Beklenmedik bir anda, bu kadar madde üstü, metafizik/ madde
ötesi bir girdaba fırlatılmak materyalist doğa bilimleri için
yeterince kötü olmuştu. Ancak üstlerine çökenler bu kadarla
kalmıyor.
Örneğin,
ışık ve maddi dalgalar oluşturmak için, madde üstü "esir"in
titreşimini sağlayan güç nereden gelmekte? Onu harekete
geçiren kim veya nedir? O düzenli olmalıdır, çünkü ortaya
çıkardığı dalgalar düzenli; örneğin, tüm elektronlar eşit
madde ve eşit elektrikle yüklüdür. Fakat bu düzenin sorumlusu
kim veya nedir?
Işık
dalgalarının bazı durumlarda ışık parçacıkları gibi
davranmalarının nedeni, henüz çözülmemiş bir sorudur. Ve ışık
parçacıkları, çift-aralık deneyinde; ışık dalgaları gibi
davranmaları gerektiğini nereden biliyorlar? Her halükarda
bunu biliyorlar; hem de tekil fotonlar halinde art arda çift
aralığa doğru gönderildiklerinde bile. Henüz
çözülmemiş bir diğer soru ise, fotonların birbirleriyle nasıl
iletişim kurduğudur. Clousner-Freedmen ikilisinin deneyi
fotonların bunu yapabildiklerini göstermiştir. Tek bir
ışık kaynağından çiftler olarak üretilen, fakat her biri ters
yönde ışınlanan iki fotondan, sadece birine etki
gönderilmesine rağmen, diğeri buna anında cevap veriyor. Her
ikisi de birbirinden ışık hızıyla uzaklaştıklarına göre; öyle
ya da böyle ışıktan daha hızlı bir şekilde birbirleriyle
iletişim kurmaları bir zorunluluktur. Fakat ne ile iletişim
kuruyorlar? "Süper luminal
iletişim dalgaları" ile mi ? Bu
adeta fotonlar arası bir telepati olurdu! Pozitif
bilime büyü karışırdı! Ve daha kötüsü esas şimdi
geliyor: Yeni araştırmaların sonuçları; elektromanyetik
dalgalarının da bazı belirli durumlarda, ışık hızı üstünde
hareket edebileceklerine işaret etmektedir. Eğer bu sonuçlar
deneylerle kanıtlanabilirse, bu "görecelik
teori"sinin temel taşlarından
birini ve fiziğin o kadar zahmetlerle oluşturmuş olduğu
gerçeklik modelini bir kez daha çökme tehdidi altına
sokacaktır.
Fakat
yine de, bu tehlikenin asılsız olduğu kesinlik kazanırsa bile
ışığın gerçek tabiatının ne olduğunu bilmediğimiz gerçeğinden
kaçamayız. Bunu kabullenmeliyiz, bunun dışında kalanlar sadece
birer spekülasyondur. Ancak bu
ümitsizliğe düşmemiz için bir sebep olmamalı, çünkü ışığın
gerçek varlığını henüz kavramamış olsak da tesirleri hakkında
oldukça nitelikli bir bilgiye sahibiz. Işık, fizik alemin
garip bir hayaleti değildir. Işık, dış dünyada olduğu gibi iç
dünyamızda da kesin bir olgudur. Bizi beslemekte, bizi
iyileştirmekte, bizim iletişimimizi sağlamaktadır.
CANLILARIN IŞILDAYAN GÜCÜ
Günümüz
doğa bilimleri, ışığın özellikle enerji yönünü incelemektedir.
Acaba ışık, gerçekten sadece enerji midir? Bazı fizikçilerin
savunduğu gibi, eğer madde, enerjinin özel bir formu, başka
bir deyimle "donmuş ışık"
ise, bu durumda ışığı, bir tür enerji biçimine "akıtılmış"
ruhsal enerji olarak tasavvur edemez miyiz? Aslında ışık
nedir? Bu soruya, henüz hiçbir fizikçi yanıt verememektedir.
Peki, acaba ışığın ne olduğunu bilemesek de, en azından ne işe
yaradığını biliyor muyuz?
Eski Ahit'te; Tanrı, göğü ve dünyayı, inisiyatik yorumuyla,
ruh ve maddeyi yarattıktan sonra, ışığı, enerjiyi meydana
getirir. Belki de ışık; ruh ve madde arasında bir aracıdır:
Bir bilgi taşıyıcı, "Canlandırıcı"
!
Her
halükarda kesin olan şudur: Bizler, biyolojik yaşamın
korunması ve şekillenmesi için gerekli olan ışığın, varlıksal
temel şartlardan biri olduğunu görmek durumundayız.
Işık
sadece aydınlıktan ibaret bir şey değildir. Işık, hepimizin
bildiği gibi, enerji sağlar. Fakat bunu dönüştürmek için,
karmaşık sistemlerden oluşan bir organizmaya gereksinim duyar.
