Bu
gerçeği; Fedon, Georgias ve Cumhuriyet adlı eserlerinde adlı
eserlerinde yoğun bir şekilde işlemiştir. Ayrıca, onun öteki
eserlerinde de yer yer ölüm tanımlarına rastlanır. Örneğin,
bunlardan birinde ölümü, “ruhun fizik bedenden ayrılması”
olarak tanımlar ve insanın bu “bedensiz” tarafı
daha az kısıtlamalara tabidir.
Bu durumun modern klinik ve deneysel çalışmalardaki
ifadelerini özellikle Dr.Moody’nin (‘Life After Life’ adlı)
eserinde görüyoruz.
Eflatun, eserlerinin birçok yerinde, bedeninden ayrılmış olan
ruhun, daha önceden ölmüş olanların ruhlarıyla karşılaşıp
görüşebileceğinden sözeder ki, bu konuda gerek deneysel
parapsikolojik araştırmalarda, gerekse spiritizm (deneysel
ruhçuluk) çalışma ve celselerinde (ve hatta bazen de
kendiliğinden) ortaya çıkmış olan olaylarda izlenmiştir.
Ayrıca, bir varlığın beden dışı deneyimleri çerçevesinde
Eflatun, fizik yaşamdan ruhsal yaşama geçiş sırasında rehber
varlıkların yardımlarından da sözetmiştir. Bununla ilgili
olarak, uykuyu (yarı) ölüme benzetmiş ve vücudun, ‘ruhun
hapishanesi’ olduğuna değinmiştir. Eflatun’a göre
ruhun bedene bağlanması, bir tür uyuma ve unutmadır ve hatta,
şuur kararmasıdır. Ruh varlığı yeniden doğduğu zaman, eski
deneyimlerini unutur; bedenini terkettiği zaman da, bunun
tersi olur. Dünyadaki yaşamı, otomatik olarak, bir film şeridi
gibi hafızasından (sanki gözlerinin önünden) geçer. Asıl
konumuz olan ÖYD deneyimlerinde de benzerleriyle
karşılaşacağımız bu motiflerle bağlantılı olarak ünlü filozof;
ölümün bir uyanma ve (fiziksel yaşamı) anımsama, hatta yeniden
yaşarcasına anımsama olduğunu vurgulamıştır.
Bedenini terk etmiş olan bir varlık bu aşamadan sonra, bir ‘yargılama’
aşamasından geçer ki; aslında, kendisini yargılayan, yine
kendisidir. Bu şekilde öte aleme geçmiş olan varlık, bir
önceki hayatında yaptığı ‘iyi’ ya da ‘fena’
şeyleri / deneyimleri görür, anımsar ve yeniden yaşar.
Bunlarla ilgili olarak dünyada iken noksan bıraktığı içsel
gelişim ihtiyaçlarını (bunlarla ilgili gerekli şuur hallerini)
tamamlayana, onların doyumuna varana kadar, bu hal sürer.
Eflatun,
beden dışı deneyimlerle ilgili olarak, bekide en güzel örneği
"Cumhuriyet’in onuncu kitabı"nda, ‘Bir Erin
Efsanesi’ başlığı altında vermiştir: Bu “er”,
bir savaşta şehit olanlar arasındadır. Savaş bittikten sonra,
şehitler sahipleri tarafından toplanarak, yakılmak üzere
hazırlanan kuru dalların üzerine konur. Dallar tam
tutuşturulacağı zaman, bizim er dirilir ve savaşta şehit
olduktan, kuru dallar üzerine bırakılana kadarki süre içinde
beden ötesi (ölüm ötesi)
deneyimlerini, daha doğrusu artık yeniden yaşama döndüğüne
göre ÖYD’lerini anlatır.
Tarihin derinliklerinden bize göz kırpan ölüm ve ölümle ilgili
öteki deneyimlerin ele alınarak işlendiği kaynaklar olarak da;
Hermes, Orfe, Fisagor ile Rama ve Krişna’yı gösterebiliriz(1).
