- 12
Haziran 1872 günü Iron Mountain römorkörü, 400 balya pamuk
yüklü mavnalı çekerlerken, kaşla göz arasında, hiçbir iz
bırakmadan, bütün personeliyle kaybolmuştu. Bütün aramalar da
hiçbir sonuç vermedi! - 14
Aralık 1928 günü, Danimarka muhribi Koberhaven, Montevideo
limanından, şarkı söyleyerek binen elli askeri öğrencileriyle,
top sesleri arasında kalkar kalkmaz kaybolmuştu! Denizin altı,
üstü, her yanı aranmış, yine bir iz bulunamadan koskoca muhrip
kayıplara karışmıştı! - 18.
yüzyıl başında, İspanya’ya doğru ilerleyen 4.000 kişilik
Fransız birliği de, Pirenelerde, hiçbir iz bırakmadan yok
olmuştu… - 1958’de,
Saygon’da kamp kuran 650 kişilik Fransız birliği de aynı
akıbete uğrayanlardandı. - 10
Aralık 1939’da, Nankin’inin kuzeyinde kamp kuran Çin
kuvvetleri 2988 kişilik bir birlik de kampta karavana ateşleri
yanar vaziyette, tüfekleri düzgün çatılmış bir halde
bulunurken mevcut değillerdi! - 1947’de
Tahoma buzuluna düşen 32 kişilik uçaktan da kimse
bulunamamıştır. Sanki uçak bom boş düşüp paramparça olmuş
gibiydi! - 1850’de
Honduras’tan kahve getiren Sea Bird gemisi, Newport limanı
açıklarında gözüküp, kuzeye kaymış ve karaya oturmuştu. Gemiye
çıkan ilgililer, geminin ünlü kaptanı John Durham dâhil,
kimseyi bulamamışlardı! Geminin mutfağında, ateş üzerinde
kahve cezvesi kaynıyordu… Fakat kimseler yoktu! Bütün gemi
mürettebatı, meçhul akıbetle kaybolmuştu! Hem de kaşla göz
arasında!
Bazı mucizevî olayları, özet halinde sunmağa çalıştık. Bermuda
Şeytan Üçgeni ve benzerini de bunlara eklersek, çözümü hayli
güç bu tip olaylar için; insanın idraklenmesi ve şuurlanması,
görünenin ardındaki görünmeyeni araması, bazı sorular sorması
içindir demek mümkündür…
Mucize, Evrensel Yasaların İhlali Değildir
Maddesel
ve ruhsal boyutlarıyla beraber bir gerçek vardır ki, bunu
görmek için çok kültürlü olmaya, bir bilim adamı ya da yüksek
sezgilere sahip bir kimse olmaya hiç gerek yoktur. Gerek mikro
âlemde, gerekse makro âlemde muhteşem bir düzen ve uyum
egemendir. Her olay, her varlık, her eşya büyük bir
hassasiyetle işleyen yasalarla ayaktadır. Âlemimizin
içerisinde nereye yönelirsek yönelelim, işleyen yasaların
tezahürünü görmekteyiz. Bir atom içerisinde elektronların
hareketi, bir astronomik sistemdeki küreler çeşitli
hareketleri tesadüfi ve kendiliğinden olabilir mi? Aksi
takdirde korkunç bir düzensizlik ve kaos ortaya çıkarak
maddesel evren yok olurdu.
Güneş ve Dünya arasında ki uzaklık, Dünya eksenindeki meyil,
yörüngelerdeki hızları belli sırları değişse, yeryüzünde ki
ısı dengesi, gravitasyonel çekim alt üst olur ve canlı sifer
ortadan silinirdi.
Kendi bedenimizi ele alalım: Bu kapalı sistem içerisinde
bildiğimiz-bilmediğimiz yüzlerce yasa hükmünü sürdürmektedir,
hem de birçoğu bizim irademiz dışında… Dolaşım sistemimizdeki,
solunum, solunum sistemimizdeki ya da sindirim sistemimizdeki
yasaların iş görmemesi; fizik bedenimizin çökmesine,
dağılmasına, faaliyetinin kesin olarak durması sonucunu verir.
