Ruh, evrenleri oluşturan madde
cevherinin de üstünde “cevher üstü hakikatler ” in üstündedir.
Bu durumuyla ruh, evren cevherinin ana özelliği olan atâlet
ve hareketsizliğin tam karşıtı olan bir içeriğe sahiptir.
Evren cevherinde ruha ait hiç bir şey yoktur. Ruhta da evren
cevheriyle ilgili özelliklerin hiçbirisi yoktur. Ruhun içeriğinin
ne olduğu tasavvuru söz konusu değildir. Çünkü onu
betimlemeye ve tanımlamaya yetecek evrende hiçbir sözcük
asla bulunamaz. Ruhun içeriğini ve ne olduğunu incelemeye çalışmaksızın,
onun var olma zorunluluğunu kabul etmek gerçeğe en uygun
tutumdur. Ruh ve evren cevherlerinden, birinden ötekine
herhangi bir geçiş ve doğrudan alışveriş olası değildir.
Ruh ve evren cevherleri, arasında sonsuz bir erişilmezlik vardır.
Bir bedenin içinde ya da evrende ruh diye hiçbir şey yoktur.
Evrende ne varsa, hepsi/herşey maddedir, maddenin çeşitli
durum ve görünüşlerinden ibarettir(16).
Hiç bir mekân ve sınır tanımayan
sayısız/sonsuz evrenler karşısında ruhun durumu söz konusu
olunca; ona insanların tâbi olduğu, evrenleri bile kapsamaya
yetmeyecek kadar beşeri idrake bağlı bir yer/mekan tâyin
etmeye kalkışmak hatâların en büyüğü olur. Şu halde,
ruh için; iç, dış, mekân vb. Kavramları düşünülmeksizin
, sadece; “ruhlar tüm evren cevherinin üstündedir ”
demekle yetinmek gerekir. Evren oluşumunun ve var oluşunun
amacı; ruhlar dediğimiz hakikatlerin, evrenimizle
ilgili olarak tekâmül şeklinde kabul edilen ve “ihtiyaç
” kavramı ile simgeleştirilen durumların gerçekleştirilmesidir(246).
Madde evreni ruh için ancak bir araçtan ibârettir. Madde aracının
amacı, ruhların ihtiyaçlarının evrenimize ait tekamül
diyebileceğimiz kısmının gerçekleşmesidir ki, bu da “Ünite
” diye ifâde edilir(245). Ünite konusuna girmeden önce,
Ruh-evren(madde) ilişkisinin, birbirinden apayrı cevherler
olmasına karşın, bu ilişkinin nasıl olduğu konusu üzerinde
durmakta yarar var.
Madde İle
İlk Bağlantı
Cevher farklılığından dolayı,
ruh ve evren cevherlerinden, birinden ötekine herhangi bir geçişin,
doğrudan alışverişin/etkileşimin söz konusu olmadığını
ve bu ikisi arasında sonsuz bir erişilmezliğin bulunduğunu
belirtmiştik(16). Bununla birlikte ruh ve evren arasında,
sanki kucaklaşmışlar gibi bir “içiçelik ” in de bulunduğunu;
hattâ, evrensiz bir ruh, ruhsuz bir evren düşünülemeyeceğini
biliyoruz.
Ruh ile evren arasındaki söz konu
bağlantı ve içiçelik, Asli İlke’nin Kudreti’nin tezahürü
olan (“Yüksek İlkeler ” de denen) Asli tesirler ile sağlanır.
Ruh ve evren ilişkisi/etkileşimi Asli İlke’nin gerekleri
(“kudreti “) kapsamında gerçekleşen ve sürüp giden bir
olgudur. Ruhun tekâmül ihtiyaçları Asli İlke’nin
gereklerine(“kudretine ”) göre, evrene tesirler olarak
aksettirilir. Evrene yansıyan bu ihtiyaçların yanıtlarını
vermek madde/evren cevherinin fıtratında bulunan bir
zorunluluktur. Ruhun tekâmül ihtiyaçlarına maddenin verdiği
yanıt/yansıma(tepki), gene aynı kanaldan, aynı gereklilikle
ruhlara yansır. Evrenlerde ve evren üstü olan ruhlar arasında,
Asli İlke’nin gereklilikleri her şeyi kapsar(28).
Bir evren ile ilk olarak bağlantı
kuracak bir ruh için bu ilk bağlantıyı sağlayan da Asli İlke’nin
Kudreti’nin Asli Tesiri’dir. Bu ilk bağlantıdan sonra,
ruhun tekâmül ihtiyaçlarına göre; aynı madde düzeyinde
bulunan , ya da daha üst bir madde düzeyinde olan öteki
maddelerdeki gözlemleri sürüp gider. Böyle ilk aşamada
bulunan “acemi ruhlar ” için, her maddenin gelişim
durumundaki anına ruhun, bir tekâmül ihtiyacı karşılık
gelir. Başka bir ifâdeyle, herhangi bir ruh için, bu durum
mekanik bir uygulama zemini olur. Ruhların, bu ilk aşamasının
başlangıcındaki durumu, sâdece maddenin hareketlerine uymaktır(pasif,
mekanik/otomatik tekâmül başlamıştır) (38). Bu durumda
madde gelişimi henüz atom altı aşamanın başlangıcındadır.
Hidrojen altı aşama ve varlık oluşumunun ileride tekrar ele
alacağız ama şimdi Asli İlke’nin Kudreti’nin
tesirliliği altında ruh ve madde(evren) durumuna biraz
daha bakalım:
Asli İlke Kudreti’nin tesirliliği
altında ruh ve evren bu ilk bağlantılarını gerçekleştirdikten
sonra, bu ilk madde(hidrojen altı) aşamasındaki ruhların; irâdeyi,
özgürlüğü ve idraki gerektiren aktif hiçbir durumları
yoktur. Bunlar evrende henüz bir madde oluşumuna da sürekli
bağlantılı değildirler. Acemi ruhlar bu ilk aşamanın da başlangıcında
iken, evrendeki basit yansımalarının mekanik yollardan geliştirilmesi
için; bir madde durumundan, başka bir madde durumuna, oradan
da gerekirse, başka bir madde durumuna “sokula çıkarıla
” maddelerin çeşitli durumları ve hareketleri ile sanki
oradan oraya savrulurlar(39). Aslî İlke’nin tesirliliği altında
bu gidiş, aynı zamanda, amorftan başlayarak evren oluşumunun
başlangıcıdır. Evren oluşumunun her aşamasındaki
maddelerle ruhların, o aşamanın karakterine ve tekâmül
sistemine uygun çeşitli ilişkileri sürekli olarak vardır.
Evrende herhangi bir ruhun tekâmülüne yaramayan madde
yoktur(49). Bu arada evrende gereksiz hiçbir verite yoktur.
Dolayısıyla, “maddeler ruhlara bağlanınca canlı, bağlanmayınca
cansız ” demek yersizdir. Çünkü her maddenin geçici ya da
sürekli olarak bir ruha bağlanması söz konusudur(49). Ancak
burada, günlük konuşmalarımızda hemen hemen aynı anlamda
kullanılan “tekamül ” ve “gelişmek ” sözcüklerinin
bu öğretide farklı durumlar için kullanıldığını anımsamakta
yarar var.
