Varlığın
“BİR”LİĞİ İlkesi
Bir
ve Tek Olan Varlık(Bütünsel Varlık), mutlak anlamda sonsuz ve
anlaşılmaz olan ve kendi kendinin sebebi olan Yaratıcının
bilgisinin tezahürüdür. Her şey O’nun bilgisinin tezahürüdür.
Bildiğimiz/bilemediğimiz tüm tezahürat bu bilgi enerjisinin
çokluk ve çeşitlilik halindeki görünümüdür(8). Bütünsel
Varlık, bünyesinde Varlıksal İlkeleri de taşıyacak şekilde var
edilmiştir.
Şimdi biz bu ilkelerden
Varlığın “Bir”liği İlkesi’ni anlamaya
çalışırken; önce Yaratıcıyı, hiç değilse kavram olarak biraz
düşünelim/duygulanalım. Bu konuda bize yardımcı olabilecek
kısa bir pasaj Varlıksal İlkeler Kitapçığı’nın 5. sayfasında
bulunuyor (Ruh ve Madde Yayınları). Şimdilik elimizdeki
bilgilere göre tezahürattan önceki “küresel var oluş”,
anladığımız kadarıyla şöyle bir durumdaydı:
- Hiyerarşi, zaman,
mekân ve hareket yok; çünkü Varlık henüz Varlıksal İlkelerden
Seçme Özgürlüğü’nü ve İradesini kullanmamış. - Sadece Bir ve Tek
Olan Varlık var. - Bu var oluş,
Yaratıcının bilgi olarak tezahürüdür. - Mutlak anlamda
sonsuz geçmişte ve şimdide Yaratıcı karşısında var olan bir
tek şey var: VARLIK.
Tezahürat olgusu içinde,
ortaya çıkan her şeyin özü aslı, esası bu “VARLIK”
tandır(“BİLGİ” dendir). Dolayısıyla, öz
itibariyle her şey, tüm varlıklar, tezahüratın tümü öz olarak
aynıdır. Bugün çokluk ve çeşitlilik halinde gördüğümüz sayısız
varlıklar ve onların oluşturduğu sistemler, tek bir “VARLIK”ın
(“BİLGİ”nin) çeşitli boyutlardaki zaman-mekân
koşullarındaki tezahürüdür. Yani bildiğimiz/bilmediğimiz her
şey O Bir ve Tek olanın çokluk ve çeşitlilik halinde
tezahüründen başka bir şey değil. Öz olarak hepsi aynı.
Dolayısıyla, öz olarak, her şey için “Varlıksal ‘Bir’lik”
söz konusu. Çokluktaki birlik bu olsa gerek.
Tezahür süreci ile ortaya
çıkan her şeyin özü, bu “VARLIK” tandır(“BİLGİ”
dendir), demiştik: Tezahür etmiş olan her şey, bu; sonsuz
geçmişteki, Yaratıcının var ettiği Bir ve Tek olan “VARLIK”
tır. Tezahür süreci içinde; Bir ve Tek Olan VARLIK, sonsuz
çeşitlilikteki zaman-mekân koşullarında farklı biçim ve
niteliklerde ortaya çıkmıştır. Burada “farklı biçim ve
nitelikler” den kasıt; sayısız yoğunluk ortamları ile
hiyerarşik bir yapılanmadır. Bildiğimiz/bilmediğimiz çokluk ve
çeşitlilik böylece oluşmuştur.
Dolayısıyla görülüyor ki,
yaratılış/tezahürat; Bir ve Tek Olanın çokluk ve çeşitlilik
halinde ortaya çıkışıdır, başka bir ifadeyle; görünmeyenin,
görünür, algılanır hale gelişidir. Buradan da anlaşılıyor ki,
esas olan ve aktif olan, temelde/özde olan görünmeyendir.
