Gerçek yaşamda, tıpkı tüm mitlerin
yaratılışı gibi bir doğuş anı, "Tanrı'nın ışığı karanlıktan
ayırdığı" bir an ya da fizik terminolojisiyle
söylersek, kuantum dalga fonksiyonunun çöküşe uğradığı bir an
vardır.
O
kadar bildik, o kadar alışıldık ve tanıdık bir şey gibi
görünen ışığın asırlar boyu yapılan tüm araştırmaların
ardından, asıl varlığının halen bir bilmece olduğunu
özellikle belirtmekte bu bölümü daha iyi anlamak için yarar
vardır yani ışığın ne olduğu hakkında henüz çok kesin
tanımlamalar yapılamamaktadır. Kısaca ne işe yaradığını şöyle
bir gözden geçirmeye kalkarsak diyebiliriz ki; ışık
şekilleri görünür kılar. Işıksız, gören göz dahi görmez olur,
madde ile çarpıştığında, renkleri meydana getirir. Renkler
ışıktan yapılmıştır. Ve onlar, maddeyi temaslarıyla
uyandırdıktan sonra tekrar ona dönerler.
"Renkler",
diye yazıyor Johann Wolfgang von Goethe, "onlar ışığın acıları
ve eylemleridir." Fakat ışığın yapabildikleri sadece bunlar
değildir. Araştırmaların gösterdiklerine göre; doğru ışık bizi
iyileştirirken, yeşil ışık bizi hasta eder. Fakat bunu düşünen
var mı? Ya da buna uyan kim? Atalarımız ışığa saygı
gösterdiler ve taptılar, biz ise analiz ettik, büyüsünü bozduk
ve uysallaştırdık; sadece tek bir düğmeye basarak ışığa uygun
hale getirdik. Yine de günümüz bilim adamları, ışığın
gerçekten ne olduğunu henüz tam bir kesinlik içinde
tanımlayamamaktadır. Hakkında söyleyebileceğimiz ancak onun
tesirleridir.
Işık şifadır ve ışık besindir. Işık bu gezegen üzerinde
kesinlikle tüm yaşamın temel dayanağıdır ve büyük bir
olasılıkla tüm evrende de böyledir. Canlı varlıklar sadece
ekmek ve yiyecekle beslenmiyor, bunların yanında özellikle
ışıktan besleniyorlar. Dünya üzerindeki canlı varlıkların
gelişimi için en önemli temel kaynak, bitkilerin fotosentez
sayesinde ışıktan elde ettikleri enerjidir. Işığa gereksinim
duyanlar sadece bitkiler değildir; aynı şekilde hayvanlar,
bakteriler, mantarlar ve elbette insanlar da ona gereksinim
duyarlar. Günümüzde bir dizi tıbbi araştırma ve doktorların
asırlar boyu edindiği tecrübeler bize kesinlikle göstermiştir
ki, güneş ışığının yokluğu birçok fiziksel ve ruhsal
hastalıklara neden olmaktadır.
Işık
enerjidir, ışık bilgi aktarır. Buradan, insanlar ile birlikte
tek hücreliler de faydalanır. Hücreler, daha doğrusu büyük bir
ihtimalle tüm canlı varlıklar, sadece kimyasal iletici
elementlerle veya hormon ve benzerleriyle değil,
"biyofotonlar" ya da "aşırı düşük hücre ışıması" denilen ışık
vasıtasıyla iletişim sağlarlar. En azından sağlıklı oldukları
sürece.
Örneğin
kanser hücreleri, bu iletişim umudundan vazgeçmişlerdir ve
tıpkı insanlarda da olduğu gibi tek ilgileri, etrafını hiç
umursamadan, sınırsız bir biçimde çoğalmak olur. Aşırı ışık
diğer faktörlerle birleştiğinde kansere yol açar. Fakat doğru
kullanıldığında iyileştirebilir. Güneşin şifa verici tesirleri
antik çağın hekimleri tarafından bilinmekteydi ve 19.
yüzyılın son dönemlerinden beri renk terapisinin çeşitli
yöntemleri çağımızda da tanınmaya başlandı. Kanser tümörleri
bile özel yöntemlerle uygulanan ışığın şifa verici gücüne
karşı koyamamakta. Şifa veren elleriyle birçok hastaya yardım
edebilen insanlar, büyük bir olasılıkla bunu, ellerinden akan
ışığın yardımıyla gerçekleştirebilmişlerdir.
Işık,
özellikle renkli ışık, insanın ruh haline ve onun hücre
değişimine, hormon salgılarına, algı yetilerine, kısacası onun
hal ve sağlığına tesir etmektedir.
Işık
iyileştiricidir, ışık hayati bir önem teşkil eder; fakat
aslında nedir bu ışık ?
Ansiklopedik bilgilere göre; "Işık" dendiğinde anlaşılması
gereken, devasa
elektromanyetik dalgalar tayfının gözle görülebilir en küçük
bölümünün dalga boyu alanı 400 ile 800 nanometre (metrenin
milyarda biri) olmaktadır. 800 nanometrenin üstünde kızıl
ötesi (IR) ve 400 nanometrenin altında ise ultraviyole (VV)
ışınları bulunmakta, burada“ışık"tan olduğu kadar "ışınım"dan
da söz edilmektedir.
