Yin ve Yang etkisindeki değişim
ilkesiyle, karşılıklı birbirine dönüş ilkesi bağlantılıdır; bu
aynı zamanda “evrensel tekamül
ilkesi”dir. Tao değişmez,
dönüşmez, salttır, arınmıştır; ancak, ilk olan ikililik
alanında kendi kendini gerçekleştirmiştir. Her nesne en yüksek
aşamaya değin çıkabilir; öte yandan, aşağıya inebilir ve
böylece kendi karşıtını ortaya çıkarabilir. Nesnel olaylar
evreninde saltık varlık yoktur. Sevgi hınca dönüşebilir,
mutluluk ve acı kolayca bir diğerine dönüşebilir, yüksek ve
alçak dönüşümlüdür. Ancak bu dönüşümlerin hepsi insanın yüksek
enerjileri kullanmasını öğrenmesi için olmaktadır, o nedenle
gönül rahatlığıyla ‘ben bu yaşamımda kötünün enerjisini
kullanmayı seçtim’ deme şansına sahip değiliz. Öyle olduğu ne
malum? Ya kendinizi kandırıyor ve yaşam programınızın dışına
çıkıyorsanız, o zaman ne olacak? Koskoca bir yaşamın heba
edilmesi yetmezmiş gibi bir de karmik borç faturasının altını
cesaretle imzalamak ancak bilmeyenlerin gösterebileceği bir
cesaret türüdür. İnsan bilgilendikçe, her attığı adımı, her
ettiği sözü daha fazla tartıp ölçmek durumunda kalıyor, olgun
başakların başı eğiktir.
Bilinçli
yeni çağ insanın ana hatlarıyla kendi yaşam programı hakkında
da bazı temel bilgilere ulaşmış olması onun için çok faydalı,
neyin programına uygun olduğunu neyin olmadığını daha iyi
görmesini sağlar. Günümüz insanı için bilim nasıl
vazgeçilmezse kadim bir bilimin ve bilgeliğin uzantısı olan
astroloji de aslında öyle bir vazgeçilmezdir. Bu eski
bilgelik de önümüzdeki yıllarda hak ettiği değeri kazanacak
gibi görünüyor.
Karşıtlık içinde
bağdaşın olmakla olmamak.
Ağırla yeğnik karşıtlık içinde gerçekleşir.
Uzunla kısa karşıtlık içinde ayrışır.
Karşıtlık içinde izler birbirini önceyle sonra.
Kolaylığı, iyi ile kötü,
mutlulukla mutsuzluk arasındaki karşılıklı değişme alanını
saptamak için büyüleyici bir benzetmeyle; böyle yazmış yaşlı
ve yoksul Lieh-tsu:
“Yıkılmış bir kent
kalesinde, bir tepenin üstünde, oğluyla birlikte yaşayan yaşlı
bir adam vardı; günün birinde atı kaçmıştı tepeden. Bunun
üzerine yakın komşuları, atın yitişinden dolayı acısını
bölüşmek, ona duygudaş olmak için geldiler. Gelen komşulara,
“Neden bunun mutluluk olduğunu anlıyamıyorsunuz, üzülecek ne
var ?” diye sordu adam; ve sonraki günlerde atlardan birkaçını
eğitti, yanında alakoydu. Bir gün, oğlu atla gezme tutkusuna
kapıldı; sonunda bacağı kırıldı. Yine geldi komşular, eski
sözlerini yinelediler, ‘geçmiş olsun acını paylaşmaya geldik’
dediler. Yaşlı adam, yine bunu neden bir mutsuzluk
saydıklarını sordu onlara ve sustu onlar gidene dek. Ertesi
yıl bir savaş çıktı; oğul, topal kaldığından göreve
çağrılmadı. Yaşlı bilge ileriyi gören biri olarak köylülere
büyük bir ders vermiş oldu. Önünü arkasını, sağını solunu
bilmeden hiçbir olayı bugünkü kesit içinde kesin yargılarla
yargımalayın sonra şaşırır, üzülür hatta utanırsınız demek
istedi…”
Büyük kötülüğü yaratan insandır;
ortadan kaldırabilecek olan da insandır. Doğaya yüklenen
güçlükler yanlış yorumlamalardır; bunlar kişinin dışa dönük
olmasından, görünüşe bakmasından dolayıdır. İnsan, kendi
doğasını yeterince anlarsa, bu güçlüklerin hepsi gerçek
“doğal” olur.
