonel yanılgı içinde kendi
ayaklarımıza kendi ellerimizle zincir vuruyoruz. Ondan sonra
da, kendini bilmeyen beşere özgü bir basiretsizlik içinde
özgürlükten söz ediyoruz. Çünkü nefsin başıboşluğunu ve
kontrolsüzlüğünü özgürlük sanmak gibi bir yanılgımız da var.
Dünyada bulunuş nedenimiz
olan varlıksal/evrensel etkinliğimizi ve tekâmülümüzü
ağırlaştıran, bizi yaşam planımızın hedeflerinden saptıran “yapay
icaplar” ın üzerinde birkaç söz daha söylemekte yarar
var: “Görenin de görmeyenin de önünde”(3)olan
maddi ve manevi gelişim olanaklarını(Kur’an ifadesiyle “nimetler”i),
kendi beşeri ve nefsanî çıkarlarına alet ederek oluşturulan
empozisyonlarla/koşullandırmalarla, aldatmaca ve
kandırmacalarla oluşan “yapay icaplar” bireysel
ve beşeri gelişimin önünde yüzyıllar boyu engel olmuştur ve
ıstıraplı yaşam sınavlarına davetiye hazırlamıştır. Çünkü
kendini bilmeyen beşer bunlarla özdeşleşmekte, onları
tutku/idol, hatta put haline getirmekte ve başkalarını da
bunlarla kandırmaya, etkilemeye ve hatta tahakküm altına
almaya çalışmaktadır. Günümüzde moda ve reklam sektörü ile
siyasallaştrılımış tüm ruhsal öğretiler bu çarpık gidişin
başrol oyuncularıdır.
Bir tekâmül ortamında
bulunan enkarne varlık, “sabitlenme bilgisi”nin
gereği olan doğal/kaçınılmaz icaplara; “yapay icaplar”
katmak, onlarla özdeşleşmek bir yana onların hikmetini anlamak
ve hatta toplumsal/beşeri/kültürel icapları erdemler yönünde
ihya etmek durumundadır. İnsana yaraşır yüceliğin/erdemliliğin
gereği bu değil midir? Enkarne ruh varlığı, enkarne olduğu
mekândaki her şeyle birlikte; icapların kökenlerini oluşturan
yaptırımları da insani değerler yönünde geliştirmekten
sorumludur. Ama çoğu zaman bedenlenmeyle birlikte, varlık; bu
varlıksal ve evrensel idealini unutur. Çünkü belirli bir yaşam
planını uygulamak, bir vazifeyi yerine getirmek üzere şuurunu
kasten “kapatmış” ya da “daraltmış”
tır. Bu nedenle, çoğunlukla “icapların kölesi”
durumundayız, dahası; icaplarla özdeşleşiriz, bununla da
yetinmez zaten var olan ortamın doğal icaplarına “yapay
icaplar”da ekleriz ve bunları “olmazsa olmazlar”
olarak birbirimize empoze ederiz. Büyük inisiyelerden ölümsüz
Hermes(4)
enkarne varlığın bu durumunu binlerce yıl önce ne
güzel betimlemiş:
“Ruh varlığı
küreden küreye düşerken, gitgide ağırlaşan bedenlere bürünür.
Bu düşüş dünya zindanına varıncaya kadar sürer. Gitgide
maddeye gömülmenin verdiği sarhoşlukla manevi kökenlerinin
anısını bile unutur.”
Bilgelik ve bilgi yüklü bu
Hermetik ifade, uzun uzun yorumlanabilecek derinlikte ama şu
kadar ifadeyle şimdilik yetinelim: Görüldüğü gibi, varlığın
sonsuz yüceliklerden enkarnasyonu sırasında; “enerjinin
orijinalliğini yitirmesi”, “tesirin kabalaşarak
yayılması”, “tek ve bir olan” ın çokluk
ve çeşitlilik halinde görünür hale gelmesi gibi varlıksal
olgular söz konusu…
Tesirin
Kabalaşarak Gelmesi
Maddenin cazibesi ve
kendine benzetici etkisiyle, söz konusu yapay icaplar
tarafından “arsız sarmaşıklar”
gibi sarılırız. Bu durum, bazı inisiyatik öğretilerde “ahtapot
kollarının acımasızlığı”na ve dünya tekâmül okulu da
bir “ahtapot”a benzetilir. Bu durum, “mantal
erozyon” ya da “astralden beslenir” hale
gelmenin işaretidir. Bu, başka türlü ifadesiyle, “astralden
yukarıya kapalı hale gelmek” demektir. Bu durumda,
enkarnasyonla getirdiğimiz mantal birikimin bedensel bene
indirilmesi ve yaşama geçirilmesi hemen hemen olanaksızdır.