ÇEŞİTLİ AÇILARDAN IŞIK
Konuyla ilgili bilgilere göz atıldığında ışığın genelde üç
yönde işlendiğini görmekteyiz: fizik, biyoloji ve metafizik.
Fiziğin ve biyolojinin bakış açısı "dış
ışığa" denk düşer;
elektromanyetik dalga olarak ışık ya da enerji veya
enformasyon taşıyıcı. Metafizik görüşün araştırdığı ise "içsel
ışık"; bununla kastedilen
mistiklerin duyumsadığı ışık (aydınlanma) deneyimleri ve ışık
fenomenleri ile birlikte tıbbi olarak ölmüş ve yeniden hayata
döndürülen insanların yaşadıklarıdır.
Işığın
tüm bu türleri, her biri kendi yöntemiyle iyileştirici
tesirler taşırlar. Atalarımıza göre ışık daha çok metafizik
bir olguydu, unsurdu. Tanrısal bir nitelik taşıyordu; güneş ve
ay; gün ve gecenin büyük fenerleri ile birlikte gökteki
yıldızlara ve
gezegenlere de tanrı olarak tapınıldı. Bu tapınmanın temelinde
yatan anlayışı, en güzel bir biçimde ölümünden az bir süre
önce Goethe'nin Akkermann'a söylediklerinde yeniden
bulmaktayız
"Eğer
bana sorarlarsa, doğamdan mıdır güneşe tapmam, öyleyse
defalarca söylüyorum: Elbette! Çünkü yüce olanın zuhurudur o,
hem de en kudretlisi, biz dünya çocuklarının algısına sunulan.
Ben ondaki ışığa ve Tanrı'nın yaratıcı gücüne tapıyorum,
sadece onun sayesinde yaşar, oluşturur ve var oluruz; bitkiler
ve hayvanlar ile birlikte. "
IŞIĞIN GERÇEK VARLIĞI: BİR BİLMECE
Eski
Sümerler ve Babilliler de güneşe tapardı. Keltler ve Germenler
de güneşe bir Tanrı olarak saygı gösterirdi, aynı şekilde
İnkalar ve binlerce insanı kesip, onların titreyen kalplerini
güneşe kurban eden Aztekler de. İnançlarına göre bu, güneş
gücünün sürekliliğini sağlamaktaydı. Bu örf, muhakkak büyük
bir yanlış anlamanın eseri ve ruhsal bir tebligatın yanlış
yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü; anlamamız
gerekenin, kalplerimizi güneşe adamamızı öneren bir mantal
öğütten ibaret olduğunu düşünebilirsek, asıl yoruma ve manaya
işte o zaman ulaşmış oluruz.
Mısırlılarda güneş; Tanrı Ra'nın varlığında, İlahlar
Panteonunun en üst noktasında yerini almaktaydı, onun bakışı
ışığı yaratırdı M.Ö. 13. yüzyıldan kalan papirüslerde bu
bilgiler var. Mısırlı hekimler büyük bir ihtimalle, ışığın ve
renklerin iyileştirici gücünü bilmekteydiler.
Yunanlılarda bu bilgi iyice belgelenmiştir. Onlar Güneş
tanrıları Helios için bir şehir adadılar, "renk
terapisi" uygulanan
tapınaklarıyla Ünlü olan Heliopolis'i Orada ışığın anlamı;
tedavi ve dinsel bütünselliğini henüz korumaktaydı. Işık,
tanrı'nın vasfı
ve aracıydı, sıkça da onunla özdeş görülürdü:
"Tanrı ışıktır ve onda
zerre kadar zulmet mevcut değildir..."
Havari Yuhanna'nın ilk mektubunda böyle denmektedir. Ve
ardından: "Kim ki kardeşlerini
sever, o ışıktadır, çünkü Tanrı sevgidir ve kim ki sevgide
barınır, o Tanrıda ve Tanrı ondadır."
Işık, Sevgi ve Tanrı; "Bir"dirler.
Bu bize bir Hint kavramı olan "Sattwa"yı
hatırlatıyor; o, tanrısal özün vasfına ve aynı zamanda ışığa,
ruhsallığa ve bunlardaki merhamet, sevgi dolu ilkeye işaret
etmektedir.
Günümüzde ise ışık bu ruhsal anlamını neredeyse tamamen
kaybetmiştir. Ve bugün çoğu insan için düğmeye basıldığında
ortaya çıkan bir şeydir. Işık artık özel bir şey değil, sadece
bir çeşit elektromanyetik dalgadır. Nasıl ortaya çıktıkları ve
nelerden oluştukları fizik kitaplarında yazılıdır. Oysa ışığın
gerçek varlığı halen bir bilmecedir ve atalarımızın, ışığı
Tanrı'nın bir vasfı olarak görmeleri; bugünün doğa
bilimcilerinin ve yeni fizikçilerinin öne sürdüğü
"dalga/parçacık düalizmi" anlayışından daha tuhaf değildir.
|