“Evrende
gezegeni bulunan tek yıldız bizim yıldızımızdır, diye iddia da
bulunmak; yavruları olan tek kedi benim kedimdir, diyen bir
çocuğun iddiası kadar gülünçtür. Elbette bir gök bilimci
olarak ben, kendi galaksimizde başka uygarlıklar
bulunabileceğini çok güçlü bir olasılık olarak görmekteyim.”
Prof. Dr.
Allen HYNEK - Astrofizikçi ve UFOlog
İçinde bulunduğumuz galaksinin yaşı, yaklaşık olarak 13 x 109
olarak biliniyor. Hafif maddelerden yapılı ilk yıldızlardan
sonra, ilk 2 x 109 yılda güneş ve benzeri yıldızlar
oluşmaya başladı. Daha sonra da gezegenler ortaya çıkt, dünyada canlılığın başlangıcından günümüze kadar geçen zaman 4
x109 yıldır. Bu duruma göre, galaksimizin herhangi bir yerinde
yaşamın ortaya çıkması ya da yaşamın/canlılığın oraya
“aşılanması”
yla, ileri bir uygarlığa dönüşmesi için, dünyada yaşamın
başlamasından önce, 7 x109yıllık bir zaman aralığı söz konusu oluyor. Galaksimizde
birbirini izleyen iki uygarlığın gelişmesine yetecek zaman var
mıdır? Bu kadar uzak mesafelere yaşam ya da canlılık
ulaşabilir mi? Yaşamın evrenlerin herhangi bir yerinde
yaratıldığına dair biyolojik kanıtlar var mıdır?
Belki bazı okurlarımıza çok “uçuk” gelecek bu
sorular günümüzden 40 yıl kadar önce, tutuculuktan ve
önyargılardan uzak gerçek bilimsel zihniyete sahip bilim
insanlarınca gündeme getirilmişti. Ermenistan- Byurakan
Astrofizik Gözlemevi, 1971. Sovyet ve Amerikan Bilimler
Akademileri’nin ortaklaşa düzenledikleri uluslararası
nitelikli toplantıda bu sorular ele alındı ve bu konudaki
çalışmaların daha ciddiyetle sürdürülerek dünya dışı zeki
hayatın mensuplarıyla bağlantı olanak ve olasılıklarının
araştırılmasına karar kılınmıştı.
En son birkaç on yılın çığ gibi
büyüyen teknik bilgisi, insanı evrende bulunması olası başka
uygarlıklarla haberleşmeye cesaretlendirmiştir(1).
Fakat böyle bir işe girişmeden önce, iki konu aydınlığa
kavuşmalıdır: Birincisi, zeki hayatın evrenlerde nadir
olmadığı yönünde zorlayıcı kanıtların ortaya çıkarılması.
İkincisi, yıldızları birbirinden ayıran uzaklıkların
ötesindeki hayat formlarını saptayacak teknolojinin
hazmedilmesi.
Evrenlerin başka yerlerinde de zeki/şuurlu yaşamın olması
gerektiğini düşünmeye zorlayan bilgilerden biri,
görebildiğimiz evrende 100 milyon x milyon x milyon adet bizim
güneşimiz gibi yıldızın bulunmasıdır. Bizim güneşimiz bu
yıldızlardan herhangi birisidir. Şimdiye kadar da, öteki
yıldızların yanında sadece bizim yıldızımızın(güneşimizin) bir
uydusunda yaşamın ortaya çıkışıyla ilgili bir ayrıcalık henüz
saptanamamıştır. Bu bakımdan bizim güneş sistemimizin
tarihçesinin, başka güneş sistemlerinde de aynen(ya da benzer
şekilde) ortaya çıkmış olacağını düşünmek çok acayip olmasa
gerek. Evren tarihi içinde, bizim güneş sistemimizinkine
benzer tarihçenin sayısız kez yinelenmiş olması imkânsız
görünmüyor.
