Varlık,
ruhun tüm tekâmül, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde,
evrenin bir noktasında yoğunlaşmış çok ince madde partiküllerinden
ibâret olan ve ruhun ihtiyaçlarıyla ilgili tüm ifadeleri
evren boyunca taşıyan belirli bir enerjiler karışımıdır
(84). Başka bir değişle varlık, Aslî İlke’nin icaplarını
taşıyan ve ruhlarla ilgili bulunan tesirlerin; herhangi bir
ruhun, evren sonuna (Ünite’ye) kadar kendine hizmet etmesi için
belirli gelişim kademesindeki maddeler arasından toplayarak
sentezleştirdiği bu madde ünitesi, daha doğrusu bir tesirler
karışımıdır. Şu halde her varlık belirli bir ruhun evren
sonuna kadar hizmetine tahsis edilmiş bir tekamül aracıdır.
Bu öyle bir varlıktır ki, ruhun evren üstü planında olup
biten “davranışları” nın tüm gereklerini
evrende madde olarak ifade eder. Bu ifadeler de bir aynadan yansır
gibi ruha yansıtılır. Bu duruma göre varlık, hizmetinde
bulunduğu ruhun evrendeki simgesidir. İşte herhangi bir ruhun
hizmetinde bulunan varlık; o ruhun tüm “davranışları”nı,
“kıpırdanışları”nı ve ihtiyaçlarını
tam olarak ifade ettiğinden, biz ona ruhun kendisiymiş gibi de
bakabiliriz. Çünkü o varlıkta görünen her tezahür, ruhun
“davranışları”nın (kullandığı madde
olanaklarının oranında) evrene yansımış bir ifadesinden,
temsili görünüşünden başka bir şey değildir. Ruh ortadan
kalkınca , o anda dağılacaktır (32+33).
Varlık
Oluşumu
Ruh,
yeni ortaya çıkmış olan hidrojenin dağınık bir şekilde
yaydığı enerjileri bir araya toplayarak varlık oluşturur.
Birer yüksek titreşim karşısından ibaret olan bu “yüksek”
enerjilerle varlıkların ortaya çıkması demek; idrakin en
ilkel şekli olan içgüdülerin, söz konusu dağınık
enerjilerde tezahür etmeye başlaması demektir. Başka bir
ifadeyle, idrakin en ilkel şekli olan içgüdülerle varlığın
ilk oluşumuyla ortaya çıkmış olur. Bu şekilde varlık oluştuğu
andan başlayarak Asli Tesirleri’in yerine tâli (yan /
yataydan) tesirler geçer. Yani varlık Aslî Tesirler yerine,
“üstten” ve “yanlar”dan
tesir almaya başlar. İdrak, madde sistemlerini bir araya
toplayan kudret olduğuna göre, varlığın ilk oluşumunda,
hidrojen atomunun enerjileri artık öyle bir gelişim aşamasına
gelmiş olurlar ki, tali (yan) tesirlerin de yardımıyla
ruhlar, bizlerin ancak idrak sözcüğüyle ifade ettiğimiz
kudretlerinin en basit / ilkel şekli olan içgüdülerini,
maddenin bu aşamadaki durumlarından yararlanarak kullanabilmek
olanağına kavuşmuş bulunurlar. Görülüyor ki, varlığın
“mayası” idraktir. (116+117)
İlk
oluşan varlık, ilk anından başlayarak, daha basit madde bileşimlerini
ve sistemlerini, idrakin yavaş yavaş gelişmesine paralel
olarak birbirine bağlamakta ve yeni yeni bileşimler ve
sistemler oluşturmaktadırlar. Bu arada, vicdan mekanizmasının
zıtları arasındaki ilişkilerin kuruluş ve bağlanışları
idrakin işlevi kapsamındaki
işlerdendir. Bu iş, varlığın ilk oluşumu anında daha çok
yardımcı / yatay (tâli) tesirlerin işe karışmalarıyla
olur ve yavaş yavaş idrak geliştikçe bu karışımlar azalır,
varlığın egemenliği ortaya çıkar ve daha ileri aşamalarda
idrak, vicdana tamamen egemen olur.
Âlemimizin
ilk atomu olan hidrojen atomuna bağlanmış olan ruh; artık o
atomun “varlık” dediğimiz ileri aşamasının
oluşacağı ana kadar onu bırakmaz. Bu durumdaki ruh ( mekanik
/ otomatik tekâmül seyri içinde olarak) henüz kendisine bir
varlık oluşturacak durumda değildir. Âlemde ilk hidrojen
atomunun ortaya çıkmasından, onun ilk varlık durumuna
gelinceye kadar atomun bünyesine egemen olan tesir Aslî / esâsi
tesirdir (32+64) Hidrojen aşaması, ruhların tekamüllerinde
ilk madde aşamasıyla ilgili; karanlık, çok büyük ve
ebediyet kadar uzun mekanik / otomatik bir gelişim aşamasını
izleyen bir âlemin (varlıkla âleminin) başlangıcıdır
(260).
Hidrojen
atomunun, varlık aşamasına kadar gelişimi sağladıktan
sonra, o andan itibaren varlığa doğrudan doğruya esasi / Aslî
Tesir gelmez; ancak, onun bağlı olduğu ruhtan (Daha doğrusu
Asli Tesir’in ruhla ilgili
olan kısmından ve evrendeki çeşitli gelişim düzeyindeki
varlıklardan tali tesirler gelir. İşte tüm bu tesirlerle o
varlık, gelişimi için gerekli olan sınavları ve deneyimleri
geçirmeye başlar ve bu arada bir çok olanakla karşılaşır.
Gitgide gelişen ve kapsamlaşan bu gelişim olanakları içinde
(evrendeki işlevini bitirmek için ) varlık uzun bir gelişim
yolculuğuna koyulur. Varlığın gelişiminin gereklerinden
olarak, vazifeli varlıklardan gelen tali (yatay) tesirlerde,
yukarıda belirttiğimiz gibi, hidrojen atomunun çeşitli
elemanlarından sayısız bileşimler kurulur ve sayısız
cisimler oluşturulur. Tüm bunlar Ünite’den süzülüp gelen
Aslî Tesirler’in ışığı altında ve her kademede bulunan
Vazifeli Varlıklar’ın gönderdikleri yan (tali) tesirlerle
yapılır. Atom elemanlarının her türlü kompozisyonları, bu
Vazifeli Varlıklar’dan gelen yan tesirlerle kurulup dağıtılabilirler
ki, bunlarda elbette farklı gelişim düzeylerindeki varlıkların
derecelerine göre büyük / küçük çapta olur (46). Bu işler
her yerde her zaman, ruhlara yardımcı olan yüksek tesirlerin
yol göstermesiyle ve ışık tutmasıyla olur. İşte varlığın
ilk kullanabileceği madde bileşimleri en basit ve ilkel bitki
hücreleridir. Bu varlıklar onlardan kendilerine birer beden
kurarlar. Bitki hücreleri kullanan bu varlıklar henüz
idraksiz olduklarından, bunların bu bedenleniş şekillerine
bir tür enkernasyon denebilir. Varlık, bitkiler âlemindeki bu
gelişim süreci kapsamında, basitten yüksek bitkilere kadar,
ayrı ayrı bitkilerde enkarne olmaya başlarlar. Varlık böylece
giderek bağımsız bir bedeni yönetebilecek duruma gelmiş
olur (56).
Bu
durumdan başlayarak, onun için toplu, toplumsal bir yaşamın
ilk aşamaları kurulmuş olur. Toplumsal (maşeri) yaşam; varlığın,
organizasyon sistemlerine hazırlığın en ilkel kıpırdanışlarıdır.
Varlık, bitkilerin sayısız türlerindeki enkarnasyonlarını
tamamladıktan sonra, hayvanlık aşamasının uygulamalarını
görmek üzere, kendine özgü olan bir yarı süptil aleme geçer
ve orada da bir süre geliştikten sonra, yavaş yavaş hayvan
ve insan vücutlarının hücrelerinde bedenlenme (enkernasyon)
aşamalarını tamamlamak için, en basit bir hayvan organizmasının
ilkel hücrelerinde enkarne olmaya başlayarak “yukarı”
doğru enkarnasyonlarını (bedenlemelerini) sürdürür (56).
Bundan
sonra, dünya gezegeninde ve başka gezegenlerde birçok
bedenlenmeler geçirdikten sonra, dünya insanı bedeni yönetebilecek
bir varlık durumuna gelip dünya insanı bedenlerini kullanmaya
başlayacaklardır. Dünyadaki insanlık aleminin de en ilkel aşamalarından
başlayarak zengin bir gelişim evresi içinde dünyadaki son
hazırlıklarını da tamamlamış olur. Demek ki, varlık ilk
bedenlenme durumlarından, bir dünya insanı
aşamasına kadar, “sonsuzluk”
denebilecek uzun bir zaman süresinde bir gelişim aşaması geçirmesi
gerekir (57).
Görülüyor
ki ruh, kendine hizmet eden varlık aracılığıyla; kaba bir
âlemin maddelerini kullanabilmek için, o alemin maddelerinden
kendine bir “tesir aracı” (yani kaba bir
beden) yapar ve onu kullanır. Fakat
o varlık henüz tek başına kaba maddelerden böyle büyük
bileşimler kurabilecek kudrette değildir. onun için ruhların
tekâmüllerinde vazifeli olan üstün varlıkların yardımlarıyla
o, ihtiyacına göre (ki bu gerçekte ruhun ihtiyacıdır…)
kendine kaba kuvvetlerden bir beden kurar ve ona sürekli tesir
göndererek bağlanır. Böylece varlık, artık o dünyada
toplumsal (maşeri) tekâmülüne başlamış olan ruhun ihtiyaçlarıyla
ilgili, kaba maddeler ve başka varlıklarla olan ilişkilerini
/ etkileşimini kurduğu bu beden ile yapar. Yani varlık, ruhun
“davranışlarına” göre o bedeni yönetir.
