İlâhi
düzenin bir ifadesi(173) olan evren Asli Gerekliliklerin ve
gerekliliklere bağlı tüm mekanizmaların uygulama alanıdır(234).
Burada Asli İlke’nin gereklilikleri, Asli İlke’nin
Kudreti, “Yüksek İlkeler” olarak evrenlerin
ve ruhların üzerindedir. Asli İlke’nin (1)
Kudreti’nin evrenlerde ki tezahürü olan “Yüksek İlkeler”
evrene “Ünite”den süzülerek(238) girer ve
yayılır. Evrenin “son sınırı”
Ünite olduğu gibi, evrenin yönetimi de buradan
olur(238+246).
Başka bir ifadeyle, Ünite evrenin “son olanaklar sınırı”nı
oluşturur(240). Bu durumuyla evrenler, Asli İlke’nin
gerekliliklerinin ortaya çıktığı ve tüm varlıkların geliş
zorunluluklarını karşılayan yer oluyor(269). Evrenler sonsuz
sayıdadır ve evrenlerin sonsuzluğu, mutlak erişilmezliği
bir zorunluluktur. Ayrıca, bu sonsuz sayıdaki evrenlerin hiç
biri, ötekisinin içeriğini taşımaz. Her bir evrenin
karakteri o evrenin “anası” olan asli
maddesi(yani cevheri) ile belirir ki bu da amorftur(18+191).
Elbette ki, bizim evrenimizin de aslî(esâsi) cevheri, mutlak
maddenin hareketsizlik durumu olan amorftur(18). “Madde
evreni ” denince, dünya beşeri, mensubu olduğu ve içinde
yaşadığı hidrojen âlemini anlar. Hidrojen âlemi; tüm
uzaysal objeleriyle(güneş sistemleri+ nebülözleriyle
birlikte) beşeriyet tarafından gözlenebilen
mikrometik/makrometik düzeyde olmak üzere varlıklar âleminin
sadece bir başlangıcıdır(260), ve evren içinde âlemlerden
bir âlemdir. Dünya beşeri için bu âlem her ne kadar sonsuz
görünse de; gerçekte o, madde cevherinin(asli madde olan “amorf
”un) sayısız gelişim aşamalarını içeren evrenin sadece
hidrojen atomunun olanaklarıyla belirlenmiş küçük bir kısmından
ibarettir(hidrojen âlemi) /(260).
Evren
ve Ruh
Evren oluşumunun amacı, “ruhlar ” dediğimiz
ve ne olduğunu asla bilmediğimiz hakikatlerin evrenimizle
ilgili olarak tekâmül ihtiyaçlarının gerçekleşmesidir.
Tam idrakine varamadığımız Ünite bu gerçekleşmenin
ifadesidir. Yani, sanki evrenler, ruhlar için oluşturulmuştur(246).
Evren cevherinin olanaklarıyla ruhun tekâmül ihtiyaçları
Asli İlkenin sonsuz gereklilikleri kapsamında karşılanır(237).
Bir evrenle ilgilenen ruhun, o evrenle ilgili ihtiyaçlarının
tamamen giderildiği yer, evrenin en süptil noktası olan Ünite
olmaktadır. Hidrojen âleminin bir varlık için çıkış kapısı
nasıl dünya ise, evrenin çıkış kapısı da(bir ruh için)
o evrenin Ünite denilen en süptil noktası olmaktadır. Çünkü
Ünite, Asli İlke’nin ruha ve evrene ait kudretleri ile
evrenin tamamının bütünleştiği, birlik(vahdet) oluşturduğu
yerdir(79). Çünkü Ünite’de, birbirinden ve farklı varlıkların
ya da unsurların bulunması söz konusu değildir(48). Ünite’den
tüm evrene tutulan projektörün aydınlandığı varlıklar
gelişir ve bağlı oldukları ruhlara hizmetlerini sürdürürler(70+71)/(2).
Bu duruma göre evren varlıkları Ünite aracılığıyla
ruhlarına ve Asli Tesirlere bağlamış oluyor.
Evrenler, ruhların tekamül ihtiyaçlarına karşılık veren
alanlar(vasatlar)dır. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Evrenler
ruhların uygulama yapmalarına yarayan ve bu uygulamaların
sonuçlarını tekrar ruhlara aksettiren vasatlar(alanlar)dır(18).