Bütün bunlardan başka, dünyanın ilk devrelerindeki koşullar
içinde(ve de dünyaya az çok benzer başka uzaysal objelerde)
canlılığın nasıl ortaya çıkıp geliştiği konusunda elimizde
yeterince yaşam kimyası bilgisi bulunmaktadır. Gerçeklerin
böyle basit kombinasyonundan bile uzayda sadece birkaç değil,
çok fazla sayıda uygarlığın bulunması zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır. California Teknoloji Enstitüsü Müdürü Lee du
Bridge’in bu konuyla ilgili beyanı ilginçtir:
“Dünya
dışı hayatın tespit edilmesi değil, edilememesi bizleri
şaşırtır.”
ANDROMEDA: Bilinen galaksiler arasında "Samanyolu"na en
çok benzeyen galaksi.
Dünya dışı uygarlıklarla bağlantı/iletişim konusunda iki
sorunla karşı karşıya bulunuyoruz: Bunlardan birincisi, önce
bizim galaksimizde şu andaki uygarlıkların sayısının ortaya
çıkarılabilmesi için astronomik ve biyokimyasal enformasyonun
kullanılmasıdır. Bu sayıdan ve galaksinin yapısıyla ilgili
bilgiden hareketle, bize en yakın uygarlık(lar)ın bize
uzaklığı konusunda bir tahminde bulunabiliriz. Onlarla
iletişim bağlantısı konusunda ikinci sorun ise, hangi
teknolojik yoldan bu bağlantının kurulacağıdır; roketlerle mi,
radyo dalgalarıyla mı vb.
Teknolojik medeniyetlerin sayısı birçok konuya/parametreye
bağlı olarak değişir: Bunlardan birisi, Samanyolu
Galaksisi’nde
“yıldız doğum oranı”
dır. Şimdiye
kadar yapılan çalışmalardan anlaşılmıştır ki, Samanyolu’nda
her yıl ortalama bir yıldız doğmaktadır. Bunların kaçının
çevresinde gezegen vardır? Yıldız formasyonuyla ilgili tüm
modern teoriler; yeni doğan bir yıldızla birlikte, en az
ikinci bir gezegenin(ya da gezegenlerinde) gaz toz bulutunun
açısal hızıyla
(angular momentum) ilgili olarak ortaya çıktığını
önermektedir. Zaten halen mevcut yıldızlarında
incelenmesinden, bunların % 98’inin çift yıldız sistemi
şeklinde bulunduğu anlaşılmıştır. Her bir çiftin üyeleri
arasındaki uzaklık, bizim güneşimiz ile Jüpiter arasındaki
uzaklık gibidir. Bu bakımdan, optik gözlemlerde bize tek tek
görünen yıldızların çevrelerinde bizimki gibi gezegen
sistemleri bulunması çok olasıdır. Bu olasılığı göz ardı
etmek, uzayın sonsuz derinliklerine bir gözü kapalı bakmakla
özdeş bir tutuculuktur. Aklı hür, vicdanı hür ve sağduyu
sahibi insanlar olarak; elimizdeki bilgiler ışığında konuyu
irdeliyoruz…
Bildiğimiz kadarıyla, sıcaklığı; suyun kaynama ve donma
noktaları arasında bulunan her gezegen üzerinde canlılık ve
yaşam tezahür edebilir(1). Tüm
bunlardan hareketle, yaşamın evrenlerde çokluğunun, esas olarak
yıldız formasyonu oranına, tek yıldızların yüzdesine,
dolayısıyla olası gezegen sistemlerine bağlı olduğunu
söyleyebiliriz. Fakat bilinen galaksi tarihi içinde bu
gelişimin/tezahüratın hepsi saptanabilir mi? Yani bir
uygarlığın ömür uzunluğunu sınırlayan/belirleyen faktörler
nelerdir? Belki de, kozmik kazalar ya da bir nükleer savaşın
neden olduğu yıkım… Ya da olası bir enerji tasarrufu sağlamak
üzere, mesajlarını; gezegenlerinin atmosferi içinde değil,
tüpler içinde gönderilmeleri söz konusu olabilir. O zaman da
onları saptayamayabiliriz(2). Bu
bakımdan bizden çok çok ileri teknolojik düzeyde
bulunmalarından dolayı da onları saptayamamış olacağız. Ama bu
