Teozofiye ilave olarak,
ondokuzuncu yüzyılın sonunda gelişmekte olan psikoloji de aynı zamanda
astroloji için yolu açmıştır. Psişik astroloji, insan zihninin
“şuursuz” alanlarını
kapsayan psikoanaliz çizgisinden hız alarak gelişmiştir. Psikolog
Carl Gustav Jung (1875-1961) geceleri gördüğümüz rüyaların zengin
sembolik dünyasını çözmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de, nesilden
nesile aktarılan mitlerde ve peri hikayelerinde de ortaya çıkan görüntü
ve sembollerle tekrar tekrar karşılaşmıştı. Bu onu, astrolojideki gök
cisimlerinin tanrılarının aslında bizim zihnimizdeki görüntülerden
oluştuğu fikrine götürdü. Gök cisimlerinin tanrıları aslında bağımsız
varlıklar değildir, daha çok zihnimizde şuursuzca uyur halde bulunan
imajlardır ve bunlar gökyüzünde zihnimizin bir aynası olarak yerlerini
almaktadırlar. Dolayısıyla, aşk tanrıçası Venüs veya savaş tanrısı Mars
hakkındaki hikayeler aslında insanların tekrar tekrar deneyimlemiş
oldukları ve bir dönemde tanrılara atfettikleri hikayelerdir. Bunun
sonucunda da, Jung’a göre, astroloji ortaya çıkmıştır. Bu da şimdi,
yıldızların hareketlerinin gerçekte insan zihninin bir yansıması olduğu
olarak yorumlanmaktadır.
Carl Gustav Jung gazete horoskoplarına inanmıyordu, ama astrolojinin
bizleri insan zihni ve genel olarak önemli tarihi gelişmelerin geleceği
ile ilgili olarak bilgilendirebildiğine inanıyordu. Bazı astrologlar ve
aynı zamanda da psikologlar da Jung’dan sonra bunu ele almışlardır,
örneğin, tanınmış psikoanalist Fritz Riemann
[54] gibi. Bu
psikologlar horoskopta, dolayısıyla da doğum anında gök cisimlerinin
pozisyonlarında bir kişinin karakterinin ana yapısını keşfetmek için bir
anahtar görmüşlerdir. Böylece, bir kişinin kişisel halleri ve
zorlukları, aynı zamanda çevreden gelen onu rahatsız edici etkiler
horoskop ile ortaya çıkarılabilir. Bu şekilde, astroloji uygulamalı
psikolojik danışmanın bazı formlarında kendi yolunu bulmuş oldu.
[55]
Yukarıda tanımlanan psikolojik
astroloji, bazı düşünce okullarının gördüğü gibi insan hayatını
yıldızların emirlerine tabi olarak görmez. Psikolojik astroloji
horoskopun sadece bir kişinin yeteneklerini ortaya çıkarmamıza
yaradığını kabul eder; örneğin, bir kişinin daha çok sanatsal mı yoksa
teknik yeteneklere mi sahip olduğu horoskop vasıtasıyla öğrenilebilir.
Bu yeteneklerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği veya nasıl
gerçekleştiği psikolojik astroloji tarafından başka faktörlere
atfedilmektedir, örneğin yetiştirilme ve diğer çevresel faktörler gibi.
Bu yüzden horoskop daha çok danışma yönelimli bir uygulama için bir
temel niteliğindedir.
Burada, bilimin bakış açısından şu
gerçeğe dikkat etmek gerekir; eğer psikolojik astroloji horoskopta
sadece çok çeşitli şekillerde gelişebilen yetenekleri
tanımlayabiliyorsa, ortaya şöyle bir problem çıkıyor; bir kişinin
horoskopu ve gerçek sorunları birbirlerine denk
düşmeyebilirler. Öyleyse bir kişinin horoskopu ile karakteri arasındaki
uyum nasıl test edilebilir? Doğum anını kendine temel alan bir horoskop
yorumu tam ve gerçekçi olarak yetişkin bir kişiyi nasıl
değerlendirebilir?
