Doğu bilgeliği gerçekliğin doğasını doğrudan doğruya kavramak
ister. Fizik ise doğal olayların ve fenomenlerin bilimsel
deneylerle gözlemlenmesini hedef alır ama her ikisi de
farkında olmadan aynı metodu kullanır. Disiplinli bir çalışma
disiplinli bir araştırma, içe doğuş ve konularıyla ilgili
bilgilerin harikulade bir sentezi…
Mistik kavrayış soyuttur. Sözcüklere sığması çok zordur. Ama
bir modern fizikçide, söz konusu kuram ve modellerin
incelemeleri sırasında bir tür belirsizlik kavramıyla karşı
karşıya kalır. Belli ölçüler içinde bu belirsizliği teoriye,
deneye ve gözlem alanına indirgemeye uğraşır. Aynı şekilde bir
bilge de direkt yoldan elde ettiği soyut bilgileri diğer
insanların kendilerini ve şuur seviyelerini yükseltebilmeleri
için kullanım alanına indirgemek ister.
FELSEFE İLE KADİM BİLGELİK OKULLARI ARASINDAKİ FARK
Felsefeyle bilgelik okulları arasındaki en büyük fark
buradadır. Felsefe çeşitli evren teorileri sunar, ruhsal
öğretilerse evren teorilerinin insana uygun yönlerini pratiğe
indirgerler.
Einstein kuram ve modellerin incelenmesi konusundaki
görüşlerini şöyle dile getiriyor,
"Matematiksel kuralların temelleri gerçeğe dayandıkları
sürece, bu kurallar kesin olamazlar. Bunların kesin olmaları
durumundaysa, kuralların gerçeğe dayanmış oldukları
söylenemez."
Doğu bilgelik ekolleri arasında özellikle taoistler sözlü
iletişimin sınırlılığını ve yetersizliğini göstermek amacıyla
sürekli bir biçimde karşıtlıklara başvurmuşlar daha sonra bu
teknik Çinli ve Japon Budistlere aktarılarak onlar tarafından
da geliştirilmiştir.
Söz konusu tekniğin tarihsel açıdan en aşırı ucunu Zen
rahiplerinin ruhsal eğitim metodu olarak seçtikleri "koanlar"
oluşturmaktadır. Koanlar, birçok Zen öğretmeninin,
öğrencilerini aydınlatmak üzere yazdıkları, anlaşılması çok
güç ve hatta bazen bir bilmeceden farksız soyut anlamlar
içeren, öğrencinin ancak bir iç aydınlanmayla ne dendiğini
anlayabileceği özel seçilmiş dizelerdir.
Örneğin bir keşiş, öğretmeni Fuketsu Ensho'ya şu soruyu
yöneltmiş, "Konuşmanın ve susmanın yasaklandığı bir durumda
nasıl hatasız davranabilirim?"
Büyük öğretmen de keşişe şöyle bir cevap vermiştir:
"Her mart ayında Kiengsu'yu,
kekliğin sesini
ve hoş kokulu çiçekleri hatırlarım."
Tüm ruhsal bilgelik ve ruhsal öğreti okulları veya başka bir
deyimle inisiyasyonları, elde ettikleri ruhsal tebliğleri ve
bilgileri mitoslar, semboller, şiirsel anlatımlar ya da
karşıtlıklar kullanarak açıkladıklarında bu soyut kavramların
sözcüklere sığdırılmasının ne kadar zor olduğunu çok iyi
fark etmişler ve o kişinin bilgiye ancak içsel bir yolla
ulaşabileceğini, bilgiye ulaşabilmek için bir değişime
uğramak, kendini tanıma ve hatırlama çalışmaları yapmak,
şuurda bir genişleme ve aydınlanma yaratmak gerektiğini
binlerce yıldan beri bizlere anlatmaya çalışmışlardır.
Aslında bir bakıma çağdaş fiziksel model ve kuramlar,
doğu mitoslarında kullanılan simge ve şiirlerin batıdaki
karşılıklarıdır. W. Heisenberg bu konuyla ilgili görüşlerini
şöyle açıklıyor, "Anlatım dilinin
sorunları çok önemlidir. Örneğin
atomların yapıları hakkında konuşmak ve açıklama yapmak
isteriz. Ama bu konuda alışılagelmiş konuşma
dilimiz yardımıyla fikir yürütmek ve atomları bu dille
açıklamaya çalışmak tamamen imkansızdır." D.T. Suzuki
ise aynı konuyla ilgili görüşlerini belirtirken benzer
sözcükler kullanıyor.
"Alışageldiğimiz düşünceleri alt üst eden karşıtlıkların
temelinde içsel deneyimlerimizi normal konuşma diliyle
anlatmak zorluğu yatmaktadır. Oysa içsel deneyimlerimiz,
konuşma dilini çok aşan yaşayışlardır."
Bir bilim adamı ile bir doğu
bilgesinin aynı kavşakta buluşmaları, Bilimle-Kadim Bilgeliğin
önümüzdeki yıllarda ortak bir dili paylaşacaklarını işaret
ediyor ve hepimizin yüreğinin derinliklerinde arzuladığı şeyin
(Bilgeliğin günlük yaşamdaki izlerinin) oluşabileceği umudunu
taşıyor. Hiçbir şeye bağlanmadan huzura kavuşmak daha doğrusu
içimizdeki huzuru dışlaştırmak, ikiyi bir etmek hepimizin en
derin isteği değil mi?
Budist bir Türk Şairi der ki:
Birbirine bağlı duran kat kat dağlarda
Sakin ve tenha Aranyadan’da,
Ardıç ağaçları altında,
Akar sular boyunda,
Sevinç içinde uçuşan kuşçukların toplandıkları yerde,
Hiçbir şeye bağlanmadan, huzura kavuşmak işte öyle yerlerde.
İç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlarda, Eski
Aranyadan’da
Yüksek, yekpare kayalıkların altında tüm bir sessizlik içinde,
İmirt, çoğurt, söğüt ağaçları arasında
İncecik suların kıyısında;
Hiç bir şeye ilinmeden, akyana’ya dalmayı işte öyle yerlerde.
Derin dağların köşesinde, eteğinde, sevimli Aranyadan’da,
Ipıssız bir tenhalıkta,
Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan,
Orada sükun içinde,
Sabırla, yalnızca töre huzurunu tatmalı işte öyle yerlerde.
Göğenip duran güzel dağlarda,
Gönlün hoşlandığı tenha yerlerde,
Sık söğütler içinde,
Kaynayıp köpüren göller arasında
Başta göz olmak üzere, bütün hasselerden ayrılıp,
Her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde,
Hiçbir arzu beslemeden, huzur tatmalı işte öyle yerlerde! |