saptamayı yapamıyoruz diye, onların var olduklarını reddetmek
doğru olmaz, en azından özgürce düşünebilen bilimsel bir
zihniyetten böyle bir katılık beklenemez. Algılama kapasitesi
sınırlı duyu organlarımız ve bunların uzantısı olan ölçüm
cihazlarımızla her şeyi ölçüp biçtiğimizi sanmak ve her şeyi
biliyor iddiasında bulunmak “bilimsel tutuculuk”
tan başka bir şey olmasa gerek…
Bundan ayrı olarak, saptanabilecek
uygarlıkların sayısı söz konusu
“ömür uzunluğu”
konusuyla doğrudan ilgili bulunmaktadır. Aslında sayısal
olarak, galaksimizdeki saptanabilir uygarlıkların miktarı,
uygarlıkların saptanabilir ortalama ömür uzunluğuna eşit
olacaktır. Tüm bunlardan sonra, galaksimizde saptanabilir
uygarlık sayısının 10.000 olduğu ifade edilmektedir(1).
Bunlardan bize en yakın olanı da en azından 1000 ışık yılı
uzaklıktadır.
Konu akışımızın bu noktasında artık şu soruyu sorabiliriz:
Galaksimiz içinde en yaygın olarak kullanılan haberleşme
aracına/şekline bizi götürecek yol nedir? Herhalde, bugün
bizim en gelişmiş iletişim yöntemlerimiz değil. Çünkü örneğin,
öteki uygarlıklar infrared iletişimi yapıyor olabilirler.
Yıldızlararası iletişimde roket ya da uzay gemileri de çok
yetersizdir. Bu gibi araçlar güneş sistemi sınırları içinde
geçerli olabilir; ama yıldızları birbirinden ayıran uzaklıklar
söz konusu olduğunda, bu araçlar derhal önemlerini yitirir.
Yıldızlar arası iletişim, roket ve uzay gemileriyle yapılsa
bile, bu çok nadir olacaktır. Yıldızlar arası büyük uzaklıklar
ile Relativite Teorisi bizi ister istemez bu aracı
değiştirmeye; oralara, o uzaklıklara madde yerine, zaten amaç
olan enformasyonu göndermeye zorlayacaktır. Bu bakımdan
yıldızlar arası uygarlıkların yıldızlar arası habercisi büyük
bir olasılıkla elektromanyetik dalgalar olmalıdır. Bu; ışık,
radyo, kızılötesi dalgaları ve x- ışınları olabilir.
Bu amaçla 1960’da West Virginia- Green Bank’deki Radyo
Astronomi gözlemevinde uygulanan Ozma Projesinde sadece bize
en yakın iki yıldız ele alınmış(ki bunlar Tau- Ceti ve Epsilon
Eridani’dir) ve bu yöntemle elle tutulur bir sonucun elde
edilebilmesi için 1000 ışık yılı uzaklık içinde 10 milyon
yıldız olduğu, bunlardan sadece birinde saptanabilir bir
uygarlık bulunabileceği; bu bakımdan daha 10 milyon yıldızın
incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Evrenlerde yalnız olmadığımız fikri modern bilimde, yerini
kabul ettirmiş görüşlerden birisi haline gelmiş bulunuyor.
Dünyayı meydana getiren atomlar 5-10 milyar ışık yılı
ötelerdeki yıldızlarda da saptanmış durumda. Oralarda
canlılığın ortaya çıkışındaki koşullar elbette ki değişik
olabilir. Dolayısıyla aynı yapı taşlarından değişik ve bizim
alışık olmadığımız yaşam formları türemiş olabilir. Dahası,
Prof. Dr. Carl SAGAN’ın da belirtmiş olduğu gibi; dünyada bile
yaşamı/canlılığı yeniden başlatmak mümkün olsaydı, tamamen
değişik koşullar altında, bugünkü doğanın manzarası, insanlar
da dâhil, çok farklı olurdu. Ne şekilde olursa olsun, üzerinde
bir tür yaşam oluşmuş bulunan bir gezegende birkaç milyar yıl
sonra zekânın ve teknik bir medeniyetin ortaya çıkacağı
kaçınılmaz bir olasılık olarak karşımızda bulunmaktadır.
