Aslî İlke’nin
yüksek gerekleri evrenin her yerinde egemendir. Bu gerekler
evrenin her zerresine tesirler olarak sinmiş ve nüfuz etmiştir.
Tüm bu tesirler sayısız küçük farklılıklarla İlahi Düzen’in
tüm uyumu içinde evrenin en ince maddelerinde ortaya çıkmış
bir tek kudret olarak işlevlerini gerçekleştirirler. Evrenin
ilk zerresinden bütünlüğüne varıncaya kadar, insanların;
maddi, manevi, cismani, ruhani diye nitelendirdikleri her şey
ancak Asli İlke’nin gereklerini taşıyan ve tesirlerin düzeni
içinde yürüyebilir. Bu noktayı tüm ayrıntıları ile
sezebilenler için evrende tesirlerden kurtulmuş başıboş hiçbir
akışın ve oluşun mümkün olmayacağını idrak etmek kabil
olur. Bu duruma göre, evrenin tüm unsurları birbiriyle
tesirleşme durumundadır. Söz konusu tesirleşme mekanizmasıyla
evrensel organizasyon sistemleri birbirini tamamlar. Bu yüzden
tesirleri soyut olarak değil, organizasyon sistemleriyle ve bu
sistemleri kuran mekanizmalarla birlikte ele almak gerekir (69).
Evren baştan başa bir organizasyondur. Bu evren boyutlu
organizasyon, kendi içinde hiyerarşik bir yapılanma durumunda
birbirine bağlı organizasyonlardan oluşur: Bir organizasyon,
kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlüğü altında
çalışır. Burada organizatör durumunda bulunan bir üst
organizasyon alt organizasyona ışık tutar. Bu ışık da ona
bir üst organizasyondan gelmiştir. Bu durum, tesirleşmeler
kapsamında Ünite’ye kadar gider. Bu evrensel yapılanma içinde
Ünite’den tüm evrene tutulan sanki bir projektör, hiyerarşik
olarak, genel Vazife Planı’nın en alt kademelerine kadar
gider. Bu evrensel yapılanma içinde Ünite’den tüm evrene
tutulan sanki bir projektör hiyerarşik olarak, genel Vazife
Planı’nın en alt kademelerine kadar sıralanmış vazife
organizasyonlarını yukarıdan aşağıya doğru kat eder. Bu
yapılanma içinde evrenin en küçüğünden en büyüğüne
kadar tüm unsurların hem etkileyen hem de etkilenen durumundadır
(70). Evreni oluşturan organizasyonlar tüm vazifelerini, Ünite’den
çıkıp; organizatörlük- organizasyon düzeni ve yapılanması
içinde “aşağılara” doğru yayılan (ve Asli İlke’nin
gereklerinin evrendeki tezahürü olan) tesirlerle yerine
getirirler (74).
Evrende
Tesir Akışı
Ruhların
tekamüllerine yönelik olarak Asli İlke’den gelen (ve
evrende tesirler olarak tezahür eden) icaplar, evrenimizin “üst
sınırlarından” içeri (bu ifadeler semboliktir) girer.
Evrenimiz “üst sınırları” olan Ünite’den süzülerek
madde bileşimlerinin sınırsız gelişim ve kabiliyet
olanaklarına göre onları ve kendilerini çeşitli şekillere,
değişimlere ve dönüşümlere uğrata uğrata “üstten”
itibaren “aşağılara” doğru yayılarak inerler ve
hedeflerine ulaşırlar. Bu arada her tesir, hangi varlıktan
hangi kademeden geçerse geçsin; (her tesir) kesinlikle bir
gereği (icâbı) taşır. Bu gerekte tesirin eriştiği
kademedeki maddelerin ya da varlıkların bağlı oldukları
ruhların tekamül ihtiyaçlarını karşılarlar.
Şu halde
evrenin hiçbir zerresi bu tesirden kurtulmuş / başıboş değildir.
Asli İlke’nin gerekleri evrenin “üst” kademesini oluşturan
Ünite’ye yayılırlar ve orada bu tesirler vahdet oluşturur.
Böylece Ünite ile birleşmiş olan gerekler; tesirler halinde
Ünite’den süzülüp, her varlığın gereksinimine uygun
olarak evren içindeki topluluklara, varlıklara, maddelere ve
en küçük zerrelere kadar dağılırlar ve onlarda çeşitli
değişim ve dönüşümlere neden olurlar. İşte bu “tesir
mekanizması”yla evrenin yürüyüşü ve akışı sağlanır.
Daha varlıkların; ruhlarla, birbirleriyle ve maddelerle olan
ilişkileri kurulur. Böylece evren boyunca gelişim belli bir
hedefe doğru yürür gider. Evrendeki varlıklar da birer tesir
karışımıdır. Varlık denen bu tesirler karışımı, Asli
İlke’nin gereklerini taşıyan ve ruhlarla ilgili bulunan
tesirler ile oluşturulur (31+32).