Bu; gezegenimizin ilk büyük evrim süreci olan ve işin aslına
bakılırsa evrimin gerçekleşmesini sağlayan, fotosentezdir.
İşleyişi oldukça iyi bilinmesine rağmen, nasıl meydana
gelebildiği bir bilmece.
Işık,
hayretler uyandıran biyolojik bir anlama sahiptir. O, sadece
enerji sağlamakla kalmaz, enformasyon da taşır. Biyolojik
sistemler birbirleriyle ışık sayesinde iletişim kurarlar.
Güneşin ışınları, insan ve hayvandaki hormon üretimine tesir
eder ve bitkilerin büyümesini sağlar. Büyük bir ihtimalle
hücrelerdeki metabolizma işlemleri sadece kimyasal mesaj
taşıyıcı hücreler sayesinde değil, ışık tarafından da
yönlendirilmektedir. Kısacası; doğrudan ya da dolaylı olarak
tüm canlılar ve yaydıkları ışık, diriliklerinin ölçüsüdür. Dr. Mae
Wan Ho'nun en son çalışmaları bunu göstermektedir.
Londra'nın kuzeyinde yer alan Milton Keynes'deki Açık
Üniversitede, Dr. Mae Ho, öğrencileri ile birlikte
polarizasyon mikroskobunu kullanarak tek hücreliler, su
bitleri ya da örneğin sinek kozaları gibi küçük canlıları
olağanüstü bir renklilik içinde izleyebildikleri bir teknik
geliştirdiler. Polarize edilmiş; yani eşit ayarlı ışık ile
çalışan bu tür mikroskoplar, genelde mineral kristallerini
araştırmak için kullanılırlar. Bu tür gereçlerde uygulanan
birkaç ufak değişiklikten sonra, canlı varlıkların da
incelenebilmesi; doku ve organların, düzenli ve sıvı
kristallerine benzer bir yapıya sahip olmalarından dolayı
mümkün olmaktadır. Ancak sadece canlı oldukları sürece!
Organizmaların ışığı ve renkliliği, canlılıklarının bir
ölçüsüdür. Öldüklerinde, bu ışık ve rengi kaybederler.
SAĞLIKLI BEDENDE CANLI RENKLER
"Bu
görüntüleme tekniğinin bu kadar özel olmasının nedeni, enerji
iletimi ile bağlantıda olan canlı, dinamik düzenli sistemleri
göstermesidir", diyor Dr. Ho. Demek ki bir organizma çok canlı
ve sağlıklıysa, renkleri daha çok parlıyor. Ancak durağan ya
da donmuş veya kurumak üzereyse, o zaman rengini kaybediyor.
Ve tabi ki öldüğünde ise rengi soluyor. Hem de bir hayli
hızlı. Öyleyse yaşam ve ölümü, bu renkliliği temel alarak
tanımlayamaz mıyız ? Dr. Ho bu sorumuza evet cevabını veriyor:
"Yaşam, gökkuşağının tüm renkleridir. Bu tanımlamanın,
diğerleri kadar iyi olduğunu düşünüyorum."
19.yüzyıl biterken ve yirminci yüzyılın başlarında,
ışık terapisinin öncüleri, örneğin, Edwin Babbit, Niels
Finsen, Dinshah Ghadiali ve Harry Spitler, çeşitli
hastalıklarda uyguladıkları renkli ışık sayesinde şaşırtan
başarılar elde ettiler. Ve aldıkları sonuçlar, en son bilimsel
araştırmalar tarafından onaylandı. Kırmızı ışık uyarıcıdır;
kan basıncını ve solunum frekansını yükseltir ve özel bir
yöntemle uygulandığında ise migren ağrılarını bile yok
edebilir. Mavi ışık sakinleştiriyor; eklem iltihaplanmaları ve
yeni doğmuş bebeklerdeki sarılığa karşı iyi geliyor. Firuze
renkli ışık iltihaplara karşı etkili, mor ötesi ışık
kolesterin oranını indiriyor ve kaşıntılı cilt hastalıklarına
iyi geliyor; sınıfların duvarları sarı ya da portakal rengi
gibi sıcak renklerle boyandığında, öğrencilerin zekasında ve
başarılarında yükselme gözlemleniyor.
Yüzyılımızın başlangıcında, renk terapistlerinin
gerçekleştirdiği başarılar şaşırtıcıdır ancak unutuldular.
Dezenfekte edici ve penisilin keşfedildiğinde, tıbbi düşünce
tarzı diğer yola saptı. Bugün, mikrop türlerindeki direnç
belirtilerinden elde edilen sonuçlar ve yan etki sorunları
sebebiyle bu yol artık çıkmaza girmiştir. Renk ve ışık
terapilerinin bu son yıllarda yeniden keşfedilip itibarının
geri verilmesine şaşmamalı.
|