Bilgeliği Aramak Bilgeliktir Suzuki
Asita bilgi çalışmalarına ara
verdi. Bizi köylere yolladı. “Bir süre aşağı
köylerde kalın, sabah, akşam meditasyon yapın ve söylediklerim hakkında
derin konsantrasyon içinde zihni boşaltarak anlamaya çalışın, daha
doğrusu anlamın size nüfuz etmesine neden olun, biraz ara verelim bu
bilgiyi hazmedin, sindirin ki yenisini konuşalım, sizi bilgiyle hayli
şişmiş görüyorum özellikle bir kum tanesi olmak ve aydınlanmanın günlük
yaşamın sıradanlığı içinde olması konusuna konsantre olun” diye
de sıkı sıkı tembih etti gülerek ve el sallayarak bizi yolcu etti.
Gitmek istiyor muyduk? Emin değilim ama yapacak bir şey yoktu baştan
onun her söylediğini dinleyeceğimiz ve bu kısa süre içinde
yaptırdıklarını sorgulamayacağımız konusunda söz vermiştik. İki zihnin
karşılaşmasında teslimiyetin ve kendini bırakmanın öneminden uzun uzun
söz etmişti zaten. Birkaç köy dolaşmamızı orada onların evinde misafir
olmamızı gündüzleri de onların tarlalarında, bahçelerinde, pazarlarında
çalışmamızı da rica etmeyi unutmadı tabii ki. “Yüksek enerji taşıyan
aydınlatıcı bilgileri aldıktan sonra tıpkı çok yemek yeyince hazmetmek
için yürümek gerektiği gibi, fiziksel işler, beden hareketleri
yaparsanız rahatlarsınız, bedenle yapılan eylemleri, çalışmayı ve günlük
yaşamın getirdiklerini asla küçümsemeyin” diyordu.
Köyleri dolaşırken, Doğanla da bol
bol sohbet etme imkanı bulduk. İkimizde yaşadığımız deneyimden çok
etkilenmiştik ve bu konu hakkında büyüsü bozulmasın diye çok söz etmek
istemiyor, Nepal’le ilgili genel şeylerden konuşuyorduk. Akşamları
odamıza çekildiğimizde ve sabahları çok erken saatlerde her ikimizde
konsantrasyon konularımızla ilgili derin düşüncelere dalıyor oldukça
uzun meditasyonlar yapıyorduk. Meditasyon yapmayı pek sevmeyen biri
olarak bende kendime şaşırıyordum doğrusu… Bu değişimi buranın havasına
suyuna mı borçluydum yoksa Asita’nın varlığına mı? Onu ancak şehre yani
evime dönünce anlayabilirdim.
“Doğan dikkat ettin mi “diyordu
“Namaste! Nepal’daki anahtar sözcük. Merhaba, güle, teşekkür ederim,
buyurun, kolay gelsin ağabey ve benzeri birçok anlama geliyor.” “Evet çok hoş diye başımı salladım”. İtiraf etmeliyim ki benim de tek
öğrendiğimi sözcük bu idi. Ne yazık ki Nepal dilini ve alfabesini
öğrenecek kadar azimli olamadım bu süre içinde. Kendi içime yönelmek ve
gurumu dinlemek daha iyi gelmişti bana. Köyleri dolaşırken Tibet ve Nepal’le ilgili aklımda kalanları da sizlerle paylaşabilirim diye
düşündüm ve notlar aldım. Söz ettim mi bilmiyorum ama Asita bunları
yazmalısın dediğinden beri Nepal öykümü kaleme almaya başladım henüz
seyahat notları halinde ama bir gün mutlaka elinize ulaşacaklar biliyorum
daha doğrusu hissediyorum… Köyler çok sade ama yine de etnik ve
egzotik bir hava var, bizimkilerden çok farklı ama sadelik ve doğallık
açısından tabi bu köylerde de yaşam oldukça doğal, fakirlik çok dikkat
çekici bir öğe buralarda, insana yeni şuur halleri yaşatıyor. Son
seyahat notlarımı da bu arada aktarayım dedim. Bilge Asita ile olan
ruhsal yolculuğumuzun da sanki sonlarına geliyoruz. Geçen gün söylemek
istediği son birkaç şey daha var gibi geldi bana. Çünkü o her şeyin
yaşamın içinde öğrenileceğini savunan bir bilge, günlük yaşama
indirgenmeyen hiçbir bilgiye inanmıyor… Belli ki bizden de
duyduklarımızı kendi yerimize dönüp uygulamamızı ve diğerleriyle
paylaşmamızı isteyecek besbelli ki !...
Kırmızı Nepal’de en çok sevilen
renk biliyor musunuz? Sokaklarda, her yerde en çok kırmızı var. Kadınlar
evlendikten sonra nerdeyse hep kırmızı giyiyorlar, evli olmayanlar ise
giyemiyorlar. Kadının evli olup olmadığını giysiden de anlayabilirsiniz.