Süzgeç
Mekanizmaları
Evrensel
hiyerarşik yapılanma içinde tesirler, kaynaktan hedefe doğru
ilerlerken değerlerini ve şiddetlerini azaltarak (bir bakıma
kabalaşarak) giderler. Tesirlerin “aşağılara” inerken, böyle
bir başkalaşmaya uğramaları “aşağıdakilerin” selameti
için bir tür “süzgeç mekanizmasıdır.” “Alt”
maddeden “üst” maddeye çıkarken de tesirin karmaşıklaşması
şundan ileri gelir: “Aşağıdan” gelen tesirler “yukarıya”
çıkarken, oranın bünyesi gereği olarak, daha geniş bir
tesirler alanıyla karşılaşırlar. Oradaki tesirlerle
sempatize olarak onlardan değerler alarak kendi bünyelerini
genişletirler ve böylece daha karmaşık duruma gelmiş
olurlar.
Şu halde bir
tesir “aşağılara” indikçe, her uğradığı merhalede değerlerinden
bir kısmını bıraka bıraka zayıflayarak iner; “yukarılara”
çıkarken de her merhaleden yeni değerler alarak karmaşıklaşa
karmaşıklaşa ve kapsamı artarak “yükselir”. Bu durum,
tem tesirlerin maddeler arasında ilerlerken gerçekleştirdikleri
işlevlerin zorunlu bir sonucudur, hem de “aşağılara”
indikçe uğradıkları merhalerlerde kendilerine sempatizan
birer araç bulmalarına olanak sağlayıcı bir gerekliliktir.
Tüm bu “tesir ayarlama mekanizmaları” da gene yüksek
gerekleri taşıyan üstün tesirlerin kontrolleri altında
bulunur (67+68).
Süzgeç
mekanizmalarıyla (ve dualite ilkesi tekniğiyle) ortaya çıkan
olaylar:
- Ruhların ihtiyaçlarına
göre ayarlanan tüm şekillenmeler,
- İdrakin, çeşitli
mekanizmalar içinde doğrudan ve dolaylı olarak kendisini varlığa
( ve dolayısıyla ruha) hizmet edebileceği en uygun duruma hazırlaması,
- Bunun için varlığın,
kendi bedenine ve bedeni aracılığıyla da dış aleme tesir
etmesi
- Varlığın he
bedeninde, hem de dış maddelerde oluşturacağı gelişim ile
kendi gelişimi ve özbilgisinin artışını sağlaması
Tesir Türleri
Her
organizmaya; “yukarıdan, yanlardan ve aşağıdan” birçok
tali (yan) tesir gelir ki, bu tesirlerin içinde hem o
organizmanın vazifesini kolaylaştırıcı pozitif tesirler
vardır; hem de onun kuvvetlenmesi, görgü ve deneyim
birikiminin artması için sarsıcı, bozucu ve hatta yıkıcı
negatif tesirler vardır ve bunlar o organizmanın sınav,
deneyim ve gözlem uygulamalarının oluşumuna olanak sağlar.
Tüm bu tâli tesirler o organizmanın yetişmesi için ve
otomatik olarak çalışan birçok vazifeli varlıktan gelir
(78).
Genel anlamda
“tesirin bir maddeye gelmesi” demek, o tesiri verici
maddenin manyetik alanına çok “ince” bazı partiküllerin,
yani pek yüksek hareketleri içeren değerlerin akması/ aktarılması
demektir. Bu şöyle olur: Tesiri alan maddenin ihtiyacını karşılama
kudret ve liyakatinde bulunan verici varlığın manyetik alanından
bir tesir kalkar. Buna karşılık alıcı madde
ya da varlık, kendisine ulaşması uygun görülmüş
olan bu tesiri (kendi manyetik alanından bir parçasını
uzatarak ) sanki onu davet eder gibi, bir tavır alır; daha doğrusu
ona tesirler göndermeye başlar. Biz buna “öncü tesir”
deriz (80+81). Bu “öncü tesirler” grubuna bireylerin;
isteklerini, arzularını, gelişim ihtiyaçlarını,
cehitlerini ve dualarını birer örnek olarak gösteririz.
Bunlardan dualar belirli bir uzaklığa kadar “yukarılara”
aksedebilir. Bu uzaklıkların uzunlukları da o duaları
edenlerin dua ederken “yukarılara” sundukları isteklerin;
içtenliğine, doğruluğuna ve şiddetinin derecesine bağlıdır.
Bazı dualar “uzun yollar” kat etmez, “aşağılarda”
kalırlar. Bunlar zayıf dualardır ve bu yüzden kendilerini
gerçekleştirebilecek kudretteki varlıklara rast gelmezler;
esasen bunun da böyle olması gerekir. Öte yandan bazı dualar
ise çok “uzaklara” kadar gidebilirler. Bunlar özden gelen
ve gerçek gelişim ihtiyaçlarına dayanan güçlü
isteklerdir. Kudretli varlıklara ulaşabilen bu duaların gerçekleşme
olasılığı fazladır (81).
“Öncü
tesirler”e tekrar dönerek diyoruz ki, sanki bir uçak alanından
(alana yaklaşmakta olan) uçağa gönderilen sinyaller gibi, bu
“öncü sinyaller” gelmekte olan “ilk tesiri” karşılamak
üzere harekete geçerken, o alana inmesi gereken “ilk tâli
(yan) tesir” de; idrakli, yarı idrakli ve hatta bazen de
otomatik olarak kendi kaynağından çıkıp ineceği alana doğru
ilerlemeye başlar. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu
“ilk tesir”in başıboş değildir. Ona, ulaşacağı
hedefin yönünü göstermek için, daha üst idrakli kaynaktan
gelen başka bir tali (yan) tesir de eşlik eder ki, buna da
“güdücü tesir” denir. Bu “güdücü tesir” “ilk
tesir” ile sepmatize olmuş durumdadır.