Evet! Evren kusursuz işleyen yasaların bir tezahürüdür. Bilgi
yoksa yasa yoksa varlık oluşum ve aksiyon da yoktur. Bununla
beraber, mucize dediğimiz öyle olaylarla da karşılaşıyoruz ki,
onları bildiğimiz yasalarla açıklayamıyoruz. Peki, bu olay
yasaların bozulması, ihlal edilmesi sonucu mu ortaya
çıkmıştır? Yani, evrensel yasaları keyfi irade ve isteklerle
ya da rasgele, kendiliğinden değişebilir mi? Yasalar kaos
yaratmak için mi konmuştur? Elbette ki hayır. Ne genel
yasaların dışında bir olay cereyan edebilir, ne de işleyen bir
yasa keyfi olarak bozulabilir.
O halde mucize nedir? Nasıl açıklayacağız olağandışı
olayları?
Evrende Mucize Yoktur… Öncelikle
kabul etmemiz gereken bir konu var. Evrende mucize yoktur. Ne
geçmişte olmuştur, ne şimdi olmaktadır, ne de gelecekte
olacaktır. Böylece gizemli, anlaşılmayan ve İlahi İrade
Yasalarının kapsamı dışında cereyan eden en ufak bir olay bile
olamaz ve olmayacaktır. Ne olmuşsa, ne olacaksa her şey Yasa
Koruyucular’ının emri ve gözetimi altında olur.
O halde “mucize” derken, akla yasa bozucu ya da
yasalar dışı garip ve anlaşılmaz olaylar gelmemelidir. Her
şeyin bir nedeni, bir anlamı ve hedefi vardır. Biliyoruz ki,
evren “İlahi İrade Yasaları” dediğimiz kapsamı
idrakimizin üstünde olan bir yasalar topluluğu ile
yönetilmektedir. İlahi İrade Yasaları dediğimiz zaman, giderek
çoğalan, kabalaşan yasalar bütününü anlıyoruz. Bizim fizik
evrenimizi ele alacak olursak, galaksilerin oluşumu, güneş
sistemleri, gezegenler vs. hep bu yasalarla işler. Dünya
üzerindeki bitki, hayvan ve insanıyla canlı kürenin faaliyeti,
bedenimizin ayakta kalışı, madenler, mevsimlerin dönüşü,
çiçeğin açması, elektronların hareketi vs. hep İlahi İrade
Yasaları çerçevesindedir. Bildiğimiz doğa yasaları, onun bir
cüz’üdür.
Şimdi, nereye baksak dört başı mamur bir şekilde işleyen
yasalar karşısında birdenbire peydahlanmış, ne olduğu
bilinmeyen, ya da yasaların işleyişinden kaçıvermiş mucize
dediğimiz olaylara yer verilebilinir mi? Elbette ki, hayır!
Mucizevî diye nitelendirdiğimiz olaylar yok mudur? Vardır,
fakat o olaylarda İlahi İrade Yasaları kapsamındadır ve de
asla rast gele ve kendiliğinden değildir. İlahi İrade
Yasalarının en büyük özelliği, değişmemeleri, sapmamaları ve
birbirini çürütmemeleridir. Yani onlar rotalarından şaşmaz.
Her şey İlahi İrade Yasalarıyla işler. Bir İlahi İrade
Yasasının icabından, bir başka ilahi İrade Yasasını kullanarak
kurtuluruz. Örneğin, ateş yakar, ama su ile ateşi
söndürebiliriz. Bu durum çelişki değil, yasaların birbiriyle
uyumunu ve tamamlayıcılığını gösterir. O halde mucize diye bir
şey yoktur; fakat mucizevî dediğimiz olay karşısındaki
aczimiz, yetersizliğimiz ve bilgisizliğimiz vardır.
