“Ölüm”
ün yok olmak demek olmadığı, “ölüm”ün
başka bir ortamda “değişik bir yaşama geçiş” olduğu ve ölüm
ötesi varoluşun, bedenli yaşamdan daha gerçek oluşu, yani var
oluşun ve şuurun sürekliliği konusu; bazen sembolik, bazen
yarı kapalı şekilde kadim zamanlardan beri tüm dinsel,
inisiyatik öğretilerde ve çoğu zaman tekrar doğuş kavramıyla
birlikte hep ele alına gelmiştir(1).
Batı’da tekrar doğuş
bilgisi, Hıristiyanlık’ın ilk devrelerinden beri var olagelmiş
ve zaman içinde değişik şekillerde, Avrupa’nın karanlık dönemi
olan Ortaçağa kadar varlığını korumuştur. Dünya’nın yuvarlak
ve dönüyor oluşu, evrenin merkezi olmadığı vb. gibi tekrar
doğuş gerçeği de, birçok gerçekle birlikte, kilise dogması
tarafından örtbas edilmiş; gerçekleri anlatmaktan kendini
alamayan vicdan özgürlüğüne sahip aydınlar izlenmiş,
yakalanmış ve yargılanmıştır. (Bruno, Galileo vb.)
|
|
|
|
|
|
|
|
Prf. İan Stevenson |
Prf. E.K Ross |
Dr. Raymond Moody |
Dr. Bedri Ruhselman |
Gerçek bilimsel zihniyetin
temsilcileri olan bilim insanları (Prof. Ian Stevenson, Prof.
E. K. Ross, Dr. Raymond Moody, Dr. Bedri Ruhselman vb.) ölüm
ve ölüm sonrası var oluşun gerçekliğini kendi araştırmalarına
konu etmişler ve yepyeni açılımlara vesile olmuşlardır.
Batı’da, İsa Peygamber’den
sonraki ilk yüzyıllar önemli ve etkili düşünürlerinden olan
ORIGEN, “ölümden sonra var oluşun sürekliliği”
konusundaki inancını cesaretle dillendirmekten geri kalmamış;
bununla da yetinmeyip, “ruhların zamanlardan önce var
olduğunu” yani; kısacası, hep var olduğunu ortaya
atmıştır. Kadim zamanların ünlü düşünürlerinden ORIGEN, üçüncü
yüzyılda şöyle yazıyordu: “Her bir ruh bu
dünyaya, önceki yaşamlarındaki zaferlerden güçlenmiş ya da
yenilgiler yüzünden zayıf düşmüş olarak gelir.”
(TİBETİN YAŞAM ve ÖLÜM KİTABI, Sogyal Rinpoche, Dharma
Yayınları)
Kilise doğmasıyla karartılan Ortaçağ bitiminde Avrupa’nın
üzerine Rönesans güneşinin doğuşuyla, tekrar tekrar doğuşlarla
yaşamın sürekliliği konusu gün ışığına çıkmış, o zamanların
büyük şairleri Blake ve Shelley tarafından konunun bilgisi yer
yer mısralara bile dökülmüştür. Romancı ve ilahiyatçı düşünür
Balzac, konuyu öğretisine almaktan geri kalmamıştır. Günümüze
doğru gelindiğinde, Doğu bilgeliğine yönelik ilginin
artmasıyla; dikkat çekecek kadar çok sayıda batılı, Budist ve
Hindu var oluşun kesiksizliğiyle ilgili bilgilerini yapılarına
yansıtmışlardır(2).
Ölümden Sonraki Var Oluş
Günümüz bilim insanlarından
konuyla ilgilenen bazılarının deneysel çalışma ve gözlemlere
dayalı raporları ölüme yakın deneyimlerle(ÖYD) ilgilidir ve
biz bu çalışmaların bir kısmının kapsayan birkaç bölümlük bir
diziyi sitemizde parapsikoloji sayfasında yayınlamıştık. ÖYD
gerçeği aslında ölüm ötesi yaşama ve ölümden sonraki var oluşa
açılan pencerelerden biridir. Tıbbi(klinik) gözlem altında bu
deneyimden geçmiş birkaç süjenin ifadesine bu yazımızda da yer
vermekte yarar görüyoruz. Bunlar, kendilerine beyin ölümü
raporu verildikten sonra, bir şekilde reanimasyon ile yaşama
döndürülen kişilerin ifadeleridir:
“Yaşamımdaki
her şey gözlerimin önünden geçti. Deneyimlediğim şeylerin
birçoğundan utanmıştım; çünkü anlaşılan, başka bir bilgi ile
hareket ediyormuşum… Sadece benim neler yaptığım değil,
yaptıklarımın öteki insanlar üzerindeki etkisi de…
Düşüncelerin bile kaybolmadığını fark ettim.”