Bununla
birlikte “güdücü tesir” bir dereceye kadar “kaba” dır.
Çıktığı kaynağın (verici) şuur ve idraki her ne kadar
“ilk tesir”inkinden üstün de olsa, gene “sinyal
vermek” kendisini bekleyen (alıcı) manyetik alana onu tam
isabetle ulaşabilecek kudrette değildir. Bununla beraber, ilk
tesirle doğrudan sempatize olabilecek ayarda bulunması,
kendisinin ona eşlik etmesini olanaklı kılmıştır. Demek
ki, iş bu kadarla kalırsa, bunlar gene hedefe ulaşamazlar.
Bunun da iki nedeni vardır; önce, “güdücü tesir” her şeyi
kapsayan bir idrak genişliğine sahip olmadığından, burada
yolunu şaşırabilir”. Yani “ilk tesir”in sempatize
olabileceği daha başka birtakım manyetik alan da vardır ki;
onlar da ihtiyaçları dolayısıyla bu tür tesirlere “sinyal
verebilirler”. Oysa ki, bu “ilk tesir”in buralara
girmemesi gerekir.
İşte “güdücü
tesirin” bu konudaki yetersizliği yüzünden öteki alanların
vermekte olduğu sinyallere aldanıp kapılarak “ilk
tesir”in yönünü onlardan birisine doğru yöneltmesi de
olasıdır. İkinci olarak, hedefi yönünde giden “ilk
tesir”e müdahale edip, onun içeriğini değiştirmek ya da
yolundan çevirmek hattâ yok etmek kudretinde olan başka birçok
parazit tesirle bunların karşılaşması olabilir. İşte “güdücü
tesirler” (bazen çok kuvvetli olan) bu müdahalelere karşı
koyabilecek durumda değildirler. Birinci tesir bu müdahaleler
karşısında korumasız kalınca yarı yolda yozlaşıp, işlevini
yitirecek duruma gelebilir; ya da başka bir yere sürüklenebilir,
hatta dağılıp gidebilir. Oysa ki, İlahi Düzen de herhangi
bir işin aksaması, bozulması, yozlaşması, kötü sonuçlar
vermesi vb. düzen bozucu olumsuzluklara asla izin verilmez. Bu
nedenle aksaklıkları önleyici düzenlemeler kurulmuştur. Bu
cümleden olarak, “ilk tesir”le beraber gelen “güdücü
tesir”den başka, daha yüksek idrakli, vazifeli kaynaklardan
daha üstün “tâli tesirler”
çıkıp, bu kafileye eşlik ederler ki bunlara da
“dirijan tesirler” deriz.
“Dirijan
Tesir” sevk edici tesir demektir. “Dirijan tesirler”,
“ilk tesir”e hedefi bulduran ve onu yoldaki saldırıcı,
rastgele parazit tesirlerden koruyan ve gerekirse, bu bozucu
tesirleri etkisizleştiren kudretli tesirlerdir. Bu durum şuna
benzer; bir tren katarını ele alalım; bu katarın en önünde
bir vagon vardır, onun arkasında bir lokomotifi de bir
makinist yönetir. İşte burada vagon “ilk tesir”i
lokomotif “ güdücü tesir”i, makinist de “dirijan
tesir”i kabaca sembolize eder. Varılacak istasyondan verilen
sinyaller ise “öncü tesir”i gösterir (82).
Böylece, bu
tesir katarı alıcının manyetik alanına gelince “güdücü
ve dirijan tesirler”in vazifeleri o alanın eşiğinde biteceğinden
“ilk tesir”i orada alanın sınırında terk eden bu refakat
tesirleri onlardan ayrılırlar. “İlk tesir” ise amacına
uygun olarak o alanda oluşturacağı tesirliklerle, onun bağlı
bulunduğu madde bünyesi üzerinde gerekli değişmeleri yapar,
o maddenin dengesini bozar ve ona çeşitli hareketler yaptırır:
Onu yerinden oynatır, durumunu ve şeklini değiştirir; kısaca,
şiddeti ve yönü derecesine göre, fakat her zaman düalite
ilkesi ve değer farklanması mekanizmasından yararlanarak o
maddede çeşitli olayları oluşturur. Bu arada, tüm bunların
her zaman Yüksek Tesirler Mekanizması’nın kontrolü altında
olduklarını unutmamak gerek (82+83).