Sanki belli bir yaşam planı için gerekli olan mantal birikim
yok olmuş(erozyona uğramış) gibidir. Böyle
talihsiz bir durumda, az yukarıda sözünü ettiğimiz “icapların
kölesi” olma, onlarla özdeşleşme ve daha çok yapay
icap edinme tehlikesi giderek artar elbette. Moda,
toplumsal/geleneksel koşullandırmalar, adetler, inançlar,
alışkanlıklar, özdeşleşmeler, huylar ve yapay ihtiyaçlar vb.
dünya ahtapotunun iğrenç ve yapışkan kollarından başkası
değildir. İsterseniz bunlara, “dünya
maddesinin/beşeriyetinin uyku hapları” da
diyebilirsiniz. Çünkü dünya beşerinin büyük çoğunluk olarak en
belirgin özelliği ve görünümü uykuda olmasıdır. (5)
Aslımız/özümüz
ve asıl kendimiz olan ruh varlığı, Varlıksal İlkeleri özünde
taşıyor ve onlara göre kendisinden beklenen varlıksal işlev ve
görevleri yerine getirmeye çalışıyor olmasına rağmen; maddeye
yöneldiği zaman, sabitlenmeyi hedeflediği mekânın icapları
tarafından sanki kıskıvrak yakalanır. Bu, maddenin, enkarne
varlık (beden) üzerindeki egemenliğidir. Maddenin
egemenliğinden kurtulup, maddeye (bedensel bene) egemen duruma
geçmek demek; astral plan düzeyinden mantal plana yükselmek,
mantalden beslenir hale gelmek demektir. Bunda başarılı
olmanında, bireyin; kendini tanıma cehti içinde varlıksal
yapısını oluşturan “merkezler”(5)
arası
sirkülâsyonları gerçekleştirme niyetini ve cehtini sürekli
kılmasına bağlı olduğunu biliyoruz.
Merkezler ve
Varlıksal Yapımız
İllüzyonel yanılgıdan,
icapların dejenere edici etkisinden korunabilmek ve
sapmışlardan(2)
olmamak böyle bir titizlikle olasıdır. Birey
bunda başarılı olabildiği oranda çevrenin/ortamın köleliğinden
kurtulur ve önce bedenine, sonra çevreye/maddeye egemen hale
gelir ki bu durumun özellikle Hint ezoterizmindeki adı “Maddenin
Efendisi Olmak”tır.
Görülüyor ki, tezahürat
ortamının icaplar kademesindeki enkarne bir varlık için, maddesel
ortamın icaplarına gömülmek, bir yerlere “sabitlenmek”
bir bakıma gereklidir ama atalete kapılmadan, “Kabuklar içinde
sabitleşip kalmadan…” icaplarla özdeşleşmeden ve bunların hepsini ve her
şeyi içsel gelişim için birer araç bilip, giderek “sadeleşmek”,
yani gereksiz yapay icapları fark ve terk ederek icapların
üzerine çıkmak gerek. İcaplar ortamında “icapların
üzerine çıkmak” yani onlara egemen hale gelmek
varlıksal bir başarıdır. Tüm Kutsal Vahy’in ve belli başlı
inisiyatik öğretilerin hedefi bu konuda enkarne varlığa
yardımcı olmaktır. Bu anlamda bu sadeleşme ve idraklenme cehti
bizi; toplumsal ve doğa yasalarına, oradan da İlahi İrade
Yasalarına giden yolun ağzına getirecektir. Ayrıca, söz konusu
“sadeleşme” vazifemiz açısından da gereklidir.
Çünkü vazifemiz; icaplara bulanmış ve icaplarla sanki
perdelenmiş durumdadır. Bunlardan arınmadıkça; sadece
vazifemiz değil, yaşam planımızın hedefi yönünde de bir yaşam
sergilemek zorlaşabilir ...
Toplumsal
Yasalar
Yukarıdan beri açıklamaya
çalıştığımız genel icapların; ekonomik, ideolojik ve dinsel
kurumlar çerçevesinde hukuksal kurallara göre düzenlenmiş
şeklidir toplumsal yasalar. Toplumsal yasaların, tezahürat
hiyerarşisi içindeki yeri, icaplar ile İlahi İrade
Yasaları(Sünnetullah) arasıdır. Bir bakıma, toplumsal yasalar;
İlahi İrade Yasaları’nın beşerileşmiş şeklidir.
