Şimdiye kadar, astrolojiyi
sadece Avrupa tarihi çerçevesinde inceledik. Ancak astroloji aynı
zamanda diğer birçok kültürde de bulunuyor, tıpkı bütün büyük dinlerde
bulunduğu gibi. Avrupa’da Çin Astrolojisi iyi tanınıyor. Kızılderili,
Hint ve Kelt Astrolojisi de burada kendine göre bir izleyici kitlesi
bulmaktadır.
Astrolojinin bütün bu formlarının
ortak pek çok noktası vardır; göksel cisimler ve dünyanın doğası
tanrılarla, şeytanlarla ve ruhlarla doludur. Bir bedensiz varlığı
barındıramayacak ya da büyülü güçlerin kendisinden yayılamayacağı bir
nesne yoktur. Böylelikle, göksel cisimler güneşten ve aydan da öte;
güçlü tanrıların barınaklarıdır. Aynı zamanda, dünyadaki her insan
göksel cisimlerin hareketlerinin astronomik olarak gözlemlenmesine,
özellikle de güneşin ve ayın karakteristik davranışlarına aşinadır.
Ayrıca bu gözlemlere dayanarak, bu kişiler kendi takvimlerini ve
zamanlarının bölüntülerini geliştirirler. Güneşin yörüngesi, dolunaylar
arasındaki zaman zinciri ve aynı zamanda diğer gezegenlerin düzenli
hareketleri veya örneğin Kuzey Yıldızı etrafındaki “Büyük Ayı” takım
yıldızının dönüşü… Bütün bunların hiçbiri dünya halklarının gözünden
kaçmamıştır. Tüm dünya halklarının insanları, bu bilgilerle hayatlarını
düzenlemiş, günlük hayatlarının gidişatını, kutlamalarını bu ritimlere
göre yönlendirmişlerdir. Tüm halklar içlerinde ruhlarla ve tanrılarla
sürekli bir bağlantı ve alışveriş hissetmişler, dolayısıyla da göklerin
tanrıları özellikle güçlü sayılmıştır.
Burada, astrolojik sistemleri ayrı
ayrı analiz etmek istemiyoruz. Bununla beraber tek bir şey söylenebilir;
astrolojinin tüm çeşitli formları benzer bir ruhsal dünya görüşünü kabul
etmektedir. Ayrıca eşzamanlı olarak insanlar gökyüzünü bilimsel olarak
gözlemlemekte ve onları tüm kutlamaları ve olaylarıyla birlikte yılın
süreçlerini de sınıflandırmaktadır. Astrolojinin tüm formları böylelikle
aynı zamanda hem din, hem de bilim olmayı istemektedir, tıpkı Avrupa
Astrolojisi’nin başlangıcında söylendiği gibi.
Ayrıca dikkati çeken başka bir olay
da, Çin Astrolojisi’nin Mezopotamya ve Mısır Astrolojisi ile aynı
zamanda, yani İ.Ö. 2700’lerde ortaya çıkmış oluşudur. Çin
Astrolojisi’nde de Zodyak “hayvanlarla” birlikte onikiye bölünmüştür.
Öyleyse Çin ve Mezopotamya Astrolojileri arasında tarihi bir bağlantı
olabilir mi? Kesin olarak bilmemekle beraber bir Mezopotamya etkisini
göz ardı etmiyoruz da.
Hint astrolojisinin Mezopotamya
astrolojisinden etkilendiği ispat edilmiştir. Bu yalnızca onikiye
bölünen zodyakla sınırlı bir etkilenme olmamış, aynı zamanda
isimlendirmelerde de ortaya çıkmıştır. Bu durumun, Mezopotamya ile
Hindistan arasındaki canlı ticaretin bir sonucu olarak ortaya çıktığı
söylenebilir.
Bununla beraber, en şaşırtıcı olan da
şu ki, Amerika İnkaları, oniki bölümlü zodyağı Kolomb kıtayı keşfetmeden
uzun zaman önce bile biliyorlardı. Orta Amerika’daki Aztekler ve Mayalar
da benzer şekilde Mısır Astrolojisi ile çok şaşırtıcı ölçüde
benzerlikler taşıyan bir astroloji türü geliştirmişlerdir.
[63]
Peki Mısır Astrolojisi Atlantik Okyanusu’nun ötesinden bunu nasıl
gerçekleştirmiş olabilir? Acaba Kızılderili Astrolojisi bu insanı
hayrete düşüren benzerliğe tesadüfen mi sahip oldu? Olasılıkla
araştırmacı
*Thor Heyerdahl
(*Mısır’dan Atlantik Okyanusu’na papirüs bir botla seyahat ederek,
Mısır’daki piramitleri inşa edenlerin Amerika’ya Kolomb’dan uzun süre
önce geldiklerini ve orada “Hint Kültürü’nü oluşturduklarını ya da en
azından bu kültürün etkilerini yaydıklarını ispatlamaya çalışmıştır)
haklıydı.