“Yukarıdan”
alınan tesirler çok önemlidir çünkü bu tesirlerin her biri
yükseltici değerler içerir ve maddeler bu yüksek değerleri
ala ala bir üst planın daha zengin değerli maddeleri ve
tesirleri ile sempatize olabilecek duruma gelebilirler. Günün
birinde de, bir üst kademedeki bileşimlere (kombinasyonlara)
kayarak onlarla aynı planda tesirleşmelere başlarlar. Bu şekilde
o madde, bir üst kademedeki madde birleşimlerine geçerek bir
kademe daha yükselmiş olur be “yukarıdan” da yeterince
tesir alamazsa, bu kez iş tersine döner. Yani “alttan”
gelecek tesirler bir dereceye kadar basit olduklarından, o
maddenin ona göre karmaşık olan bünyesindeki tüm
hareketleri besleyecek durumda bulunmazlar. Eğer bunlar
“yukarıdan” da beslenmezlerse, yavaş yavaş o hareketin
bir kısmı silinmeye başlar ve o madde artık, bulunduğu
kademedeki öteki bileşimlerle bile alışveriş yapamaz duruma
gelir; bu durumda, ancak kendisiyle sempatize olabilen bir alt
kademenin maddeleri arasına karışmış olur ki, bu da onun
“gerilemesi” (değerinin silinmesi) demektir (83).
Şu halde bir
madde bileşiminin, daha doğrusu bir organizmanın yükselmesi
/ alçalması; ona yönelik “üst / ast” tesirlerin niceliğine
ve niteliğine bağlıdır ki, bu da onu yöneten varlığın,
gelecek tesirlerini iyi ayarlayabilmesine, gerekli olanları
organizmasına davet edip, gereksizleri saf dışı edebilmesi
konusundaki kudretine bağlıdır. Yani bu işler onun sorumluluğu
altındadır. Örneğin, bir organizmanın her parçasına gelen
milyarlarca tesiri, eğer onun organizatörü (o bedeni yöneten
varlık) iti ayarlayamazsa ve bu yüzden bazı parçaların
organizatörleri kendilerine tesirleri gereğinden fazla dâvet
ederlerse, o zaman bu organlara fazla tesirler akmaya başlar ve
bunun sonucunda o grupta, öteki gruptaki parçalara oranla aşırı
bir etkinlik görülür. Bu aşırı etkinlik gittikçe, o organın
genel organizma düzenine karşı aykırı hareketlerde bulunmasına
neden olur(83).
Bu durum ise,
giderek o organın; organizmada hiçbir düzen tanımayan asi
bir duruma girmesine zemin hazırlar ki, buna da “kanserleşmiş”
organ deriz. Şu halde, kanserleşme vakası, organizma içindeki
bir organın olduğundan daha ileri bir hamle alması, gelişmesi
ihtiyacını gösterir. İşte bazı organlar çeşitli
durumlarda, böyle dengeyi bozucu fazla ya da eksik
etkinliklerde bulunması o organların bağlı bulunduğu
organizmanın (vücudun) bir gün çökmeye ve dağılmaya başlamasını
beraberinde getirir. Bu durum kişinin kaba iç organlarında
olursa; tıp, “uzvi hastalıklar” dan ve hatta ölümlerden
söz eder. Sinir sistemi ile ilgili parçacıklar arasında görülürse,
psikolojik rahatsızlıklardan ve şuur bozukluklarından söz
ederler. Tüm bunlar varlığın bedenine gelecek tesirleri, çeşitli
nedenlerle ya da yüksek gereklerin yetkisi altında iyi
ayarlayamamasının sonucudur ki, bu nedenlerin başında gene,
o varlığın mukadderatıyla ilgili olan (yani kendi liyakat ve
gelişim ihtiyaçlarını ilgilendiren durumları gelir (84).
Ruhtan
Evrene
Ruh ile evren
arasındaki bağlantıyı kuran tesirler dört gruba ayrılır.
Bunların ikisi, doğrudan doğruya evren dışından gelen Aslî
Tesirlerdir. (Yani, Asli İlke’den gelen tesirler…) Öteki
ikisi bu Aslî Tesirlerin maddelerde ve varlıklarda bazı işlemlerden
geçtikten sonra, onların değişimlerinden ortaya çıkan tali
tesirleridir. Asli Kaynak’tan gelen Kudretlerin ancak evren içinde
yürüyen kısımlarını tesir olarak anlayabiliriz(63).
Üçüncü
gruptaki tesirler Aslî İlke’nin gerekleri dahilinde evren dışından
gelen ilk ana tesirler gibi doğrudan doğruya dışarıdan
gelmeyip; evren içindeki belirli aşamalarda bulunan varlıklardan
yayılan tesirlerdir. Esasında gene Aslî Kaynak’tan gelmiş
olan bu tesirler; herhangi bir varlık tarafından kullanıldıktan
sonra, asli değerini yitirip gene aynı farklılaşmış ve aslına
göre kalitesi düşmüş olarak varlığın dışına yansımış
tesirlerdir. Buradaki “düşük kalite” ifadesinin anlamı yürüyeceği
ortamlara ve hedeflere göre “tesirlerin ayarlanmış” olmasıdır.
Çünkü basit bir madde bileşimine “yüksek” tesir gönderilmesi
doğru olmaz. Benzer şekilde çok karmaşık madde bileşimlerine
de “hafif” tesirler yarar sağlamaz (64+65). Varlığın sınavları,
deneyleri, gözlemleri, kısacası planın gereklerinden olan tüm
gereksinimleri için kullandığı bedenine yardımcı olarak; dışarıdan
ve elbette gene ancak o varlık kanalıyla milyonlarca tesir
gelir. Bu tesirler çok “yükseklerden” gelebileceği gibi,
(değişik şiddetlerde sonuçlar oluşturmak üzere) çeşitli
gelişim düzeyindeki planlardan ve kademelerden de gelebilir.