Maddelerin, ruhlarla birlikte
ilerlemeleri kavramlarını “gelişim ” ve “tekamül ” sözcükleriyle
birbirinden ayırmak gerek. Çünkü bunlar ayrı ayrı şeylerdir:
Gelişim, evren içindeki maddelerin bünyelerindeki
hareketlerin artması maddesel bileşimlerinin karmaşıklaşması,
tesirlere hedef olma alanlarının genişlemesi, değerlerinin
artma durumudur. Asli İlke’nin Kudreti’nin, ruhsal tekâmül
ihtiyaçlarıyla madde olanaklarını birleştirerek, bir
“vahdet ” durumuna getirmek amacının gerçekleşmesi,
“tekamül ” sözcüğüyle ifadeye koyduğumuz anlamın en yüksek
ve en son işaretidir(190+191). Şimdi, ruh-evren ilişkisinin
bu noktaya kadar nasıl geldiğini, ruhun evrenle ilk bağlantısından
başlayarak görelim: Asli İlke’nin Kudreti’nin(ki bu “ışık
konisi “ benzetmesiyle anlatılıyor) evrenimize ilk indiği
yer evrenin asli maddesinin(evren cevherinin) amorf durumudur.
Burası aynı zamanda evrenimizde uygulamaya başlayacak ilk
ruhların ihtiyaçlarının oradaki madde olanaklarıyla karşılaşma
yeridir. Ruhların tekâmül ihtiyaçları karşısında evrenin
âtıl maddeleri harekete geçirmiş ve bu hareketle de ruhların
mekanik/otomatik(pasif) tekamülleri başlamıştır (*).
Bu an aynızamanda “hidrojen altı aşama ”nın da başlangıcıdır.
Hidrojen atomunun oluşumuna kadar geçecek pek uzun bir süre
boyunca ruhlar pasif ve mekanik olarak, maddeye ilk uyum
uygulamalarını sürdürürler. Burası “ışık konisi ”
nin evrendeki tabanıdır(192).
Asli İlkenin
Tesirliliği
Asli İlke’nin Kudreti’nin
simgesi olan “ışık konisi ” nin(başlangıçta “karanlık
” olan) tabanı(ebediyet kadar uzun süren bir zaman dilimi içinde)
aydınlanmasını, hidrojen atomunun varlık aşamasına, yani
ilk hidrojen atomunun ortaya çıkışına kadar sürdürür.
Buradan başlayarak, ruhların ilk basit aktif davranışlarıyla
maddelerdeki gelişimi başlar. Burada hem ruhların ilkel bir
etkinliği, hem de bu etkinliği çok sıkı kontrol altında
tutan ve destekleyen bir otomatizma bulunur. Bu arada “ışık
konisi ” yükselmesini giderek sürdürmektedir(193).
Beşeri bedenin oluşumu öncesinde
artık bitki ve hayvan hücresinin ortaya çıkmasına sıra
gelmiştir: Hidrojen atomunun varlık durumuna gelmesinden hemen
sonraki aşama bitki(hücresi) bedenlerinin kurulması aşamasıdır.
İlk ilkel sezgilere geçiş aşaması da bitkilerle başlar.
Sezgi alıştırmaları(temrinleri/pratikleri), idrakinde ilk pırıltıları
olup, otomatik niteliklidir. “Koni ” nin tabanı “yükseldikçe
”, bu sezgi otomatizmaları kapsam kazanarak hayvandaki
sezgiye dönüşecektir(193). “Koninin tabanı” hayvanlık aşamasından
ilk beşeri beden aşamasına doğru yükseldikçe, ilk beşeri
varlıklarda bazı idraksel(idrak ile ilgili) durumların ilk
hazırlkları da belirmeye başlar. “Işık konisi ” nin
tabanı, aydınlanmasını sürdürerek ve “yükselerek ”
idraklerin başladığı, hidrojenin beşeriyet kademesine kadar
gelir(193). Ruhun bu sırad evrende; idrak, irade, şuur ve özgürlük
halinde ortaya çıkan maddesel bir kimliği(varlığı) henüz
bulunmamaktadır. Böyle bir kimliğin kazanılması ancak; Asli
İlke’den kaynaklanan yüksek gerekliilklerin düzenlenmesiyle
ve ruhun tekamül ihtiyaçları oranında amorf maddeler arasında,
sürekli olarak pasif ve mekanik bir şekilde geçireceği
ebediyet kadar uzun bir devreden sonra, tedricen söz konusu
olacaktır. İşte bunun içindir ki, bu “ilk madde aşaması
” nda ki ruhların; iradeyi, özgürlüğü ve idraki
gerektiren aktif hiçbir durumları yoktur ve evrende henüz
herhangi bir madde oluşumuna bağlanmış değildir(39).
Astronomik
Âlemin Başlangıcı
Bir maddenin tezahür etmesi demek,
çevresinde bulunan öteki maddelerle ilişki ve etkileşimi geçmesi(tesirleşmesi)
demektir. Bu tesirleşme ne kadar yoğun ve kapsamlı ise, o
madde o kadar çok tezahür gösteriyor ve yüksek gelişm düzeylerinde
bulunuyor demektir. Bir maddenin çevresiyle ilişkilerinin görülüp
gözetilmesi ve yürütülmesi Asli İlke’nin kudretinden
kaynaklanan yüksek ilkelerin ahengi içinde sürüp gider.
Bunun amacı da, ruhların; maddeleri kullanarak tekamüllerini
sağlamasıdır. Nasıl ki, bir ruhun herhangi bir madde bileşimine
gereksinimim kalmaz ve ona karşı hiçbir davranışta
bulunmazsa, o madde bileşiminin tüm hareketleri silinir ve tüm
değerleri de ortadan kalkar ki bu o madde bileşiminin ölümüdür(21).
Madde oluşumundan hidrojen altı aşamanın sonuna doğru ilk
hidrojen atomları ortaya çıkmaya başlayınca, Asli İlke’nin
tesirleri tarafından ruhlar atomlara artık sürekli olarak bağlanmaya
başlar. Bu ilk atomlardan oluşan alanlar, astronomik alemin tüm
uzaysal objelerinin ilk durumlarıdır. Ruhun atoma bağlanma
gereksinimi, Asli İlke’nin gereklilikleriyle bu ilk atomların
oluşumuna neden olmuştur. Dolayısıyla atom, ruh için ve
ruhtan dolayı vardır.