Hıristiyanlık'ta Astroloji Şimdi de Avrupa Astrolojisi’ne
dönelim. Avrupa Astrolojisi, Hıristiyanlıkla ikibin yıl boyunca yakın
bir ilişki içinde olmuştur. Peki, tüm dünyayı gök cisimleri de dahil
olmak üzere yaratan tek bir Tanrı’nın varlığını kabul eden
Hıristiyanlık, gök cisimlerini ve doğayı sihirli tanrılarla ve güçlerle
dolu olarak gören astroloji ile birbirlerine karşı nasıl bir tavır
içindedir?
İncil astrolojiden bazı bölümlerinde dolaylı olarak bahseder, bununla
beraber detaylı olarak açıklamaktan kaçınır. Bahsedildiği metinlerin
çoğu Matta İncili’nde açıklanan “*Bethlehem
Yıldızı”
(*Hz.
İsa doğarken
Bethlehem
kasabası üzerinde görüldüğü rivayet edilen parlak yıldız ya da gök cismi)
ile ilgilidir. Buradaki hikaye, “Doğu’dan
gelen üç Magi”den bahseder; bu
kişiler özel bir yıldız görmüş, bunun üzerine gelmişlerdir. Magiler, bu
yıldızı “Yahudilerin yeni kralı”nın doğumunu müjdeleyen bir işaret
olarak yorumlamışlardır. Bu yeni doğacak kralı Kudüs’te aramış ve en
sonunda da onu “Bebek İsa’da” bulmuşlardır. Eğer bu hikaye tarihi açıdan
doğruysa Magiler olasılıkla Pers Bölgesi’nden gelen ve astrolojiyle
ilgilenen rahiplerdi. Bütün bunlar İsa’nın yaşadığı dönemde Roma
İmparatorluğu’nda iyi biliniyordu. Ama hikaye doğru olmasa bile, İncil’i
Matta’ya göre yazanlar “Doğu’dan gelen Magileri” biliyorlardı ve İsa’nın
doğuşunu yazarken bunu da eklemişlerdi.
Hıristiyan teolog Tertullian (İ.S. 160-220) bu geleneksel
hikayeden dolayı, astroloji ve majinin İsa’nın Bethlehem’de doğumuna
kadar kabul gördüğünü savunmuştur. Bununla birlikte, artık Tanrı kendini
İsa’nın kimliğinde göstermiş ve astrolojiye gerek kalmamıştır. Burada üç
Magi’nin bebek İsa’ya sadakat yemini etmeleri nedeniyle Tertullian’a
göre artık göksel cisimlerin tanrılarına danışmaya veya tapınmaya gerek
yoktur. [64]
Astrolojiye, Hıristiyanlığın başlangıcında genel olarak çokça karşı
çıkılmıştır. İlk Hıristiyanlar’dan çok sayıda kişi astrolojiyi
reddetmiştir. Justinus gibi pek çokları (İ.S. 100-165) örneğin göksel
cisimlerde yabancı tanrıları veya Tanrı’dan düşen melekleri görmüştür.
[65]
Diğerleri ise son derece güvenilmez buldukları horoskop yorumunu
eleştirmişlerdir. Bununla beraber, astroloji çoğunlukla reddedilmiştir
çünkü Hıristiyan olmayan, putperest dinlerle uygulamaları arasında
sayılan astrolojiye artık Hıristiyanlığın ihtiyacı yoktu.
Bütün bunların yanında, astrolojiye karşı tamamen pozitif bir tutum da
mevcuttu. Bu pozitif tutum horoskop yorumundan çok astrolojinin
sembolizm ve imajlar dünyasından kaynaklanıyordu. Pek çok astrolojik
sembol Yahudiliğin bazı akımlarında zaten yaygındı ve bunlar oldukça
doğal bir biçimde de Hıristiyanlığa da akmıştır. Astrolojik sembollerin
en çok sayıda olanı Yuhanna İncili’nde görülmektedir. Dolayısıyla,
astrolojik açıdan önemli olan dört, yedi ve oniki sayıları ortalardaki
bölümlerde bulunmaktadır. İlk bölümde, yedi yıldız yedi melek olarak
sembolize
edilmektedir. (1:20) Yıldızların bu
yedili grubu, kadim dünyada bilinen yedi gezegeni ima etmektedir: Güneş,
ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn.
12. bölümde gökyüzünde
beliren, güneşin örttüğü, ayakların önünde ay ve başında oniki yıldızdan
tacı olan bir kadından bahsedilmektedir. Bu görüntü, detayları ile
Mezopotamya’nın İştar’ını anımsatmaktadır, zira İştar da Venüs Gezegeni
ve Mısırlı İsis ile bağlantılı olup aynı zamanda da ay ile ilişkilidir.
Hermann Gunkel ve Hugo Gressmann, Göttingen’deki “dini tarih okulu” nun
(Religionsgeschichtliche Schule) iki temsilcisi olarak Yeni
Ahit’teki, özellikle de Yuhanna’nın bölümündeki Mezopotamya
Astrolojisi’nin etkisi üzerine çalışmışlardır.