Demek ki burada biri, bir başkası aracılığıyla ruha hizmet
edene bir varlık ve bir beden vardır: Bunlardan birisi, karmaşık
bir madde yapısına sahip olan ve evren boyunca ruhu izleyen
varlıktır ki bu, ruhun evrendeki simgesi, yansıması ve
ifadesi olan çok süptil bir enerji karışımıdır. İkincisi
de varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde uygulamalar
görmek zorunda bulunduğu kaba âlemdeki maddeler ve öteki
bedenlerle bir tesirleşme aracı olarak kullandığı o alemin
yoğun maddelerinden yapılmış kaba bir bedendir (57).
Yukarıda
da belirtildiği gibi, ilk hidrojen aşamasından başlayarak,
gelişe gelişe varlık, hidrojen aşamasına geldiği anda, Aslî
Tesir’in maddelere yönelik esasi tesir kısmı yerini tali
tesirlere bırakır. Bundan sonra Ünite’nin sürekli kontrolü
altında, büyük organizasyonlar içindeki Vazifeli Varlıklar’dan
ya da onların kullandıkları çeşitli düzeylerdeki varlıklardan
gelen bu tali tesirlerle yeni varlık, içinde bulunduğu
evrenin sonuna (Ünite’ye) kadar gelişimini sürdürür. Bu
tali tesirlerin başlamasıyla varlıkların sınavları,
deneyim ve gözlemleri de başlamış olur ve varlıklar yepyeni
ve daha hızlı bir gelişim sürecine sokulmuş olurlar. Bu aşamadan
başlayarak maddeler; birer varlık olarak, bağlı bulundukları
ruhların egemenlikleri altında ve tâli tesirlerin yardımıyla
o ruhların her durumlarına bağımlı ve tercüman olarak ve
onları evrende ifadelendirerek gelişirler. Böylece ortaya çıkan
bir varlık, hizmet ettiği ruhun tekâmülüne yönelik tüm
“davranışları”nı Aslî İlke’nin
ışığı altında o kadar kusursuz bir şekilde sergiler ki,
artık ona evrende ruhun kendisiymiş gibi de bakılabilir.
Bunun içindir ki, kendisinden daha “aşağıda”
başka maddelerin atıl ve amorfa yakın hallerine oranla ruhun
ifâdesini taşıyan aktif durumlara bakarak, bu varlığa “canlı”
sıfatı uygun görülmüştür ki, bu da daha önce belirttiğimiz
gibi göreceli bir ifadeden başka bir şey değildir. Çünkü
burada “calık” denilen varlık, aslında atıl
görünen ilk hidrojen atomu maddesinin gelişmiş yüksek
kademelerinden başka bir şey değildir. Sâdece onun; evrende
bir ruhu ifâde edebilecek kadar olanakları gelişmiş olmakta
ve bu sâyede de kendisi belirli bir ruhun hizmetine verilmiş
bulunmaktadır (53). Varlığın, bu hizmeti nasıl verdiğini
ileri de ele alacağız ama ondan önce, varlığın yapısını
görelim:
Varlığın
Yapısı
Varlığın,
beşeri beyine bağlantı oranı 7/8’dir. Yani varlığın
8’de 7’si beyine bağlıdır. Beyine bağlı olan bu 8’de
7’lik kısım “şuur merkezi” denen beyin hücrelerinden
oluşmuş belli bir lokali işgal eden şuur merkezi beynin öteki
merkezlerini, onlar da alt / yan merkezleri yönetir. Böylece
varlığın dünya bedeni üzerindeki egemenliği, şuur
merkezinden başlayarak derece derece birbirini etkileyen alt
merkezler ve istasyonlar aracılığıyla olur. Varlığın beşeri
beyne bağlı olan kısmına “şuur” kalan kısmına
da “şuur ötesi” deniyor. Varlık, beşeri
beynin anladığı anlamda parçalanmalara / bölünmelere tabi
tutulamayan bir süptil (ince) enerjiler bütünüdür. Yani
beyindeki lokalizasyon varlığın yapısı için söz konusu değildir.
Ancak bazı işlevlerin (varlık tarafından) yerine getirilmesi
bakımından, farklı etkinlik durumları söz konusudur. Şuur,
şuur ötesi (ve onu oluşturan “şuur altı/ üstü”)
gibi adlar, belirli işlevleri ifade eden “işlev
cepheleri”dir. (Bu durumla ilgili örnek için bkz.
Sayfa 140, “hidrojen hacmi” örneği)
Kısaca
varlığın yapısını; ayrı ayrı lokalizasyonlara tabi
tutmadan , ondan farklı işlevlere sahip idrak edemeyeceğimiz
tesir karışımları vardır. Bu birbirinden (titreşim ve işlev
bakımından) farklı olan alanlara “işlev cepheleri”
de deniyor: Varlığın beşeri bedene bağlı olmayan “şuurötesi”
iki işlev cephesine ayrılıyor; “şuurüstü ve şuuraltı”.
Varlığın ruhundan gelen tesirler onun “şuur üstü”
denen kısmından girer. “Şuurüstü” , varlığın
dışarıya açık olan cephesidir. Aynı zamanda çevredeki
varlıklardan gelen tesirler de (tâli tesirler) “şuurüstü”nden
varlığa ulaşır (141).
“Şuurötesi”
alanının ikinci kısmı “şuuraltı”dır.
“Şuuraltı” varlığın “dışarıya”
kapalı olan cephesidir. “Şuuraltı”na dışarıdan
hiçbir tesir gelmez, kendisi de dışarıya hiçbir tesir göndermez
ama burası, varlığın tüm evrenler boyunca giderek çoğalmakta
olan birikiminin “deposu” dur. Varlığın geçmiş
yaşamlarının tüm izlenimlerini “şuuraltı”nda
bulunur. Varlığın özbilgileri “şuuraltı”nda
saklanır. Özbilgiler, varlığa mal olmuş, onun kendi
birikimleridir. “Şuurüstü” ile “şuuraltı”nın
“şuur” ile bağlantıları vardır. fakat “şuur”
ile “şuuraltı” ve “şuurüstü”nün
(kısaca, “şuurötesi’ nin) bağlantısı doğrudan
değildir. burada “köprü” vazifesi gören
aracı bir işlev daha vardır ki buna da “şuurdışı”
denir (141).
Demek
ki; “şuurdışı”, “şuur”
ile “şuurötesi” arasındaki geliş gidişlere
aracılık yapan varlığın üçüncü işlev alanıdır. Fakat
“şuurdışı”nın bir işlevi daha vardır
ki, o da şudur: Dış alemden, dünyadan günlük yaşamda şuura
gelip de henüz özbilgi haline girmemiş bulunan bilgilerle
ilgili izlenimler “şuur dışı”nda toplanır,
ölünceye kadar da orada kalır. Görülüyor ki, “şuurdışı”
alanı, aynı zamanda “şuur”un bir bilgi
deposudur. “Şuur” gerektiği zaman, (“şuuraltı”na
inmeden) gerekli materyalleri “şuurdışı”ndan
alıp kullanabilir. Bunlar varlığın son dünya yaşamında, o
yaşamla ilgili bilgilerin sonuçlarıdır. Bu bilgiler karşılaştırmalı
bir muhasebeden geçtikten sonra, “şuurdışı”
na itilirler ki, bu muhasebeyi yapan vicdandır. “Şuurdışı”
bilgileri ancak ölüm denen geçişten sonra varlık tarafından
“şuuraltı”nın bilgileriyle büyük karşılaştırmalı
muhasebesi yapılarak “özbilgiler” haline geçerler
ve “şuuraltı”ndaki yerlerini alırlar. Günlük
yaşamdaki şuur alanında cereyan eden olaylar, uyku arasında
“şuurdışı” na geçerler. Esasen “şuurdışı”
ile şuur (alanları) birbirine çok yakın ve sık sık ilişki
durumundadırlar (142). İrili ufaklı tüm birim düalitelerinin
(bir atomdan uzaysal objelere ve nebülözlere kadar her şeyin)
bir manyetik alanı olduğunu biliyoruz. (Bkz. Sayfalar
49+50+86+87+88+89+90+91 vb.) İşte varlıklar bu alanlar kanalıyla
bu âlemlere tesir ederek vazifesini yaparlar. Örneğin, birkaç
güneş sistemini, hatta birkaç nebülözü içine alan
manyetik alanlara tesir ederek onları yöneten çok “yüksek”
vazifeli varlıklar bulunmaktadır (49).
Ruhun
tekâmülünün gereklerinden olarak varlık, kendisinde bulunan
değerlerin ve birikimlerin pek küçük kısımlarını ara sıra
beyne aksettirir. İşte dünya insanı kendi varlığından
beyne yansıyan bu tesirlere (içeriğini / ne olduğunu pek de
anlamamaksızın) “şuuraltı” demiştir. Dünya
insanındaki şuur; varlığın bedene (daha doğrusu beyin hücrelerinin
oluşturduğu manyetik alanlar sentezine) doğrudan olan bağlantısı
ile yansıyan kısımların tezahürüdür. Bir de varlığın
beden dışındaki idraksel bir odaklanma noktasında kalıp,
beyin manyetik alanına bağlanmamış kısımlarıyla ilgili
“şuurötesi” alanı vardır ki, bunun da iki
kısımda ele almak gerektiğini daha önce de belirtmiştik:
“Şuuraltı”, “şuurüstü”.