Bunun bilimsel kanıtını ortaya
koymanın güçlüğü ortadadır.
*Psikodiyagnoz çerçevesinde çalışan
(*hastalığa tanım koyma)
çoğu astrolog durumu böyle değerlendirmektedir.
Astrolojinin buna rağmen bir kişinin karakteri ile ilgili anlamlı bir
bilgi sağlayabildiğinin bir kanıtı olarak Franz Riemann örneğin
danışmanlık konusundaki kişisel deneyimin horoskopun doğruluğunu ortaya
koyduğuna dair bakış açısını açıklamaktadır. Riemann’a göre horoskopta
görünen karakterlerin üzeri örtülüyordu ve bu örtünün kalkması dış
etkenler tarafından engellenmiş oluyordu. Bu durumda horoskop bir kez
daha bloke edilen karakterin ortaya çıkarılması için yardımcı oluyordu.
Psikolojik astroloji böylelikle
danışan ve astrolog arasındaki doğrudan diyalog halinde gerçekleştirilen
kişisel deneyime dayalı olmaktadır. Bu da şu anlama geliyor; bilimsel
kanıt oluşturabilirliği bağlamında horoskop ile psikodiyagnozun
birbirine tam olarak denkliği muhtemelen mümkün değildir. Diğer
nedenlerin arasında, astroloji ayrıca bu nedenle de kabul görmeyen bir
bilimdir. Psikoloji ise bunun tam tersine
bilimsel olarak kabul gören bir disiplindir çünkü deneysel ve teorik
yöntemlerle çalışır. Astrolojinin deneyle de desteklendiği gerçektir ama
sonuçlarının bilimsel olarak test edilebilirliği konusunda zorlukları
vardır ve sonuç olarak bilimsel kabul gördüğü nadirdir.
Ancak, deneysel sonuçlar sayesinde
tanınır olsaydı bile yine de mevcut kabul edilen bilimsel yöntemlerle
çatışan teorik bazı sonuçlar ortaya çıkacaktı. Bu da şu anlama geliyor;
eğer astroloji deneysel sonuçlarla birlikte kabul edilseydi sonuç olarak
gök cisimleriyle, doğum anındaki gök cisimlerinin pozisyonlarından elde
edilebilen kişinin uzmanlaşmış yetenekleri arasında bir bağlantı olması
gerekecekti. Ama böyle bir açıklama mevcutta kabul edilen ve kozmosla
insan varlığı arasındaki bağlantıya dair bütün bilimsel açıklamaları
aşacak ve (geniş bir bakış açısıyla) dini açıklamaların arasına
yerleştirilecektir.
Bilimsel yanıyla ilgili olarak,
psikolojik astroloji böylelikle kişisel deneyimle sınırlanmıştır. Teorik
sonuçları bakımından ise, kozmosla insan arasında bir bağlantı olması
bakımından, dinsel açıklamalardan kendini soyutlaması zordur. Bahsettiğimiz dini açıklamalar şu
şekilde açığa çıkmaktadır; öncelikle psikolojik astroloji gök
cisimleriyle bir kişinin karakteri arasında birbirine paralel bir ilişki
tanımlamaktadır. Yani, bir kişinin doğum anında gökyüzündeki
gezegenlerin pozisyonunun bu kişinin daha sonra özellikleri olarak
ortaya çıkacak olan karakter imajlarını (kadim mitsel tanımlamalara denk
gelen) ortaya koymakta olduğunu kaydetmektedir. Paralelliklerin keşfi,
yukarıda da tanımlandığı gibi kişisel deneyime dayalı olmaktadır.
Ancak bu açıklama; paralel bir
ilişkinin basitçe ortaya çıkarıldığı anlamına gelmemektedir. Gök
cisimleriyle insanlar arasında bu paralellikleri meydana getiren bir tür
bağlantı olmalıdır. Ama son derece uzaklarda bulunan gezegenlerle
aradaki bu bağlantı nasıl açıklanabilir? Plüton gezegeni öyle uzaktadır
ki dünyadan teleskopla bile görülememektedir.