İlahi İrade
Yasaları
Tüm evreni kapsayan İlahi
İrade Yasaları’nın dünya gezegeniyle ilgili olanlarıyla karşı
karşıyayız; bu yasalara uymak, onları öğrenmek ve onları
kullanır hale gelmek tekâmülümüzün gereğidir. Ruh varlıkları
olarak bizler, bu evrensel ve kozmik potansiyelimizden dolayı
Meleklerden de yüce bir geleceğe sahibiz.(6)
Yani ruh varlığı
(cevheri ruh olan varlık) için son hedef meleklik değil, onun
da ötesidir.
Beşeri/toplumsal yasalar
değişir ama evren yasaları (Sünnetullah) evrenler boyunca
değişmez. Ancak “mekân özellikleri”ne göre
görünümü değişik olabilir. Yani İlahi İrade Yasaları’nın
maddesel ortamların niteliklerine göre uyum sağlaması ve
öylece tezahür etmesi söz konusudur. Örneğin, evrensel cazibe
etkisi olan Sevgi Yasası, yıldızlar arası ortamda
gravitasyon(çekim gücü) olarak görünürken; dünyada(beşeri
mekânda) çeşitli kabalık ve incelikteki sevgi türleri olarak
ortaya çıkar. Zaman enerjisi de; bu mekânın özelliklerinden
dolayı, “burularak” tezahür eder. Sonuç ise;
illüzyon, doğrusal(lineer) zaman yanılgısından başka bir şey
değildir: Geçmiş, şimdi, gelecek yanılgısı… Evren yasalarının,
kozmik anlamda(evrenler boyunca) değişmez nitelikli oluşu
Kur’an’da, “Gökte sabit yıldızlar yarattık…”
şeklinde ifade edilmiştir.
Tezahürat ortamındaki
hiyerarşinin bir kademesini oluşturan İlahi İrade Yasaları’nın
muhafızları/koruyucuları melekler, uygulayıcıları ise Ruhsal
Planlardır. (“Planes”)Ünlü filozof Zenon’a göre; ideal yol, “Doğayı
izlemek ve İlahi İrade Yasaları’nı tanımaya
çalışmaktır.
Belli bir zaman-mekân
kesitinde, belli bir tekâmül ortamının belli bir devresinde
bulunan bir varlık için, orada geçerli İlahi İrade Yasalarına
tabi olmak, onlara uyum sağlamak, öğrenmek ve onları kullanır
hale gelmek varlıksal bir mukadderattır.
İlahi İrade Yasalarına
uyumlu yaşamak; ezoterik öğretilerde “Tanrı’yla
birlikte yürümek…” şeklinde ifade bulmuştur. İlahi İrade
Yasaları’nın icaplara/mekân niteliklerine göre aldığı
şekillerden birinin de beşeri/toplumsal yasalar olduğunu az
yukarıda belirtmiştik. Bu nedenle, toplumlar; doğrudan doğruya
İlahi İrade Yasaları ile yönetilemezler. Bir bakıma, beşeri
yasalar; İlahi İrade Yasaları’nın “uyum yasaları”
olmaktadır. Belli bir Ruhsal Planda geçerli olan yasalar, o
planın merkezinde/ “tepesinde” “tek”
e dönüşür ki o da İlahi Murad’dır.
İlkeler ve Yasalar Hiyerarşisi
Belli bir Ruhsal Plan’ın
varlıkları, “Merkez”in işini(Muradını) O’nun
yasaları çerçevesinde yapmaya çalışırlar ki bu da onların
vazifesidir. Her enkarne varlığın yaşam planında, bu yüce
vazifeyle ilgili bir kırıntı bulunur. Ruh varlığının genel
anlamda vazifesi, “Yaradılış nuru”nu maddesel
ortamlarda, maddenin derinliklerinde ışıtmaktır.
Varlık sonsuz ışıklı
ortamlara doğru yükseldikçe, tezahürat hiyerarşisi içinde
titreşimi yükseldikçe tabi olduğu yasaların sayısı azalır ama
kapsamları genişler. Bir Yasası’nın kapsama alanı(vüs’ati) tüm
yasaları içine alacak/alan yücelik ve tesirliliktedir. İlahi
İrade Yasaları evrenlerin aktif güçleridir. Varlıklar
zaman-mekân koşullarına bağlı olarak, İlahi İrade
Yasaları’ndan hep aynı şekilde etkilenmezler; çünkü hiçbir
varlık bir başkasıyla aynı tekâmül düzeyinde değildir.