Felsefe ekolünün ötesinde olmak üzere; ölüm ve ÖYD konusunun
tema olarak işlendiği en önemli kaynaklaran birisi de ‘TİBETİN
ÖLÜLER KİTABI’dır. M.Ö. 8.ci Y.Y.’da yazılı
hale getirilmeden çok çok önceleri kuşaklar boyunca ağızdan
ağıza nakledilen bu eser; konuya vakıf olmayan kimseler
tarafından öğrenilmesi ve istismar edilmemesi için son derece
simgesel yazılmıştır. Kitabı hazırlayan bilgelere göre;
ölmesini bilmek bir yetenek, hatta bir marifettir. Burada,
ÖYD’lerini kendi kendine gerçekleştiren, ayrıntılarını ileride
göreceğimiz, Oliver Fox ve Sylvan Muldon’u anımsamamak elde
değil. Bu, gerçekten de beceriklilik isteyen bir deneyimdir.
Tibetin Ölüler Kitabı’na göre, ustalıkla ya da
beceriksizlikle ölmek de söz konusudur. Dolayısıyla, ölüm
denen ‘geçiş’ ya da ölüme yakın bir deneyim,
büyük ölçüde, bir bilgi ve uygulama işidir. Cenaze töreninin
kaçınılmaz bir parçası olarak okunan bu eserle amaçlanan; hem
bedenini terketmiş şahsa yardım, hem de dinleyenlere
(bilgilenme açısından) inisiyatik ve ezoterik bir yardım
oluyordu. Ayrıca, öleni ağıtla değil; sevgi ve coşku dolu
hafifletici tesirlerle dünyadan uğurlamak doğrudan doğruya
uygulanan inisiyatik ve bilgi esaslı bir inisiyatik gelenekti.
Böyle bir uygulamadan amaç da; fizik bedeninden ayrılan
kimsenin spatyoma / ahirete uyumunu kolaylaştırmak, yani
teşevvüşünü kısaltmaktı ki bu; kanımızca, ölen birine
yapılabilecek en büyük yardımdır...
İşte
bunları anlatmak, bu halleri oluşturmak için, ruhun fiziksel
ölümünden sonra, geçirdiği ve geçireceği merhaleler (Tibet’in
Ölüler Kitabı’nda) anlatılır ki, bunlar da, Dr.Moody’nin
çalışmalarıyla ortaya konan deneyimlerin hemen hemen aynıdır.
Bu benzerlikler şunlardır:
- Ruhun vücuttan
çıkması(2),
- Bir süre baygınlık
(ne olduğunu bilememe, teşevvüş) geçirmesi, kendisini
‘boşluk’ta
bulması, - Bu ‘boşluk’
fiziksel bir boşluk değildir, boşlukta olma hissidir /
haletidir, - Burada,
ruhun(bedenli ruhun) şuuru hala yerindedir, - Duyulan sesler:
Tibet’in Ölüler Kitabı’nda, korkutucu, endişelendirici
gürültüler, Dr.Moody’nin çalışmalarında, “rüzgar
hışırtısı”, “çıngırak sesleri” olarak
geçer, - Bedeninden ayrılmış olan kimse, kendisi için
yapılan cenaze törenini görür, katılanların ve tören
etkinliklerinin seslerini işitir. -
Ölmüş olduğunun farkına varır. Ama eğer dünyada beden olarak
yaşadıysa, ölüm ile her şeyin yok olacağı inancıyla yaşamışsa,
öldüğünü fark etmesi, yaşamın ölüm ötesinde de sürdüğünü fark
etmesi çok zaman alabilir ki bu, varlık için önemli bir
kayıptır… - Fiziksel yaşamında
tanıdığı yerlerde ya da oraların yaknlarında dolaşır, - Artık varlık,
spatyoma özgü bir beden içindedir ki; buna, ‘ışıldayan
beden’ de denir (ruh varlığı hiçbir mekanda bedensiz
bulunamaz), - Bu bedeniyle;
duvarlardan, kayalardan, hatta dağların içinden geçebilir,
|