Pek çok psikolojik astrolog bu sorunu hipotezler
kurarak gidermeye çalışmaktadır. Psikolojik astrologların bunu yaparken
bir kez daha kadim dini fikirlere geri dönmelerini görmek ilginçtir.
Astrolog Thomas Ring (1892-1983)
kadim gezegen tanrılarında ve onların açıklamalarında
“ilkeleri”
görmekte, bunlar doğal ve zihinsel işleyişi tanımlamaktadır.
Bu ilkeler “canlıların gücü” veya
“bütünselliğin” güçleri olmakta, bu
güçler tüm kozmosta işler halde olmakta ve yaşayan her şeyi
kuşatmaktadır. [56] Bununla söylenmek istenen; sadece bizim ve doğanın
canlılıkla dolu olduğmuzu değil, tüm kozmosun bütün göksel cisimlerle
birlikte yaşayan bir organizma olduğudur. Gezegenler buna göre sadece
bir cansız maddeler toplamı değil, daha çok insan psişesinde ve doğada
da bulunan canlı güçlerle donanmış antitelerdir.
Dolayısıyla gök cisimleriyle insanlar
arasındaki bağlantı mevcut standartlara göre bilimsel olarak
açıklanabilir türden değildirler. Göksel cisimlerle insanlar arasındaki
birbirine paralel; yani eşzamanlı bağlantı ışık ya da çekim gücü gibi
fiziksel etkilerle açıklanamaz türden olup daha çok bütün kozmosta işler
halde bulunan ve bizlerin psişemiz aracılığı ile bağlantı kurabildiğimiz
“canlı güçler” olarak tanımlanması daha doğru olur.
İşte burada bir kez daha kadim astrolojiyle karşı karşıya geliyoruz.
Kadim zamanlarda
“dünya ruhu”
içinde olma inancı çok yerleşmişti. Bu dünya ruhu, bütün kozmosu
dolduruyor, her bir unsuru kuşatıyordu ve insan ile en uzakta meydana
gelen kozmik olayların bağlantısını açıklayabiliyordu. Johannes Kepler
ve Isaac Newton hala astrolojik ve majik olayları açıklayabilen
“anima mundi”ye, dünya ruhuna
inanıyorlardı.
Böylece psikolojik astrolojinin aslında psikoloji
uygulamalarından elde edilen deneyimlerle başladığını görmekteyiz, ancak
bunlardan dinsel sonuçlar elde etmektedir. Psikolojik astroloji böyle
ele alındığında ezoterik astrolojiye çok yakın olmaktadır. Dolayısıyla
bu iki astroloji türü genelde modern astrolojide ayrılmadan yerlerini
almaktadırlar. Ezoterik ve pek çok yeni dinsel hareketin omurgasında bu
iki okul nadiren ayrılmaktadır. Pek çok astrolojiye meraklı kişi için bu
bilimin arkasında hangi açıklamaların olduğu son derece önemsiz
görünmektedir. Çoğunlukla ön planda olan psikolojik kavrayışlar ve
kişisel bilgidir. Astroloji için açıklama sorusu pek çok ilgili kişiden
gelse de bunlar genelde çok belirsiz ve genel olarak bunu spiritüaliteye
veya doğal bilimlere bağlayan türde olmaktadır.
[57]
Almanca konuşulan ülkelerde ve
diğer birçok dünya ülkesinde, görevlerini temel olarak psikodiyagnostik
alanda görmekte olan çok sayıda okul vardır. Bununla beraber, sayı
belirterek bir sınıflandırma yapmak da mümkün değildir. Bazı okullar,
örneğin Zürich’teki Astrodata gibi ezoterik konuları oldukça şuurlu bir
şekilde açıklamaktadır, buna
“karmik horoskop analizi”
örnek olarak verilebilir. Diğerleri ise şifa veya ekonomik tahminler
konularında uzmanlaşmışlardır. Bununla beraber, astrolojideki
psikodiyagnostik ilgi alanları modern astrolojinin en büyük bölümünü
oluşturmaktadır.
|