Bunlardan “şuuraltı”, varlığın geçmiş yaşamları ile
ilgili izlenimlerini içeren kısımdır. “Şuurüstü”
ise, varlığın serbest kalan yanının sürekli olarak
ruhundan ve öteki varlıklardan aldığı tesirleri içerir.
“Şuur” ile “şuurüstü”
ilişkileri sonucunda dünya insanının ruhsal plandan ve öteki
planlardan ve öteki varlıklardan aldığı tesirlerle “şuur”ları
arasındaki ilişkiler ve alışverişler kurulur. Beyin, aldığı
ruhsal tesirlerle “şuurüstü”ne bağlanır.
Yani ruhsal planla ilgili izlenimler kendisine “şuurüstü”
kanalından gelir. Enkarne varlıktan, onun hizmetinde olduğu
ruha yansıyan bu olay bileşimlerine idrakli varlığın gelişimini
ve ruhun tekâmülünü sağlar. Kısaca, ruh madde ile iştirak
eder, şuurlu maddeyi (yani varlığı) kurar. Varlık da, kendi
ruhunun ve yardımcı varlıkların katkılarıyla, kendisine
kaba maddelerden ayrıca bir beden yapar ve bu beden aracılığıyla
maddelere ve öteki bedenlere etkide bulunur.
Demek
ki, dünya insanı sürekli olarak iki tür tesirle karşı karşıyadır:
1-Varlıktan
gelen (düşey) tesirler,
2-Çevreden
gelen (yatay) tesirler.
İşte
dünya insanı özvarlığından gelen tesirlerle , dünyadaki
çevresinden gelen tesirlerin dengesi içinde yaşar. Ölümden
sonra, spatyumun ilk zamanlarında, varlığın kendi ruhundan
gelen tesirler hariç “yukarıdan” , “aşağıdan”
ve çevreden gelen tüm tesirlerle bağlantısı kesiktir.
Spatyomdaki varlık, sadece kendi varlığı ve “şuuraltı”nın
(özellikle de son yaşamıyla ilgili) izlenimleriyle baş başadır
(89).
Bedenin
ölümüyle spatyoma geçilince, varlığın dışarısıyla tüm
bağlantıları kesileceğinden, dünyada derlenmiş olan
bilgiler şuuraltı bilgileriyle karşılaştırılarak, varlık
tarafından muhasebeleri yapılacaktır. Bu değerlendirme yapıldıktan
sonra, o bilgiler şuuraltına geçerek varlığa mal
edilecektir. Başka türlü ifadesiyle, dünya yaşamı boyunca
şuurdışı kalan bilgiler, ancak ölüm denen geçişte büyük
muhasebeden geçtikten sonra , varlığın şuuraltına
girebilirler. İdrak edilsin / edilmesin, şuurun karışmış
olduğu olayla şuur dışındaki kıyas bilgileriyle sonuçlandırılırlar
ve bu sonuçlar şuurdışında kalır. Bunlar orada, henüz
varlığın özbilgileri durumuna girmemişlerdir ve dolayısıyla
da şuuraltıyla ilgileri yoktur. Bununla beraber bu bilgiler
varlığın egemenliği altındadır (119).
Varlık
– Beden İlişkisi
Varlıklar,
bedenleri bir ömür boyu kullanabildikleri kadar kullandıktan
sonra yani; onlardan elde edebilecekleri yararları sağladıktan
sonra, o bedenler üzerindeki kullanımlarından vazgeçerek,
onları görüp gözetip yöneten beyinle olan bağlantılarını
keserler ki, buna “ölüm” deriz (187).
(Yeniden
doğacağı zaman) bir varlık, üst varlıkların yardımıyla
bir beden kurar, o bedenden yararlandığı sürece onu kullanır;
bunun için de o bedenin tüm parçalarına egemen olur ve böylece
maddesel ihtiyaçlarını o beden kanalıyla sağlar. Bu bakımdan,
henüz bir insanın bedenini yönetebilecek durumda bulunan bir
varlığın, bu bedeni kullanmasıyla, örneğin; madde ve varlık
topluluklarından oluşmuş büyük bir güneş sistemini görüp
gözetip yönetmesi arasında esas bakımından bir fark yoktur.
Bunların arasında sadece; gelişim, kapsam genişliği ve
karmaşıklık farkları vardır. Görülüyor ki, bir insan
varlığının bir bedene olan tesirleri ne anlama geliyorsa,
vazifeli bir varlığın da güneş sistemine olan tesirleri aynı
anlamları daha kapsamlı ve karmaşık olarak taşır (187).
Beden
bir varlığa hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o varlığın
simgesi olur. Tıpkı ruhun simgesi de daha derin anlamda varlık
olduğu gibi. Şu halde, dünyada, bedenden ruha kadar uzanan bu
birimlerden farklı beden-varlık–ruh ilişkisi beşerî anlayışta,
bedenin içinde ruh varmış yanılgısını uyandırır (189).
Demek
ki, ruha evren boyunca eşlik edecek varlığa hizmet etmek
durumunda bulunan beden (organizma); herhangi bir uzaysal
objede, ruhun ihtiyaçlarına göre ancak geçici bir uygulama
devresi boyunca, o varlığa bağlı kacak geçici bir araçtan
ibarettir. Varlık, bulunduğu vasatta; hizmet ettiği ruhun
ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda, başka bir bedeni
kurmak üzere önceki bedenini terk eder. Bu da gene üst
tesirlerin yardımıyla olur. Demek ki, bir güneş sisteminin
herhangi bir uzaysal objesinde, oranın koşullarına uygun bir
beden “içinde” doğmuş olan varlık, gelişim
ihtiyaçlarına göre o sistemin değişik uzaysal objelerinde
sayısız enkernasyon ve dezenkarnasyon vetireleri geçirerek
madde aleminin son basamağına erişmiş bulunur ki, bu son
basamak da sistemimizde dünya insanı (beşer), öteki
sistemlerde ona karşılık olan gelişim düzeyinde bulunan
bedenlerden biridir (58).
Varlığın,
ruhundan gelen tesirlerle beşeri bir bedene bağlanması şöyle
olur: Önce uygulama yapılacak uzaysal objede bir “aile
birimi düalitesi” ne (yani bir erkek ile bir kadının
bir araya gelerek bir birim oluşturmalarına) gerek vardır. bu
ihtiyaç karşılandıktan sonra, “üst vazifeli
yardımcı tesirler” ile erkek ve kadın “tohumları”
birleşerek aşılanmış bir yumurta oluşturulur. Varlık aşılanmış
bu yumurtayla bağlantı kurara. Burada varlık, beyin hücreleri
ile ilgili varlıkların manyetik alanlara yaptığı müdahalelerle
rüşeymin beynini, daha doğrusu onların beyin hücrelerini
kurmaya yönlendirir. Zaten varlık spatyomdayken, bu yüzbinlerce
beyin hücresi varlığını bir arada toplu olarak tutuyor ve
onların manyetik alanlarına tesir ediyordu (85).
Böylece
beyin hücrelerinin varlıkları dünya bedenine enkarne olacak
varlığın tesir ve yardımıyla kendi bedenlerini (önce beyin
hücrelerini) kurarlar. Varlık, kurulmuş olan bu beyin aracılığıyla
sinir sisteminin öteki kısımlarını kurar. Bu da olduktan
sonra, sinir sistemi aracılığıyla dünya bedeni organizmanın
öteki kısımları oluşturulur. Bu şekilde ortaya çıkan
organizmanın yönetimi organizmanın varlığı olan ve bir
ruhla ilgili ve bağlantılı bulunan enerjiler (86) topluluğunun
(varlığın) egemenliği altındadır. Dünya insanının zaman
zaman da olsa sezebildiği; “iç varlık”, “öz
benlik” , “özvarlık” dediği
şey, bedenin dışındaki gerçek varlığın bir dereceye
kadar serbest durumlarıdır. “Bir dereceye kadar”
diyoruz; çünkü o ne kadar serbest olsa, gelişimiyle ilgili dünyadaki
vazifelerin zorunluluğu ile, bedenin tüm durumlarını izlemek
ve bu durumların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Varlık,
dünya bedenine bağlı olan yanıyla (7/8) bedenden aldığı
izlenimlerin hazmedilmesi, sonuçlandırılarak ruha yansıtılması
gibi; onu, bedeni üzerindeki etkileriyle sürekli meşgul
edecek zorunlu meşguliyet alanları vardır (23). Varlık bu
zorunluluğunu yerine getirirken beynin şuur merkezini
kullanarak bedenden yararlanır (143).
Varlık,
bedenin izlenimlerini günlük olarak uyku sırasında çeker.
Uyku sırasında bazı beyin merkezlerinin dış âlemle olan
ilişkisi kesilmiştir. Şuur da dahil, bu merkezler şuurdışına
bağlanır. Uykuda merkezler dış âleme karşı pasif, şuurötesine
karşı aktif durumdadır. Uykuda, şuur ve ilgili merkezler dış
alemin bağlarından kurtulmuş bulunduklarından günlük kazanımlarının
sonuçlarını şuurdışına aktarmak için, onların; vicdan
önünde şuur dışındaki kıyas bilgileriyle ilk
muhasebelerini rahat rahat yaparlar. Bu sonuçlar orada şuurdışında
kalacaktır. Vicdan mekanizmasında aşağıdan yukarıya yükselen
ve değişen realitelerin durumu, Varlığın vazife planına doğru
uzanış ve yürüyüşünün hızını gösterir (106).