Doğu metafiziğinde, batı
mantığında olduğu gibi sıkı bir ‘ya böyle-ya şöyle” türünde,
ak-kara karşıtlığından kaynaklanan demirden bir tutum yoktur;
bu mantık Aristoteles’in tertium non datur (üçüncü
olanağın yokluğu) görüşünden gelir. Avrupa ne denli gelişse
de, bu görüşten doğan dar kalıplı bir bilgiyle sorunlara çözüm
aramıştır. Avrupalı için ya ak vardır, ya da kara, gri veya
daha pek çok ara renk tonunun olması olasığı onların zihinsel
doğasını zorlar ve rahatsız eder. Aristo’nun düz mantığı,
maddeyi geliştirmek ve özellikle madde ile bağlantı kurmak
açısından son derece yararlı ise de içsel gelişim açısından
sığdır. Pek çok açı içeren insan ruh hallerini anlamak ve
bencillikten kurtulmak için, doğu zihniyetinin zengin ve
mistik yapısı ile sentez yapmak ihtiyacını doğrurur ki,
günümüzde de Batı, Doğu’nun tüm meditasyon, yoga ve alternatif
tıp tekniklerini, Çin Bilgeliğini anlamaya ve hissetmeye
çalışmakta, bu arada da bir sürü sahte gurunun ortaya
çıkmasına da neden olmaktadır. Pozitifle negatifin sessiz
dengesi her alanda kendi dengesini korumaya devam etmektedir.
Taoculukta yatıştırıcı, uygun
üç öğe vardır. Bu yüzden tek sayılar uğurlu sayılır. Günümüzde
geçersiz sayılan bu görüş kadim ve eski bir bilgeliğin
günümüzdeki yozlaşmış kalıntısıdır. Yin’e bağlanan çift
sayılar, belli bir odakta toplanmadığından güçsüzdür; oysa,
Yang’la ilgili sayı, ya da tek sayı, bölüm işleminde bir
odağa dayandığından etkilidir. Her bölünende, ya da kırılanda
bir düzensizlik ve çok biçimlilik öğesi vardır; onu birlikte
taşır. Ancak üçlemenin, onun odağının, dengeliliğinin
yardımıyla bu çok yönlülük birliğe dönüşebilir, onun kökensel
uyumuna ulaşabilir. Üç ilk tek sayıdır, yeniden üç kez üç,
“Yang bolluğu”nun simgeselidir. Daha sonra Hristiyanlıkta da
rastlayacağımız Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi, evrensel 3
ilkesinin çeşitli dönemlerdeki yansımalarından biridir. Mu
uygarlığındaki ilk bilgilere dayanan bu üçlemede artı-eksi ve
nötr vardır yani bir önce tektir sonra iki olur ve üç
olduğunda da nötrleşir, enerji maddede mekan tutar, tezahürat
başlar.
Tao öğretisinde, iyide ve kötüde
olduğu gibi güçlüden ve güçsüzden, daha iyi bir duruma varma
konusundan, söz edilemez. “Güçsüz” indirgeyici bir anlamda
kullanılamaz. Gerçekte güçsüz olan, sol yan Yin, Çin’de
hep özsaygının alanıdır; bu alan baskıdan uzak kalmanın,
dolayısıyla barışın ortamı diye yansıtılır. Sağ yan, güçlü,
etkin olan alan, Yang’ın kılıç tutan kolu, büyük
gücüyle baskıya yönelir; bu nedenle de, saçıp savurmaya,
sonunda kendi kendine yıkmaya değin varır. Güce dayalı
baskının gerekli sonucu sağladığına inanılan ordunun işe
karışmasını gerekli kılan günlerde, savaş evrelerinde, sağ yan
insanın özsaygısını koruma alanı diye adlandırılır.