“Yaşamım, gözlerimin önünden
akıp gitti. Yaşamım boyunca hissettiğim her duyguyu tekrar
deneyimledim ve gözlerim bana, o duyguların tüm yaşamımı nasıl
etkilemiş olduğunu gösteriyordu; benim yaşamımın başka
insanları nasıl etkilediğini de…”
“Düşündüğüm, söylediğim ve
yaptığım her şeyi tümüyle yeniden yaşadım. Bunlara ek olarak,
her düşüncemin, sözcüklerimin ve davranışlarımın; etki alanıma
giren, tanıdığım/tanımadığım herkes üzerindeki tesirini de
deneyimledim… Ayrıca, her bir düşünce, sözcük ve davranış;
ortam, bitkiler, toprak, hava ağaçlar ve hatta su üzerindeki
etkilerini bile…”(3).
Düşüncelerimizden Bile
Ölüm
olarak adlandırılan bu en doğal ve İlahi olan Yasadan
Sebep-Sonuç Yasasından ve elbette ki İlahi Adalet’ten kaçmak
olası değil. Ölümden sonra yaşamın sürekliliği bilgisinin
önemli etik sonuçlarından ve elbette ki bizce en önemli
yaptırımlarından birisi de düşüncelerden sorumlu olma konusu.
Kaçınılmaz bir şekilde, sadece edimlerimizden değil,
düşüncelerimizden bile çevremizdeki her şeye karşı taşa,
toprağa, ağaçlara, havaya, suya bile sorumlu olduğumuz… İsa
2010 yıl önce bunu söylememiş miydi: “Düşüncelerinizden
bile sorumlusunuz!”. İsa Peygamberden önce ve sonra da
akıl ve gönül sahibi yüce bilgeler ve son olarak da Muhammed
Peygamber de bu ilkeyi öğretilerine katmadan edemediler ve hep
pozitif düşünmeyi önerdiler/özendirdiler.
Ölümden sonra var oluş
bilgisinin bu etik görünümüyle gelen başka bir açılım da, tüm
bireylerin sürekli etkileşim halinde, başka bir ifadeyle tüm
yaratılmış olanların (tezahüratın tüm birimlerinin) görünmez
bağlarla birbirine bağlı olması… Evrensel bir etkileşim ve
ilişki örüntüsü içinde, her şeyin/herkesin birbirinin
gelişimine katkı sağlıyor olması ve bunun(akıl ve gönül
sahibi) insanlara getirdiği sorumluluk… Karma birikimi ve
kader işte böyle oluşuyor; her şey ve deneyimlemek zorunda
kaldığımız her hal ve olgu kendi elimizin ürününün doğal
sonucu ve İlahi Adalet’in gereği olarak birgün mutlaka
karşımıza çıkıyor…
“Bardo”
Kavramı
İnisiyatik kadim bilgeliğin
olmazsa olmaz türlerinden biri olan Tibet mistizmi’nin en
önemli kavramlarından biri “bardo öğretisi”dir.
“Bardo”
sözcüğü çoğunlukla, ölüm denen geçiş ile tekrar doğuş
arasındaki süreci ifade etmek için kullanılır(4). Şimdi bizim
konumuz olan ölümle ilgili bardolar mantalimizin
derinliklerinde gömülüdür ama onlar bedenli yaşamın birçok
düzeylerinde de kendilerini belli eder. Uyku ve rüya
sırasında içinden geçtiğimiz süptil bilinç düzeyleri ile
ölümle ilgili üç bardo arasında güçlü benzerlikler vardır:
|
|
|
Enerji
Merkezleri |
Aura |
Aura meditasyon |
Uykuya
dalmak, ölümün bardosu ile benzerlik gösterir, düşünce
süreci sanki yok olur. Aslında düşünce vardır ama, uyuyan
kişi(bedensel ben olarak)bunun farkında değildir. Uyku
sırasında, zihin etkinliğini sürdürür...