Günlük
olaylar bu şekilde uyku sırasında şuurdışında akatrılmış
olur. Bunların henüz varlık tarafından, özbilgilerle karşılanması
yapılmadığı için, özbilgilerle arasında uyumsuzluklar
vardır. bu yüzden bu bilgiler şuuraltındaki özbilgiler
sentezine henüz dahil olmazlar; şuurdışında, varlığın şuura
yakın işlev alanında kalırlar. Onların burada birikmesi, ölüm
anına kadar sürer(144).
Varlığın
bir bedenle olan ilişkisinin, onun beyin hücrelerinin manyetik
alanına egemenliği, bu alan aracılığıyla da tüm
organizmasına tesirinin gönderilmesi şeklinde olduğunu daha
önce de belirtmiştik. Bu da, sözünü ettiğimiz o yoğunlaşma
/ odak noktasından varlığın, bedene göndereceği tesirlerin
küçük bir kısmı (7/8) ile sağlanmaktadır. Tesirlerin az
bir kısmı (1/8) da beden dışındaki noktada çok serbest bir
şekilde bulunur. Bedene yönelik (7/8 oranındaki) tesirleri,
bedeni yöneten varlığın kontrolü altında ve yüksek tekamül
gereklerine göre bedenin tüm fizyolojik / biyolojik işlevlerini
gerçekleştirirler (91).
Ruh,
Varlık, Beden
Varlığın,
dünyadaki hizmet aracı beden (organizma) olduğu gibi, ruhun
da evrendeki hizmet aracı varlıktır. Varlığın, ruha hizmet
kapsamında yaptıkları şunlardır: Atomların en basitinden
başlayarak, gelişim aşamaları boyunca, çeşitli
elemanlardan kurulmuş bileşimlerine ve kompozisyonlarına yavaş
yavaş egemen olmak üzere, ruh adına aktif bir uygulama
sergilemek. Bunun için bu bileşimleri; toplamak, dağıtmak ve
onlardan yeni oluşumlar ortaya çıkarmak, bedenler kurarak,
bedenleri yöneterek ruha hizmetini sürdürmek ve bu âlemdeki
ileriye doğru olan hazırlıklarını tamamlamak. Kısaca ruhun
tüm durumları evrende varlık temsil eder. Böylece, varlık
aracılığıyla ruh, hidrojen âleminin yoğun madde bileşimleri,
uzaysal objelerin içindeki kaba maddeler üzerinde çeşitli dönüşüm
ve değişimler oluşturarak onları etkin kılar. Ruhun doğrudan,
doğruya âlemin / evrenin kaba maddelerine hükmetmesi olası
değildir. Bu nedenle ilk ortaya çıkan varlık, ruhta beliren
yeni ihtiyaçlar karşısında hemen, çevredeki en ilkel
maddelerden yararlanmaya çalışacak ve onlardan, önce basit
bileşikleri kurarak, bu bileşikler üzerinde egemenlik
uygulamasına başlar (55).
Madde
bileşimlerinin, bunların çeşitli değişimlerinin ve üst değerlere
ulaşmalarının maddelerinin gelişiminde büyük rol oynadığını
belirtmiştik. Ruhun evren ile bağlantısının biricik amacı
tekâmül olduğuna göre ruha hizmet eden varlığın bu değişimlerden
ve değerlerden yararlanması; bunun içinde sayısız madde
bileşimleriyle karşılaşması kaçınılmaz olur. Madde bileşimlerinin,
sayısız uzaysal objelerde sayısız şekilleri ve dereceleri
vardır. özellikle dünya gibi madde oluşumları çok zengin
olan uzaysal objelerin olanaklarından başka, gene sayısız başka
uzaysal objelerin bileşimleriyle ilgili olarak zenginlikleri
ruhların tekamüllerine yarayan bol materyalerdir. Fakat bir
varlığın bu materyal bolluğundan gerektiği gibi
yararlanabilmesi için, birbirinden çok farklı ve dereceleri
çok değişik olan bu sayısız bileşimlerde yaşadıktan
sonra, onları değiştirmesi ve “üst kısımlara”
geçebilmesi, kendi bulunduğu “alt aşama”da
kullandığı madde bileşimlerini bırakması gerekir. Oysa ki,
onun esasen, bu madde bileşimlerinde uygulama görmesinden
maksat, sürekli olarak “yukarılara” ulaşmak
ve böylece hizmet ettiği ruhun maddelerle olan tekamül aşamalarının
tamamlanmasını sağlamaktır (92).
O
halde bir varlık, ihtiyacına göre; önce bir uzaysal objenin
maddelerinden kurulmuş beden (organizma) ile sıkı bağlantıya
geçecek, kendi süptil vibrasyonları ile onu her zerresine
egemen olacak ve onu, bağlı / hizmetinde olduğu ruhun ihtiyaçlarına
göre kullanarak, bu yolla o uzaysal objedeki kaba madde bileşimlerinden
ve bu bileşimlerle başka maddeler arasındaki ilişkilerden doğacak
olan vibrasyonlarını idrak kanalı ile ruha gönderecektir ki,
onun bedenle olan bu bağlantısını, dünya insanının “enkarnasyon”
diye adlandırdığını daha önce de belirtmiştik (92).
Ruhlarla
varlıklar arasındaki bağlantıyı sağlayan tesirlere
“tekamül değerleri” denir. Varlıkların, bireysel ve
toplumsal gelişiminin gereklerine göre hazırlanmaları ve
bunun sürdürülmesi, “yüksek” tesirleri
halinde evrenin tüm parçacıklarına kadar nüfuz eden Aslî
İlke’den çıkan kudretler tarafından gerçekleştirilir.
Bunlara “esasi değerler / tesirler” de denir
(64).
Evrenin
Ünite’sinden evrene giren tesirler ruhlarla varlıklar arasındaki
bağlantıyı sağlayan tekamül değerleridir. Ünite, “varlıklar
ve icaplar birliği”nin adıdır. Aslî İlke’den çıkan
kudretler de, evrenin dışından Ünite’ye girerek oradan
evrenin tüm parçalarına esasi tesirler olarak dağılarak
varlıkları toplumsal gelişim gereklerine göre hazırlar. (Esâsi
tresirlere “yüksek tesirler” de
deniyor(32+64).
Ruh,
yönelmiş olduğu evrende işi bitince, kendisine o evren
boyunca hizmet etmiş olan varlığı ebediyen terk edip gidecek
ve terk edilmiş varlık dağılacaktır. Burada “dağılacak”
olan şey sadece; duyguları, fikirleri ve tanımadığımız
ileride gelecek daha başka sayısız ifadeleri taşıyan
maddelerin bileşimleri, şekilleri ve hareketleri olacaktır.
Ruhun evrenden “ayrılmasıyla” beraber, varlığın
da taşıdığı tüm ifâdeleri yitirip hemen yeniden atıl ve
amorf duruma dönmesi söz konusudur (37).
Varlığın
Gelişimi ve Dünya Yaşamı
Ruhun
tekâmülüne yarayan bilgiler, varlığın öz bilgileridir.
Varlığın özmalı durumuna gelmemiş bilgi ruha yansımaz.
Bilgilerin özbilgi niteliği kazanması, ancak; olaylar
(toplumsal yaşam) içinde varlığın (bedeni aracılığıyla)
yoğrulması ve birçok ceht sergilemesiyle sağlanacak bir
olgudur. Yani varlık bedeni aracılığıyla dünya olaylarının
olumlu / olumsuz cepheleri karşısında, onlarla boğuşacak
yaptığı uygulamalardan sonra, bazı sonuçlar elde eder ki, işte
varlığın özbilgi birikimini oluşturan bu sonuçlardır
(183).
Varlıklar
sahip oldukları özgürlüğün sınırları içinde sürekli
olarak sınav geçirirler. Bu sınavlar içindeki
davranışları, olumlu/ olumsuz tepkileri; kısaca, başarılı
oluşları ya da olmayışlar, kaderin öngördüğü ve saptadığı
madde bileşimlerinin, yani mekanların sayısız durumlarının
ortaya çıkmasını sonuçlandırır. Varlıklar, liyakatlerine
göre bu olayların çeşitli durumlarında yaşarlar (235+236).
Dünya
bedenini kullanan varlıklar; dünya ortamında ve içinde
bedenlerini kullandıkları çevrenin olanak ve koşullarından
ve içindeki bedenlerini kullandıkları çevrenin olanak ve koşullarından
yararlanarak, o koşullar içindeki sayısız olaylara karışmışlar.
Bireyleri vazife sezgisine hazırlayacak ve özbilgi birikimini
arttıracak olan bu olaylardır. Bu olaylar içinde ve büyük
bir varlık kadrosu olarak, varlıklar bir birini yetiştirerek
Vazife Planı’na hazırlarlar (197). Farklı gelişim düzeylerindeki
varlıkların tesir alanları, sanki birbiri içine girmiş küreler
gibi dünyanın çevresini sarmış durumdadır. Bunların her
biri vazifeli varlıklarla ilgili tesir alanlarıdır. En yoğun
tesir mıknatısı dünya yüzeyine en yakın olan alandır ve
burası daha geri varlıklarla ilgilidir. Şu halde dünyanın
çevresinde, kalabalıktan süptilliğe doğru dünyadan gittikçe
uzaklaşan tesir vasatları vardır (147+148).
Varlığın
bilgi edinmesi; idrakinin, olaylardaki sebep–sonuç bağlantılarına
nüfuz ve uyumuna bağlıdır. Varlıklara bilgi sağlayan
olaylar, onların gelişim ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik
olarak yardımcı varlıklar tarafından ve varlığın dünyadaki
gelişim aracı olan fizik bedeninin önüne bırakılır.