Taoculuğun
en çok ilgi çeken öğretisi, bu güçlüyle güçsüz sorununu iyi
işlemesidir. Yin’in
(dişil) edilginlik gücü, Yang’ın (eril) aracısız
eylemsel gücünden daha süreklidir. Bunlardan birinde denetleyici,
taşıyıcı bir güç, ötekinde hızla kullanılan, yıkmaya yarayan
bir güç vardır. Bu, güçsüzde güçlü olma, uyum ve ananın
dölyatağına özgü simgeyle bağlantılıdır. Bu bağlantı tüm
nesneleri içine alma, kaplama, benimseme ve hepsini dışlama,
içinden dışa atma anlamını vurgular. Burası en dipte, en
aşağıda bir alandır, suyun bütün gücünü kapsar; bu su da,
Yang’ın yüksek alanından aşağı düşer. Görkemli çağlayanlar ve
azgın dağ suları hep onun gücünden fışkırır, en aşağı alanda
toplanır; bu gereklidir. Toplanan sular ırmakların,
denizlerin, okyanusların derin, engin, sessiz ve şaşmaz gücü,
Yin ilkesine dönüşür.
Yin
-su- ilkesi karşısında
Yang -ateş- ilkesi durur, ancak bu güçlerin
ikisi de karşıt anlamlı bir özelliktedir; bu nedenle,
yokoluşla varoluşu birlikte yansıtan güçler diye
anlaşılır. Bu çelişkili işlem doğada da vardır; nitekim doğa
yaşama karşı çok acımasız, yıkıcı, yıpratıcı, tutumlarının
yanında bolluk, mutluluk, kıvanç verici nitelikte de davranır.
Üstelik, Çin varlığını ortaya koyan ve büyük ana denen
Kwan-yin, birbirine karşıt, yaratıcı-yokedici, yaşam-ölüm gibi
iki durumu içeren yapıdadır. O, özünde, bilgelik (Yin)
aracılığıyla dönüşmenin, gerçekleştirme (Yang)
aracılığıyla Tao’ya ve en üstün birliğe varmanın sürecini dile
getirir. O, göğün kraliçesidir, büyük yeryüzü anasıdır, bütün
nesnelerin kendisinden doğduğu, yine kendisine döndüğü, Tellus
Mater’dır (Yeryüzü anası, yer ana). O, acımasız, kıyıcı, azgın
olabilirse de, daha az “barışsever, iyilikseven, gönüldeş
demek değildir; o hep ölümlüğün bir yamağıdır, yaratıcıdır,
bizim özel devindirici gücümüzün değişkenliği ve baskısı
altındadır. Onun ortaya getirdiği tüm kokular, tatlılıklar,
dokununca sevinç uyandıran doğal yüzeyler, boylamlar...hep
bizim yararımız içindir!”.
Yin
ve Yang mevsimlere bile egemendir. Güz, bütün yaşam
güçlerinin geri çekildiği evredir; yeryüzü “içine
kapandığında” kıştır, kırık, çökük, pısırık, soğuk, dokunulmaz
ve kutsal, hepsi Yin’dir. İlkyaz, yeryüzü göksel
sıcaklığın sabanıyla “açıldığında” ve yaz gelip güneşin
doğurucu, geliştirici en yüksek doruğuna vardığında, hepsi
Yang’dır. Ürün bayramıyla yıl sona erer; bu evrede
imparator, gökyüzünün oğlu olarak, yüksek evrensel ve tinsel
erk niteliği taşıyan Yin ve Yang gibi birbirine
bağlı iki gücü simgeleyip bayram törenlerini yönetir.
İlkyazda, dinsel bir törenle, imparator eliyle bayramın ilk
açılışı, başlangıcı anlamını taşıyan ilk sabanla açılır. Yaz
güneşi evresine girince, dörtgen biçimli bir yer sunağında,
yine dörtgen biçimli sarı bir taşla simgelenir; böylece tören
sona erer. Bu tören, kış dönemi soğuklarının ve karanlığının
toprağa dönmeye başladığı dönemi vurgular. Kış güneşinin dönüm
evresine geldiğinde güneşin gelişen gücüne ve sıcakların
dönüşüne uygun biçimde, gökyüzü sunağında tören düzenlenir, bu
da, yeşimden yuvarlak mavi bir taşla yansıtılır.