Rüya
görmek ise var oluşun bardosuna benzer: rüya’dayken de
şimdiki bedenimize(bedenli halimize) benzeyen, rüya boyunca
tüm deneyimleri onunla yaşadığımız sanki bir “rüya
bedeni”…
Kuşkusuz, ölümün bardoları
uyku ve rüya hallerinden çok daha derin, çok daha güçlü
durumdadırlar; ama onların göreceli zor algılanır düzeyleri
ile bilincin farklı tüm düzeyleri arasında var olan bağlantı
çeşitleri ve benzerliklere benzer. Tibet Budizm’inin bardo
öğretisine göre, bireyin rüyalarına; kabuslarına ve rüyada
deneyimlediği sıkıntılara verdiği tepkiler, ölüm denen
geçişten sonra nasıl tepki vereceğinin ip uçlarını içerir.
Ölmekte
Olan Kişiye En Güzel Yardım
Kadim inisiyasyonların
ve kutsal metinlerin özünde anlamını bulan, ayrıca; klinik
ortamlarda sağlanan tıbbi gözlem ve saptamaların sonunda
ortaya çıkan bilgilerin ışığında ölmekte olan kişilere yardım
çalışmaları da yapılmıştır. Kuşkusuz, bu konuda ilk akla gelen
bilim insanı Prof. Dr. Elisabeth K. Ross.
Bu araştırmacı ve bilimde
çığır açıcı gerçek bilim insanının, tıp fakültesi hastanelerinde
ölmekte olan kimseler üzerinde kitaplar dolusu gözlem
raporları ile, bu kimselerin bir kısmına ölüme giderek
yaklaşma aşamasında onları ölüme hazırlama çalışmaları da
bulunmaktadır. Ölüm dediğimiz “geçiş” öncesinde
ve tam o sırada bir kimseye yapılan/yapılacak yardım elbette
ki en güzel ve en işe yarar yardım olsa gerek…
Ölüm ötesine bilinçli ve
huzur içinde geçmenin; şaşkınlığı azaltmak/kısaltmak, ölüm
korkusunu en aza indirmek ve ölüm ötesi yaşama en kısa sürede
uyum sağlamak vb. gibi teknik konular bakımından da bir çok
yararı vardır. Bunun, deneysel çalışmalara dayalı
ayrıntılarını spiritizmle(“deneysel ruhçuluk”la)
ilgili literatürde bulabiliriz(5).
Hemen belirtelim ki,
ölmekte olan bireyin en çok, tüm beklentilerden uzak,
olabildiğince koşulsuz sevgiye gereksinimi vardır. Bunun için
ölüm döşeğinde bulunan kimsenin yakınlarının, bu konuda uzman
olmaları, ruhçu olmaları, olmaları gerekmez. Ölüm denen
geçişin eşiğinde olan kimsenin yakınlarının; doğal olmaları,
kendileri olmaları, dost ve sevecen olmaları yeterlidir. Ölüm
döşeğindeki yakınınız, gerçekten onunla olduğunuza, onunla;
bir kimsenin başka bir kimseyle olduğu gibi basit/sade ve eşit
düzeyde iletişim kurduğunuza böylece ikna olacaktır.