Nepal’da "Kadınlar Bayramı" diye bir olaydan söz etti Doğan. Vadinin
bütün kadınları kırmızı sarilerini giyip kutsal sayılan Bagmati nehri
kenarındaki Pashupatinath'da toplanıyorlarmış. Pashupatinath, hinduların
en kutsal tapınaklarından biri. Normal zamanda Hindistan'dan bile
insanlar burayı ziyarete geliyorlarmış. Kadınlar pek hoş
giyiniyorlar doğrusu, bir kadın olarak bu giysileri beğenmemek mümkün
değil. Işıl, ışıl rengârenk sârilerinin altına daracık, göbek ve
sırtlarının bir bölümünü açıkta bırakan yarım bluzlar giyiyorlar. Göbek
ayıp sayılmıyormuş burada, hatta sırt göğüs de cinsel değil. Ama
bacakların gözükmesi tam bir tabu! O yüzden kadınlar bacak hatlarını
göstermemeye çabalıyorlar. Ya da bolca bir pantolon üzerine dize kadar
elbise geçiriyorlar. Gene evli olan kadınların iki kaşlarının ortasında
kırmızı bir benek ("bindi") ve boyunlarında da ışıltılı boncuklardan çok
güzel kolyeler görmek mümkün. Tibetli evli Kadınlar ise
elbiselerinin üzerine enine çizgili bir önlük takıyorlar, renkli hoş
görünümlü bir önlük. Kadınların simsiyah upuzun saçları hep topuz ya da
örgülü. Kısa saçlı kadın (Bhutanlı Budist rahibeler dışında) hiç
görmedim. Aksamları erkenden yatıyor Nepalliler, sabahları da gün
ağarmadan kalkıp işlerine koyuluyorlar. Akşam sekizden sonra sokaklar
boş ve sessiz, ama güvenli hissediyor insan kendini bütün o karanlık ve
ıssızlığa rağmen. Bana takvimleri de ilginç geldi pek
anlamadım ama Nepalliler bizden bambaşka bir takvim kullanıyorlar
yanılmıyorsam onlar 2050'li yıllardalar şu anda. Nepal televizyonu
aksamları yayın yapıyor ve Nepal, Hint ve Pakistan dizileri ve Filizleri
yayınlıyor, gerçekten görülmeye değer Hint Filizleri. Baştan sona
inanılmaz danslar ve kostümleri ile şarkılardan oluşuyor. Nepal’ın o
Asya havasını solurken, hipnoz etkisi yarattı bu filimler bende nedense.
Hintçe ve Nepalce birbirlerine çok yakın olduğu için Filizleri anlamakta
güçlük çekmiyorlar.
Milli yemeği
"Dal Baht" Nepal’ın.
Pilav mercimek çorbası ve acılı ıspanaktan ibaret. Turistler için çok
sulandırılmış versiyonları var ama yerlilerin gittiği lokantalarda çok
acı bu yemek, ye yiyebilirsen. Tabii ki denedik ve ağzımızdaki alevleri
söndürebilmek için bir kâse yoğurt yemek zorunda kaldık. Sanırım
buralarda gerçek ev yemekleri yiyebilmek için insanin baharat eşiğinin
çok yüksek olması gerekiyor. Tibetlilerin özel yemeği ise Mono, yani
Tibet mantisi, çok lezzetli bir şey anlatmakla olmaz. Burada hasretini
çektiğim Türk yemekleri listesine girecek kadar güzeldi Mono. Seyyar kuşçuları da gördüm
Katmandu'da buraya gelmeden önce. Evde bakmak için alınabileceği gibi
sırf azat etmek için de kuşlar satıyorlar. Parmak kadar minnacık kırmızı
gagalı kuşlar, hepsi çok sevimli. Hayvanlar her yerdeler zaten, sokaklar
ineklerin ve köpeklerin hâkimiyetinde, tapınaklar ise maymunların.
Canlıları öldürmek Nepallilere yasak. Maymun ve inek gibi birçok hayvan
da kutsal sayılıyor. Et yiyorlar yemesine ama kasaplık işlerini Müslüman
azınlığa yaptırıyorlar. Burada suyu kaynatmadan içmek mümkün
değil. Sebzeleri de önce iyotlu suya yatırmak gerekiyor. Yoksa yöresel
bakterilere alışık olmayan beden çok hasta düşebiliyor. Bulaşıcı
hastalıklardan korunmak için de bunu yapmak şart. Lokantalarda su içmek
çok tehlikeli ama çay ve kahve serbest.
Trafik soldan akıyor. Hiç bir yerde
trafik lambası veya işareti olmadığı için kavşaklar tam bir karmaşa
halinde. Pek az yaya kaldırımı olmasından dolayı yayalar da hep
yollardalar. Ancak mucizevî bir şekilde, trafik rahatlıkla akıyor.
Kimseye çarpmamaya dikkat etmek ve hiç durmadan korna çalarak
çevredekileri uyarmak yeterli. Nepal'de de ayni Türkiye'deki gibi bir
dolmuş sistemi var. Ama, şoför kabini yolcuların oturduğu arka kasadan
ayrı olduğu için, inmek istendiğinde tavanı yumruklamak gerekiyor.
Bu yaşamımda köyleri ve kendine has
şehirleriyle benim için yeni bir yolun başlangıcı olan Nepal’i unutmam
pek mümkün olacak gibi görünmüyor ama içsel yolculuk için çok gerekli
midir derseniz inanın bir yanıt veremem. Bu benim yolculuğumda böyle
aktı, sizinkini ancak siz bilebilirsiniz daha önce de söylediğim gibi
niyet ettikten sonra İstanbul’un o karmaşık şehir trafiği içinde bile
aydınlanabilir bence insan yeter ki istesin!...
Doğan da bende Asita ile sohbeti çok
özledik, bizi yollayalı on gün oldu, inanılmaz bir istekle dönmeyi
istemeden dönmeyin demişti. Bu sabah birbirimize baktık ve aynı anda
ikimizde kocaman bir eveeeeet dedik, dönüyoruz ve onu dinlemek
istiyoruz. Evrenin bize tanıdığı bu şansı en iyi şekilde değerlendirmeye
öyle kararlıyız ki, zor şartları sevmeyen şehir çocukları olarak büyük
bir değişime uğradık herhalde, sesimiz soluğumuz kesildi, yeter ki
konuşsun diyoruz ikimizde büyülenmiş gibiyiz… |