Hermetizmin Tarihsel Gelişimi
Hermetik öğretiye göre, ruh ışıktır;
madde ise, karanlık. Ruhlar “gökten”, karanlık yeryüzüne
süzülerek inerler ve maddeyle “birleşirler”. Yani,
ruhçuluktaki ifadesiyle enkarne olurlar. Bu, onlar için bir
sınavdır. Günümüzde Hermes’e atfedilen birkaç eser Mısır
hiyeroglifleriyle değil; Yunanca, Latince ve Kopt dilinde
yazılmıştır. Bu iddiaya göre, Hermes’in kitapları tek bir
kadim bilgenin değil, çok eski çağlarda yaşamış, pek çok bilge
kişinin ürünüdür ama hepsi de Hermes’e atfedilmiştir. Öyle de
olsa, böyle de olsa, hiçbir şey bu kitaplarda yazılanların
inisiyatik değerini azaltmaz.
İlk çağın hemen hemen tüm
felsefeleri ya Hermetizm’den etkilenmiş, ya da kendilerini bu
bilgi külliyatına karşı savunmak durumunda kalmışlardır. İlk
Hıristiyanların önde gelenlerinin bir çoğu Mısır’da yaşamış ve
Hermes’in eserlerinin pek çoğuna sahip olma fırsatını
yakalamışlardır. Hermetik felsefeyi içeren eserler M.Ö.2 ve
3.cü yüzyıllarda İskenderiye kentinde toplanmıştı. O yıllarda
İskenderiye, Atina’yı bile geride bırakan büyük bir öğrenim
merkeziydi ve İskenderyeliler bilgiye susamışlıklarıyla ün
yapmışlardı. Kentin yöneticisi Yunanlı vali I.ci Ptolemeus’un
emriyle burada bir kütüphane ve müze kurulmuştur. Her ırktan
ve her ulustan insanlar buraya akın akın geliyorlardı:
İyonlar, Museviler, Mısırlılar, Babilliler, Fenikeliler ve
hatta Hindistan’dan Budistler. Bu şekilde, sanki dünyaya
sunulan tüm bilgi bu kentte toplanmıştı. Yarım milyon kadar
papirüs tomarıyla kütüphane ezoterik ve inisiyatik bilgiler
açısından giderek zenginleşti.
İskenderiye’nin altın
çağı “Kutsal Roma İmparatorluğu”nun doğuşu ve Hıristiyanlığın
batıya taşınarak, Greko Romen Kültür ile karışmasıyla sona
erdi. Katolik Kilise’nin kendi politik yönetimi doğrultusunda
Hıristiyanlar onlara, 'kırsal kesimde oturanlar' anlamına
gelen “paganlar”(taşralılar)
adını verdi. Bu dogmatik tutumun etkisiyle kentteki kütüphane,
içindeki eşsiz bilgi külliyatıyla birlikte yakıldı.
Evet, Kadim Yunanistan’da
“üç kez yüce Hermes” olarak nitelendirilmiş olan Hermes’in
öğretisi saygınlığını; Roma İmparatorluğu’ nun Hıristiyanlığı
kabul etmesi ve bu dinin (elbetteki yozlaştırılmış
versiyonunun) bağnazlığı sayesinde yitirmişti. Hıristiyan Roma
İmparatorluğu kadim geçmişin bu görkemli kültürüne (“vahşi
köylü/taşralı” anlamına gelen) “pagan” damgasını vurarak, bu
kültürü sadece aşağılamakla kalmamış, görüldüğü yerde yok
edilmesini de emretmekten geri kalmamıştır.
Bu cümleden olmak üzere,
M.S. 5. y.y.’dan başlayarak, Roma İmparatoru Theodoius
imparatorluk sınırları içindeki Hermes okullarından yetişmiş
rahiplerin yönetimindeki mabetleri ortadan kaldırtmış,
Hermes’in ve Hermes okullarından yetişenlerin kitaplarını
yaktırmış, bilginleri öldürtmüştü. İşte büyük İskenderiye
Kütüphanesi’nin yakılışı da bu zamanlara rastlar. Yangından,
yıkımdan, yağmadan, talandan ve elbette ki ölümden
kurtulabilen Hermes okulu kökenli bilgeler öğreti ve
etkinliklerini yüzyıllarca yeraltında sürdürmek zorunda
kalmıştı.