Ruhun atoma/maddeye bağlanma
gereksinimine ait gereklilikleri taşıyarak amorf vasata inen
Asli Tesirler, atomun ruha bağlanmasını sağlar. Alemimizin
ilk atomuna(yani hidrojen atomuna) bağlanmış olan bir ruh;
artık o atomun “varlık ” dediğimiz ileri aşamasının
oluşumuna kadar onu bırakmayacaktır. Hidrojen oluşumunun/gelişiminin
bu birinci kısmındaki ruhlar, ilk yakaladıkları hidrojen
atomunun tüm gelişim aşamalarını; pasif, mekanik ve
otomatik olarak izleyerek tekamüllerini sürdüreceklerdir. Bu
aşamada onlar hidrojen atomuna hala egemen değildir. Çünkü
kendilerinde böyle bir egemenliği gerektiren; ne sezgi, ne
idrak, ne de özgürlükleri vardır. Bu aşamada ruhlar, henüz
çeşitli maddeleri toplayarak, bunlardan kendilerine birer varlık
oluşturacak durumda değildirler. Dolayısıyla bunların tekamülleri
de aşağı yukarı hidrojen altı aşamadaki gibi pasif ve
mekaniktir. Arada şu fark vardır ki, hidrojen altı amorf
vasat aşamasındayken ruhlar hiçbir zaman, bir madde üzerinde
uzun uzadıya tutunamazlar, yani herhangi bir maddeyi
yakalayabilmiş durumda da değildirler(42). Onlar sâdece
darmadağınık maddeler içinde ve Asli Tesirler’in
gereklilikleri altında maddeden maddeye atlayarak; mekanik,
otomatik ve pasif bir uygulama içindeydiler. Hidrojen atomları
oluşmaya başladıktan sonra(yani hidrojen âleminin ilk
zamanlarında) ruhlar artık birer hidrojen atomuna bağlanmış
durumdadır ve kendi atomlarından başkasına atlayamazlar.
Onlar kendi atomlarının tüm gelişimleri boyunca, onun gelişim
kademelerini izler ama bu sırada o atoma egemen değildirler,
sadece atomun hareketlerine pasif olarak katılırlar ve o
hareketlere uyum sağlamaya çalışırlar.
Çünkü atomun bu hareketleri, Asli İlke’nin yüksek
gereklilikleri(Kudreti)(38) altında kurulmuş ve yönlendirilmiştir.
Ruhlar orada bu yüksek gereklilikler altında sürüklenerek ve
o hareketlere tabi olarak varlık oluşumuna kadar çok uzun bir
süre bu tür uygulama dönemini tamamlayacaklardır. İlk
hidrojen atomunun oluşumundan, ilk varlık ortaya çıkana
kadar, atomun bünyesine gemen olan tesir, Asli İlke’den
kaynaklanan Esâsi Tesirler’dir. Asli İlke’den gelen bir
tesirin, ruha ve maddeye(atoma) yönelik yanı/etkisi(vachesi)
olduğunu Asli İlke’yle ilgili kısımda görmüştük. Asli
İlke’den gelen bu etki ile ruh, atomun mukadder olan
hareketlerine pasif olarak uymak ve mekanik/otomatik uygulamalarını
sürdürmek durumundadır. Hidrojen atomunun en ilkel durumundan
itibaren, gitgide yükselen/gelişen bünyesi, o oranda hareket,
kudret ve tesirlilik kazanır. Bu atoma bağlı bulunan ruh da
bu hareketlere uya uya mekanik/pasif(otomatik) tekâmülünü sürdürür.
Söz konusu hareketlere neden olan etmenler ise Asli İlke’den
kaynaklanan tesirlerdir. Esâsen bir tesir; işlevini, maddeleri
hareketlendirerek gerçekleştirir(47). Bu uygulama ile atom
varlık aşamasına doğru ilerledikçe, ruh da; atomlar arasındaki
ilişkilerin İlliyet İlkesi karşısındaki durumlarıyla
ilgili ilk içgüdülerin hazırlıklarını otomatik olarak
yaparlar. Bu dönemdeki tekâmül, ruhlar için çok “uzun ”
ve “zor ” dur. Bu ifademize rağmen, İlahi Düzen’de
uzunluk, kısalık, zorluk, kolaylık vb. gibi kavramlar ve
durumlar söz konusu değildir(43).
Asli İlke’nin Kudreti’nin
tesirliliği altında, ruhun; evren amorf maddesiyle ilk bağlantısından
ilk hidrojen atomunun oluşumuna kadar geçen aşama, evrenin
ilk ve en kaba olan aşamasıdır.
Bizler için “karanlık” olan bu aşama “hidrojen altı
” aşamasıdır. Bu ilk aşamada tüm olup bitenler Asli İlke’nin
gereklerine göre ve Ünite’nin kurduğu İdare Mekanizması
kapsamında ve bilmediğimiz yollardan yürütülür(39).
Bir evrende tekamül uygulamasına
ilk başlayacak bir ruhun bu uygulamasıyla ilgili ilk durumları
evrenin amorf durumlarına aksettirilir. Bu aksediş(“ışık
konisi ”), Asli İlke’nin “icaplar ”(gereklilikler) dediğimiz
kudretinin ruh ve madde durumlarının üzerindeki ifadesi ve görünümüdür.
Ruhların tekamül ihtiyaçlarını evrenlere taşıyan Asli İlke’nin
Kudreti’nin tesirliliği dualite ilkesi ve değer farklanması
mekanizmasıyla, daha önce de sözünü ettiğimiz hareketleri
oluştururlar(**). İşte evrendeki
hareketler, ruhların “kıpırdanışları ” nın ve
“davranışları ” nın bu tesirlerle madde oluşumları şeklinde
tezahür eden simgesel ifadesidir. Böylece, bir evrene ilk
giren “acemi ruhlar ”a ait tesirler; o evrenle ilgililerini
sürdürdükleri sürece, erişebildikleri alanlardaki ilk
maddelerin o anda, o ruhlara birer gözlem alanı olmalarını
sağlar.
Bir ruhtan gelen tesire karşı,
maddenin; hareket şeklinde verdiği tepki, gene o tesir kanalından
Ünite aracılığıyla dönerek aynı ruha akseder. Böylece
Asli İlke’nin gereklerine(“Kudretine ”-38) tabi olarak ve
O’nun yardımıyla ruh ve maddenin dolaylı ilişkisi kurulmuş
olur(38). Asli İlke’nin yüksek gerekliliklerini taşıyan
tesirler(“Kudreti ”) ruhların tekâmül ihtiyaçlarını
evren cevherine ve evren cevherinin de bu ihtiyaçlar karşısında
gösterecekleri tepkileri tekrar ruhları aksettirirler. Bu şekilde
evrenin bütünü ve parçaları(cüzüleri) ruhların ihitiyaçlarına
göre yönlendirilir ve yönetilirler ruhlarla evrenler arasındaki
bağlantıyı kuran bu tesirlerin dörtlü bir grup(iki çift)
arzettiğini Asli ilke ve Asli Tesirler kısmında görmüştük(63).
Maddenin/varlığın gelişimi ve ruhların tekâmüllerine
hizmet edebilmeleri ancak tesirlerle olasıdır. Ruhların tekâmül
ihtiyaçları birer gerekliliktir ve maddenin bu ihtiyaçlara
karşılık vermek durumunda olması da bir zorunluluktur. Fakat
ruhlar maddelere ne doğrudan doğruya bir şey gönderebilirler,
ne de ondan bir şey alabilirler. Oysa ki, tekâmül için ruh
ve madde ilişkisinin gerçekleşmesi ve sürmesi Asli İlke’nin
gereklilikleri gereğince zorunludur. Ruh ve evren dualitesinde;
ruhun, tekamüle yönelik davranışlarına evren parçacıkları(cüzüleri)
tam bir uyumla yanıt/tepki verir(28). Maddenin(dolayısıyla
evrenin) tezahürlerinden ve oluşumundan amaç, ruha hizmettir.