Enkarne varlık bu olaylara doğrudan doğruya kendisi de davranışları,
hareketleri ve tepkileriyle de neden olabilir (123). Böylece
olaylar, bir yandan varlığın özbilgilerinin artmasına neden
olurken, bir yandan da gelişim mekanizmalarını müdahaleye yönlendirirler
ki, bu da yeni yeni olayların, yaşam sınavlarının, deneyim
ve gözlem olanaklarının (“nimetler”) yolunu
açar. Böylece varlığın
idrakinin yürüyüş temposu giderek hızlanır (128).
Varlık,
ruhun evrendeki tekâmül aracı ve ifadesidir demiştik. Ruh
kendisini evrende varlık ile ifade eder. İnsan da, varlığın
hizmetine ayrılmış madde parçalarından oluşan bir bütün
yapıdır. Varlık, egemenliği altında ve hizmetinde bulunan dünya
bedeninin kaba maddesel durumlarından yararlanarak onun aracılığıyla
dünyanın kaba maddesine tesir eder. Bu olaylar dünya
bedeninin tabi olduğu yüzeysel zaman realitesine göre cereyan
eder. Buna karşın maddelerden gelen tesirler küresel zaman
idrakiyle değerlendirilerek, varlığın idrak kanalıyla ruha
yansır. Bu şekilde ruhun tekâmül ihtiyaçları karşılanmış
olur. Varlığım sınavları, deneyimleri, gözlemleri; kısacası
planının gereği olan tüm ihtiyaçları için kullandığı
bedenine yardımcı olarak dışarıdan ve elbette yine ancak o
varlık kanalıyla milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler çok “yükseklerden”
gelebildiği gibi, değişik şiddet ve kuvvetlerde sonuçlar
oluşturmak üzere farklı tekâmül düzeylerindeki planlardan
ve kademelerden de gelebilir. Varlığın dünyadaki bedenli yaşamıyla
ilgili mukadderat planının gereklerini yerine getirmek için,
bedene inen tüm bu tesirler üst planların sürekli denetim ve
gözetimi altındadır. Bundan dolayı, bu tesirlerin en “küçüğünden”
en “büyüğüne” kadar hiçbirisi boş,
anlamsız ve gereksiz değildir. Bunların her biri daha önce
değindiğimiz vicdan mekanizmasıyla ilgili durumlar arz eder
ve organizmada ayarlanır. Beden bir organizmadır ve bu
organizmanın tüm durumlarından o bedene egemen olan varlık
sorumludur (185+186).
Bir
varlık dünyada enkarne olmadan önce, öteki vazifeli varlıklarla
birlikte yaşam planı hazırlar. Bu şekilde varlık dünyaya
“gelmeden” önce yapması gereken işleri
tasarlamış, göze almış ve onları yapacağına söz vermiştir.
(“ahde vefa”) İşte bu işlerin yapılması onun o
devredeki dünya yaşamındaki vazifesidir (187).
Varlığın
maddesel ortamlardaki enkarnasyonları boyunca Vazife Planı’na
hazırlığı hidrojenin insanlık kademesinden itibaren yarı
idrakli sübjektif gelişim olarak başlıyor. Vazife Planı
hidrojen aleminin ötesindedir. Varlığın hidrojen âlemindeki
gelişimi, yarı idrakli bir performans ile Vazife Planı’na
hazırlıkla geçer. Işık konisi örneğinde ve sembolizminde,
koninin tabanı artık iyice aydınlanmıştır. Buradan başlayarak,
bu varlıkların bağlı oldukları ruhların “davranışlarıyla”
Asli İlke’nin icapları birleşmeye başlar. Varlıklara
buraya kadar ışık konisinin tabanını çeşitli
mekanizmalarla sanki itilerek ve sürüklenerek “yukarı”
doğru hareket ederler. Bu gidiş içinde idraklerin icaplarla
vukua gelecek birleşme liyakatleri sayesinde varlıklar kendi
idrakleriyle “ışık konisinin
huzmelerine tırmanarak” ve “didinerek”
etkin bir şekilde koninin tepesine doğru yükselmeye başlarlar.
Bu yükseliş, idraklerin icaplara uyumlandığı oranda, yani
idraklerle icaplar vahdet oluşturdukları oranda hızlı olur.
Varlığın bu gidişine “gelişimin aktif uyumlar aşaması”
denir (194).
“Gelişimin
aktif uyumlar aşaması”nda gelişim, geçmiş aşamaya
oranla objektif karakterlidir. Varlıktaki bu gelişime paralel
olarak, ruhun idrakleriyle icapların birleşme alanları da
giderek genişler. Sonunda ruhların o evrene yönelik tüm
davranışları ve idrakleri tam bir vahdet durumuna gelmiş
bulunur ve böylece “tepeye” gelmiş olan
koninin tabanı o tek nurlu noktada yolculuğunu tamamlamış
olur (194). Tüm davranışların, idraklerin, olanakların ve
tesirlerin, kısaca icapların birleştiği bir tek nurlu
noktada “Ünite” dediğimi idrak vahdetidir
(195).
Vazife
Planı’ndaki varlıkların idrakleri “tırmandıklarını”
söylediğimiz “ışık konisi huzmelerine”
kendi kudretleriyle uyum sağlamaya başlamışlardır. Bu
nedenle, Vazife Planı’na “aktif uyumların başladığı
aşama / merhale” diyoruz. Vazife Planları’ndan başlayarak,
varlıklar geliştikçe, tüm idrakler , İlâhi İcaplar’a ve
dolayısıyla birbirlerine birleşirler ki, bu vahdet, evrenin
“sonunda” Ünite olur. Vazife Planı’nın ilk
kademelerindeki vahdet tama olmaktan çok uzaktır ama ortaya çıkmaya
başlamıştır. Varlıklar Ünite’ye “gidiş yolunda”
aynı icaplarla tam bir uyum durumuna geldikçe, o noktalarda
birbirleriyle de vahdet durumuna gelmişler demektir. Şu halde
Vazife Planı’nın çeşitli kademelerinde, belirli icaplarla
birleşmiş / vahdet oluşturmuş, varlıklardan oluşan çeşitli
vazife grupları vardır (237).
Evrenin
son sınırı; varlık için gelişimin, ruh için (belli bir
evrendeki) tekâmülünün gerçekleştiği yerdir. Bu sınır (Ünite),
Vazife Planı’nın ilk kademelerine “sonsuzluk”
denecek kadar “uzaktır” (238). Vazife Planı’nda başlayan
bu vahdet oluşumları varlıklara, icaplara uyum alanlarının
genişliğine göre bir takım sorumluluklar işler / vazifeler
yükler. Varlıklar bu sorumluluklarını / vazifelerini yerine
getirirken, gösterdikleri performansın derecesine göre
icaplara uyum alanları daha da genişletirler ve idraksel zamanın
ve mekânın içinde Ünite’ye doğru yükselen Vazife Planı
kademelerinin üst basamaklarına tırmanırlar (239).
Bununla
birlikte, varlıkların sorumlulukları “aşağı”
planlarda, akıllara gelebileceği gibi, verilip alınan bir şey
değildir. Çünkü zaten hakikatle örtüşmek, onunla birleşmek
demektir ki, sorumluluğun gerçek anlamı da bu vahdetten çıkar.
Şu halde varlıklar vazife kademelerinde yükseldikçe
sorumlulukları da mukadderat mekanizması altında otomatikman
artar. Vazife Planı’ndaki varlıklara kimse sorumluluk yüklemez;
yeter ki onlar bu sorumluluklarının liyakatini (kader
mekanizmasıyla yüzleşerek) arttırsınlar. Böyle olunca
oradaki varlıklar da sınavdan kurtulmuş değildir (239).
Varlıklar
özgürlük sahibi olmalarından dolayı sürekli sınavdan sınava
girerler. Bu sınavlardaki olumlu / olumsuz tepkiler, başarılar
/ başarısızlıklar kederin belirlediği bileşimlerin, yani
mekanların sonsuz durumlarının ortaya çıkması sonucunu doğurur
ki, varlıklar liyakatleri derecelerine göre bu olayların çeşitli
durumlarında yaşarlar. Şimdi varlıkların sorumluluk
liyakatlerinin nasıl oluşuğuna bakalım (239):
Varlıklar
madde evreni içinde ve kader mekanizmasının icapları altında,
idrak vahdetlerinin ilk adımına Vazife Planı’nda başlarlar.
Bu durum aynı zamanda idraklerin icaplara ve hakikatlere ulaşması
demektir. İşte varlıkları vazife sorumluluklarını ortaya
çıkaran zorunluluk ve gerçekleşmeden ileri gelir. Bu gerçekleşmeler
idraksel zaman mekanizmasıyla yürürler. Vazifeliler de zaten
idraksel zaman ve mekân koşullarına bağlıdırlar. Söz
konusu gerçekleşme, (projektör simgesiyle ifade ettiğimiz)
Aslî İcaplar’a idraklerin uyulması demek olduğuna göre,
ilk gerçekleşmeler Vazife Planı’nın ilk kademelerinde başlar,
yüksele yüksele Ünite’den son kapsamına ulaşır (239).
Şu
halde, varlıkların; evrene inen Aslî ilke ışığı
huzmesine “tırmanarak yukarılara” çıkması
demek, o ışık huzmelerinin kapsamında olan tüm icaplara
idraklerin uyumlanması, onun uyumuna girerek gittikçe daha
geniş çapta o uyuma kavuşmaları demektir (239). Bu tırmanış
Ünite dediğimiz, evrenin son olanak sınırlarına geldiği
zaman, o varlığın idraki bu ışık huzmesinin içerdiği tüm
icaplara uyumlanmış, tam o uyumdan olmuş ve dolayısıyla
evren parçacıklarına ve tamamına egemen olmuş demektir.