Bunun, en azından bir kısmı bizler için
şimdilik görünmeyen/bilinmeyendir. (gayb…) Araştırmacı ve düşünen zihin
bu bilinmeyene/görünmeyene liyakati ölçüsünde nüfuz
etmektedir. Esasen dünya beşeri Kutsal Vahy’le de hep buna
özendirilmiştir(9). Dünya bilimi de zaten “gayb”a
büyük bir hızla nüfuz etmektedir. Ama ne gariptir ki tezahürat
hakkında bilgimiz arttıkça, bilmediğimiz daha pek çok şeyin
olduğu da ortaya çıkmaktadır. Tezahür olgusu içinde; bir
tezahür, kendinden önceki daha süptil bir tezahürün sonucudur,
ama ilk aşkın neden tüm nedenlerin nedeni Yaratıcıdır. “O’nun
da nedeni yok mu?” gibi bir soru abestir, çünkü O,
kendi kendisinin nedenidir. İdeler konusunu incelerken
gördüğümüz gibi, eşyanın ideleri vardır. Bu, başka türlü
ifadesiyle, eşya, idelerinden dolayı vardır. Yani, ide eşyanın
nedenidir. Bu nedenle yukarıdaki, aşağıdakinin gelişiminden
sorumludur, onun görüp gözetenidir(10).
Tezahürat süreci içinde,
Bir ve Tek Olan Varlık; sonsuz çeşitlilikteki zaman-mekân
koşullarında farklı biçim ve niteliklerde ortaya
çıkmış/çıkmaktadır. Algılayabildiğimiz çeşitlilik ve çokluk
böylece oluşmuştur. Bununla birlikte, özde birlik olduğu için;
aşağıdaki, sürekli olarak yukarıdakine, aslına/idesine
benzemeye çalışır. Mutlak anlamda en yukarıdaki ise, mutlak
sonsuzdaki merkezdir. Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, tekâmül
etmemek, İlahi Murad/bir üstün muradı yönünde gitmemek diye
bir şey söz konusu değildir.
Yaratılış
küresinin(tezahüratın) merkezine yaklaşıldıkça(“Merkez”in
titreşimine/süptilitesine doğru yol alındıkça) tezahürat
sadeleşir, ayrıntılar ortadan kalkar, yasalar ve ilkeler
bütünleşir(“bir”leşir) ama kapsam ve tesirlilikleri artar, her
şey “bir”leşir ve ayniyet kazanır. Bunlardan anlaşılıyor ki,
özdeki bir’liğin, varlıksal bir’liğin, idrak edilmese bile
hissedilmesi; idraklenme ve şuurlanma olgusu içinde tekâmül
etmekle olası hale geliyor…
Etik Sonuçlar Tezahür
ortamının, bizim bulunduğumuz şu icaplar basamağındaki beşeri
yaşamda; her şeyin, herkesin öz itibariyle “bir”
olduğunu, her şeyin/herkesin aynı şeyin tezahürü olduğunu,
hepimizin ve tüm yaratıkların aynı İlahi Murad’a hizmet
etmekte olduğumuzu bilmek, daha insanca yaşamanın nedeni
olmalıdır.
Benzer şekilde,
farklılıkların/ayrılıkların; tezahür ve işlevle aynı zamanda
kendimizin illüzyonel yanılgısıyla da ilgili olduğunu,
hepimizin aynı özdeki bilginin uygulamalarıyla meşgul
olduğumuzu ve belli bir tekâmül ortamının amacına/hedefine
hizmet etmekte olduğumuzu, yani en aşkın hedefimizin de bir
olduğunu ve esasen o kutsal hedeften dolayı burada birlikte
olduğumuzu bilmek; beşeri birçok didişmeyi, çekişmeyi ve zulmü
ortadan kaldırmasa bile, azaltacak güçte bir bilinçtir. Böyle
bir bilinçle yaşamak, herhalde birçok sorunu halleder ve
gelişimimize, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde
de yeni yeni boyutlar kazandırır, gelişimin ivmesini arttırır.
Bizleri biraz daha insanlaştırır ve uygarlaştırır…
Bu güzel ideale ulaşmanın
girişimleri tarih boyunca yapılmamış değil; çeşitli adlar
altında “bir”lik denemeleri yapılmış ama “birlik”
ten öte gidilememiş. Çünkü hemen hemen hepsi politize ve
ekonomize edilmiş; insan ikinci plana itilmekle de kalmamış,
politikaya, ekonomiye alet/araç edilmiştir. Beşerlikten
kurtulup, insanlaşmamız ve uygarlaşmamız için gönderilmiş
bulunan Kutsal Vahyin bile günümüzde beşeri/nefsanî/politik
çıkarlara feda edildiğini üzülerek görüyoruz. Bu neden
böyledir? Ne yazık
ki henüz
Varlık-bilgi dengesini henüz genel beşeriyet olarak
tutturamamış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Doğru ve güzel
olanı,insani olanı biliyoruz ama idrak etmiş değiliz.