Ruha hizmet etmek ise, maddenin her türlü şekil ve haller içinde
tekâmül alanlarının ruh tarafından kullanılmasıdır. Bu
olanakların kullanılabilmesi de, ruhtan gelen dolaylı
tesirlerle maddede bir takım hareketlerin ortaya çıkabilmesine
bağlıdır.
Maddedeki her hareketin, dualite
ilkesi ve değer farklanması kapsamında olduğunu biliyoruz.
Dualite ilkesi ve değer farklanması olmazsa, ruhların
maddelerden yararlanabilmesi olası değildir. Ruh ve
madde(evren) ilişkisi düalite ilkesi ve değer farklanması
mekanizması, ruh-madde düalitesi zorunluluğunun bir
ifadesidir. Bundan dolayı da, maddedeki düalite ilkesi,
ruh-madde düalitesinin evrendeki asli görünüşü, yani yüksek
ilkeler karşısındaki zorunluluğudur(25). Evrenler için amaç
ruhtur. Ruh ise, aktif ve tekâmül ihtiyacındadır. Evrenler
bir bakıma, ruhun tekamül ihtiyacını
gidermek için vardır(***).
Ruhlar “davranışlarının/etkinliklerinin” yansımalarını
evren cevheri üzerinde göre göre tekâmül ihtiyaçlarını
giderirler. Şu halde evrenler, ruhların tekâmül
gereksinimlerini(ihtiyaçlarını) karşılayan alanlardır.
Simgesel olarak şöyle söylemek de olası: Evrenler, ruhların
uygulama yapmalarına yarayan ve uygulamaların sonuçlarını
tekrar ruhlara aksettiren, kendi cevherlerine özgü bir vasattır/alandır.
Aktif olan ruhlar, tekâmülleri için, pasif olan çeşitli
evrenlerin(evren cevherlerinin) sonsuz tekâmül olanaklarını(ihtiyaçları
oranında) tekamül araçları olarak kullanırlar(18). Ne olduğunu
bilmediğimiz Asli İlke’nin maddesel tesirler şeklindeki
tezahürleriyle ruh ve maddenin söz konusu ilişkisi/etkileşimi
gerçekleşir ve sürer. Evren üstü olan ruhların tekâmül
ihtiyaçları bu şekilde karşılanır. Yani ruhların tekâmülü
için gerekli olan, maddedeki her hareket, değişim ve gelişim
ancak bu tesirlerle sağlanır(62).
Hem ruhların, hem de evrenlerin,
Asli İlke’nin Kudreti’nin(“yüksek
gereklilikleri"nin-38) tesirliliği altında olduğunu
biliyoruz. Asli ilke’nin anlamı ve içeriği(ne olduğu)
bizler için tamamen gayb durumundadır. Bu “Yüksek İlke
”nin sonsuz sayıdaki ruhlara ve evrenlere yönelik
kudretleri(“yüksek gereklilikleri ”nin-38) arasında bizim
evrenimizle ilgili olanın sezgisini “projektör ”
simgesiyle vermiştik(“Işık konisi ”). Bu “projektör
”, evrenlere ve ruhlara egemen olan Aslî İlke’nin kendisi
değildir, O’nun ancak bizim evrenlerle ve bizim evrenle
ilgili ruhlara yönelik kudretinin simgesidir. Başka bir deyişle,
Aslî İlke’nin, evrenimize ve orada uygulama yapan ruhlara yönelik
cephesini “kudret ” sözcüğüyle ifade ediyoruz. Bu
durumda “kudret ”, Asli ilke’nin; ruhların, evrenimizle
ilgili tekâmül ihtiyaçlarını karşılayan tüm maddesel
olanakların(Kur’an’da’ki ifâdesiyle “nimetler” in),
bu ihtiyaçlarla uyuşturmasına yönelik gerekliliklerin bütünüdür.
Asli İlke’nin gerçekleştirici
kudretine icap(gereklilik) diyoruz. İcabın her evrene göre
ayrı bir cephesi var. İcabın, bizim evrenimize ait olan
cephesi, ruhların tekamül ihtiyaçlarının madde olanaklarıyle
birleşmesi sonuçlandırmaya yöneliktir(191).
Evrende herşey Asli Tesirler’in sürekli
olarak; ruhların tekâmüllerini hedef alan ahengi içinde sürüp
gider. Amorf vasatın ilkel maddelerini bir araya getirerek
atomu oluşturanda AsliTesirler’dir(50). Ruhun tekâmül
ihtiyaçlarını, gelişim ve oluşum halindeki atoma
aksettirenler de Asli Tesirler’dir. Asli tesirler aynı
zamanda; ruhun, maddeyle paralel olarak ve sürekli bir şekilde
daha üst bir aşamaya uzanışlarını da sağlarlar(51).
Hidrojen altı aşamada tekâmül
etmek durumunda bulunan acemi ruhların “yürüyüşleri ”
mekanik ve pasif tekâmüle tabidir. Bu ilk aşamada ruhların
tekâmülleri maddelerin gelişimleri kadar kolay ve hızlı
olmadığından, onlar bir tek maddeye bağlanıp kalmazlar, her
an vasat değiştirirler. Bu şekilde, görece(nispeten)
kendilerinden ileri bir maddeyi daha liyakatli bir ruha terk
eden bir ruh, ağır “yürüyüşü ”yle bulunduğu alt
madde kademelerinde ki daha basit maddedelerde “yürüyüşü
”ne pasif olarak(yani, madde hareketlerine müdâhele
etmeksizin) devam eder.
Bu ilk aşama ruhun evren ile bağlantısından(evrene
ilk girişinden) hidrojen atomuna gelinceye kadar sürer. Bu ruh
evrende henüz bir bedene(yani, varlığa) sahip olmuş değildir.
Çünkü onda henüz evren maddelerini toplayabilecek kudretler
ortaya çıkmamıştır. Bundan dolayı ruh, evren karşısındaki
ilk ihtiyaçlarını belirleyen ve sağlayan Asli İlke’nin (Ünite’den
süzülüp evrene giren) gerekliliklerine(icaplarına) göre
basit madde hallerinde sadece pasif ve mekanik bir “yürüyüşe
” tâbi tutulacaktır(39).
İlk Atom Ve
Varlık
Asli Tesirleri Ünite’den süzülün
ve maddelerle ruhlara ait bulunan Asli İlke’nin
gerekleridir(“Kudreti ”)(31+38+190). Asli İlke’nin
ruhlara ait kudretleri de “tekamül değerleri”(63+80)
olmaktadır. Asli İlke’nin tesirliliği(müessiriyeti) altında
hidrojen atomu ilk oluşumundan itibaren öyle bir aşamaya
gelir ki, orada çok süptil ve karışık madde bileşimleri
durumunda, henüz beşeriyetin tanımadığı dünya maddesi üstü
bir takım enerjileri yaymaya başlar. Atom bu “yüksek ” ve
karmaşık yayabilecek gelişim düzeyine geldiği zaman; zaten,
onun bu düzeye gelmesine(Asli İlke sâyesinde) neden olan ruh
da artık maddeler arasında ki ilişkisinin ve hareketlerinin içgüdüsel
davranışlarına, uzun bir uygulama devresinden sonra, sâhip
olabilecek bir tekâmül kademesine ulaşmış bulunur(51).
