Doğu bilgelik ekollerinde ortaya çıkan dünya görüşünün esası,
evrendeki tüm nesnelerin ve fenomenlerin özünde saklı olan
Tekliği, Bütünselliği ve karşılıklı etkileşimleri
kavrayabilmiş olmalarıdır. Bilimin ortaya koyduğu Holografik
Evren Anlayışı ise kendi bilimsel sınırları içinde, her şeyin
sonsuza dek birbiriyle bağlantılı olduğu bir evrende tüm
şuurların birbirleriyle bağlantılı olduğunu ispata
çalışmaktadır. Holografik anlayışta görünümlerimiz ne olursa
olsun bizler sınırları olmayan varlıklarız. Ve şuurunun
derinliklerinde insanoğlu tektir. Yani dünyada gördüğümüz
bütün fenomenler, bu temel tekliğin parçasal dışa
vurumlarından başka bir şey değildir.
Evrenin temel tekliği yalnızca mistik deneyimlerin en
can alıcı unsuru değil, Yeni Fiziğin ve Holografik Evren
Anlayışının gün ışığına çıkardığı en önemli olgulardan
biridir. Bu teklik ilk olarak atom düzeyinde karşımıza çıkmaktadır.
Maddenin derinliklerine inildikçe, yani atom altı parçacıkların
hüküm sürdüğü dünyaya dalındıkça, söz konusu teklik daha da
belirginleşmektedir. Modern atom Fiziğinin ortaya attığı
birbirine bağlı evrensel ağ modeli, doğuda sıkça kullanılan ve
doğanın mistik deneyiminin açıklanmasına yarayan yaygın bir
benzetmedir. Yirminci yüzyılda atom altı dünyanın araştırılması
ile yeni evren modellerinin temeli atılmış oldu. Bu
araştırmalar maddenin içsel dinamizmini ortaya çıkarttı.
Böylece atomları oluşturan parçacıklar olan atom altı
parçacıkların, yalıtılmış varlıklar olarak var olamadıkları,
dinamik bir kalıbı oluşturdukları ve ayrıca ayrılamaz,
bütünsel etkileşimler ağının bölümleri oldukları ortaya çıktı.
Söz konusu etkileşimler, kendilerini parçacık alış-verişi
biçiminde belirginleştiren sonsuz bir enerji akışını
kapsamaktadır. Bu ise, parçacıkların sonsuza dek yaratılıp,
yok oldukları dinamik bir etkileşim ağıdır. Parçacıklar
arasındaki etkileşim ise maddesel dünyayı oluşturan sağlam
yapıların meydana gelmesine imkan tanımıştır. Ancak bu yapılar
durağan değil, tam aksine ritmik bir hareketler topluluğudur.
Yani evrenin tümü, sonsuz hareket ve faaliyet içinde sürekli
dönüşümler yaşamaktadır.Tıpkı onun mini parçası olan bizler
gibi…
KOZMİK DANS
Evren sürekli bir kozmik enerji dansı yaratır. Bu kozmik
enerji dansı Hinduizm de Tanrı Şiva ile anlatılır. Tanrı
Şiva'nın kozmik dansıyla Kuantum Alan Kuramının bazı öğeleri
çok benzer. Şiva'nın dansı da, sonsuz devirlerle meydana gelen
ebedi yaşam-ölüm ritmini temsil etmektedir.
Ananda Coomaraswany'e göre;
"Brahman’ın karanlığında doğa içseldir ve Şiva kendi
dalgınlığından uyanır ve onun dansı da maddenin içindeki
uyanışın ritmik seslerini ortaya çıkarır. Artık madde de dans
etmeye başlar ve Şiva'nın çevresinde bir nur halkası
görünümünü alır. Şiva dans ederek sonsuz fenomenleri
oluşturur. Zamanı dolduğu anda ise, yine dans ederek tüm biçim
ve isimleri büyük bir ateşle yok eder ve onlara yeni bir
durgunluk verir. Bu aslında bir şiir olmasına rağmen yine de
bilimdir."
FİZİK BİLİMİ TÜMÜYLE DEĞİŞİYOR
Yüzyılımızın ilk otuz yılında yaşanan hızlı olaylar, fizik
bilimini tümüyle değiştirdi. İlk önce birbirinden bağımsız
olan iki gelişme yani Rölativite teorisinin ortaya atılışı ve
atom fiziğindeki yeni bulgular, Newton'cu dünya görüşünün
dayandığı bütün kavram ve görüşleri tamamen parçaladı. Artık
ne mutlak uzay ve zamandan söz etmek, ne temel sert
parçacıklardan konuşmak, ne fiziksel fenomenlerin kesin olarak
belirli doğalarından bahsetmek mümkün değildi. Bu kavram ve
kalıpların hiç biri, çağdaş fiziğin yükseldiği yeni boyutlara
ulaşamıyorlardı.
Modern fiziğin başlangıcında tek bir insanın olağanüstü
düşünsel başarısı var. Bu insan Albert Einstein'den başkası
değildir. Einstein atom fiziğinin yeni gerçekleri ile yüz yüze
geldiğinde bir tür şok yaşamıştı. Yazmış olduğu otobiyografide
şöyle diyordu:
"Fiziğin
kuramsal temellerini söz konusu yeni olgulara uydurabilme
çabalarımın tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sanki üstünde
durduğumuz temeller birdenbire çökmüş gibiydi. Ayrıca bu yeni
yapıyı kurabileceğimiz başka bir temel de görünürlerde yoktu.