Varlığın dünyadaki bedenli yaşamı ile ilgili olarak çizilmiş
bulunan mukadderat planını gereklerini yerine getirmek için
bedeni ile tüm bu tesirler üst planları sürekli kontrol ve gözetimi
altındadır. Bundan dolayı, bu tesirlerin en “küçüğünden”
en “büyüğüne” kadar hiçbirisi boş, anlamsız ve
gereksiz değildir(186).
Buna örnek
olarak beşeri varlıkların birbirilerine yaptıkları tesirler
arasında bu üçüncü gruptaki ( derecedeki) tesirler gösterilebilir.
Dördüncü gruptaki tesirler ise miktarca kabalaşmış değerlerdir.
Bunlar esasi tesirleri bir madde bileşiminde kullanıldıktan
sonra, tamamen değişmiş olarak depo edilen ve gereğinde
otomatik etkinliklerde kullanılan kaba tesirlerdir. Örneğin,
bir maddesel sistemde ya da bir beden içinde otomatik
etkinliklerin yapılması bu depo tesirler kullanılarak yok
olur. Daha önce bildirdiğimiz maddelerin manyetik alanları bu
tesirlerin kapsamına girer (64+65).
Tesirler ve
Hareket
Evren üstü
gerçeklerin maddeye yansımış durumları tesirlerdir.
Maddelerin tepkilerini de evren ötesine yansıtan gene bu
tesirlerdir. Tesirler bir
maddeyi uyardıktan sonra o maddenin hareketleri ile başka
maddelerin ve o başka maddelerin hareketleri ile de ve daha başka
maddelerin hareketlenmelerine neden olarak “tesirler
zinciri” oluştururlar ki, bu da bir tür otomatizma olur.
Evrende böyle otomatizmalarla yürütülen birçok iş vardır.
Fakat böyle ardı ardına otomatik etkinliklerde gene ancak
“Yukarıdan” gelen vazifeli varlıkların tesirlerini
kontrolleri altında cereyan eder. Tesirler küçük ama sonsuz
çeşitlilikteki farklılıklarla çeşitli madde bileşimleri
halinde madde bünyelerine girerler ve maddeler arasındaki sayısız
etkileşimleri sağlarlar. Tüm bu tesirler evreni baştan başa
hiçbir insan idrakinin kavrayamayacağı karmaşık bir örüntü
halinde sarmış durumdadır (69).
Yukarıda,
maddelerin hareketlenmelerinin tesirlerle olduğunu belirtmiştik.
Kendi kendine harekete geçmeye muktedir olmayan, daha doğrusu,
kendisinde hareket bulunmayan (atalet halindeki) Asli Madde;
ancak “dışarıdan” gelen herhangi bir tesire tepki verip o
tesir yönünde hareket etmek olanağına sahiptir. Doğrudan doğruya
kendisi hareketsiz, şekilsiz ve tesirsiz olan Asli Madde, “dışarıdan”
kendisinin gelen her tesire karşı o tesirin; şekliyle, yönüyle,
derecesi ve şiddeti ile uyumlu olarak hareketlenmek ve çevresindekilere
tesir etmek kabiliyetine sahiptir. Yani maddede kendiliğinden
enerji üretme kudreti yoktur. Fakat “dıştan” gelen tesir
ile hareket etmek ve enerji tezahürü göstermek olanağına
sahiptir. Ayrıca dışarıdan gelen bir tesirle Asli Madde’de
oluşturulan bir tepki, yeni karşı hareket, o tesir
kesildikten sonra sürmez (14).
“Dışarıdan”
gelen kuvvetli tesirlerle bazen bir madde bütününün parçaları
arasındaki bağlar güçlenerek artar. Hatta hareketleri sınırlayacak
şekilde bu parçalar bir birine yaklaşır bu yüzden bunların
hareketlerini etkilemek için güçlü tesirler yollamak
gerekir.
“Aşağılara”
inildikçe madde hareketlerinin azalması ve basitleşmesi
maddelerin ilkelleşmesine neden olduğu gibi o maddeye “dışarıdan”
gelen tesirlerin azalması ve basitleşmesi de madde
hareketlerini o oranda azalması ve basitleşmesi sonucunu
beraberinde getirir(12). Örneğin
hidrojen ve uranyum atomlarını ele alalım: Hidrojen atomu sayısız
nitelik ve nicelikteki hareketlerle sınıflanmış maddenin bir
durumudur. Bu atomun karmaşık şekli olan Uranyum atomu ise
bunun birçok katı fazla ve karmaşık hareketleri bünyesinde
taşır. Benzer şekilde bir hidrojen atomunun çevresine yaptığı
tesir uranyumunkinden daha fazladır. İşte uranyum, hidrojene
oranla çevresine yaptığı etkinin yüksekliği ve fazlalığı
onu hidrojenden daha çok tesirler almakta olduğunu gösterir.
Tesirler ancak maddelerde vücuda getirdikleri hareketlerle
tezahür ettiklerinden, uranyum atomunun hareketleri
hidrojeninkinden daha çok ve karmaşıktır. Bundan dolayı,
uranyumun; çevresine fazla tesir göndermesi, fazla tesir
almakta olduğunu yani kendisine gelen tesirlerin o oranda
tepkilerini göstermekten olduğunu ifade eder. Çünkü hiçbir
tesir tek taraflı değildir ve maddede de aksiyonsuz
reaksiyonsuz olur, ne de tepkisiz kalan aksiyon bulur(13).