Bununla birlikte, ruh ve evrenin bu kadar yakın ilişkisine karşın,
aynı zamanda bir “madde mekânı”(235) olan
evrenin cevherinde ruhla ilgili hiçbir şey yoktur. Ruhta da
evren cevheriyle ilgili özelliklerin hiç biri yoktur.
Evrenimizde ruhun ne olduğunun tasavvuru söz konusu olamaz.
Çünkü ruhu betimleyip tanımlayacak hiçbir sözcük evren
maddeleri içinde yoktur. Şu halde, ruh ile herhangi bir evren
cevherinin birbiriyle hiçbir bakımdan benzerliği, doğrudan
ilişkisi, hatta yakınlığı bile düşünülemez. Ayrıca,
bunlardan, birinden ötekine; herhangi bir doğrudan geçiş ve
bağlantı söz konusu değildir. Ruh ile evren arasında sonsuz
bir erişilmezlik vardır. Bir bedenin içinde ya da dünyada ve
evrende ruh diye bir şey yoktur, evren içinde ne varsa,
hepsi(burada elbette ki o evrende ki varlıklar da)
maddedir(16+17).
Ruh, evrenin içinde değildir. O halde neresindedir? İç ve dış
kavramları evrenlere özgü realiteler olduğundan; “Ruh
evrenin dışındadır.” da denilmez. Çünkü bir
evrenin “dışı”, başka bir evrenin “içi” demektir.
Fakat bu ifadeye bakıp, evrenleri birbiri içine girmiş küreler
olarak da tasavvur etmek hatadır. Çünkü böyle, evrenleri
birbiri içine girerek genişleyen küreler şeklinde kabul
etmek, onlara birer mekân tahsis etmek ve o mekânların sınırlarını
çizmek olur ki, bu yanlıştır.
Ruhun
Evrende İşi Ne?
Ne, evrenler olmazsa, ruhların(bilemediğimiz kendilerine özgü)
ihtiyaçları giderilebilir; ne de ruhlar olmazsa, evrenlerin
var oluş nedeni ortada kalır. Bunlar sürekli olarak
birbiriyle baş başa yürür. O kadar ki, ikisinin arasında
mutlak bir erişilmezliğin bulunmasına karşın, bunlar sanki
birbiriyle “kucaklaşmış” ve birbirinin içine
girmiş gibidirler. Birbirinden kesin erişilmezlikle ayrılmış
bulunan ruh ve evren arasındaki ilişkilerin, doğrudan olmayıp,
dolaylı olduğunu daha önce de belirtmiştik(19).
Ruh, tekâmülünün ilk aşamasında, her maddenin gelişi
durumundaki anına bir ruhun tekâmül ihtiyacı karşılık
gelir. Başka bir deyişle, maddede ki gelişimin her türlü
durumu, o anda hizmet ettiği herhangi bir ruh için mekanik bir
uygulama zeminidir ve bu aşama “hidrojen öncesi/alt aşama”dır.
Bu aşamada ki tüm olup bitenler evrene Ünite’den giren Asli
İlkenin gerekliliklerine göre gerçekleşir. Bu aşamada ruhun
maddeye etkisi söz konusu değildir. Hidrojen altı aşamada,
ruh ve madde; evrenin “üst sınırındaki” Ünite’nin
kurduğu evren kapsamlı İdare Mekanizması’nın egemenliği
altında ve bilmediğimiz şekilde yönetilir. Bu aşama, ruhun
evren ile ilk bağlantı kuruşundan, evren maddesinin ilk
hidrojen atomuna düşümüne kadar sürer(38+39).
Bu durumda ki ruh, evrende henüz bedene(varlığa) sahip değildir.
Çünkü onda henüz evren maddelerini bir araya getirip
toplayabilecek kudret yoktur; sadece, Ünite’den süzülüp
gelen Asli İlke’nin gerekliliklerine göre maddeye bağlı
olarak pasif ve mekanik bir “yürüyüş” vardır(39).
Tüm bunlar, evrende geçerli yasaların ve ilkelerin kapsamında
sürüp gider ki, bu yasalar ve ilkeler esasta birdir(40).
|