Evrende; ihtiyacın, tekâmül
zorunluluğunun ve kader mekanizmasının dışında olabilecek
bir durum düşünülemez. Ünite’den
süzülüp gelen gerekliliklere göre, evrende üç ana
kadro vardır:
- Asli İlke kadrosunda vazifeli olan varlıklar
kadrosu,
- Kader mekanizmaları kadrosu,
- Asli zaman kadrosu.
Kadrolar, organizasyonlardan oluşmuştur.
İşte bu üç ana kadroya bağlı olarak, ruhların evrendeki
tekâmüllerine ait gereklilikleri tüm ayrıntılarıyla yerine
getiren, sayısız organizasyonlar ve bu organizasyonların
hiyerarşik düzenlemelerle birbirine bağlanmasından oluşan büyük
organizasyon sistemleri de vardır. Vazife Planı’nın ilk
kademelerinden itibaren, Ünite’ye kadar vazifeli varlıklardan
oluşmuştur ki, bu varlıklar kendi organizasyonları içinde,
Ünite’den süzülüp gelen, (yukarıda belirtilen) üç genel
vazife kadrosunun ilkeleri ve yönlendirmeleri altında
vazifelerini görürler(241). Bu vazifeler çeşitli âlemlere
ait sayısız işlerdir. Bu işler de “istasyonlar ” aracılığıyla
görülür. Örneğin dünyaya özgü; zaman istasyonları, kaba
etkileri yöneten istasyonlar, bireysel ve küçük grup tekâmül
planlarını yöneten istasyonlar gibi sayısız istasyonlar
vardır.
Yarı Süptil Vasat’ın ilk aşamalarında
gelişimleriyle, kendiliğinden yayılmaya başlayan daha yüksek
ve dağınık enerjiler, artık bir araya toplanıp, bir ruha
evren sonuna kadar hizmet edebilecek bir varlık durumuna girmek
kabiliyet ve olanağına ulaşmışlardır. Bu arada onlarla
beraber o aşamaya kadar tekâmül etmiş ruhlar da(sürekli
olarak Asli Tesirler’in yardımıyla) bu yüksek ama dağınık
enerjileri bir araya toplayarak, onlardan bir varlık oluşturabilecek
kudrete ulaşmışlardır(52).
Böylece “varlık ” dediğimiz
enerji topluluğu evrenin sonuna kadar bağlı olduğu ruhun tüm
etkinliklerine ekran(mâkes) olmak ve o etkinliklerin yanıtlarını
tekrar ona iade etmek üzere hizmete sokulmuş ve evrende ruhun
bir temsilcisi ve aracı durumuna gelmiş bulunur. Bu aşamadan
itibaren maddeler; birer varlık halinde, tesirlerin yardımları
altında, o ruhların durumlarına bağlı ve onlara tercüman
olarak, ayrıca onları evrende ifâdelendirerek gelişirler. Böylece
ortaya çıkan varlık, hizmetinde olduğu ruhun tekâmülüne tüm
davranışlarını Asli İlke’nin ışığı altında o kadar
kusursuz bir şekilde ifadelendirir ki, ona artık, evrende artık
ruhun kendisiymiş gibi de bakılabilir. Burada varlık aslında,
atıl görüne hidrojen atomu maddesinin gelişmiş yüksek
kademelerinden başka bir şey değildir; sadece onun, evrende
bir ruha ifade edebilecek kadar olanakları gelişmiş olmakta
ve bu sayede kendisi belirli bir ruhun hizmetine verilmiş
bulunmaktadır(53).
Ruhlar bu enerjilerden kendilerine,
evren boyunca ve evrenin sonuna kadar(Ünite’ye kadar) hizmet
edecek varlıktan yararlanırlar(54). Varlık oluşumundan ve
bir varlığa sahip olduktan sonra ruh; daha önceleri hidrojen
atomu oluşumu boyunca geçirdiği mekanik/otomatik ve pasif yaşamından
başka bir yaşama sahiptir. Ruh, o zamanlar atoma sahip olamıyordu
ve ona egemen de olamıyordu, sadece atoma bağlı ve esir
durumda, atomun belirli hareketlerine katılıyor ve pasif bir
uyumlanma dönemi içinde bulunuyordu.
Şimdi ise, hizmetinde bulunan varlığı
aracılığıyla atomların en basitinden itibâren gelişim
kademeleri boyunca elementlerinden kurulmuş bileşimlere ve
kombinezonlara yavaş yavaş egemen olmak üzere aktif bir
uygulama dönemine başlamış bulunmaktadır. Bunun için onları;
toplamak, dağıtmak ve onlardan yeni oluşumlar yapmak,
bedenler kurmak, bedenleri yönetmek gibi etkinliklerde
bulunarak tekâmülünü sürdürecek ve bu âlemdeki ileriye yönelik
hazırlıklarını da böylece tamamlamış olacaktır. Tüm bu
işleri yapmasında ona, varlık dediğimiz süptil enerji
topluluğu araç olacaktır. Ruhun tüm durumlarını evrende
temsil eden varlık, onun
bu maddeler içindeki tekâmül ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla ruh tarafından kullanılacaktır. Bu varlık aracılığıyla
ruhlar, hidrojen âleminin yoğun madde bileşimleri, uzaysal
objelerin içindeki kaba maddeleri üzerinde çeşitli
formasyon ve transformasyon oluşturarak onları etkin
duruma getirecektir. Çünkü ruhun doğrudan doğruya bu kaba
maddelere hükmetmesi olası değildir. Bu nedenle, ilk oluşan
varlık ruhta beliren yeni gereksinimlerin karşısında hemen,
çevresindeki en ilkel maddelerden yararlanmaya çalışacak ve
onlardan, önce basit oluşumlar kuracak, bu oluşumlar üzerindeki
egemenliğinin uygulamasına başlayacaktır(55).
Ruhun evrenle bağlantı kurmasının
biricik amacı tekâmül olduğuna göre, ruha hizmet eden varlığın
bu değişimlerden yararlanması ve bunun içinde sayısız
madde bileşimleriyle karşılaşması zorunlu olur. Madde bileşimlerinin,
sayısız uzaysal objelerde sayısız şekilleri ve
derecelenmeleri vardır. Bu madde bileşimlerinin bolluğu ve çeşitliliği
ruhların tekâmüllerine yarayan bol materyalledir. Varlığın
esasen, bu madde bileşimlerinde uygulama görmesinin amacı, sürekli
olarak “yukarılara ” ulaşmak ve böylece hizmet ettiği
ruhun maddelerle olan tekamül aşamalarının tamamlanmasını
sağlamaktır. O halde bir varlık, ihtiyacına göre önce bir
uzaysal objenin maddelerinden kurulmuş bedenle sıkı bağlantıya
geçecek, kendi süptil vibrasyonları ile onun her zerresine
egemen olacak ve onu, bağlı bulunduğu ruhun tekamül ihtiyaçlarına
göre kullanarak, bu sayede o uzaysal objedeki kaba madde bileşimlerinden
ve bu madde bileşimlerle öteki bedenler arasındaki ilişkilerden
doğacak olay vibrasoynlarını idrak yoluyla ruha yönlendirecektir
ki, onun beden ile olan bu bağlantısına enkarnasyon
deniyor(92).