"
Einstein izafiyet (rölativite) Kuramıyla bizim beş duyuyla
algıladığımız üç boyutu aşan bir dördüncü boyutun varlığından
söz etti. Zaman ve uzayın aslında birbirinden ayrılamayacağını
ve bazen de birbirine dönüştüklerini teorisiyle ispatlarken,
maddenin aslında bir enerji biçimi olduğunu kanıtlıyordu.
Kuantum Fiziği atom altı dünyaya inerek atom altı
parçacıkların kimi zaman parçacık, kimi zaman dalga halinde
ortaya çıkan soyut birimler olduğunu gösterdi.
Hologram Teorisiyse bütün var edilmişlerin aynı bütünün
parçaları olduğunu lazer ışığı kullanarak üç boyutlu görüntü
kaydetme tekniğiyle ispatlıyordu. Bu tekniğe göre hologram
plakası resmin bütün görüntüsünü kendinde barındırıyor. Bütün
hakkındaki bilgiyi elde etmek istiyorsanız, minik bir parça
hakkındaki bilgiyi elde etmeniz yeterlidir.
HOLOGRAFİK ŞUUR
Parça ile bütün arasındaki birliği kurmak, kozmik şuur
demektir. Bunu bilim bize hologram teorisiyle tam zamanında
izah etmiştir.
Farkında olmak, sürekli bir kozmik araştırma, geliştirme
içerisinde kendi varlığını tutmak demektir. Eğer insan bu
araştırmayı belli bir seviyeye çıkarırsa, yaşarken bile kozmik
bir yapıya, anlayışa, bir farkındalığa ulaşabilir. Buna modern
ismiyle 'holografik şuur
seviyesi' deniyor.
Hologram fiziki bir keşiftir ama felsefi yönü çok kuvvetlidir,
ayrıca psişik yönü çok kuvvetli olan bilgiler ihtiva
etmektedir. Bilim adamları, insanların yaşarken de kozmik
şuura sahip olabileceklerini, hologramla insanlara bir kez
daha anlattılar.
KENDİNİ BİLEN TANRI’YI BİLİR
İnsan kendini tanır ve bilirse, kendi ruhsal bedeninde olan
kanunları ve ilkeleri tanırsa evreni de tanır. Onun için
Sokrat'tan beri, kendini bilen tanrısını bilir, evreni bilir
denmektedir.
Ben sen değil, biz meselesi vardır. Biz hepimiz büyük bir
hologramın minik parçalarıyız. Kendimizde o büyükle alakalı
nitelikler, özellikler mevcut. Şuursal boyutta evrenin her
noktasına uzanabilecek derecede güce sahibiz, yeter ki önce
isteyelim sonra yasaları doğru kullanmayı; hem kendimize hem
başkalarına zarar vermemeyi öğrenelim.
Holografik Evren anlayışı bizlere katılımcı bir evrenle karşı
karşıya olduğumuzu anlatıyor. Aslında evrenimizin kendisi de
dev ve akışkan bir hologramdan başka bir şey değil!...
Mistikler yüzyıllardan beri hep aynı doğruyu söylüyorlar.
Gerçeklik bir maya ve hayaldir? Maddenin atom altı öğeleri,
ikili bir görünüme sahip soyut varlıklara benzerler. Onlara
nasıl bakarsak bize öyle görünürler. Temel parçacıklar
birisinin onlara bakıp bakmadığına ya da bakan kişinin ne
aradığına bağlı olarak dalga veya parçacık şeklinde
görünüyorlar. Ve bu parçacıklar kendi başlarına bir anlam
ifade etmiyorlar. Ölçümler arasındaki karşılıklı ilişki onlara
özellik kazandırıyor.
Demek ki kuantum kuramı da bize evrenin holografik birliğini
ve tekliğini laboratuarda göstermektedir. Maddenin
derinliklerine inildikçe karşımıza temel yapı taşları değil
bütün parçalar arasında varolan karmaşık ilişkiler bütünü
çıkmaktadır. Burada gözlemci gözlemlenen olayın bir
parçasıdır. Descartes'in "Ben" ve "Dünya" ayrımı, atom altı
parçacıkların dünyasına inildiğinde geçersiz kalmaktadır.
Atom altı dünyasının bu şaşırtıcı soyut gerçekliği ise
bilim adamlarını giderek kadim bilgileri araştırmaya
yöneltmektedir. Holografik Evren anlayışı da hem bir bilim adamının
laboratuar çalışmalarını hem de kadim bilgileri
ve spiritüel (ruhsal) öğretinin temel bilgilerini bir arada
ele almakta, her ikisine de açıklık getirmektedir.
Holografik evren anlayışına göre bizler, tınlayan engin bir
dalga boyları senfonisi içinde ancak bizim duyumlarımıza
ulaştıktan sonra bildiğimiz dünyaya dönüşen bir frekanslar
ülkesinde yaşıyoruz. |