Şefkat ve sevgi, ölmekte
olan kişi için en büyük ve en güzel dayanaktır. Daha önce
adından söz ettiğimiz Elizabeth K. Ross gibi; ölüm döşeğindeki
kimseler üzerinde gözlemleri ve onlara(ölüm denen geçişte)
yardımlarıyla tanınmış isimlerden biri olan Dr. Sogyal
RINPOCHE (6), söz konusu deneyimine dayalı izlenimini şöyle
anlatıyor:
(TİBET’in ÖLÜM ve YAŞAM KİTABI, Dharma Yayınları)
“Ölmekte
olan kişiye koşulsuz sevgi gösterin. Fakat bu bazı durumlarda
çok zordur. Karşımızdaki kişiyle ilgili acı dolu uzun bir
öykümüz olabilir ya da geçmişte ona yaptıklarımızdan dolayı
suçluluk duyuyor olabiliriz; hatta o insanın bize
yaptıklarından dolayı, öfkeli ve kin dolu olabiliriz. Ölmekte
olan insana içinizdeki sevgiyi serbest bırakmanızı sağlayacak
iki basit yol önereyim size. İlk olarak, karşınızda ölmekte
olan kişiye bakın ve onun da, aynen sizin gibi; aynı
gereksinimlere, acılardan kurtulmak ve mutlu olmak için, aynı
temel arzuya, bilinmeyene karşı aynı derecede bir korkuya,
benzer gizli üzüntülere sahip bir insan olduğunu düşünün.
Bunda başarılı olursanız; kalbinizin, ölmekte olan kişiye
açılacağını ve aranızda sevginin oluşacağını göreceksiniz.
İkinci yol
ise ki bunun daha etkili olduğunu düşünüyorum; kendinizi
doğrudan ve hiç sakınmadan ölmekte olan kişinin yerine
koymaktır. Ölüm döşeğindeki kişinin siz olduğunu ve kendi
ölümünüzle yüzleştiğinizi tasavvur edin. Acı ve yalnızlık
içinde olduğunuzu kurgulayın. Sonrada kendinize hemen şunu
sorun: ‘ Bu durumda en çok neye gereksinim duyardım? En çok
neden hoşlanırdım? Karşımdaki arkadaştan en çok ne beklerdim?’
Bu iki yöntemi uygularsanız, ölmekte olan kimsenin en çok
istediği şeyin, sevilmek ve kabul görmek olduğunu anlamakta
gecikmeyeceksiniz. Bu arada, ölmekte olan kişi, bir ömür boyu
bastırdığı birçok duyguyu açığa çıkaracaktır: üzüntü,
duyarsızlık, pişmanlık ve hatta kendisinden iyi durumda
olanları kıskançlık… Kişiye, bu duyguları açığa çıkardığında,
onları bastırmaması yönünde yardımcı olun. Acılar ve keder
içinde duyguları dalgalanmaya başlayınca; ölmeye çalışan kişi
ile bir olmaya çalışın; kabullenme ve sabırlı anlayışla
duygular yavaş yavaş yatışacak, ölmekte olan kişiyi o huzur,
sükûnet ve mantık ortamına geri döndürecektir. Fazla bilge
olmaya çalışmayın. Durumu iyileştirmek için hiçbir şey
yapmanız ya da söylemeniz gerekmez. Sadece, orada
olabildiğince var olmaya çalışın. Eğer çok endişe ve korku
hissediyorsanız, ne yapacağınızı da bilemiyorsanız, ölmekte
olan kişiye bunu dürüstçe söyleyiniz. Bu içtenlikli dürüstlük
sizi ve ölmekte olan kişiyi birbirinize daha da
yakınlaştıracak ve daha kolay ve açık bir iletişimin ortaya
çıkmasına vesile olacaktır. İnsanlar bana sık sık, ‘Ölüm
döşeğindeki kişiye ölmekte olduğunu söylemek doğru mudur?’
soruyor. Ben de her seferinde, ‘Evet, olabildiğince sessiz,
şefkatli, duyarlı ve becerikli bir şekilde…’ diye yanıtlarım.
Elisabeth Kubler Ross’un şu ifadesine aynen katılırım: ‘Tümü
olmasa da, hastaların çoğu bunu zaten bilir.’ Çünkü ben de
sıkça görmüşümdür ki, insanlar bir şekilde ölmekte olduklarını
biliyor ama bunun onaylanmasını başkalarından ya da
sevdiklerinden bekliyor.”