Varlıksal yapımız sahip olduğumuz bilgiyle uyumlu şekilde
yeterince gelişmiş değil; yani,
varlık-bilgi dengesizliği…
Bildiğimizin bilincine
ulaşmamış olduğumuz için, 21. Y.Y.’a girdik, hala ne haldeyiz,
üzülerek görüyoruz… “Kardeşlik”
ve “dostluk”
kavramının da temelini oluşturan varlıksal
“bir”lik
bilincinden uzak zihniyetin temsilcileri, teknoloji de ne
kadar ilerlemiş olursa olsun nefsanî ve dünyasal çıkarları
uğruna birlik şöyle dursun, bölücülükten bile geri
kalmıyorlar. Ahlaksal çürümeden kaynaklanan bunalım her yanda
kol geziyor. Ama kadim bilgelikten süzülerek günümüze kadar
gelmiş bir saptama da var: Devre sonunu yaşadığımız şu
günlerin belirgin niteliklerinden biri de, “Ayakların
baş durumunda olması” değil midir?… Toplumları mutlu
bir beraberlik içinde yaşatıp yücelten unsurları hazmetmiş
yönetimler/yöneticiler “baş” olmadıkça,
çekeceğimiz daha çok ıstırap var demektir. Sözde birlik /
beraberlik ve insan hakları vb. söylemleriyle; bölücü,
parçalayıcı, yayılmacı ve sömürgen eğilimlerle varlıklarını
sürdürmeye çalışan yönetimlerden dünya arınmadıkça, özlenen
insanca huzur pek geleceğe benzemiyor…
Özlemini çektiğimiz
bilişin/bilincin kalıcı olması için; önce içsel birliğe
ulaşmalıyız: Benliklerin teke indirilmesi, çok
yüzlülüğün(riyakârlığın) en aza indirilmesi, mana(iç) ile
suretin(dışın) bir olması… Bunun için de; yalan söylemeyecek
hale gelmek, “pozitif
yayın odağı” haline gelmek, kendimiz
için istemediğimizi başkası için de istememek, kısacası
tezahüratın tüm birimlerini, yakınlarımızdan başlayarak
kendimiz gibi sevmek…
Beşer tek tek bu kaliteye
gelmeden, hiç değilse, bu nitelikte belli bir
“kritik kitle”
oluşmadan, tüm beşeri birlik denemeleri sonuçsuz kalmaya
mahkûmdur. Birey ancak kendi içsel
“bir”liğini
kurduktan sonra, bunu başaran öteki insan kardeşleriyle
“mantal birlik” halini
de deneyimleyecektir. Beşeri uyanışın en belirgin işareti bu
olacağa benzemektedir. Böyle bir değişim ve dönüşümden sonra,
dünyada bunu başarabilmiş olanlardan oluşan
“Yeni İnsanlık” tan söz
edilebilir. |
DİPNOTLAR:
(8)
Yaradan ve yaradılış hk. İyi bir hissiyata sahip olmak
isteyenlere Bedri RUHSELMAN’ın “ALLAH” adlı eserini
incelemelerini öğütleriz.
(9)
“Düşünmez misiniz”, “akletmez misiniz”, “aklı işletmek”
mealindeki Kur’an ayetleri: Yasin 68, Casiye 23, Bakara 190,
Haşr 21, Ali İmran 7, Muhammed 24, Nur 61, Talak 10, Rum
8+9, Ankebut 49.
(10)
Sonsuz sınırsız tezahürat ortamında “aşağılık”
/
“yukarılık” söz konusu değil. Burada “aşağılık” /
“yukarılık” tan kasıt, titreşimlerin alçak ya da yüksek
oluşudur. Tekâmül olgusu içinde de aşağıdaki yukarıdakine
benzemeye çalışır.
YARARLANILAN ESERLER:
- KUR’AN
- SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları. - BÜYÜK
İNİSİYELER, Ruh ve Madde Yayınları. - İNSANIN
GERÇEĞİ KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları.
|