Yani evrenin doğrudan doğruya kendisi olmuş gibi o büyük
vahdete karışmıştır. Şu halde, Vazife Planı’nın ilk
kademesinden başlayarak varlıklar yavaş yavaş Aslî İlke’nin
ışığına tırmandıkça, kendi bulundukları noktalara kadar
ki uyumları derecesinde evren parçacıklarına egemen
durumlara geçerler ve bu egemenlik Ünite’de tamamlanır
(240).
Varlıkların
her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar, gelişimin genel
uyumuna göre onlara sağlanmıştır. Âlemdeki bu uyum ve düzen,
tüm varlıkların gelişimleri yolundaki mukadderlerine egemen
durumda bulunan İlahi İcap’ın tezahürüdür (270). Kader
mekanizması, varlıkların evren akışındaki maddesel
olanaklarını onların liyakatlerine göre ayarlar. Ayrıca,
kader mekanizması, varlıkların Aslî İcaplar karşısındaki
liyakat derecelerini ve liyakat ölçümlerini belirler /
saptar. Bu kader mekanizması, Yüksek Kader İlkesi’ni
evrendeki tezâhürüdür (233).
Dünyadan
Mezuniyet ve Yarı Süptil Âlem
İnsan
bedenlerini kullanan varlıklar, dünya insanının anlayışına
göre, madde bile denemeyecek kadar dünya maddesi kavramından
ve ralitesinden uzaklaşmış çok süptil bir madde durumudur.
Bir varlığın dünya insanlarının tanıdığı anlamda hiçbir
maddesel özelliği yoktur. Bu nedenle, varlığa “tesirler
karışımı (mudilise) “ denmiştir. Bir tesirler /
enerjiler karışımı olan varlık, dünya okuluyla işi
tamamen bitince, sevgi planında (Yarı Süptil Arasat / Âlem)
bir tesir aracı olarak kullanmak üzere yarı süptil bir madde
bileşimini yakalar ve ona bağlanır. O anda bu bileşim, onun
kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer(311).
Yarı
süptil alem, dünyadan tamamen kurtulmuş varlıkların bulunduğu
bir vasat ve bir mekandır. Burası dünyanın en üstün ve
gelişmiş hidrojen bileşimlerinin kendiliğinden yaydıkları
ince enerji parçacıklarından oluşmuş bir madde durumudur.
Yarı süptil aleme geçen varlıkların ilk bağlandıkları ve
kullandıkları araç, yarı süptil maddelerden oluşmuş
belirli bir madde bileşimidir. Varlıklar bu madde bileşimini
hem kullanarak, hem de onunla sevgi yolunda mücadele ederek
yetkinliklerini ve liyakatlerini arttırırlar. İşte bunlar dünyadakilerine
benzer yoğun maddeler olmadığı için; dünyada olduğu gibi
yorumcu, bezdirici, zahmet verici ağır yürüyen etkinlikler
bu planda yoktur. Yarı süptil maddelerin olanak genişliği yüzünden,
bu âlemdeki varlıkların sarf edecekleri en az düzeyde bir
cehitle; dünyada birçok güçlükler, zahmetler ve
yorgunluklar çekilerek yıllarca süren çalışmalar sonunda
ancak elde edilebilen sonuçların birçok katları burada kısa
bir anda alınabilir. Örneğin, varlık elindeki yarı süptil
maddenin zengin olanaklarını ve imajinasyonu ile kendisine bir
mekanizma kurup, orada istediği gibi yaşayabilir. Gene,
kullandığı aynı madde ile istediği şekilleri basit bir
imajinasyon etkinliğiyle oluşturabilir ve onları kendisi için
objektif değerler haline sokabilir. Tüm bu işlemler sırasında;
o varlık dünya insanının “yorgunluk” dediği
şeyin hiçbir şekilde duymaz (315).
Yarı
Süptil Alem’deki (Sevgi planındaki) varlığın bedeni, dünya
maddeleriyle Vazife Planı’nın süptil maddeleri arasında
yarı süptil halde
bulunur. Fakat o, kaba tarafıyla dünyaya, süptil tarafıyla
da süptil olan Vazife Planı’na yakındır. Onun içindir ki,
buraya “yarı süptil madde” ve bu maddelerden
oluşmuş yere de “Yarı Süptil Alem”
diyoruz. Yarı Süptil Alem’in varlıkları kullandıkları
maddelerin, dünya maddelerine yaklaşan yanından yararlanarak;
bunlarla zaman – mekan kavramlarına yakın realiteleri orada
kurabilirler. Varlıklar kurmuş oldukları bu reel imajlarda da
yaşayabilirler. Onların bu mekânları kurabilmelerine yardım
eden maddelerin incelik dereceleri dünyanın pek duyarı
aletlerine çarpabilecek ayarda da olabilir (312).
Bu
varlıklar henüz Vazife Planı’na girmemiş oldukları için,
kendilerine hiçbir vazife verilmez; bu yüzden de onlar hiçbir
varlığın gelişimine karışmaz, hiçbir varlığın etkinliğiyle
ilgilenmez. Yarı Süptil Âlem’deki varlığın asıl amacı
Vazife Planı’na ulaşmaktır. Oysa ki varlığın orada bağlanmış
olduğu yarı süptil madde, onun Vazife Planı’na yükselmesine
engel oluşturmaktadır. Çünkü Vazife Planı’ndaki madde
halleri süptil niteliklidir ve o planda vazife görebilmek için
varlıkların yarı süptil bir tek madde bileşimine bağlı
kalmaktan kurtulmaları gerekir. İşte oradaki varlıkların bu
engeli aşabilmeleri için, çok güçlü bir aracı vardır ki,
o da sevgidir (312).
Şu
halde, Arasat Planı’ndaki sevgi, o planın yarı süptil
maddelerini, her türlü ıstıraptan ve elemden arınmış,
tatlı ve mutlu mücadelerlerle yenmeye yarayan “yüksek”
bir araçtır. “Vazife Planı’na girmek”
demek, bir takım vazife sorumluluklarını kabullenmek ve bu
vazifelerin gereklerini yerine getirmek kudret ve olanaklarına
sahip olmuş bulunmak demektir. Bunun için de Vazife Planı’ndaki
varlığın, vazifelere uygun çeşitli maddeleri kullanmaları
gerekir (312).
Oysa
ki, henüz bu duruma gelmemiş bir varlık, dünyadan ayrılışının
ardından yakalanmış olduğu yarı süptil bir madde bileşimini
iyice benimser ve ondan ayrılmaz. Bu maddeden ayrılamayınca,
çeşitli süptillerdeki maddeleri kullanabilme olanağını
elde edemez. Bunun sonucunda da hiçbir vazifeyi yapamaz. Çünkü
o vazifeyi yapabilmesi için, çeşitli süptillerdeki
vasatlardan ve maddelerden yararlanması gerekir ki, buna; onun
bir türlü terk edemediği yarı süptil maddesi (bedeni) engel
olmaktadır (313).
Bundan
dolayı, Yarı Süptil Arasat’taki varlıkların Vazife Planı’na
geçebilmeleri için, bu ilk yakaladıkları, yani kendilerine
bir tür beden gibi kullandıkları yarı süptil maddeyi bir an
önce terk edebilmeleri şarttır. Bunu yapabilmelidirler ki,
ileride kendilerine düşecek herhangi bir vazifenin gereklerini
yerine getirebilmek için istedikleri değişik süptil ya da
yarı süptil maddeleri kullanabilsinler ve gerekliliklerine göre
onları derhal değiştirebilsinler (313).
İşte
varlıkların, Yarı Süptil Âlem’e geçer geçmez yakaladıkları
ve bir türlü bırakamadıkları Yarı Süptil maddelerini bırakabilmelerine
yardım edecek kudretli araçları sevgi
olacaktır. Sevginin çeşitli uygulamalarını yapa yapa
bu varlık artık, bir tek yarı süptil maddeye bağlanmak
durumundan kurtulacak, o maddeyi istedikleri zaman terk
edebilecek ve onun yerine değişik maddeleri
kullanabileceklerdir. Sevgi Planı olan Yarı Süptil Arasat’a
geçen varlıkların ilk yakalandıkları yarı süptil madde
(beden), oradaki hazırlıkların tamamlanması sırasında;
varlıklar için yenilmesi gereken, onların bir tür
nefsaniyetleri olur. Onlar bu maddeden kurtulmakla
nefsaniyetlerini yenmiş ve o andan başlayarak da Vazife Planı’nın
ilk basamaklarına erişmiş olurlar. İşte bu başarıyı sağlamaya
yardım eden araç, sevginin çeşitli türleridir(313).
Sevgi
Planı’ndaki hayat, varlıkların; yüksel süptil vazife
planlarına ulaşabilmelerine engel olan, bağlı bulundukları
yarı süptil maddelerden onların yavaş yavaş kurtulmalarını
sağlar. Bu hedefe ulaşmak için sevgi, varlıkları gruplar
halinde birleştirir. Gruplar arasında yavaş yavaş tam bir
uyum ve beraberlik kurulur. Böylece varlıklar, Vazife Planı’nın
tam örtüşme ve uyum icaplarına hızla hazırlanırlar. Artık
böyle, varlıkları grup grup bir araya toplayan, o gruplar
arasında tam bir uyum ve örtüşme sağlayan sevginin, dünyadaki
anlamından elbette daha çok derin kapsamı olacaktır (318).