Ölümle
İlgili Korkular
Ölümle
ilgili korkular, beşerin çok çeşitli korkularından sadece bir
türüdür. Ölümle ilgili kişisel korkularımızdan haberdar
olmamız, ölmekte olan yakınımızın korkularını anlamada bize
sonsuz derecede yardımcı olacaktır. Bu korkuların neler
olabileceğini anımsamaya çalışalım. Artan ve denetlenemeyen
ağrı korkusu, acı çekme korkusu, hakarete uğrama korkusu,
birine bağımlı olma korkusu, yaşamın anlamsız olduğu korkusu,
sevdiklerimizden ayrılma korkusu… Belki de en büyük korkumuz,
korkunun kendisinden korkmamızdır ki, bu da; ondan sakınmaya
çalıştıkça daha da güçlenir.
Korkularımızla başa
çıkabilme ve bunları kabullenebilme olgunluğuna eriştiğimizde;
başkalarının bu duygularına karşı çok daha duyarlı hale
geliriz, dahası o kimseye korkularını yüzeye çıkarmasında,
onlarla başa çıkmasında ve onları yok etmesinde yardımcı
olabiliriz. Korkularla yüzleşmek, bizi hem daha şefkatli, hem
de daha cesur ve açık bir insan haline getirecektir.
Ölüm döşeğindeki kişiye
yardım etmeye çalışmak gibi olumlu bir destek, kendi ölümümüz
hakkında da derinlemesine bir etki hissetmemize yardımcıdır.
Bu, ölümle yüzleşmenin ve onu bilgece kabullenmenin bir
yoludur. Ölmekte olan kimselerle ilgilendiğimizde; bir tür
karara, yaşamın en önemli noktasının ne olduğu konusunda açık
bir düşünceye varırız. Ölmekte olanlara yardım etmeyi
gerçekten öğrenmek, korkusuz hale gelmek; kendi ölümümüz
konusunda sorumluluk hissetmektir. Ölmekte olana yardım etmeye
başladığınızda, tüm tepkilerinizi incelemeniz gerekecektir.
Aksi taktirde, tepkileriniz bu kişiye yansır ve ona yardım
yerine zarar değilse bile, rahatsızlık vermiş olursunuz…
Bu arada, ölüm dediğimiz
geçiş sırasında ortaya çıkan ve hafiflemeyen acılarla ilgili
olarak hepimizin duyduğu “endişe”, en kolay yok
edebileceğimiz korku türüdür. Fiziksel acı en düşük düzeyde
tutulmalıdır; zaten ölümün kendisi yeteri kadar acı verici
değil midir? Londra’da St. Chiristopher Bakımevi’nde yapılan
bir araştırma; hastaların doğru bakım ile % 88’inin huzur
içinde ölüm denen geçişi başardığını ortaya çıkarmıştır. Adı
geçen bakımevi, sadece uyuşturucu değil; çeşitli ilaç
bileşimlerini kullanarak, acıyla başa çıkma yöntemini
geliştirmiş. Budist ustalar(mürşitlerin) olabildiğince açık ve
huzurlu/sakin bir bilinçle ölmenin gerekliliğinden söz
ettiklerini biliyoruz. Bunun için ilk gereksinim, kişinin
acılarını; bilicini bulandırmadan denetim altında tutmaktır
ki, bu da imkânsız değildir. Aslında herkes bu “geçiş
dönemi” nin en ilgi gerektiren anında bu basit yardımı
almalıdır.
Yarım
Kalan İşler
Büyük inisiyeler “Bir
şeylere tutunmadan, bağlanmadan, hele hele istekle yanıp
tutuşmadan" (kısacası huzur içinde) o geçişi yapmamızı
söylerler. Eğer yarım kalan işlerimiz olabildiğince
çözülmemişse, teşevvüşümüzün yani şaşkınlığımızın malzemesini
bunlar oluşturur. Huzur içinde sağlıklı bir “geçiş”
yapamayıp, pişmanlık ve olumsuz duygu ve endişeler içinde
fizik ötesine adım attıklarında, arkada bıraktıkları kimseler
de olumsuz yönde etkilenirler. Müthiş acılar ve çirkin
davranışlardan sonra bile insanlar birbirlerini bağışlamak
için bir yol bulabilirler. Egoları buna pek yanaşmaz ama egoyu
biraz zorlamak gerekir.