Ruhsal
Öğretiler kendi, özelliklerine göre Yin-Yang gibidir ve
içlerinde gizli kozmik bir denge vardır. Bu dışsal bakışla her
zaman anlaşılamadığından, ruhsal öğretileri ve dinleri büyük
bir rahatlıkla eleştirir, ileri geri konuşuruz ama Hakikat’i
hisseden bu bilgisizlik karşısında sadece susar. Doğanın
koruyucu, elde bulundurucu, dişil sezgisel güdüsü büyük ana
tapınımıyla yansıtılır. Bu doğal güdü dışa dönük, egemen
olucu, erkeksi, ataerkil, ussal bir görünüştür; tanrının, ya
da tanrıçaların insan biçimli tasarımıyla ilgilidir. Bu
güçlerden biri çok güdüsel ötekisiyse çok mantıksal sayılır.
Bunlar, insanın tinsel gereksinimlerini giderecek durumda
değildir. Bundan dolayı, bu göksel kraliçenin tapımı
Hıristiyanlığa geçmiş, böylece kral-tanrı dengesi güven altına
alınmıştır. Bu iki görüşün biri bile yadsınamaz, yadsıma
karşılıksız kalamaz; yine bunlardan biri öteki olmadan yetkin
bir yönetici özelliği kazanamaz. İkisi de, birbiri karşısında,
Yin-Yang gerekliliğini andıran bir bağlam içindedir.
Yin-Yang
simgeselliği insan biçimliliğinin, ya da tanrısal biçimcilik
izlenimlerinden büsbütün bağımsızdır; ne denli dar ve son
anlamda alınsa bile dişil-eril bağlamında bir yakınlaşma söz
konusu değildir. Kökensel alan, hepsinden önce, metafiziktir,
benzeşiktir; bu nedenle de, düşünsel ve doğal yapıya göredir.
Bu, ilgiler, karşılıklı alışverişler alanıdır, dolayısıyla
Yin-Yang’ın yaratıcı, temellendirici ikililiğini dile
getirir; bu ikilik de nesnel olaylar dünyasında birliğin
durumunu, karşıtların ve bütünleyici niteliklerin düzene
konmasını sağlar. Bağdaşmanın ve yaratmanın her türlü ikili
olmayı gerektirir. Bu durum yaşamın süre giden türlerinden
çıkarılır; bu türler maddesel, ruhbilimsel olur. Bu gerçek
evrende algılanan, tasarlanan, kavranan ne varsa belli bir
bağlam içinde olmalıdır. Bu nedenden dolayı Chuang-tsu şöyle
dedi: “En yetkin
olumsuz ilkede çok güçlü etkinliğin sonucudur...ikisi arasında
bulunan dönüşüm bağlamı, bütün nesnelerin yaratılmasını
sağlayan bir uyuma varır”.
Bu iki güç, eksiksiz denge
içinde etkilerini sürdürürse, bunlardan kendi kendine bir güç
olan ve denetleyici bir erkle yönlendirilen birliğe ulaşılır.
Öte yandan, dengesizliğin ve uyumsuzluğun gücü yoktur; bunlar
birlikte, birbiri içine yuvarlanır. Uyumun dışında kalan ne
varsa yanlış, dengesizdir, ister maddesel, ister ruhbilimsel,
ister bireyin içinde, isterse evrende, genelde olsun
Yin-Yang güçlerinin dengeliliğine özgü yadsınmadan ve
tedirginlikten gelen denetimden kurtulamaz. Bu yalnızca insan
varlığı için geçerli değil, şimdiki yaşam için, sağlık
güvencesinin korunması için bile geçerlidir. Bedendeki
eril-dişil denge bozulduğunda da rahatsızlıklar başlar.