İdeler/İdealar
Her bir şeyin aslı, özü ve
şekil verici ilkesi idelerdir. Bir ide, ait olduğu şeyin
değişmeyen, sabit ve ebedi olan gerçekliğidir. İslam
felsefesi’nde “ayan-ı sabite” denen idea,
eşyanın(fizik evrenin) temelini ve gerçek cevherini oluşturur.
Örneğin, ezoterik bilgilere göre, dünyadaki tüm elementler
dört idea olan; ateş, hava, su, toprak elementlerinden
oluşmuştur.
Öz’ün içinde idealar
müteal/aşkın tahayyül olarak vardır. Her şeyin tek tek idesi
yoktur; birden fazla şeyin bir tek idesi vardır. Dünya
beşerinin ve evrenlerdeki (değişik şuur düzeylerindeki) beşeri
varlıkların idesi İnsan-ı Kamil’dir. İdeaların ideası da “Hayr-ı
Ala” dır yani en yüksek Hayr, Yüce İyilik
(7). İdeler,
“tezahüratın tasarımı” olarak da ifade edilir;
eşyanın ilk örnekleri, yaradılış kalıpları, arketip, prototip…
Kuşkusuz, her şeyin olduğu gibi idelerinde ilk nedeni
Yaratıcıdır. Bir bakıma sanki yaratılış maketleri olan ideler,
kendilerini eşya aracılığıyla tezahür ettirirler. İdelerin
Ontolojideki karşılığı “görünmeyen tesirler”dir.
Tezahürat âleminin
hiyerarşik yapılanması içinde; idelerinde üzerinde yani
titreşimsel olarak idelerden de süptil olan Varlıksal İlkeler
bulunuyor. Yaratıcı tarafından yoktan var edilen “Bir ve
Tek Olan Varlık” (Bütünsel Varlık); bünyesinde,
Varlıksal İlkeleri ya da “Tanrısal Bilgi”yi taşıyacak şekilde
var edilmiştir.
|
DİPNOTLAR:
(1)
“Sünnetullah” İlahi İrade Yasaları’nın Kur’an dilindeki
karşılığıdır. “Sünnetullah” sözcüğü, Kur’an’ın defalarca
sayfalarında yer verdiği bir sözcüktür; Varlığın ve tarihin
değişmez/değiştirilemez yasalarını ifade eder. Her şey
Sünnetullah’a uygun olarak seyreder. Konuyla ilgili birkaç
örnek için bkz.; İsra 77, Azhab 38, Fatır 43+44, Gafir 85,
Fetih 23. (Kaynak: İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI, Yaşar N.
ÖZTÜRK, Yeni Boyut Yayınları).
(2)
“Sakınmak”; Burada “sakınmak”
tan kasıt; dünya maddesinin cazibesinden ve
nefsanî/toplumsal koşullandırmaların iğvasından korunma
titizliği sergilemektir. Bu anlamda “sakınmanın”
bireye kazandıracağı insani değerler övülürken; bunun tersi
olan “sapmışlığın” bireye getireceği/getirdiği kayıplar
konusunda Kutsal Vahy’de birçok uyarı ve öğüt bulunmaktadır.
Bu konuda birkaç örnek için bkz. Kur’an ayetleri; Bakara’nın
ilk 10 ayeti + 257+99, Saff 5, Nisa 116+27, Ahkaf 32, Ali
İmran 138+76+186, Hakka 48, Yunus 63, Nahl 115, Kamer 47.
(3)
Sadıklar Planı Tebliğleri, Ruh ve Madde Yayınları.
(4)
Büyük İNİSİYELER, Ruh ve Madde Yayınları.
(5)
İNSANIN
GERÇEĞİ KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları.
(6)
Melekler: Tüm varlığıyla, vazifesi her ne ise; o vazifeyi
hiç şaşmaz bir biçimde uygulamakta olan ve sadece
kendilerine ne öğretilmiş ise onu yapan, özellikle tek bir
iş gören(cevheri melek olan) varlık planlarıdır. Ruhsal
İrade Mekanizmaları’na(RİM) bağlı olmak üzere, üniteler
tarzında çalışan yardımcı planlardır(“planes”).
(7)
“Yüce
İyilik” ve benzeri felsefi kavramların açılımı için bkz.
PLOTİNOS ENNEADLER, Ruh ve Madde Yayınları; KİNDİ, Prof.Dr.
Mahmut Kaya.
YARARLANILAN ESERLER:
- KUR’AN
- SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları. - BÜYÜK
İNİSİYELER, Ruh ve Madde Yayınları. - İNSANIN
GERÇEĞİ KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları.
|