Gitmesine
izin vermeniz gereken tek şey, sadece gerginlikleriniz değil,
aynı zamanda ölmekte olan yakınınızdır. Eğer ölmekte olan
kişiye aşırı bağlıysanız ve bırakmak istemiyorsanız; ona
gereksiz yere ıstırap verirsiniz, huzur içinde kendini
bırakmasını ve fizik ötesine geçişini zorlaştırmış olursunuz.
Bu beşeri tutum, ölmekte olan bir kişiye verilebilecek en
büyük değilse bile küçümsenmeyecek bir rahatsızlıktır. Bazen
ölüm döşeğinde olan hasta, doktorların tahmin ettiğinden
haftalarca/aylarca uzun yaşayabilir ve inanılmaz fiziksel
acılar içinde kıvranır durur, bir türlü o geçişi yapamaz. Bu
tür bir kişinin kendini bırakması ve huzur içinde ölmesi için;
sevdiklerinden bir çift güven verici söz duymaları yeterlidir.
Öncelikle bu durumda olan kişiye ölmesi için izin verilmeli,
ikinci olarak da bu kişiyi, o gittikten sonra iyi olacaklarına
ve onlar için endişelenmemesine ikna etmelidirler. Bir kişiye,
özellikle de ölmekte zorlanan kişiye huzur içinde o “geçiş”
i başarması için izin vermenin en iyi yolu, herhalde; ona,
sevdiği bir yakınının başucunda oturup, en içten ve derin
şefkat duygularıyla,
“…Yanındayım ve seni seviyorum. Ölüyorsun ama bu tümüyle doğal
bir geçişten başka bir şey değil ve herkesin başına gelen bir
durum. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar bana yetiyor ve anısını
her zaman kalbimde sevgiyle taşıyacağım. Şimdi artık lütfen
dünyasal yaşama daha fazla tutunma ve kendini bırak. Ölüm
ötesinde seni yepyeni bir hayat bekliyor. Huzur içinde ölmen
için sana tüm kalbimle izin veriyorum. Yalnız değilsin; ne
şimdi ne de ölüm ötesinde. Orada da seni bekleyen dostlar ve
yardımcılar var. Yolun acık olsun, güle güle…”
mealinde içtenlikli sözler söylenebilir.
Geçiş
Saniyeleri
Ölmek üzere olan kişilere
yardım Tibet’te çok yaygın. Bu konuda yetişmiş Budist
rahipler(Lamalar) bu işi çok güzel yapıyor. Dünya bedeninden
ayrılmak üzere olan, bu bedeni terk etmeye, beden ötesine
geçmeye çalışan insana yapılabilecek en güzel ve en önemli
yardım… İfade farklılıkları olabilir ama öte âleme geçiş
yapmaya çalışan kişiye verilen telkinin/öğüdün ana fikri şu
oluyor: “Tüm bağımlılık ve
nefret uyandırıcı şeylerden kurtul; zihnini temiz tut ve
yüksek benini (asıl kendini) düşün!” İnsanın insana
yapabileceği bu çok insanca yardımın kadim uygulamalarının
kayıtlarını TİBET’in ÖLÜLER KİTABI adlı inisiyatik ve ezoterik
içerikli eserde de görüyoruz.