İyi bir ifade olmayan
“enkarnasoyon ” kavramının anlamı şudur: Varlık,
kendisine sahip olan ruha hizmet edebilmek için, daha doğrusu
ruh; kendisine hizmet eden varlık aracılığıyla kaba bir âlemin
maddelerini kullanabilmek için, o âlemin maddelerinden
kendisine bir tesir etme aracı, yani kaba bir beden yapmaya ve
onu kullanmaya mecbur olur. Fakat o varlık henüz tek başına
kaba maddelerden böyle büyük bileşimler(kombinezonlar)
kurabilecek kudrette değildir. Onun için ruhların tekâmüllerinde
vazifeli olan üstün varlıkların yardımlarıyla o, ihtiyacına
göre kendisine kaba maddelerden bir beden kuracak ve ona sürekli
tesirler göndererek bağlı kalacaktır.
İşte varlık, artık o dünyada
toplumsal tekâmülüne başlamış olan ruhunun ihtiyaçlarına
ait, kaba maddeler ve başka/öteki varlıklar arasındaki
etkinliklerini, kurduğu bu bedeni aracılığıyla
yapabilecektir. Yani varlık, ruhun “davranışları” na göre
o bedeni yönetecektir. Zaten o beden de onun yönetebileceği
çapta kurulmuştur. Burada, “ruhların davranışları ”,
ruhların kendileri değil; onların, tüm evrenlerde değil, sâdece
madde evrenine karşılık gelen ihtiyaçlarının
tecellisidir(ortaya çıkışı) (195).
Demek ki, burada; biri, ötekisi
aracılıyla ruha hizmet eden bir varlık ve beden söz
konusudur. Bunlardan birisi, daha önce belirttiğimiz gibi
karmaşık bir madde yapısına sahip olan ve evren boyunca ruhu
izleyen varlıktır ki, bu; ruhun evrendeki simgesi, yansıması
ve ifadesi olan çok ince bir enerjiler karmaşığıdır. İkincisi
ise, bu varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde
uygulamalar görmek zorunda olduğu kaba âlemdeki maddeler ve
varlıklarla bir tesirleşme aracı olarak kullandığı, o âlemin
yoğun maddelerinden kaba bir bedendir.
Demek ki, ruha evren boyunca eşlik
edecek varlığa hizmet etmek durumunda bulunan beden; herhangi
bir kaba kürede, ruhun ihtiyacına göre, ancak geçici bir
uygulama dönemi boyunca o varlığa bağlı kalacak geçici bir
araçtan ibarettir. Varlık, bulunduğu vasatta, hizmet ettiği
ruhun tekâmül ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda, başka
bir bedeni kurmak üzere önceki bedenini terk eder. Bu da gene
üst tesirlerin yardımıyla olur. İşte varlığın herhangi
bir uzaysal objede ikinci bir bedeni kurmasına “enkarnasyon
” ya da “doğum ” o bedeni terk etmesine de ölüm
deniyor(57+58).
Bedenini dünyada bırakmış bir
varlığın spatyomun ilk zamanlarında, kendi ruhundan gelen
tesirler dışında; “yukarıdan ”, “aşağıdan ” ve çevreden
gelen tüm tesirler ve bağlantılar kesilmiş durumdadır.
(not: varlığın spatyomdaki durumuyla ilgili ayrıntılar
sayfa 89’da)
Ruhun evrendeki hizmetlisi(hademesi)
varlıktır. Varlığın ruha yönelik görevleri evren boyunca
sürer ve ruhun o evrendeki işi/etkinlikleri(uygulamaları)
bitince bu görev sona erer. Bu durumda varlık; ruhun belli bir
evrendeki tekâmül aracıdır. Bu tekâmül aracı; ruhun,
evren üstü planda sürüp giden “davranışlarının ” tüm
gerekliliklerini evrende madde olarak ifade eder ki, bu ifâdeler
de bir aynadan akseder gibi ruha aksettirilir(32). Bu durumda
varlık, hizmetinde bulunduğu ruhun evrendeki, laboratuar aracı
durumunda olan(33) simgesidir. Evrenler olmazsa, ruhların tekâmül
ihtiyaçları giderilemez; ruhlar olmazsa da, evrenlerin var
olmalarının bir anlamı kalmaz. Ruhlar ve evrenler birbiriyle
sürekli şekilde baş başa yürürler. Evrenlerin ve ruhların
birbiri arasında kesin ve ebedi bir erişilmezliğin bulunmasına
karşın, bunlar sanki birbiriyle “kucaklaşmış ” ve
birbiri içine girmiş gibisirler. Bu girişim ve etkileşim doğrudan
değil, dolaylı yollardandır. Ruhların evrenler arasındaki
bu gerişim ve etkileşim, bunların her ikisine de egemen
durumunda bulunan Aslî İlke’nin tesirliliği(müessiriyeti)
altında olur(19). Varlıkta görünen her tezâhür, ruhun
etkinliğinin evrene yansımış bir ifadesinden(temsili bir görünüşünden)
başka bir şey değildir ve ruh; evrenden çekilince, onunla
ilgili tüm ifadeler ve tezahürler de silinir ve varlık o anda
dağılır. Ruhun, varlıktan beklediği tepkileri iyi bir şekilde
ruha yansıtabilmesi için, o tepkilerin gerekli elemanlarını(unsurlarını)
çevreden toplaması, yani çevredeki varlıklardan ve
maddelerden sağlaması gerekir(33).
Demek ki bir gün gelecek, ruh;
kendisine tabi olan varlığı ebediyen terk edip gidecek ve
varlık “dağılacaktır ”. Fakat burada “dağılacak ”
olan şey, sadece; duyguları, fikirleri ve şimdi tanımadığımız,
ileride gelecek daha başka sayısız ifadeleri taşıyan
maddelerin bileşimleri, şekilleri ve hareketleri olacaktır.
Maddede görülen bu durumların ruhtaki asılları ise ruhla
beraber ebedî oluş ve akışlarını sürdürecektir. Esâsen
ruhun evrenden ayrılmasıyla birlikte, varlığında taşıdığı
tüm ifadeleri yitirip, hemen tekrar ayıl amorf şekline dönüvermesi
bu gerçeğin en açık kanıtını oluşturur.