Yarı
Süptil Âlem’de varlıkların geçireceği süre varlıktan
varlığa göre değişir. Bu süre bazıları için oldukça
uzun, bazıları için ise kısadır. Bu sürenin dünya zamanıyla
belirlenmesi / ifâdesi güçtür; oranın zamanı dünyadaki
ile karşılaştırılamaz. Bu değerler idrake göre değişir.
Yarı Süptil Alem’in zamanı dünya idrakinin üstünde bir
zamandır. Dünya “üstündeki” işlerde “idraksel
zaman – mekân” egemendir.
Ancak,
Yarı Süptil Alem’in (Sevgi Planı’nın) varlıkları ile
zamanlarında, yarı süptil maddenin dünyaya yakın cephesini
daha çok kullanacaklarından, dünyaya yakın realitelerde yaşayabilirler.
Yarı süptil maddeleri kullanan varlıklar, bu maddelerin dünyaya
“yakın” cephelerinden yararlanarak, dünya
mekanına az çok benzer mekanlar da kurabilirler (314).
Tüm
bir dünya yaşamında, varlığım sonsuz cephesiyle geçirmesi
gereken bir gelişim alanı vardır. Bu gelişim alanı canlı
ve belirlidir (A,B). Yüzeysel zaman idrakinin zorunluluğu olan
bu gelişim alanının başlangıç ve bitiş noktaları vardır.
Bu noktalar arasında
varlık, idraksel zamanın egemen olduğu Vazife Planı’na hazırlanır
(221+222).
Bu
arada, varlıklar orada sevgi uygulamalarını yapa yapa
idraklerini gereği kadar arttırıp yarı süptil maddeye bağımlılıktan
kurtuldukça, zaman ve mekânları da o oranda idraksel
zaman–mekân kapsamlı karaktere bürünmeye başlar ve yarı
süptil madde bileşimlerinden kurtuldukları anda da artık
onlarla maddesel realitelerle ilgili etkinlikler kalmaz ve
alacakları vazifelere göre, gereken yerlerde istedikleri
maddeleri kullanarak, o maddelerin bağlı olduğu her türlü
zaman ve mekân realitelerinden yararlanabilirler. Çünkü yarı
süptil maddelerden kurtulduktan sonra, onların belirli
maddelerle sürekli bağları kalmayacağı için, süptil
bedenleriyle istedikleri maddeyi kullanıp terk edebilecek
kudrete ulaşmış olacaklardır. Şu halde, Yarı Süptil Âlem’deki
(Sevgi Planı’ndaki) bir varlığın, yarı süptil maddesini
(bedenini) bırakabilmesi ve Vazife Planı’na geçmesi demek,
onun hiçbir maddeye bağlı olarak kalmaması; özvarlık
durumunda yani, yeni ortaya çıkmış bir enerjiler karışımı
olarak kalması ve bu enerjiler karışımı ile istediği zaman
ve istediği yerde maddeyi kullanabilmesi, kullandığı
maddeler sayesinde de o maddelerin bulunduğu alemlere etkide
bulunması, oralarda bir sürü işler görebilmesi, vazifeler
yapabilmesi demektir ki, Yarı Süptil’deki bir varlık bu
olanaklara ancak “tatlı, mutlu haz ve zevklerle”
dolu sevginin çeşitli uygulamalarını (Yarı Süptil
Alem’de) yaparak kavuşacaktır (314).
Evrende
belirli vazifeler ve işler bir takı grup ve kadrolardaki
vazifeli varlıklar tarafından yapılır ve bu gruplar çeşitli
cepheleriyle birbirine bağlıdır. Böylece Ünite’ye kadar
bir organizasyon sistemi kurulmuştur. Vazife Planları’nın
evren ilkelerine uygun olarak yürütülmesini sağlayan bu
sistemler tüm varlıkların gelişim planlarında çok önemli
roller alırlar (168).
Varlık
ve Dünya
Varlık
güneş sisteminin uzaysal objelerinde, o uzaysal objelerin koşullarına
ve durumlarına uygun, fakat dünyadakilere oranla ilkel madde
karışımlarından sayısız bedenlemeler geçire geçire güneş
sisteminin en gelişmiş varlığı olan dünya insanı bedenini
kurmak liyakatine ulaşır. Dünya insanı bedenlerine enkarne
varlığın idraki, önceki aşamalara göre artmış; buna
paralel olarak , irade özgürlüğü de çoğalmıştır. Bu
kudretleriyle uyumlu olarak sorumluluğun anlamı da yavaş yavaş
sezinlemeye başlamıştır. Tüm bu melekelerin artması, ona
sevgi ve vicdan denen, yüksek gelişim mekanizmalarının
bilincini de az çok kazandırmıştır. Varlık gelişebilmek için
dünyada kendi bedeni dışındaki öteki bedenlerle ve
maddelerle karşılıklı etkileşimde bulunmak zorundadır
(60).
Enkarne
durumda olan varlıkların bu ilişkilerinden sayısız olay
bileşimleri (kombinasyonları) ortaya çıkar. İşte enkarne
varlıktan , onun hizmetinde olduğu ruha yansıyan bu olay bileşimleri
ile ilgili idrakler varlığın gelişimini ve ruhun tekamülünü
sağlar. Kısaca, ruh, madde ie iştirak eder, şuurlu maddeyi
(yani varlığı) kurar. Varlık da, kendi ruhunun ve yardımcı
varlıkların katkılarıyla, kendisine kaba maddelerden ayrıca
bir beden yapar ve bu beden aracılığıyla maddelere ve öteki
bedenlere tesir eder (60).
Dünya
yaşamında (toplumsal yaşamda) beyne bağlı realiteler varlıktaki
idrakle ilgili ince madde bileşimleri karışımlarını
zenginleştirirken varlıktan beyne yansıyan “nurlu
ışıklar” da vicdan dengelerini üst düzeye ulaştırırlar.
Böylece varlıkta özbilgi birikimi arttıkça, vazife bilgisi
yolundaki vicdan mücadeleleri nefsaniyetin de düzeyini (olumlu
anlamda) yükseltir. Bu gidiş içinde, Vazife Planı’nın “yakınlarında”
vazife ile nefsaniyet arasındaki “uzaklık”
azalır ve idrakin vazife cephesine yönelmesini kolaylaştırır.
Vazife Planı’na gelince oradan başlayarak vicdan düalitesi
(gelişim) düalitesine dönüşür. Vazife düalitesinde varlık
büyük vazife işlevleriyle yürümeye başlar ve bu gelişim düalitesi
varlığı Ünite’ye kadar izler (181).
Varlık,
bir bedenli yaşam boyunca, fizik beden olanaklarını çeşitli
yollarla kullanarak tüketir. Sonunda beden yaşlanır, rahatsızlanır
ve işe yaramaz duruma gelir. Varlık o bedenin yeterlilik sınırlarının
üstündeki olanaklara sahip vasatlarda gelişimini sürdürmek
zorunda kalır. Bu durumda yine vazifelilerin yardımıyla eski
beden terk edilir ve varlık bir üst kademenin koşullarına çıkarılır
(201).
Varlığın
bedende işi bittikten sonra, orada kalmasına gerek yoktur.
Çünkü bu kendi gelişiminin aleyhine olur. Bundan dolayı,
varlık bedeni terk edecek ve başka madde bileşenleri içine
girecektir. İşte bir varlık, bir maddenin tüm olanaklarından
yararlandıktan sonra, ondan daha üstün başka bir madde karışımı
koşulları içinde de uygulamalara girişmek zorundadır. Fakat
bu durumu gerçekleştirebilmesi için, onun; ilk madde karışımları
koşullarından ayrılması, bedenini terk etmesi gerekir ki,
buna da dünya insanları dezenkarnasyon ya da “ölüm”
diyor (93).
Varlık
spatyoma geçişinin ilk anlarında ona, kendi ruhundan gelen
tesirler dışında, çevreden gelen tüm tepkiler kesilir.
Kendi varlığı içinde yalıtlanmış, yapayalnız bırakılır.
Ölüm ile bedensel ben (dünya insanı) spatyoma kendi özvarlığına/
asıl kendisine döner. Ama o bu haliyle yine bir dünya insanıdır,
henüz dünyadan çıkmış değildir ve kendi özvarlığı ile
baş başadır (315). Spatyom yaşamı varlıklar için bir mekân
değildir; onların mekanı o anda yalnız kendi varlıklarıdır.
Bundan dolayı, varlığın oraya ilk geçişiyle; ne dünya
ile, ne üstü ile, ne de çevresindeki kendisi gibi öteki varlıklarla
ilişkiye geçmesi mümkün olur. Çevresiyle olan tüm ilişkileri
ve etkileşimi kesilmiştir. Bu durumun, hem o varlığın ağır
bir egoizma içinde bulunmasından dolayı doğal nedenleri, hem
de aşağıda belirttiğimiz başka zorunlulukları vardır. Bu
durum, gerekli olan bir zaman sürdükten sonra çevreden
gelmeye başlayan tesirlerle ortadan kaldırılır (202).