Hidrojen atomu
varlık durumuna gelinceye kadar sadece Asli Tesir ile o atoma
bağlı olan ruhla ilgili tesir gelir. Yani bu atomları bünyelerindeki
hareketler ancak yüksek Asli Tesirin egemenliği altındadır.
Başka bir ifade ile bu aşamada atom bünyelerine “Tâli
Tesirler” dediğimiz evrendeki öteki varlıklardan
kaynaklanan tesirler gelmez.(45).
Amorf maddeden
başlayarak hidrojen atomunun gelişimi, varlık aşamasına
kadar Aslî Tesirlerin etkisi tesirliliği altında olur. İlk
hidrojen atomlarının varlık kademesine kadar gelişimleri
tamamlandıktan sonra, o varlığı doğrudan doğruya Asli
Tesir gelmez. Ancak varlığın hizmetinde olduğu ruhta, daha
doğrusu; Aslî Tesirin ruhla ilgili olan kısmında ve
evrendeki değişik gelişim düzeyindeki varlıklardan Tâli
Tesirler gelir. İşte
tüm bu tesirler ile o varlık, gelişimi için gerekli olan sınavları
ve deneyimleri geçirmeye başlar. Birçok olanaklarla karşılaşır(46).
Amorf maddeden
başlayarak Hidrojen atomundan varlık oluşumuna kadar olan süreçte
ruh da pasif tekâmülü içindedir. Ruh pasif tekâmülünü
gerçekleştirirken ebediyet kadar uzun bir devreden sonra bu
durumdaki ruhların bazıları yavaş yavaş bu dağınık
maddeyi toplayabilecek kadar tekamüllerinde ilerlemiş duruma
gelir. Bu duruma gelişmiş bir ruhun bir sonraki tekamül aşamasına
zemin olmak üzere Ünite’den amorf vasatın içinde bir
noktaya tesir gelir. Bu tesir, birisi; o maddeye bağlanmış
ruha ait, ötekisi ise oluşum aşamasında bulunan maddenin bünyesine
ait olmak üzere, birbirine zıt karakter göstermekle beraber,
birbirini destekleyen / tamamlayan kısacası aynı hedefe yönelmiş
bulunan iki terimden oluşur. Bu iki zıt tesir, birbirine zıt
karakterde birleşmiş unsurlardan ibaret iki bir madde
vahdetini yani bir birim düaliteyi oluşturur (41).
Evrende tekâmül
uygulamasına ilk başlayacak bir ruhun bu uygulamasıyla ilgili
ilk durumları evrenin amorf durumuna yansıtılır. Bu yansıma
tesirler kanalıyla olur. Tesirler ise hem ruhlar âlemine, hem
de evrenlere egemen olan ve ne olduğu hiçbir zaman
anlayamayacağımız, hattâ sezemeyeceğimiz Asli İlke’nin
“gereklilik” (icap) dediğimiz “Kudreti” nin evrenimizle
ilgili ruj madde durumları üzerindeki ifadesi ve ortaya çıkışıdır.
Ruhların ihtiyaçlarını evrenlere taşıyan bu tesirler
dualite ilkesi ve değer farklanması mekanizmasıyla maddede
daha önce sözünü ettiğimiz hareketleri oluştururlar. İşte
evrendeki hareketler, ruhların “kıpırdanışlarının” ve
“davranışlarının” bu tesirler kanalıyla madde oluşumları
şeklinde ortaya çıkan sembolik birer ifadesidir. Böylece
evrene ilk giren basit / acemi ruhlarla ilgili tesirler,
devamları boyunca eriştikleri alanlardaki il maddelerin o
anda, o ruhlara birer gözlem alanı olmasını sağlar. Bu
arada, bir ruhtan gelen tesire karşı maddenin; hareketler şeklinde
verdiği tepkiler, gene o tesir kanalından dönerek aynı ruha
yansır. Böylece, Asli İlke’nin gereklerine
(“kudretine”) tâbi olarak ve bu gereklerin yardımıyla ruh
ve maddelerin dolaylı ilişkileri tesirler aracılığıyla
kurulmuş olur ve bu şekilde ruh, maddeden alacağını almış
olur(38).
Evrenin Dışındaki
Hakikatler
Dünyamızda
madde diye gördüğümüz şeyler asli maddenin kendisi değil,
tesirlerle ilk harekete geçtiği andan başlayarak, almış
olduğu çeşitli şekil ve durumdaki halleridir. İşte
maddenin böyle, türlü tesirler altında; türlü türlü
hareketlere geçerek, değişik / çeşitli haller almasına,
onlarda saklı bulunan olanakların harekete geçmesi deriz. Mâdem
ki evrenin asli cevheri kendi kendine harekete geçmek
kabiliyetinden yoksun, amorf ve atıl durumdadır; madem ki dışarıdan
tesir almadıkça kendiliğinden hiçbir hareket yapabilemez, o
halde bu amorf ve atıl cevherde böyle sonsuz durum ve şekilleri
oluşturan, çeşitli realiteleriyle koskoca bir evreni tezahür
ettiren bu tesirlerin kaynağını evrenin dışında var olan
hakikatlerde aramak zorunluluğu vardır ve aslında durum da böyledir
(15+16).