Hermetik düşünür ve
bilgeler pagan suçlamasıyla Mısır’dan kaçarak, Araplar’a
sığındılar. Beşer tarihinde, Hermes’in eserleri nerede okunup
benimsenmişse, orada uygarlık gelişmiş, insani değerler
(erdemler) yeşermiştir. Nitekim, çok geçmeden; Araplar bilgi
ve bilimsel başarılarda bir numara haline geldiler. Bağdat’ta
ilk üniversite kuruldu, pek çok Hermetik eser Arapça’ya
çevrildi. Hermetika, İslam felsefesinde de önemli bir gizli
akımın gizemli ilham kaynağı oldu. Hallac-ı Mansur da,
yetişmesi Hermetik öğretiye dayalı bir tasavvuf ehli ve
zamanının en büyük sufilerindendi. Bilindiği gibi, “Enel
Hakk!” (Ben Hakk’danım.) dediği için o zamanın
cahil ve fanatik dindarları tarafından 911 yılında Bağdat’ta
katledilmişti. Bu değerli sufinin öldürülüş şekli de, bunu
uygulayanların vahşiliğini açıkça ortaya koyuyordu.
Hermes Okulu’ndan gelenlerin
Bağdat’tan dışlanmaları, kovulmaları ve hatta katledilmeleri;
onları İran Körfezi’nin güneyine (Lasha’ya) göç etmeye mecbur
etmiştir. Batıda ise, Katolik Kilise’nin dogmatik tutumunun
etkisiyle Hermetik öğretinin müridleri, yeni bir sığınak arama
itilimiyle Floransa’da toplanmaya başladı. Tüm Hermetik
eserler Latince’ye çevrildi. Leonardo da Vinci, Michelangelo,
Botticelli ve Raphael vb. büyük sanatçılar derinden
etkilenerek Pagan İlahları’nı betimlemeye başladılar.
Floransa’da gizliden gizliye muhteşem bir kültür doğdu ve buna
“Renaissance” denildi. Bu sözcük, uyanışa çok uygun bir
isimdi. Çünkü Hermetik felsefenin temeli ruhsal olarak
“yeniden doğma anlayışı”na
dayanıyordu. Bildiğimiz gibi, ruhçuluğun da temelinde aslolan
ruh varlığıdır ve yeniden doğuş, hatta tekrar tekrar doğuş en
temel kavramlardan biridir.
Bu
arada, ünlü astronomlardan Kopernik de Hermetizm’den
etkilenmiş, inisiye bilgelerden biridir. Yine, Katolik
Kilise’nin dogmatik baskısı altında batıda (ve dolayısıyla da
bizde) yaygın olarak öğretildiği şekliyle; güneş sisteminin
merkezinde dünyanın değil, güneşin var olduğunu biliriz.
Oysaki Kopernik, Hermetik Felsefe üzerine öğrenimini
tamamladıktan sonra, bu yoruma varmıştır. Hatta, ünlü
astronomun “Göksel Kürelerin Dönüşleri” adlı eserinin ilk
sayfasında Hermes’ten bir alıntı vardır:
“Güneş, görünen Tanrıdır.”
Ezoterik anlamıyla Hermes,
Güneş’ten söz ederken,
Görünenin Ardındaki Görünmeyen Güneş’i ifade etmek
istemişse de, Kopernik’in bir bilim insanı olarak ondan
yaptığı bu alıntı öğretisinin temelini bilimsel kökenli
bulduğunu da ifade eder. Burada ifade edilmek istenen şey asla
Güneş’e tapınma ve onun ritüelleri değildir. |