Varlık
bu tesirler yardımıyla uyanan idrakiyle; çevresini, kimliğini
ve gereksinimlerini tanımaya başlar. Ölümden sonra varlık
elbette serbestleşir ana Vazife Planı’nın tüm hazırlık
uygulamalarını dünya henüz tamamlayamamışsa, beşeri aşamayı
bitirmiş sayılmaz. Bundan dolayı, her ne kadar bedenden ayrılmış
ise de, o varlık yine de bir dünya insanı mertebesinde
bulunmaktadır. Çünkü ne olursa olsun, yarım kalmış işini
bitirmek üzere o, tekrar dünyaya dönmek zorundadır. Oradaki
hazırlık uygulamalarını tamamlayıncaya kadar onun meskeni dünya
olacaktır: Maşeri (toplumsal) planda dünya insanlığı… Ölümden
sonra varlığın spatyomda bir süre geçirmek zorunluluğunun
nedeni; dünya yaşamında kazanmış olduğu birikimin
muhasebesini yapmak ve onları tamamıyla kendisine mal etmek
ihtiyacıdır (202).
Enkarne
varlık, dünya okulunun kendisine kazandıracağı bilgi
uygulamalarını ve özbilgi birikimini tamamladıktan sonra,
“vicdan düalitesi” sona erer, “vazife
düalitesi” başlar. Vazife düalitesi düzeyine geçen
varlık gerçek ve objektif gelişim mekanizması içine girmiş
olur. Başka türlü ifâdesiyle, dünya okulunda işi biten
varlığın “vicdan mekanizması”, “vicdan
düalitesine” dönüşür. Varlık için bundan sonra,
“objektif gelişim” başlamıştır. Varlık,
dünya okulunu bitirene kadar, “yarı idarakli sübjektif
gelişim” aşamasındaydı (135).
Varlığın
(bazı) kudretleri dünya bedeninde; sevgi, bilgi, idrak,
realite, vicdan olarak tezahür ediyor. Bunlar ancak beyin
cevherinin olanakları dâhilinde şekillenmiş maddesel görünüşlerdir.
Bunların asıl değerleri varlıkta bulunur. Bu kudretlerin işlevleri
de dünya koşulları içinde ancak varlığa hizmet yolunda işler
(136).
Yukarıda
saydığımız; sevgi, bilgi, vicdan vb. dünya insanına özgü
değerlerin besledikleri ve gelişimlerine araç oldukları asıl
özvarlıktaki değerler ise, özvarlığın tâbi olduğu küresel
zamanın sonsuz/ sınırsız idrak olanaklarıyla değerlenen
gerçek değerlerdir ki, bu değerler ruhun evrendeki tekamül
derecesini gösterir. Örneğin, bu değerlerden sevginin varlıkla
ilgili olan idraksel zaman karşısındaki durumuna ve anlamına
dünya zamanıyla düşünen bir kimse asla nüfuz edemez.
Benzer şekilde, küresel / idraksel zamana bağımlı olan dünyadan
sanki süptil alemdeki sevgi bileşimleri de dünya insanı için
idrak edilemez durumdadır. Dünya insanına özgü sevgi, yüzeysel
zaman idrakine bağlıdır. Bu sevginin varlıktaki karşılığı
olan titreşimler küresel / idraksel zamana bağlıdır. Dünya
üstü âlemdeki sevginin sınırsız kapsamını varlığın özbilgileri
içindeki görkemli durumunu yüzeysel zaman idrakiyle anlamak /
sezmek çok zordur (136).
Varlığın
özbilgi birikiminde sevginin ve bilginin rolü büyüktür.
Bunların yanı sıra, özbilgi birikiminden vazifeli varlıklardan
gönderilen tesirler de (rehberlik / yardım) en az sevgi ve
bilgi kadar önemlidir. Bu tür tesir, çoğunlukla medyomlar
aracılığıyla dünya insanlığına verilir (137).
Varlık,
ilk dünya yaşamından başlayarak, dünya üstü bir plan olan
vazife bilgisine kadar yürüyen dünya bedeni değil, varlıktır.
Yani bağlı olduğu ruha hizmet etmek için, çeşitli maddeler
kullanarak tüm evren boyunca gelişe gelişe “yürüyen”
varlıktır. Dolayısıyla tüm realiteleri oluşturan unsurlar,
dünya bedenini değil, varlığı Vazife Planı’na hazırlar.
Bunun da anlamı şudur ki, dünya insanının beynine göre değerlendirilmiş
olan dünya realiteleri özvarlığa aynı durum ve şekilde geçmezler
(110).
Zaten
böyle olmasaydı, dünya bedenine hiç gerek kalmaz, varlık dünyada
doğrudan doğruya yaşardı. O halde, dünya insanı beyninin
değerlendirdiği; dünyada bildiğimiz, gördüğümüz
realitelerin özvarlığa yansıyan ve onun hazırlanması için
intikal etmesi gereken asıl değerler neleridir? Varlığa geçen
bu değerler, dünya maddelerine ayarlanmış bulunan realitenin
kaba durumu ve şekilleri değildir. Yani bir değerin oluşabilmesi
için, eski değerin yerini ona terk etmesi gerekir. Unutmalar
bundandır ve yüzeysel zaman idrakinin bir zorunluluğudur. Bu
değerler özvarlıkta, bu realitelerin oluşturdukları, varlığın
süptil bünyesine ve ihtiyaçlarına uygun “yüksek”
ve süptil madde bileşimleri durumundaki sonuçlarıdır (111).
İşte
ne oldukları, dünya insan idrakine göre pek belirsiz olan bu
sonuçlar ya da izlenimler varlıkların gelişimlerine katkı
sağlayan derim “izler”dir.
Bu “izlerin derinleşmesi” deyiminin
anlamı da varlığın gelişimini (dolayısıyla ruhun tekâmülünü)
sağlayan özidrakin gelişmesi ve kapsam kazanması demektir.
Esasen özidrak varlıkla eş olduğundan, idrakin genişlemesi
ve kapsam kazanması demek, doğrudan doğruya varlığın gelişmesi
demektir (111).
Realitelerin
özvarlıktaki oluşum şekline gelince yaşanan
realiteler ve bu realitelere bağlı iyi / kötü tüm olaylar
bireyleri çeşitli görüşleriyle mutlu / mutsuz ederken, gerçekte
bunlar özvarlıkta (o varlığın bünyesine uygun değerlerle)
bireyin anlayamayacağı şekilde, bir takım değişim ve dönüşümlere
neden olurlar. Böylece orada (varlıktan) çok yüksek madde
sentezleri içinde, dünyadaki görüşlerinden başka bambaşka
şekilde gittikçe değerlenerek zenginleşen ince bileşimler
oluştururlar. Bunlar gerçek özbilgidir ki, ruhların tekâmüllerine
hizmet edenler de bunlardır (111).
Demek
ki, realitelerin, kaba dünya maddeleri arasında, daha önce
belirttiğimiz maddesel şekilleri ve durumları birbirini
kovalayıp hazırlayarak; birbiri ardınca sürüp giderken,
onların özvarlıkta karşılıkları bulunan sonuçları kaba aleme özgü ifadelerden çok daha derin ve süptil
anlamlar şeklinde birike birike özbilgileri beslerler. Bunlar
gerçek tekâmül değerleridir (111).
Özbilgi
ve özidrak varlıkla ilgili kavramlardır. Özidrak gerçek
idraktir ve varlığın kendi birikimi olarak, varlık ile evren
sonuna / Ünite’ye kadar varlıkla birliktedir. Varlık dünya
bedeni aracılığıyla deneyimlediği realitelerin kaba görünüşlü
yollardan yararlanarak, öz / gerçek idrakini oluşturur. Varlık,
“fizik” dediğimiz kaba maddeler topluluğu
olan dünyadaki bedenini kullanarak, bağlı olduğu ruha hizmet
eder. Dünya bedeninin kabalığını, kaba realiteleri algılamaya
yarar ve varlıktaki özbilgilerin artmasına katkı sağlar.
Realitelerin, varlığa hitaben cepheleri, kaba görünüşlerinin
varlıktaki karşılıkları olan süptil anlamlarıdır. Bunlar
birbirini hazırlayan ve birbirine eklenen değer parçacıklarıdır
ki, bu parçacıklar özbilgi sentezini genişletir (112).
Realitelerin
özvarlıkta sonuçlandırdıkları bilgi bakımından ele alınınca,
onların birbirini tamamladıklarını da unutmamak gerekir.
Realiteler özvarlıkta izlenimler olarak birikir. Enkarne varlığın
görgü ve deneyimleri özvarlıkta izlenimler olarak birikir.
Gelecek realiteler, geçmiş realitelerin sonuçlarını içlerine
ala ala genişler, kapsamlaşır, varlığın görgü ve
deneyimlerinin artmasına neden olur (109).
Varlığın
Vazife Planı bilgisine yaklaştıran ve özbilgi birikimini
arttıran kuvvetli materyaller; din, ulus, aile gibi toplumsal
kurumlar, vazifeli varlıklar tarafından (medyomlar aracığıyla)
verilen bilgiler, ilhamlar ve bunlardan doğan olaylar olmaktadır.
Bu materyallerin dünya realiteleri içinden geçirilir ve bazı
işlemlerden sonra, varlığın özbilgi dağarcığına
eklenir. Varlığıun özbilgisi, en ilkel dönemden başlayarak;
geçmiş yaşamlarda elde edilen birikimin daha önceki
birikimlerle karşılaştırılması / muhakemesi sonucunda oluşan
ve varlığın (dünya insanının değil) malı olan, bizlerin
idrak edemeyeceğimiz bir takım derin izlenimlerdir. Dünya
idrakiyle ifade olunan bilgilerin hepsi, özbilgilerin oluşumuna
araç olan materyallerdir. Bunlar “ölüm”
dediğimiz geçmişten sonra, spatyomda geçirilecekleri çeşitli
mekanizmaların ardından, özvarlığa aktarılan sonuçlar ve
izlenimlerdir ki, özbilgi halinde varlığın malı olurlar
(120).
|