Dün konuştuklarımızdan o kadar etkilenmiştim ki bu sabah herkesten önce
uyandım yani 5.30 dan da önce, hava henüz karanlıktı ama uyanık kalıp
düşünmeye ihtiyacım vardı, Asitanın yeşil yapraklarından bir ot çayı
hazırladım, sedire yerleştim ve düşünmeye başladım, bu yolculuk ve tüm
bu duyduklarım boşa gitsin istemiyordum. Üstelik söylediklerinde öyle
haklıydı ki, ben değimliydim her türlü popülist yaklaşıma karşı olan,
“al öyle sana uygun böyle hoca” der gibiydi yaşam. Kendime gülmeye
başladım, asla burayı terk etmeyecek bu yolculuğu mutlaka sonlandıracak
hatta bununla yetinmeyip başkalarıyla da yaşadıklarımı mutlaka
paylaşmanın bir yolunu bulacaktım. Bir süre sonra onlar da uyandılar
sabah meditasyonumuzu yaptık, yine aynı düzendeki işleri yapmaya
koyulduk ama bugün farklı olarak akşam da meditasyon ve beden
hareketleri yapacaktık. Gece yatmadan da günlük ihtiyaçları ve iaşeyi
karşılamak için ertesi güne hazırlık yapmamız gerekiyordu yani bedensel
ve ruhsal müthiş bir disiplinle karşı karışaydık bazen şakaklarım
zonkluyordu zorlanmaktan ama yine de çok kararlıydım ben bu işin sonuna
kadar gidecektim. Öğlende sonra Asita yanımıza geldiğinde,
“nasıl gidiyor diye sordu, zorlanıyor musunuz?” “Evet ama memnunuz amaca
uygun yaşıyoruz, lütfen devam edin” dedik. Bugün inisiyasyonu başka bir
yönüyle anlatmak istiyorum size diyerek girdi söze;
“ Yalnızca dış
görünüşümüzü ve zırhımızı teslim etmeye ruhsal inisiyasyon demek pek
doğru değildir. İnisiyasyonun
Sanskritçe'deki dengi olan abhisheka "serpmek", "dökmek", "akıtmak"
anlamına gelir. Ve bir şeyin dökülecekse, söz konusu işlemin
gerçekleşmesi için birde bunun akabileceği bir kap olması gerektiğini
anlatır. Eğer kendimizi ruhsal arkadaşımıza veya diğer adıyla inisiyatörümüze gerçekten, tamamen açar ve onun verdiklerini
akıtabileceği bir kap olursak, o da bize açılır ve kabul töreni yani
ruhsal inisiyasyon gerçekleşir. İşte,
"abhisheka"nın
anlamı budur, yani öğretmen ile öğrencinin,
"iki
zihnin karşılaşmasıdır." Böyle bir açılım
kendini sevdirmeyi, başkalarını memnun etmeyi veya ruhsal arkadaşınızı
etkilemeyi içermez. Bu durum bir doktorun sizin hasta olduğunuzu fark
edip de gerekirse zor kullanarak, sizi evinizden çıkarıp herhangi bir
anestezi olmaksızın vücudunuz üzerinde çalışması gibidir. Böyle bir
müdahaleyi başta
biraz kaba ve acı verici bulabilirsiniz ama daha sonra gerçek
iletişimin, hayatla iç içe olmanın size nelere mal olacağını anlamaya
başlarsınız. Bir ruhsal davaya
yapılan parasal bağış, fiziksel emekle katkıda bulunma veya belirli bir
guruyla ilişkide olmak; tüm bunların hiçbiri gerçekten kendimizi
açtığımızı göstermez. Bu türden söz verip bağlanmalar yalnızca
"doğru"
yola katıldığımızı kanıtlamanın yollarıdır. Öğretmen bilge bir kişi gibi
görünmektedir. O ne
yaptığını bilir gibi göründüğü için biz de esenliğimizi ve başarımızı
güvenceye almak üzere onun yanında, akıl sağlığının, dengenin,
bilgeliğin yanında yer almak isteriz ama büyük bir şaşkınlıkla anlarız
ki aslında kendimizi tam olarak da güvence altına almamışızdır çünkü
kendimizi tamamıyla adamamışızdır.
Yola
teslimiyet Derken açılmaya
zorlanırız. Dehşet içinde fark ederiz ki kaçacak bir yer yoktur. Bir
görünümün arkasında saklanırken her yanımız ortaya çıkıverir; içine
saklandığımız tüm zırhlar üzerimizden alınmıştır. Artık saklanacak
hiçbir yer yoktur. Ne şok! Her şey, küçük kandırmacalarımız ve egomuz
açığa çıkmıştır. Bu noktada
şimdiye kadar yüzümüze bir maske taktığımızı ama artık maske
takmaya dair beceriksizce girişimlerimizin de yersiz olduğunu anlarız.
Çünkü uyanış başlamıştır. Ne mutlu ki gereksiz kendini kandırmalar son
bulmak için çırpınıp durmaktadırlar. Yine de bu acı verici
durumu aklileştirecek, kendimizi koruyacak veya egomuzun tatminindeki
zorlukları açıklayacak bir yol ararız. Bir o yana, bir bu yana bakarken
zihnimiz çok meşguldür. Ego ise çok profesyoneldir ve kendi tarzında
baskın bir biçimde etkindir. Kendimizi dışarı doğru boşaltmaya
kalkışmakla ilgili ileri doğru hareket eden bir süreçte çalıştığımızı
düşündüğümüzde, aslında kendimizi koruduğumuzu, kendimizi doldurmaya
kalkıştığımızı ve geri geri gittiğimizi anlarız. Bu karmaşa yoğunlaşarak
bizler en sonunda tamamen kaybolduğumuzu, başlangıç ve bitiş noktaları
olmadığını fark edene kadar devam eder çünkü savunma mekanizmamız
zihnimizi yenmiştir. Bu yüzden tek seçenek kendimizi olayların akışına
bırakmak gibi gözükür. Artık zekice fikirlerimiz veya akıllıca
çözümlerimiz işimize yaramaz çünkü çok fazla düşüncenin altında
kalmışızdır; hangi düşüncenin doğru olduğunu, hangisini seçmemiz
gerektiğini, hangisinin bizim için en iyisi olduğunu bilemeyiz. Aklımız sıra dışı, zekice, mantıklı, bilimsel ve kandırıcı önerilerle fazlasıyla
doludur ama bunlar öylesine fazladırlar ki hangisini seçeceğimizi
bilemeyiz.”
|