Süzgeç
Mekanizmalar
Evrenin ilk
zerresinden bütününe varıncaya kadar her şeyin ancak yüksek
ilkelerin gereklerini taşıyan tesirler ağının düzeni içinde
yürüdüğünü, bu yapılanma içinde her unsurun hem
etkileyen hem de etkilenen olduğunu evrende tesirden yalıtılmış
/ arınmış hiçbir akışın ve oluşun mümkün olmadığını
ve söz konusu tesirleşme içinde, organizasyon sistemlerinin
birbirini tamamladıklarını daha önce de (69) belirtmiştik.
Maddeler ve tesirleşme mekanizması içinde bir bedenden (ya da
madde bileşiminden) bir başka madde bileşimine (bedene)
tesirler geçerken; bir takım değişmelere uğramakta,
“yukarıdan aşağılara” indikçe basitleşmekte, “yukarılara”
çıktıkça da karmaşıklaşmakta olduğunu belirtmiştik
(65). Bunun nedeni şudur:
Bir madde ünitesinden
bir alt madde ünitelerine geçerken, tesirlerin içinde bulunan
değerlerin bir kısmı üst ünitede kaldığı için, o tesir
ilk gelişindeki durumuna oranla kısmen “silinerek” ve değerlerinin
bir kısmını yitirerek aşağı üniteye iner. Bu durum
alttaki üniteyi güçlü bir tesirin zararından otomatik
olarak korumuş olur ki, bu da evrendeki varlıkların ve
maddelerin selameti için kurulmuş süzgeç mekanizmalarından
birisini oluşturur. Bu duruma örnek, yer küreye gelen dış
uzay kaynaklı ışınlar gösterilebilir: Dünyamıza güneşten,
aydan, yıldızlardan, gezegenlerden ve öteki uzaysal
objelerden milyarlar kere milyarca doğrudan / dolaylı tesirler
gelir. Bu tesirler ağı (örüntüsü) tüm dünyayı kucaklar.
İşte bu gelen tesirler arasında, hiç kuşkusuz dünyayı büyük
zararlara sokabilecek olanları da vardır. Fakat çok yukarıdan
gelen büyük tesir kaynaklarıyla ilgili tanzim mekanizmalarından
ayrı olarak, tâli tesirler için dünyanın çevresinde
kurulmuş bazı süzgeç mekanizmaları da vardır ki, bunlar bu
kudretli tesirleri süzerek onların zararlarından dünyayı
korurlar. Bu süzgeç mekanizmalarının hedefi, dünyanın kaldıramayacağı
kadar güçlü olan tesirlere yol vermemektir. Böylece o
tesirlerin bir kısmı dünyaya uğramadan geçer
giderler(67+68).
Güneş
Sistemi ve Tesirleşmeler
Bir çekirdek
çevresinde dönen çeşitli madde parçaları vardır. Bu madde
parçalarının her birinin birer manyetik alanı bulunur. O çekirdeğin
çevresinde dönen parçaların gelişmişliklerine göre, bu
manyetik alanlar arasındaki karşılıklı tesirleşmelerin
durumları da değişir. İşte bu tesirleşmeler sonucu da
kurulan denge durumlarının tümü bir manyetik alanlar sentezi
oluşturur ki, buna güneş sistemi deriz (296).
Görüldüğü
gibi, evrende olsun, güneş sisteminde ya da dünyada olsun;
bir maddenin çevresiyle olan ilişkilerinin elbette bir düzeni
ve yolu vardır. bu düzen ve yol, yüksek ilkelere uyum içinde,
madde bileşimlerine “yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan
gelen sayısız tesirlerle yürütülür. Maddeye bu şekilde sürekli
gelen ve onun tepki vermesine neden olan çeşitli tesirler
dualite ilkesi ve değer farklanması konusuyla bağlantılı
olarak işler (21).
Tesir ve Dünya
İnsanı
Dünya dışı
bir kaynaktan dünya insanı beşere yönelik herhangi bir tesir
o kimsenin bünyesine göre farklı inceliktedir. Bu
durumdayken onlar arasında sempati yoktur. Dolayısıyla
“inen” tesir, o bireye aynen olduğu gibi inmez. Onun o
kimseye ulaşıncaya kadar “yumuşaması”, şiddetinin bir kısmını
yitirmesi ve o kişinin kabul ve hazmedebileceği duruma gelmesi
gerekir. Bunun için, tesirin bir takım başkalaşmalar geçirmesi,
bazı “süzgeçlerden” süzülmesi ve kabalaşması gerekir.