Mucize, Şimdilik Bilinmeyen Yasaların Tezahürü Konuya
mantıksal açıdan baktığımızda, yaşanmış örnekleri
incelediğimizde açıkça gördüğümüz husus odur ki; mucize vardır
ve henüz bilmediğimiz yasalara göre vuku bulur. “Ben
nedenini bilmiyorum, o halde mucize yoktur, benim bildiğim
yasalar dışında bir fenomen cereyan edemez.” Demek ne
kadar hatalıysa, “Hikmetinden sual olunmaz, yasayı koyan da
bozan da Tanrı’dır.” deyip; aklı işletmemek, düşünmemek ve
ibret almamak o kadar eksik ve tembelcedir. Elbette, her şey
O’nun yasalarıyla olur, ama olanlar karşısında acz içinde
kalmayı kabul etmek; bu gibi olayların altında yatan bilgiyi
elde etme çabası göstermeyip, atalet içinde kalmakta insana
yakışmaz. Zaten insandan istenen de aklını ve vicdanını
kullanarak hayattan ve olaylardan ders alması, araştırması,
bilgi ve görgüsünü artırması değimlidir? O halde her şeyi
gücümüz ölçüsünde anlamaya çalışmak zorundayız ve bu cehit,
gelişimin gereğidir.
Görülmektedir ki, mucize, bizim henüz bilmediğimiz bazı
yasaların sonucu olarak ortaya çıkan olaylardır. Mucizevî
olaylar da, aslında, bildiğimiz, tanıdığımız ve alışagel
iğimiz olaylar kadar doğaldır; onların işleyişi de bir bilgi
ve Varlıksal İlkelere dayanır. Yani kendiliğinden ve rastgele
değildir; şuurlu varlıkların kullandığı öğretici bir
vasıtadır.
Herhangi bir olayı “mucize” olarak
nitelendirmemizin iki olası nedeni vardır:
1-Nadir cereyan eden olaylar olmaları:
İnsan öyle ilginç ve gizemli bir yapıya sahiptir ki; nedenini
bilmese, anlayamasa bile, eğer o olay sık sık vuku buluyorsa,
hele kendisine bir zararı dokunmuyorsa, ona bir süre sonra
alışır ve önce mucize diye kabul ettiği olayı doğal
karşılamaya başlar. Öyle ki, ne olayın nedenini araştırma
zahmetine katlanıyor, ne de mucize diye kabul ediyor. Çünkü
olay sık sık tekrarlanmış, zararsız olduğu anlaşılmıştır.
İlkel bir kabile üyesinin yanında bir teyp, bir radyo ya da
televizyon çalıştırırsanız; o, bu olayı bir mucize olarak
karşılayacaktır. Böyle bir şey olmuştur. Avustralya ve
Afrika’daki kabileler, beyazlara ilah gözüyle bakmışlardır.
Ama aynı şeyi her gün görürse, aynı olay artık sıradan bir
olay haline gelecek ve kimse için mucizevî bir anlam
taşımayacaktır.
Benzer şekilde, insanların çoğu telepat olsaydı, görünmez hale
gelebilseydi, havada uçsaydı, ruhsal âlemle temas birkaç yerde
görünebilseydi, bedeni terk ederek astral seyahat yapıldığı
resmi çekilerek ispatlansaydı, su üstünde yürüyüp, istediği
şekle girseydi, maddenin yapısını değiştirseydi, caddenin
ortasında her gün bir UFO görseydik ve bu olaylar sık sık
olsaydı; bugün mucize denen ve nadiren vuku bulan olaylar
artık mucizevi diye kabul edilmeyecekti. Görülmektedir ki,
mucizevi olayın nadiren cereyan etmesi ve nadir kimseler
tarafından yapılması, o olaya atfedilen “mucizevi” tanımını
desteklemektedir.
2-Bilgisizlik:
Olaylara mucize diye bakmanın gerçek nedeni bilgisizliktir.
Her ne kadar maddeci zihin şu ana kadar elde ettiği, daha
doğrusu Ruhsal Yönetim’in izniyle elde ettiği bilgilerle
kibirleniyorsa hatta onları nefsanî çıkarlarına araç yapıyorsa
da, bunlar bilinmeyenler yanında hiç kalır.
Bilgi aslında bir bütündür. Ama gene de bilgiyi a) Maddesel
evren bilgisi b) Ruhsal evren bilgisi diye ikiye ayıracak
olursak, biz Dünya gezegeni sakinleri, özellikle ruhsal
bilgiler konusunda çok cahiliz ve bu cahilliğimizdir ki,
mucizelerin sayısını artırmaktadır.