[66]
Bize aktarılan bir diğer bilgi de şu
ki; kiliselerin ilk zamanlarından beri, aynı zamanda orta çağlarda ve
modern dönemin başlangıcında, İsa’nın oniki havarisi zodyağın oniki
burcu ile tanımlanırdı. [67]
Bunun izlerini hala Leonardo da Vinci’nin “Son
Akşam Yemeği” tablosunda görebilmekteyiz,
bu resim 1495 ile 1498 yılları arasında yapılmıştır. Tabloda, oniki
havarinin her biri zodyağın oniki burcuna ait karakteristik işaretlerle
ve hareketlerle temsil edilmiştir.
[68]
Orta çağda, teolojideki
Aristotelesçi etkinin de sonucu olarak, astroloji bir bilim kabul
ediliyordu. Hildegard von Bingen (ölümü:1179), Meister Eckhard
(1260-1327) veya Fransiscan Roger Bacon (1214-1294) gibi Hıristiyan
teologlar, öğretilerine astrolojiyi de katmışlardır. Thomas Aquinas
(1225-1274) Hıristiyanlık ve astroloji ilişkisini en net açıklayabilen
kişi olmuştur. Ona göre, göksel cisimler insanların fiziksel koşullarını
ve duyularıyla ilgili eğilimlerini etkiliyordu. Fiziksel tutkular veya
meslek konusundaki eğilimler; her dünyasal bağ, göksel cisimler
tarafından belirleniyordu. Bununla beraber, her kişi aynı zamanda göksel
cisimlerin etkilerinden kendini soyutlama olasılığına da sahiptir.
Hislerine ne kadar hakim olabilirse, mantığını ne kadar kullanabilir ve
kendini Tanrı’ya ne kadar adayabilirse, tutkularına ve bunlarla birlikte
yıldızların etkilerine de o kadar hakim olabilir demektir. Thomas
insanlığın büyük çoğunluğunun bunu yapamayacağını düşünüyordu. Savaş
gibi olaylar, Thomas’ın bu düşüncesinin yeterli bir kanıtıydı.
[69]
Kilisenin astroloji ile ilgili
temel bir tutumu şöyle sonuçlandı; astrologlar bireyler için “hukuki”
(hüküm verici) astroloji uygulaması da yaptıkları sürece bu izin
verilmeyen ve dinsizlikle suçlanma nedeni sayılan bir durum oluşturmaya
başladı. Burada göksel cisimlerin güçleri, Hıristiyan Yaratıcı Tanrısı
ile ve kişinin bu Tanrı’nın lehindeki özgür kararı ile net olarak ters
düşmekteydi. Ama “doğal astroloji”
(astrologia naturalis), tıp alanında bilgi verdiği veya uygulama yaptığı
sürece izin verilmekteydi.
Onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllarda Rönesans bir kez daha astrolojinin
popülerleşmesinde patlamaya neden oldu. Bunun nedeni, özellikle de kadim
dünyada giderek artan bilim ve sanata olan ilgiydi. Papa X. Leo,
astrolojiye o kadar çok değer veriyordu ki 1520’de papalığa ait
üniversitede astroloji alanında profesörlük kürsüsü kurmuştur. Protestan
teologlar da, örneğin Philipp Melanchton (1496-1565), büyük bir şevkle
astroloji uygulamaları yapmıştır. Ama hem Roma Katolik, hem de Protestan
taraflarının bütün bu büyük sempatilerine karşın eleştiriler de mevcuttu
ve bu eleştirellik erken Hıristiyan döneminden pek de farklı değildi.
Hepsinden daha da çarpıcı olanı, Martin Luther (1483-1546) göksel
cisimlere inanılmasında bir tehlike görmüştü. Luther, İsa Mesih’te
[70]
insan formuna bürünen tek Tanrı’nın yanında başka herhangi bir gücü
kabul etmek istemiyordu. İlave olarak, tatminkar olmaktan uzak bazı
astrolojik tahminler vardı ve bunun sonucu olarak da Luther astroloji
hakkında bazı alaylı ifadeler kullanmıştır.
Ama Luther yine de çok fazla emin
değildi bu düşüncesinden. 1527 yılında, astrolog Johann Lichtenberger’e
[71]
ait olan ve çok detaylı olduğu kadar dini-politika açısından da
önem arzeden bir tahmin için detaylı bir yorum yazmıştır. Bu yorumda,
göksel cisimlerin hiçbir şeyi etkileyemediğini ama olayları önceden
haber verebildiklerini ifade etmiştir.
Luther’in horoskopu Protestan ve Roma Katolik astrologları arasında
ateşli bir tartışma yaratmıştır ve bu da her iki önemli bildiride astrolojinin büyük etkisini
göstermektedir. Bunun nedeni Luther’in belirsiz olan doğum tarihiydi.
[72]
|