“Olumlunun,
olumsuzun dengesi bozulmuşsa... insan gövdesel acılara uğrar”.
Bu yüzden, eskiden Çin’de bu yaşamsal dengeyi sürdürmeleri
için sağlık uzmanlarına çok akça verilirdi; onların sağlıkla
ilgili uygulamaları, yetkileri sağlığı bozarsa ceza
görürlerdi; bu da, sağlık uzmanlarına karşı bir güvensizlik,
yadsıma anlamına gelirdi.Günümüzde de Kadim Çin Tıbbı eski
değerini kazanmaya başlamıştır.
Bu iki büyük güç, evrende
etkinliğini sürdürdükçe, birey, iyiliksever de olabilir,
kötülüksever de, dengeyi yıkabilir de, koruyabilir de. Onlar
kötülüksever olduklarında erkeksiyle kadınsı varlıklar
arasında uyumsuzluk doğar, yaratıcılık ve uyumluluk yerine
uğursuzluk, yıkımsal eylem gündeme gelir. Bu durumda bireyler
kendi egemenlikleri uğruna savaşırlar, bir kişisel değer
düşüklüğü, benlik değersizliği ortaya çıkar. Böylece bencillik
bütün ölçülerin ötesine geçer, ikili bir uygulama ve baskı
etkinlik kazanır. Bu duruma gelince ikisinden de yararlı,
sağlıklı bir iş çıkmaz. Oysa, işlevleri düzgün yürürse biri
ötekinin yetersizliklerini, eksiklerini giderir. Ancak
Yin-Yang, varlık alanına çıkmakta yetkin bir ikililik ve
bağlaşımla değil, tersine o birliğin, Tao’nun çevresiyle
kuşatılmıştır. O bütünlüktür, o ikililiğin ve ikili olmayışın
simgesini vurgular. O kendiliğinden varolan, bağımsız, büyük
birliktir, ondan doğan ikililiktir. “Varoluşun ve varolmayış
birbirini gerektirir.” Bu
tanrısal bir bağdaşımdır, tüm tinsel ve dünyaya özgü yaşamın
kaynağıdır. “İki olanlar”,
hep “bir olan”dan doğar, birbirinden ayrılmaz.
Yin ve Yang tinsel alanda,
Tao’nun içkin ve aşkın görünüşüdür, tinin soluk alıp
verişidir. Yeryüzünde ve tüm ruhsal öğretilerde kendi
kurallarına göre ortaya çıkar. Olumlu ve olumsuz olan,
tanrısal tapım ve törenle ilgili dışa dönük; olumlu
uygulamalarla içe dönük edilgin, gizemli, inançlara özgü
uygulamalar arasındaki karşılıklı değişim bağlamında görünür
ve yaşanır duruma gelir. Tao’nın içkin ve aşkın görünüşünü her
insan içinde barındırır ama bu içsel bilgeliğe kavuşmak hiç de
sanıldığı kadar kolay değildir. Pek çok uğraş ve kendini
tanıma çalışması gerektirir. Kişinin kendine ve kendi
eksiğine, fazlalığına karşı çok dürüst olmasıyla başlayan bu
süreç, çok çeşitli arınma, meditasyon-yoga programlarıyla
Tao’yu içinde keşfetmeya kadar giden derin bir yolculuktur.
Burada Bir olanda, ya da Tao’da,
bilgi ve varoluşun birliğine yönelik bir içiçe eriyip kaynaşma
söz konusudur. Simge olarak,
Yin-Yang arasındaki varlık bağlamı yetkinliğin kendisidir.
Onun simgeseli de yüzeyselde ve derin anlamdaki yüksekliktir.
O, bütün
olana katılır ve tükenmez olandır.
Yani daha anlaşılır bir şekilde açıklayacak olursak özet
olarak diyebiliriz ki, bilgi bir bütün olarak,her yerde ve her
anda var olmaktadır. Varlıkların bulundukları nokta, yani
gerçeklik noktaları ise onlara bu bilgiyi kullanma yolunu
çizer. Gerçeklik noktasının bir diğer adı şuur ve
şuurlanmadır. Tekamülün özü insanın daha geniş bir şuur
skalasına ya da daha yetkin bir şuur alanına kavuşması
içindir.