Görülüyor ki varlıkta cereyan
eden durumların, gelecekte ruhlar âleminde olan, ne olduğunu
da bilemediğimiz çok geniş ve kapsamlı durumların ve
etkilerin ancak maddesel görünümü olduklarını bu şekilde
ifade etmiş bulunuyoruz. İşte bunun içindir ki, “varlık
” denince; ruhları anımsar ve varlığa ilişkin olayların,
ancak ruhlar alemindeki(içeriklerini bilmediğimiz) karşılıklarına
ait olduklarını anlarız. Ruhların, hizmetlerinde bulunan
varlıklardaki gelişimlerine paralel durumlarına “tekamül
” diyoruz. Bu durum, ne olduğuna asla nüfuz edemeyeceğimiz
ruhların sınırsız gereksinimlerinden evrende giderilen ve dünyamızda
“tekamül ” kavramıyla ifade olunan bir durumdur. Tekâmülün
maddeler içindeki iafdesi gelişimdir ve bu durumuyla varlık,
tekâmüle bir araçtır(37). Tekâmülün gidişini incelemek
demek, varlığa araç olan maddelerin gelişim şekillerini ve
“yürüyüşlerini ” incelemek demektir(38).
Bir ruhun, hizmetinde bulunan varlığı
etkilemesi, varlığın şuur üstünden olur. Varlığın,
ruhundan gelen tesirler onun bu kısmından(şuur üstünden)(varlığa)
girer. Varlıkların kendi aralarında ve hizmetinde oldukları
ruhlarla bağlantı yerleri şuur üstü alanlarıdır(141+149).
Ruh, Varlık, Beşerî Plan
Dünya bedeni olan organizma “şuurlu
bir madde ” dir. Ruh, evrendeki varlığı aracılığıyla,
maddesel alemin derinliklerine kadar uzanarak bir
bedene/organizmaya bağlanır. Ruh bu bağlanma ile o bedenin tüm
koşullarına da bağlanmış olur (***)
ve bu koşullar içinde, organik etkinliklerden başka, “ruhi
ve manevi” denilen tüm halleri ve haletleri deneyimler(35).
Demek ki ruh, bu şekilde dolaylı yoldan “maddeye katılır
”, şuurlu madde olan varlığını kurar; bu varlık da,
kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların yardımıyla bir
uzaysal objenin(örneğin, dünyanın) kaba maddelerinden
kendisine ayrıca bir beden/organizma yapar. Varlık bu beden
aracılığıyla maddelere tesri eder, kullandığı kaba
maddelerle de kendi dışındaki öteki bedenlere tesir ederek
beşeri plandaki etkinliklerini/uygulamalarını sürdürür.
Bu beşeri plandaki bedenli yaşamda
Vazife Planı’na hazırlığın “yarı idrakli subjektif bir
gelişim aşaması ” başlamış olur ki, burada “ışık
konisinin ” tabanı hem “yükselmiş”, hem de oldukça aydınlanmış
durumdadır. “Işık konisi ” nin tabanı bu aşamaya ulaşınca
artık alan iyice “aydınlanmış” bulunur. Buradan
itibaren(Aslî İlke’nin Kudretinin gerçekleştirici etkisi
olan-191) icaplar açık olarak tezahür eder. Bu durum,
idraklerin icaplara hızlı uyumunu sağlar. Buradan itibaren
ruhların “davranışlarıyla” icaplar birleşmeye başlayacaktır(193).
Buraya kadar varlıklar “ışık
konisi ”nin tabanını, çeşitli mekanizmalarla sanki
itilerek ve sürüklenerek “yukarı” doğru
izleyebiliyorlardı; ama onlar artık kendi liyakat ve
idrakleriyle “ışık konisi ” nin hizmetine tırmanabilecek
güce erişmiş durumdadırlar ve tepeye doğru “tırmanmaya”
başlamışlardır. Ruhların idrakleriyle icapların birleşme
alanları böylece genişleye genişleye ilerlerken “ışık
konisinin ” tabanı sonunda öyle bir noktaya gelir ki, orada
icapların bütünü ile, ruhların bu evrene yönelik tüm
“davranışları ” ve idrakleri tam bir vahdet haline gelmiş
bulunur. Böylece tepeye ulaşmış olan “koni ”nin tabanı,
o tek nurlu noktada yolculuğunu tamamlamış
olur(194).
Bu “yükseliş ”, evrenin Ünitesi’ne
doğru bir yükseliştir çünkü (“koni” nin tepesi Ünite
değildir ama) Aslî İlke’nin Kudreti’nin ışığının(tesirliliğinin)
evrene giriş yeri Ünite’dir. Bu “tırmanış ”ın hızını,
idraklerin icaplara uyumlama(yani onlarla vahdet haline
girebilme) oranı belirler. Bu nedenle bu aşamadaki gidişe,
gelişimin, “aktif uyumlar aşaması ” da deniyor. Bu
durumda gelişim artık objektif karakterlidir(194). Işık
konisinin tabanı tepeye doğru yaklaştıkça idraklerde aydınlanma
da sürüp gider ve Vazife Planı’ndan itibaren başlayacak
olan aşamaya doğru hazırlıklar ilerler ve sonunda koninin
tabanı beşeri plan üstü ve hidrojen âlemi ötesi olan
Vazife Planı düzeyine kadar yükselir.
Buradan ötesini daha sonraki
paragraflarda ele almak üzere, beşeri yaşam ve bunun varlığın
gelişimi(ve dolayısıyla ruhun tekâmülü) üzerindeki katkısı
üzerinde biraz daha duralım: Varlığın gelişimi ve dolayısıyla
ruhun tekâmülü kapsamında beşeri yaşamda(mâşeri planda)
ortaya çıkan olaylar idrak ile ruha akseder ve ruhun tekâmülüne
katkı sağlar. İdraklenme sürdükçe, ruhta yeni yeni
ve daha ileri ihtiyaçlar belirir. Bu yeni tekâmül
ihtiyaçları içinde ruh; bedenin çevresiyle yapacağı daha
geniş alandaki bağlantılardan, daha anlamlı tepkiler ve sonuçlar
beklemeye başlar. Bu şekilde ortaya çıkan yeni ihtiyaç da,
gene öncekinde olduğu gibi; varlık aracılığıyla bedene
akseder ve bedenden yanıtını alır. Yani ruha hizmet eden
varlık, hemen bedeni aracılığıyla; çevredeki kaba
maddelere tesir ederek, ruhun bu yeni ihtiyaçları karşısında
gerekli olayların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin,
iyilik/kötülük yapar, hırsızlık yapar, katil olur, fedakârlık
yapar vb. Bunların çevreden gelecek karşılıkları ve
tepkilerini alır. Tüm bunlar birer olaydır ve bu olayların
her birini idrak ile varlık, ruha aksettirerek onun tekâmülüne
katkıda bulunur. İdrak, maddede(varlıkta, organizmada) ortay
çıkan bir olgudur. Bununla beraber idrak, aynı zamanda; bir
aynadan akseder gibi, ruhun evrene aksetmiş etkinliklerinin
maddedeki karşılığıdır/ifadesidir. Yani idrakin, hareket
bakımından durumu maddeye, ifade bakımından durumu ruha
aittir. Ruhun evren üstü durumlarına ait olan bu iafde böylece,
madde hareketlerinin hareketlerine tabi olarak evrende(yani
maddesel bir realite içinde) ancak idrak mekanizmasıyla temsil
edilmiştir. Kısacası, idrak, ruhta bulunan ve ne olduğu
evren sakinlerince de bilinmeyen bir “davranış ” ın
maddedeki teknik ifadesidir. Beşeri planda böyle bir gelişim
içinde, dünyanın son gelişim aşamasına varmış olan beşer,
nihayet daha ileri aşamalara geçmek üzere dünyadan tamâmiyle
ayrılma noktasına gelmiş olur(61).