Beşer, bir; varlığından gelen tesirlerle, bir de çevresinde
aldığı tesirlerle sürekli olarak karşı karşıyadır. İşte
birey, özvarlığından gelen tesirlerle, dünyadaki çevresinden
aldığı tesirlerin dengesi içinde yaşar (89). Tüm bu işlemler,
dünyanın çevresinde, kabalıktan inceliğe doğru, dünyadan
gittikçe uzaklaşan tesir vasatlarından olur. Demek ki, söz
konusu başkalaşmaları sağlayacak olan her tesir alanı,
gelen tesir için bir değişim/ dönüşüm istasyonu, yani bir
transformatördür. Dünyadaki bir kimseye tesir gönderecek
olan varlık, ne kadar “uzaktaysa”, yani aralarında ne
kadar tekamül farkı varsa, o tesir o kimseye gelene kadar içinden
geçeceği değişim alanlarının (transormatör istasyonlarının)
adedi o kadar fazla olur. Tam tersine, tesir gönderecek olan
varlıkla, o tesiri alacak olan enkarne varlık (örneğin, bir
medyom) seyyâliyet bakımından birbirine ne kadar yakın ise,
aradaki transformatör istasyonlarının sayısı o kadar azalmış
olur (148).
Vazifeli bir
varlıktan kalkan ve belirli anlamları ve izlenimleri bir
medyomda uyandırabilecek titreşimleri içeren bir tesir, bu iş
için belirlenmiş medyoma doğru ilerlemeye başlar. Yukarıda
(148) belirttiğimiz gibi, birçok transormatör istasyonlarından
geçtikten sonra, medyomun varlığının şuurüstü il e bağlantı
kurar. Bir varlığın başka bir varlıkla be kendi ruhları
ile ancak şuurüstü alanlarının açık olduğu ve bu alanlar
ile bağlantıyı geçtiklerini daha önce de belirmiştik. Şuurüstüne
inen o tesirler oradan derhal, medyomun hangi melekesi ya da işlevini
kullanmak gerekiyorsa, o işlevi / melekeyi yöneten merkeze şuurdışı
kanalıyla gönderilir. Şurası bir kuraldır ki, beşeri beyne
gelen tesirler beyin merkezlerini oluşturan moleküllerin
hareketlerini artırırlar ve onların her zamanki titreşim
frekanslarını yükseltirler ki, bu da onların kabiliyet ve
kudretlerini o oranda artmış olması demektir. Örneğin,
burada medyomun, gelen tesirleri konuşarak çevreye aktarması
gerekiyorsa, şuurüstündeki tesirler şuurdışı kanalıyla
doğruca, konuşma merkezine gelir ve bu merkezi etkin duruma
getirirler. Bu tesirler beyin merkezlerinde uyandırılarak
izlenimlere göre ayarlamıştır (149).
Beşer, beyine
giren her tesirin ya doğrudan ya da dolaylı olarak şuur
merkezine yansıması şart olduğundan, şuurüstünden konuşma
merkezine tesirin gelmesi sırasında bu tesir şuur merkezine
de geçer. Şuura geçen tesirler şuuru ifade eden merkezdeki
moleküllerin titreşim frekanslarını arttırarak bu merkezi,
tesirlerin amaçlarına göre etkinliğe yöneltirler. Böylece
tesirleri alan şuur, onları şuurdışı kanalıyla tekrar şuurüstüne
gönderir. Tesirlerin burada şuurüstüne gönderilmesinden amaç
onların merkeze tam gelip gelmediğinin kontrolünün yapılmasıdır.
Varlık bunu kontrol eder. Aslında bu kontrolü yapan gene varlık
olmayıp, o tesiri gönderen vazifeli varlıktır, ama sanki
bunu medyomun varlığı yapıyormuş gibi görünür.
Bu kontrolün
sonunda, tesirin konuşma merkezine giden şeklinin doğru /
yanlış olduğuna hüküm verildikten sonra, bu hükmün tekrar
şuurdışı kanalıyla şuura gelir. Şuur hükmü doğruluğuna
/ yanlışlığına göre etkisi altında bulunan merkeze onun
yapılmasını / yapılmamasını emreder. Merkez ancak bu emri
aldıktan sonra harekete geçer. Eğer “yap” diye emir almışsa,
gerekli organlara tesir ederek medyomu konuşturur. Bu sırada
medyom gelen tesirin içeriğini anlamı söze çevirerek ,
gerekli olan sözcük ve imajları şuur dışındaki o yaşamıyla
ilgili bilgilerden ve izlenimlerden alır. Tesirin konuşma
merkezinden konuşma organlarına geçmesi için gerekli işlemlerin
tamamlanması birkaç saniye olur (150). Oysaki tesirin; şuurdan
(şuurdışı kanalıyla) şuurüstüne gidip, kontrolden geçtikten
sonra tekrar şuuraltı kanalıyla şuura dönmesi ve oradan da
konuşma merkezine gitmesi ancak saniyenin onda biri kadar kısa
bir zamanda olup biter (151).
Ölüm
Denen Geçiş
Ölüm olayında
dünya bedenine “yukarı” dan gelen tesirler, yani değerler
kesilir. Bu tesirlerin kesilmesiyle, onun bileşimlerindeki
hareketlerin bir kısmı silinmeye başlar. Bu sırada “aşağıdan”
gelen tesirlerinde sürece katılmasıyla o beden artık eski şeklini
koruyamaz. Dünya yaşamı boyunca bu bedenden yararlanmış
olan varlık; daha sonraki gelişim aşamalarına geçebilmek için
daha üst tesirlerin değer mekanizmaları yardımıyla, daha
uygun bileşimlerle beslenmeye ve zenginleşmeye muhtaçtır
(93).
|