Çağdaş astrolojiyi kadim
astrolojiye neyin bağladığını görmek isterken pek çok önemli tarih
sahnesini de yeniden canlandırmış oluyoruz. Bunu tam bir netlikle
yapmamız da mümkün, çünkü astroloji yüzyıllar boyunca,
‘eğitimli’ olanlarda
olduğu kadar popüler versiyonlarında da hemen hemen hiç değişmeden
kalmıştır. Onyedinci yüzyıla doğru, eski gezegen tanrıları çoğu kişinin
inançlarında kalmışlardır. Bunlar, iyi ve kötü hasattan, savaş ve
barıştan, hastalıktan ve iyileşmeden sorumluydular ve bu, Hıristiyan
Kiliseleri’nde de böyleydi. Burada gök cisimleri tanrının vasıtaları
olarak anlaşılmaktadır. Parisli kardinal ve Sorbonne’un rektörü Pierre
d’Ailly (Petrus Alliacus, doğumu 1350),
concordantia astronomiae cum
theologia adlı eserinde tahminlerini 1789 yılına kadar
vardırmaktadır. Dini-politik konularda, papalar, krallar ve yöneticiler
astrolojiye danışmaktadırlar. Yahudi ve Hıristiyan teologlar da teoride
ve pratikte astrolojiyle ilgilenmekte ve bunların içinde Claudius
Ptolemy’ye ait Tetrabiblos’u [44] çeviren Almanyalı Phillip Melanchton
göze çarpmaktadır. İngiltereli astrologlardan en çok göze çarpanlardan
biri de William Lilly’dir. (1602-1682)
[45] Şimdi de günümüzdeki
astrolojiye bir göz atalım.
Daha en başında soru kendini din
bilginine şöyle sunuyor: Astroloji neden Nicolas Copernicus’tan
(1473-1543) beri eski *jeosantrik
(*dünyayı merkez alan)
dünya görüşünü
yıkan, doğal bilimlerde gerçekleştirilen büyük ilerlemeye rağmen ayakta
kalabilmiştir? Neden yörünge mekaniğini de kapsayan devrimci buluşlara
rağmen, kozmosun ölçülmesi imkansız genişliği ve çeşitliliğine karşın
birçok insan nasıl olup da hala bugün astrolojiye inanmaya başlıyor?
Her şeyden önce, onsekizinci
yüzyılda, doğal olarak ondokuzuncu yüzyılın başına kadar kesinleşmemiş
bir durum olduğu halde, astroloji kabul gören bir bilim olmaktan
çıkarılarak Hıristiyan Teolojisi tanınmaya başlamıştır. Nicolas
Copernicus, Galileo Galilee, Johannes Kepler, Isaac Newton ve Gottfried
W.Leibniz ve aynı zamanda pek çok teolog, hümanist, bilim adamı,
sanatçı, daha önce bahsettiğimiz Phillip Melanchton, Marsilio Ficino,
Willibald Pircheimer ve Johannes Stöffler ve aynı zamanda Allbrecht
Dürer;[46]
hepsi de astrolojinin ve diğer maji sanatlarının gerçekliği
konusunda ikna olmuşlardır. Onsekizinci yüzyılda, ilahi güçlerin doğada
ve kozmosta aktif oldukları bilgisi bilim adamları arasında kanıtı
ortada bir durum arzetmekteydi.
Ayrıca, Johannes Kepler
(1571-1630),
Kopernikçi Dünya Görüşü’nün en önemli temsilcilerinden biri olarak,
kendi görüşüne göre astrolojinin, jeosantrik ya da *heliosantrik
(*güneşi merkez alan)
bir bakış açısından bağımsız olarak neden hala
geçerli olduğunu açıklamıştır. [47]
Bu soruda Kepler, daha sonra ortaya
çıkacak tüm eleştirileri tahmin ederek şöyle demiştir:
“Gökyüzünün mü
yoksa dünyanın mı hareket ettiği şüphesi astroloji için bir şüphe
yaratmaz çünkü bu konunun astrolojiyle bir alakası yoktur. Astrolog için
ışık ışınlarının nasıl önce doğudan, sonra öğlen pozisyonundan ve en
sonunda da batıdan gelip kaybolduğu bilgisi yeterlidir. İki gezegenin ne
zaman yan yana, ne zaman zıt konumda bulunduğunu ve birinin diğerine
göre hangi açıda olduğunu bilmek yeterlidir. Neden astroloğun ya da
dünya üzerindeki tüm doğanın bunun nasıl olduğunu öğrenmesi gereksin ki?
Çiftçi yazın ve kışın nasıl meydana geldiğini ne kadar az bilmeye
ihtiyaç duyarsa duysun, zaten bu dönemlere uyumlanmaya çalışacaktır”
Dolayısıyla, Kepler için, gezegenlerin ışığı ve dünyanın perspektifinden
açısal ilişkiler astroloji için çok önemlidir. Kepler ışığı, doğal
özelliklerinden (renk, ısı) ayrı olarak, gök cisimlerinde bulunan ve
maddesel olmayan özellikleri dünyaya aktaran bir araç olarak
tanımlamaktadır. Ayrıca, yaydığı ışık ışınları dünyayla kesişen gök
cisimlerinin açısal ilişkileri, doğum anında tüm canlı hayatı dölleyen
özel niteliklerin bazı karışımlarını meydana getirmektedir.
Bilim adamları arasında, doğanın majik yasalara göre değil,
“mekanik bir şekilde”
işlediğine dair görüş zamanla kabul edilmiştir. Bu, fizik ve
astronominin yanısıra kimya ve biyolojide de böyle kabul edilmişti ki o
zamana değin bu bilimler ilahi güçlerden bağımsız olarak neredeyse hayal
bile edilemiyordu. Son derece şuurlu bir şekilde; tüm majiyi öte aleme
veya tanrılara olan inancı bilimsel araştırmalarda ilk ve son defa
olarak yasaklamak isteyen ilk bilim adamı Robert Boyle
(1627-1691) olmuştur. Teolojinin her
formu ve hatta etik bile bilimden ayrılmalıydı çünkü Boyle, doğanın ve
kozmosun dev bir mekanik saatten öte bir şey olmadığını düşünüyordu.
Elbette böyle bir açıklama hiçbir majik ya da ilahi gücün varlığına
gereksinim duymuyordu. Astrolojinin konumu ise, barındırdığı tüm maji,
tanrılar ve bedensiz varlıklarla birlikte bilimin yanında olumsuz bir
noktadaydı.
|