Kendi gerçeklikleri hangi mertebede ise ona göre yorumlarlar
bilgiyi ama bu yinede bir denge yaratır çünkü eksik, negatif,
pozitif vs. gibi yorumlayan varlıklar, yine bu yorumlarıyla
birbirlerine yardım eder, ihtiyaçlarla karşılaşma olanağı
verirler bir düze içinde. Her yorum bir ihtiyaç karşılığıdır.
Düzen ve denge buradan kaynaklanmaktadır. Hepsinin Bir'e
hizmet edebilmesi bundandır.
Bir varlık, bir başka varlığın ihtiyaç ve gerçeklik noktasını
değiştiremez.Varlıklar kendi gelişimlerini kendi kaydettikleri
aşamalar ile
yaparlar. Çaba, emek, uğraş ve istek ile gelirler bir noktaya…
Bu zaman zarfı içinde bir başka varlığın gelişim süreçlerini
değerlendirmek, kınamak, yadırgamak, dışlamak değil
ANLAMAK gerekmektedir. Çünkü
varlıklar ancak bu şekilde gelişirler. Herşeye ihtiyaçları
vardır. Yaşamalıdırlar. O anki gerçeklik budur.
Bunu anlamalı ve herşeyi olduğu gibi kabul etmeliyiz. Bu tip
bir bakış açısı bir Taoist için çeşitli renklerdeki
mandalaları seyretmek
gibidir. Aslında bakış açısına göre her şey sizin için kozmik
dengeleri simgeleyen bir mandala olabilir ya da sıradan,
tesadüfi veya anlamsız da olabilir.
ANCAK; pozitif ve negatif dengesini sağlıklı bir şekilde tesis
edebilmek için size zarar veren her türlü bozuk dengeden uzak
durmayı, kendi yaşamanızın dışında bırakmayı
seçebilirsiniz. Onu kınamadan, dışlamadan, yargılamadan,
değerlendirmeden... Çünkü varlıkların
seçimleri vardır yaşamaları gerekenler vardır. Bizler iyi ve
kötü dengesinde her zaman iyi olanı ve kutsal kitaplarımızla
bize tavsiye edilenleri seçmek durumundayız çünkü ışığa böyle
hizmet edebiliriz. Her ikisi de Bir’e hizmet ediyor diyerek
bulunduğumuz durumda karmaşa yaratmamamız ve yanlış örnek
olmamamız gerekir. Bunlar üst seviyeli yüksek bilgilerdir,
aşağıya doğru inince iyi ve kötü vardır ve her zaman iyiye
hizmet etmek gerekir.
Elbette yardımlaşmak da gerekir, bazen uyarmak da gerekir,
bazen söylenmek de gerekir ama zorlamak değil seçim yine
varlığın kendisine aittir,doğru yolu göstermek, hatırlatmak
herkesin görevidir.
Doğru yol
bir Hakikattir, Hakikatler saptırılamaz
o nedenle ancak ‘seçilen yol sizindir’. Yolu
seçmediyseniz kısa bir süre sonra o yoldan mutlaka saparsınız.
İnsanlara
bulundukları durumla ilgili olarak anlayış ve sevgi
göstermelidir. Zarar veren, istenmeyen alanlardan nazikçe
dışlamadan, itmeden, kırmadan uzak kalınabilir bu bireylerin
kendi haklarıdır. Ve Tao’nun özde “Bir”lik İlke’sine de aykırı
değildir. Pozitif ile Negatif arasındaki dengeyi bilen kişi
kendi dileğiyle pozitifi seçtiğinde, sevgi ve saygı içinde
negatiften uzak durmak özgürlüğüne tamamen sahiptir… Alınan
tüm ruhsal bilgiler de bizlere bu dengeyi öğretmeye çalışır,
iyiyi de kötüyü de bilip iyiyi seçme özgürlüğünü kullanmak,
ruh ve beden ilişkisi ve o kişinin toplumla ilişkisi açısından
harika bir dengedir. |