Yaşamı tanımlamak gerekirse
“Evrenin
bize en büyük armağanı ve en büyük mucizesi olan yaşamın doğru
algılanarak yaşandığının veya içgüdülerle otomatik
davranılarak ona gerçek değerinin verilmediğinin tek ölçüsü
farkındalıktır”
denilebilir. Farkındalığın ilkel düzeydeki mantığı
‘ya-veya’
mantığı, ileri düzeydeki mantığı ise
‘hem-hem’ mantığıdır.
Hem-hem mantığını mistik okulların öğretilerinde bulmak
mümkündür. Çin mistik okullarında hoca öğrencisine ‘kung-an’
denilen sorular sorar. Japon Zen Budizminde bu sorulara
‘Koan’
adı
verilir.
Koan’lar bir çeşit bilmece gibidirler. Fakat bu bilmeceleri
ya-veya mantığı ile çözmek mümkün değildir.
Örnek
olarak,
“Tek elin sesi nedir?”
sorusu bir koandır. Ses
çıkarmak için iki elin birbirine çarpması gerekir. Yani ikilik
varlık oluşturur. Bu varlık ses de olabilir başka bir şey de.
Tek elin sesi olabilir mi? Şeklindeki bir soru “Teklikten
varlık oluşabilir mi?” veya “Teklikten çokluk oluşabilir mi?”
sorusuna eşdeğerdir. Etrafımızda çokluk görüyoruz. Ancak
hepsinin özü aynıdır. Teklikten hem çokluk oluşur hem de
çoklukta teklik vardır. Bu durum sanki iki karşıt kavramın
sentezi, birleşimidir.
İşte bu
birleşimi sağlayan da hem-hem mantığıdır. Zen hocasının da
istediği öğrencisinin bu hem-hem mantığını kavrayabilmesidir.
Hoca
öğrencisine bu koanı sorduğunda ikilikten kurtulup hem-hem
mantığı yardımıyla birliğe ve bütünselliğe ulaşmasını arzular.
Bu mantığın yardımıyla daha geniş ve kapsayıcı farkındalık
gelişir. İşte tüm mistik okulların amacı da bu türden
farkındalığın artmasını sağlamaktır. Bir diğer
Koanda hoca öğrencisine şu soruyu sormuştur:
“Köpekte Buda
özelliği var mıdır?”
Öğrenci vardır dese hoca onu kovar.
Yoktur dese gene kovar. Öğrenci ya-veya mantığı içinde
bocalarken sonunda “Hem vardır hem de
yoktur”
yanıtını bulduğunda Koanı çözmüş demektir.
Muhiddin
İbn-i Arabinin Vahdet-i Vücut felsefesinde bu yaklaşıma önce
“Tenzih” (ret etme) sonra da
“Teşbih” (benzetme) yapılarak
ulaşılır. Önce Allah’ı tanımlayacak her kavram red edilir.
Ret etmekle yaratıcının ikilemci kavramlarla tanımlanamayacağı
ve dar kalıplar içine sığmayacağı ifade edilir. Böylece tenzih
metoduyla yokluğa ulaşılır. Fakat o yoklukta kalınmaz ve
teşbih yapılarak Allah’ın 99 sıfata sahip olduğu ifade edilir.
Fakat bu sıfatların sadece birer teşbih, benzetme,
olduklarının şuuruna varmak gerekir. Demek ki çokluğu anlamak
için yokluktan geçmek şarttır. Önce sıfıra (yokluğa) ulaşmak
ve o noktadan sonsuzu bulmak gereklidir. İşte bu yüzdendir ki
tüm mistik okullarında uzun süreli oruç tutmak ve inzivaya
çekilip çile çekmek önemli bir yer tutmaktadır.Yokluğa
ulaşmayı nefsin her türlü oyunundan kurtulup, nefsini yenmek
yani
‘Ölmeden
önce ölmek’
hali olarak da tanımlayabiliriz.
Nefis
Kontrolü Günümüzde
yokluk büyük bir korku kaynağıdır ve yokluğa düşmemek için her
türlü tedbir alınır. Oysa ki sonsuza yokluk sayesinde
ulaşılır. Yokluğu sadece materyel, nesnel anlamda işaret etmek
pek doğru bir yaklaşım olmaz. Yani, para mal-mülk yokluğundan
söz edilmiyor sufi felsefesinde. Benlik yokluğundan, ego
yokluğundan söz ediliyor ki tüm tasavvuf felsefelerinin özünde
saklı olan temel bilgi de budur; Egoyu yenmek, daha doğrusu
farkındalıkla kontrol altına almak için binlerce yıldır, yine
binlerce ve milyonlarca insan bu metotları uygulayarak
kendilerine yeni yollar açmışlardır. Nefsini
kontrol altına alıp egosundan kurtulmuş insan gerçek anlamda
farkında olan insandır. Fakat yokluk içinde kalmamak gerekir.
Eskiden Melamilik okuluna bağlı olanlar sadece yoklukta
yaşarlardı. Bunu hem maddi hem de manevi boyutlara
yaymışlardı. Oysa ki yokluğun farkında olup çokluğu da yaşamak
mümkündür. Bunun yolu da hem-hem mantığını anlayıp
sahiplenmekle olur. Hem-hem
mantığına göre varlık hem vardır hem de yoktur. Varlık vardır,
çünkü yaşanabilir ve hissedilebilir. Fakat varlık yoktur çünkü
varlığı sözle anlatmak mümkün değildir. Yani varlık kavramlara
sığmaz.
13.
yüzyılda Çin’de yaşamış olan Zen Budhizm hocası WuMen ne
diyor: “Tüm Zen okulunun anahtarı bu küçük
‘Değil’
sözünde gizlidir. Değil, sözünü boşluk
veya hiçlik olarak algılamayın. Bu sözü varlığın karşıtı olan
‘yokluk’
olarak da anlamayın. Bu sözü kızgın bir demir topu yutar gibi
yutmanız gerekir. Bugüne kadar bildiğiniz tüm bilgileri yırtıp
atmanız gerekir. Kendinizi yavaşça olgunlaşmaya terk edin ve
göreceksiniz ki içinizle dışınız bir olacaktır.
Rüyanızdan uyanacaksınız ama onu hiç kimseye
anlatamayacaksınız.” WuMen
“Kendinizi yavaşça olgunlaşmaya terk edin”
diyor. Bu terk etme
durumuna ‘teslimiyet’ diyebiliriz. Günümüzün düşünce tarzında
‘teslimiyet’ yanlış bir anlam kazanmıştır. İnsanın sanki esir
olması, kendi iradesinden vazgeçip başkasının iradesini
kabullenmesi gibi anlaşılıyor. Oysa ki teslimiyet demek istek
ve ihtiraslarını, takıntılarını kontrol etmek, hayatta daha
kabullenici olmak anlamını taşır. İnsana değil, RUHSALLIĞIN
TEMEL İŞLEYİŞ PRENSİPLERİNE teslim olun yani Rab’binizi bilin
anlamını taşır gerçek teslimiyet kavramı. Çünkü kendini Bilen Rab’bini bilir. Teslimiyet, kendi egomuzu frenleyerek sözle
anlatılamayan var olmayı yani görünenin ardındaki görünmeyeni
anlamaya çalışmak demektir.
|