Demek ki ruhun tekâmülüne hizmet
eden varlık dünyadaki son bedeninin ölümüyle, o vasattan
ayrılınca ve olanakları çok bol ve kapsamlı bir üst vasata
geçecektir. Şu halde, nasıl bir ruhun tekâmülü için
evrendeki, onun süptil maddesel aracının(varlığının) kaba
bir uzaysal objede doğuşu bir gereklilik ve zorunluluk ise;
ruhun daha sonraki tekâmülüne hizmet edebilmesi için, bu süptil
varlığın işine yaramayan duruma gelmiş olan kaba vasatlara
geçmesi de o kadar kuvvetli gereğin zorunluluğu olur(94).
Ruhun evrendeki tekâmül aracının
ve(evrendeki) ifadesinin varlık olduğunu söylemiştik. Bu
varlığa tahsis edilmiş madde cüzülerinden oluşan bileşimler
bütünüde beşerdir/insandır. Beşer de ruhun dünyadaki tekâmül
aracıdır, elbette ki varlık aracılığıyla(185)... Bu
durumda beden, dünya malı bir organizma olarak varlığa
hizmet ediyor ve kaba dünya maddeleri içinde o varlığın bir
simgesi ve ifâdesi oluyor; tıpkı ruhun simgesinin de varlık
olduğu gibi... Şu halde, dünyada bedenden ruha kadar uzanan,
bu birbirinden farklı “beden-varlık-ruh” ilişkisi; beşeri
kafalarda, “bedenin içinde ruh varmış...” zannını uyandırmıştır(189).
Varlık, dünya bedeni aracılığıyla
dünya maddelerine ve öteki varlıkların bedenlerine tesir
eder ve olaylar oluşur. Bu olaylar, bedenin tabi olduğu “yüzeysel
zaman realitesi ” ne göre cereyan eder. Buna karşın,
maddelerden ve olaylardan gelen tesriler “küresel zaman
idraki ” ile değerlendirilerek, varlığın idrak kanalıyla
ruha akseder. Ruhun tekâmül ihtiyaçları bu şekilde karşılanır(186).
Ruhun evrendeki tekâmül ölçüsü,
idrak olanaklarıyla değerlenen gerçek değerler gösterir:
Vicdan, realite, idrak, bilgi, sevgi, vb. dünya beşeri yaşamda
ortaya çıkan değerler, maddesel görünümlerden ibarettir.
Bunların asıl değerleri(bir bakıma sanki “ideleri ”)
varlıktaki kudretlerdir. Dolayısıyla bunlar, sadece dünyada
geçerli ve “yüzeysel zaman idraki ” ile ölçülebilen dünya
şekilleri/halleri ve görünüşleridir. Bunların
beslendikleri ve gelişmelerine araç/vesile oldukları asıl
varlıktaki değerler ise, varlığın tabi bulunduğu “küresel
zaman”ın “sınırsız ” diyebileceğimiz idrak olanaklarıyla
değerlenen gerçek değerlerdir ki, bu değerler; ruhun
evrendeki tekâmül ölçüsünü gösterir(136). Evren içindeki
tüm formasyonlar ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre
ayarlanmıştır. Bunun için ölçülü transformasyonlar(değişim
dönüşümler) çeşitli mekanizmalarla oluşturulur(129). Bu
değişim, dönüşüm ve oluşum süreci içinde ruha akseden
bilgiler(en azından bir kısmı), idrakin, olaylardaki
Sebep-Sonuç bağlarına uyumu oranında ortaya çıkan
bilgilerdir. Başka türlü ifadesiyle, idrak edilmiş ve
Sebep-Sonuç bağlarıyla uyumlanmış bilgiler ruha ulaşıyor(123).
Bu cümleden olmak üzere, “öz-bilgiler”in, “öz idrak”
kanalıyla ruha aksetmesi konusunu idrak kavramıyla ilgili kısımlarda
görmüştük(128).
Ruh ve Ünite
Bir ruhtan gelen tesire karşı,
maddenin(yani ruhun evrendeki varlığının) hareket şeklinde
verdiği tepkinin, gene aynı tesir kanalından Ünite’de geçerek
ayını ruha aksettiğini geçtiğimiz paragraflarda belirtmiştik.
Bir evrene yönelik Aslî Tesir de o evrenin Ünitesi’nden
geçerek evrene giriyordu. “Varlıklar ve icaplar birliği ”
olan Ünite, gelişimlerinin son sınırında bulunan varlıkların
bulunduğu evrenin en süptil yeridir. Bu durumuyla Ünite, bir
“idrak vahdeti ”dir(195). Bu durumdaki varlıklara bağlı
olan ruhlar da evrende ki işlerini bitirmek üzere olan ruhlardır(64).
Daha önce değinip geçtiğimiz
“Işık Konisi ” nin de evrene girdiği yer Ünite’dir. Kısacası,
ruhların uygulama yeri olan evren Ünite’den yönetilir. Ünite,
varlıkların kavrayamayacakları ve ancak oraya girdikten sonra
kavuşabilecekleri, evrenin külli bir idrak, icap ve olanak
vahdetidir(246). Evrenlerin ve ruhların tüm durum ve
mukadderleri Asli İlke’nin Kudreti’nin gereklerine(icaplarına)
göre belirlenir. Bu büyük hakikat sonsuz ruhlar âleminin ve
ebedi evrenler zincirinin üstünde ve mutlak bir erişilmezlikle
onlardan ayrılmıştır. “Asli İlke ” dediğimiz bu
hakikatin açıklanması konusunda bir fikir beyan etmekten ve
tek bir söz söylemekten aciziz. Çünkü o, erişilmezliğin
erişilmezliği durumundadır. Ruh ve evrenin, bu dolaylı ama
çok sıkı etkileşimine karşın, ruh evrenin içinde değildir.
Esasen iç ve dış kavramları evrene özgü reliteler olduklarından,
“ruh evrenin dışındadır ” da denilemez. Çünkü bir
evrenin dışı, başka bir evernin içi demektir. Yani bir
evrenin dışında boşluk diye bir şey yoktur. Fakat bu sözlere
bakıp; evrenleri, birbiri içine girmiş küreler olarak
tasavvur etmek de doğru olamaz(17). Ruh, evren içinde süptil
bir madde varlığı tarafından temsil ve ifade olunması bakımından
evrenin içindedir. Ruh ve evren arasındaki etkileşimin, sanki
bir aynadan aksediyormuş gibi dolaylı yoldan olduğunu daha önce
de belirtmiştik. Bu benzetmede “ayna”,Aslî İlke’nin doğrudan
doğruya kendisi değil, Aslî İlke’nin Kudret olarak(o
Kudret’in bir cephesi olarak) düşünülmelidir(20).
|