Çağımızda atom fizikçileri ve astronomi uzmanları artık mikro
âlemi ve makro âlemin enginliğini ve son noktadan ne kadar
uzak olduklarını kabul ediyorlar. Madenin içine daldıkça,
uzayın uçsuz bucaksızlığına açıldıkça yeni parçacıklarla ve
yeni galaksilerle karşılaşıyor; ve bunlar beraberinde yeni
yasalar gerektiriyor. Keşfedilen enerji türleri giderek
artıyor ve süptilleşiyor. Kuantum fizikçileri insan zihnini de
kapsayacak bir “ortak
alandan”
söz ediyor. Ama ne yazık ki, dikkatler ruhsal âleme ve ruhsal âlemin
yasalarına yeterince çevrilmediğinden, madde evrenindeki
gelişmeler de bir noktada kalıveriyor ve ilerleyemiyor. Ruh ve
madde bütünlüğü; ve bunlar arüsındaki ilişkiler bilinmedikçe
de, gerçek gelişmeden, ilerlemeden söz etmek pek mümkün
olamıyor ya da tam anlamıyla gerçek olmuyor...
Her şeyden önce ruhun maddeye olan üstünlüğü, maddeye şekil
verenin ruh olduğu ve bu üstünlüğü şuurlu şekilde sürdürmek
için insanın kendi üzerinde çalışması gerektiği bilinmelidir.
Mucize dediğimiz olaylar, bilgisizliğimiz yüzünden mucizedir.
Parapsişik fenomenler, ruh gücünün etkisiyle, fizik alanda
oluşan olaylardır ve ruh unsuru olmadan bu olaylar
açıklanamaz.
Mucize, Bir Üst Boyutun Yasalarının Bir Altta Tezahürü
Varlık
âlemi denince akla, sadece Dünya küresi üzerinde yaşayan biz
insanlar ve diğer canlılar elbette ki gelmez. Evren bizim
havsalımızın alamayacağı kadar bir genişlik ve çeşitlilik arz
eder: Evrenler içinde evrenler, madde içinde madde, zaman
içinde zaman, boyut içinde boyut…
Henüz ruh ve madde beraberliğini fark edememiş olan bilim
adamları, başka gezegenlerde varlıkların yaşadığını kabul
etmese de, oraları meskûndur. Hatta yeryüzünde bile başka
boyutta olmak üzere yaşayan varlıklar vardır. Fakat henüz
farklı boyutları ve farklı zamanları, bizler beş duyumuzla
bunları algılayamıyoruz. Sınırlı duyularımızla algılayamıyoruz
diye onlar elbette ki yok değildir. Unutmayalım ki
elektromanyetik skalanın çok büyük kısmını(5 duyumuzla)
algılayamıyoruz ama bilim, bu skalanın bir kısmını cihazlarla
saptayabiliyor.
İlahi Kudret, yukarıdan aşağıya doğru (inceden kabaya doğru)
iner ve giderek tezahüründeki kudret azalır. Bu kudretin
tezahürü varlıkların tekâmül düzeylerine bağlı olarak ortaya
çıkar. İlahi Kudret; üst planlarda, yüksek boyutlarda daha
güçlü ve etkin bir haldedir. Bu kademelerin yasa sayısı da bir
aşağısına göre belki iki misli az ve kapsamlıdır. Daha alt
varlık planlarında ise hem yasaların sayısı artmış ve hem de
tesirliliği azalmıştır. Bu icap ve bir üst, bir altın görüp
gözeticisi, eğiticisi, öğretmeni, Rabb’idir. Üst, alttan
sorumludur.
Mucize konusuna bu açıdan bakacak olursak, daha iyi
kavrayabiliriz. Bir üst boyutun, bir üst planın yasası, geçici
de olsa bir altta tezahür ederse, bu olay alt planın
varlıklarınca mucize olarak algılanır/adlandırılır. Üst
boyutlara ait bir yasanın gücü ve kapsamı 2 ise, alt boyuttaki
1’dir ve hiç kuşkusuz bu yasalar, alt boyuta egemen olacak ve
şaşkınlık uyandıracaktır. Açıktır ki, bu tür tezahürler
amaçlıdır ve büyük bir bilgiyi de beraberinde taşırlar; yeter
ki bizler düşünelim, aklımızı işletelim yeni yeni şeyler
keşfedelim… |