(Bu kitap Ruh ve Madde
Yayınları’ndan sağlanabilir) Yani, uygulamanın geçmişi kadim
zamanlara kadar inmektedir. Bu uygulamalarda önemli olan şu
iki nokta hep göz önünde tutulmuş: Yaşantımızda yapmış
olduklarımız ve geçiş anında nasıl bir zihin durumu içinde
bulunduğumuz. Olumsuz karma yükümüz çok olsa da, o geçiş
saniyelerindeki zihin durumumuz çok önemli(teşevvüşü kısaltmak
ve ölüm ötesine uyumu kolaylaştırmak bakımından…)
Bu neden böyledir? Çünkü
bedenli haldeyken (normal halde) zihinde biriktirilen tüm
alışkanlık ve eğilimler; herhangi bir etki ile aktif hale
gelmeye çok yatkındırlar. Alışkanlık haline
gelmiş/otomatikleşmiş tepkilerimizi harekete geçirmek için en
hafif bir uyaranın hatta bir çağrışımın bile yettiğini hepimiz
biliriz. Bu durum özellikle de ölüm anı için geçerlidir. Bu
alışkanlık ve eğilimlerden derinlere yerleşmiş olanlar
genellikle önceliği de elinde tutanlardır. Bu durumda, eğer
birey yok olacağını sanma yanılgısı içinde ise, bedenine
karşıve dolayısıyla maddesel ortama karşı daha güçlü bir
bağımlılık duyar ve ölüm denen geçişi zorlaştırır, bir türlü
beceremez bunu… Sahip olduğu o cahilce inanç ile kendi kendine
köstek oluşturmuştur. Ölmek üzere olan bireyin, o
dakikalardaki zihinsel içeriği ve ruh hali bu bakımdan da
önemlidir. Her nasılsa, ölüm ile yok olacağız zannı kendisine
empoze edilmiş, böyle bir yanılgı ile koşullandırılmış bir
kimsenin, öldükten sonra da var olduğunu görmesi ve bunun
nasıl olduğunu anlayamaması küçümsenecek bir
şaşkınlık(teşevvüş) olmasa gerek… Zaten bu gibiler, çok uzun
süre öldüklerinin bile, yani fizik beden ötesinde olduklarının
bile farkına varamamaktadır. (Bu konuda çok güzel ve ibret
verici deneysel çalışmalar için;
(Bkz. RUHLAR ARASINDA, Dr. Bedri RUHSELMAN- Gayret Kitabevi.
Not: Bu eserin kopyası Ruh ve Madde Yayınlarından
alınabilmektedir.)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki;
ölmek üzereyken, içinde bulunduğumuz ortamın olabildiğince
huzurlu olması çok önemli. Tibetli ustalar bu gerçeği çok iyi
bildikleri için, ölüm anında rahatsız edici ve ölmekte olanın
geçişini zorlaştırıcı bir duygu uyandırmasınlar diye kederli
dost ve akrabaların ölüm döşeğindeki bir kimsenin yanında
bulunmamaları gerektiğini öğütler. Elbette ki bazen, aile
üyelerinin bunu anlaması zor olabilir, ölmek üzere olan
kişinin, kendilerini artık sevmediğini düşünebilirler. Ama
sevdiği kişilerin sadece orada bulunmaması bile, ölmek üzere
olan kişide güçlü bir bağımlılık uyandırabileceğini ve bu
bağımlılık duygusunun da onun her şeyden vazgeçmesini
zorlaştırabileceğini unutmamalıdırlar.
Hüzünlenmemek Elde mi, Ama
Bir
yakınımız, hele çok sevdiğiniz bir yakınımız ölürken, onun
yatağı başında ağlamamak/hüzünlenmemek elbette ki çok zordur.
Ölüm dediğimiz geçiş anı gelmeden önce, ölmek üzere olan
yakınımıza duyulan bağımlılık kökenli ilgi ve onu yitirmek
üzere olduğumuz gerçeğiyle ilgili oluşan kederi kontrol etme
konusunda çaba göstermek, sevdiğimiz yakınımızın yararınadır.
Onu gerçekten seviyorsak, söz konusu “kederi kontrol”
zahmetine girmemiz gerekir. Bazılarına komik gelebilir ama,
ölmekte olan sevgili dostumuzu rahatsız etmemek ve geçişini
zorlaştırmamak adına; o kimsenin yanında olmamak kaydıyla
başka bir mekanda doya doya ağlanabilir, duygusal boşalımımız
gerçekleştirilebilir ve olabildiğince nötr bir halde ölmeye
çalışan yakınımızın bulunduğu mekana girilebilir. Ona
duyduğumuz sevgiyi ifade edelim ve ona veda edelim ama tüm
bunları ölüm anı gelmeden önce bitirmeye çalışalım. Ölüm
anında, ölmek üzere olan kişinin en yakınlarının
acılarını/hüzünlerini olabildiğince kontrol altına alarak
göstermemeleri, ölmekte olan yakınımız bakımından büyük iyilik
olacaktır. Çünkü ölüm dakikalarında ölmek olan kişinin
bilinci, inanılmaz derecede kırılgan/incinebilir durumdadır.
|