Yıldızlararası ortamla ilgili, hatta sadece galaksimizle
ilgili ölçümler ve rakamlar göz önüne alındığında dünya
beşeriyeti(yani dünyada zeki yaşamın ortaya çıkışı) oldukça
yeni. Bugüne kadar, dünya beşeri uygarlığı, gezegenin ömrünün
milyonda birini kapsamıştır. Başka yıldızların, üzerinde;
dünyadakinden çok önceleri hayat başlamış olan gezegenlerinde
zeki yaşam, bizimknden her bakımdan çok daha ileri durumda
olması çok doğaldır. Böyle bir gelişimin görünümünü(sosyal,
bilimsel, sanatsal ya da teknik, hatta bizim bugün hayal bile
edemeyeceğimiz yönlerde olsun) şimdiden anlamak çok zor olsa
gerek…
Dünyanın gelişimini de küçümsememek gerekir. Örneğin,
milyarlarca yıldan beri gezegenimizin tek bir uydusu(Ay)
vardı; oysaki bu gün gezegenimizin binlerce uydusu var. Yapay
uydularımız kuşkusuz çok küçük objeler ama bunlar Satürn’ün
kuşağını oluşturan küçük cisimlerden daha büyük… Dünya
üzerindeki zeki yaşam, gezegenimizi güneş sistemi içinde en
güçlü radyo kaynağı olması bakımından ikinci sıraya
getirmiştir. Büyük bir olasılık olarak görülmektedir ki, bir
gün dünyamız; bu bakımdan hiç değilse zaman zaman ve belirli
frekanslarda güneşe yetişmiş olacaktır.
Galaktik Uygarlıklar Arası Radyo Bağlantısı:
Buraya kadar olan paragraflarımızda, galaksimiz Samanyolu
içinde birkaç milyar gezegen sisteminin bulunduğunu, bunlar
içinde bir milyar kadar gezegende, oraların fiziksel ve
biyokimyasal koşullarına uymuş canlı organizmaların
bulunduğunu belirtmiştik(3). Bu
gezegenlerin bazılarında yaşam, o kadar uzun süreden beri
vardır ki, bunların üzerinde zeki formlar bile ortaya çıkmış
ve dolayısıyla teknolojik medeniyetler geliştirilmiştir.
Yıldızların ve gezegenlerin formasyonundaki en yüksek amaç
üzerlerinde; tekâmül sonucu zeki varlıklar ve teknolojik
medeniyetlerinlerin ortaya çıkmasıdır. Unutulmamalıdır ki,
zeki hayat formları ve teknolojik bir medeniyet ortaya
çıkmadan önce, dünyamız milyarlarca yıldan beri vardı. Gezegen
sistemleriyle dolu olan evrenlerde zeki yaşamın ortaya çıkışı
sıradan olaylar dizisindendir. Bu konuda Prof. C. SAGAN
görüşlerini şöyle ifade etmektedir:
“Bize öyle geliyor
ki, Galaksimiz içinde belirli hatta çok sayıda gezegen
üzerinde hayli gelişmiş toplum var.”
Dünyamızdakine benzer keşifler herhalde o ileri teknolojiye
sahip toplumlarda da yapılmıştır ve bu gelişmeye paralel
olarak, onlarda bizim gibi radyo yayıncılığında yol kat
etmişlerdir. Başka uzaysal objelerde bulunan dünya dışı zeki
varlıklarla radyo bağlantısına ilk girişenler Marconi ve Tesla
bilinmektedir. Bu araştırmacıların her ikisi de zamanlarında
dünya dışı kaynaklı radyo sinyalleri aldıklarını
belirtmişlerdi.
|