Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

İçsel ve Dışsal Ölüm

  Ölüm denen geçiş süreci içinde ruh-beden ilişkisi gevşedikçe/zayıfladıkça, ölen kişi çeşitli vizyonlar algılamaya başlar. Bu vizyonlar, önceleri ölen kişinin zihinsel içeriğidir. Bunların iyileri neyse de, korkutucu olanları ne kadar ürkütücü olursa olsun; bunların ölen kişinin kendi zihnindeki görüntüler olduğu bilinmelidir. İşte bu ilk algılamaların olabildiğince ürkütücü olmayan motifler olması, ölmekte olan kişinin huzur içinde olup olmamasıyla yakından ilgilidir. Bunu sağlayacak olanlar da, ölmekte olan kişinin yakınları ya da ölüme yardım eden kişinin bu işteki ustalığıdır. İşin aslını bilen aydınlanmış bir bilge için ölüm, sonsuz özgürlükle gelen sevgiliye kavuşmak ile özdeştir.
  Yüce Mevlana Celaleddin bir ömür boyu özlemle beklenen bu kavuşmanın güzelliğini bizlere anlatmak için, onu “Düğün gecesine” benzetmiştir… Düğün gecesinin ezoterik ve inisiyatik yorumu ise ölmeden önce ölmek yani Evrensel Yasalara tam uygunluk ve teslimiyet halinde yaşamak anlamına gelir ki, bir ruhsal yolcudan ya da inisiyeden istenen ve beklenen asıl şeyde budur. Bazı gerçekleri ölümden sonra kavramak yerine burada yaşarken, yasaların uygulayıcısı ve örnek insan haline gelmek, dünya insanı için en hayırlı haldir. Beş sembol ile ifade edilen bu özel halin inisiyasyonlardaki anlamı hayli derindir. Tanrı’nın isimsiz neferleri olmak anlamına geldiği gibi kutsal kitapta “Senin elinden o taşı biz attık” diye sözü edilen Tanrısal Enerileri hiç çarpıtmadan, egonun ve nefsin oyunlarına kanmadan kendinden geçirmek gibi çok değerli ve özel bir anlam da içerir.

  Tam ya da Yarı Ölüm
  Evet, “Ölüm ölümdür, ‘yarı ölüm’ ne oluyor?” diyeceksiniz ama eğer fizik ötesine sağlıklı/makbul bir geçiş yapamamışsanız, tam olarak ölmüş sayılmazsınız, kalp ölümü ve 5-6 dakika içinde beyin ölümü gerçekleştikten sonra beden ölmüştür ama siz hala “yarı ölü” durumdasınızdır. Daha doğrusu, hala bedensel algılamalar ve izlenimler yanılgısı içindesinizdir. Hatta aradan aylar geçmiştir hala bedenli sanırsınız kendinizi. Hala bedeninizi terk etmek zorunda kaldığınız kaza yerinde, savaş alanında, denizin dibinde ya da mezarın dibinde sanırsınız kendinizi(“Kabir azabı”, “Arafta kalmak”…belki de budur…). Bu durumla ilgili bazı paranormal deneyimleri sitemizde yayınlamıştık. Ayrıca, bu konuda Bedri RUHSELMAN’ın “RUHLAR ARASINDA” adlı eserine de başvurulabilir.

  Görülüyor ki, ölmeden önce sahip olduğumuz bedenle ilgili algılamamız, bedenle özdeşleşme durumumuz doğru düzgün ölümümüzü, yani beden/fizik ötesine geçişimizi bile engelliyor. Ayrıca, kendini bedenden ibaret saymak, yani; beden olarak(“et-kemik” olarak) yaşamak “kendini bilmezlik” ve (inisiyatik öğretilerdeki ifadesiyle) “ölü yaşamakla” aynı şeydir. Kuşkusuz, fizik bedenimiz tüm evrenimizin sanki merkezidir; özellikle de çocuklukta kendimizi böyle algılarız. Çevremizle, hemen hemen hiç düşünmeden, ben duygumuz (kendimiz sadece bedenmişiz gibi), egomuzla ilişki kurarız. Bu düşüncesizlik ve sağlıklı olmayan ilişki de, bizi illüzyonel yanılgı içinde tutar ve yanılsamamızı giderek güçlendirir. Bir bakıma tüm kutsal metinler ile inisiyatik öğretilerin hedefi, enkarne varlığı (gerçek anlamda ölümcül olan) bu yanılsamadan kurtarmak ve “diri olarak yaşamasını” sağlamak için vardır ama beşeriyetin büyük bir kısmı ölü ya da yarı ölü yaşar durumdadır. En seçkin inisiyasyonların özünde anlamını bulan ve Hz. Muhammed’in veciz ifadesinde yankılanan “kendini bilmek” işte bu ölümcül yanılsamadan kurtulmaktır. Ayrıca “Rabbini bilmek” de “kendini bilmek” ile mümkündür.

  Ölüm korkusu da kendini bilmemekten, kendini beden(yani “ceset”) sanmaktan kaynaklanır ve kendinden habersiz olan bireyin korktuğu da başına gelir… Tüm inisiyatik ve Kutsal öğretiler ölüm dediğimiz geçiş sırasında ve bu geçiş sonrasında yaşayacağımız deneyimler ne olursa olsun, korkmak için hiç neden olmadığını söyler. Hem, zaten; “Olmayan bir bedene nasıl zarar gelir ki…” Ama kendini bilmez beşer, kendini beden olarak bir ömür boyu görmüş ise, kendisinin zarar gördüğü yanılgısı içinde kıvranır durur(kabir azabı, cehennem ıstırabı…). Fiziksel yaşamdaki çekilen tüm ıstırapların kökünde bulunan bu yanılsamanın sürüp gitmesi; bu kişileri, özellikle de “var olma bardosu” nda daha fazla acı çekmeye iter. Görüldüğü gibi cennet ya da cehennem hallerinden birini(ya da önce cehennemi, sonra cenneti) deneyimlememiz kendi elimizdedir. Ayrıca, cennet/cehennem konusunda da çok yanlış anlayışlar empoze edilmiştir, bu da ayrı bir konu.

  Görüldüğü gibi, önemli olan; yaşam boyunca, henüz bir bedene sahipken, onun görünüşte olan sağlamlığının sadece beşeri bir yanılsama olduğunu anlamak, bunun içinde “bireyin kendisini bilmesiyle” ilgili öğretilerden yararlanmak ve olabildiğince “diri” olarak yaşamaktır. Bedenli(enkarne durumda) olmaktan dolayı içinde bulunulan bu yanılsamayla dolu yaşamın kavranması, yaşarken yapabileceğimiz şeylerden en ilham verici ve anlamlısı olsa gerek. Kadim zamanlardan beri bilinen bu bilgiden ilham alıp, onunla donanarak, ölümle ve bedenimizin bir yanılsama olduğu gerçeğiyle eninde sonunda karşılaştığımızda; onun bu doğasını aslında, kendimizin gerçek doğasını ürkmeden kavrayabilecek, kendimizi sakince ona duyduğumuz bağımlılıklardan kurtarabilecek, isteyerekve hatta şükran ve neşe ile onu geride(dünyada) bırakabilecek ve bunun neden böyle olması gerektiğini bileceğiz. Yani öldüğümüzde, gerçekten ve tam anlamıyla ölebileceğiz ve sonsuz özgürlüğe kavuşabileceğiz.

  Ölüm dediğimiz geçiş öncesinde ve sonrasında, bedenimizin yanılsamayla(illüzyonel yanılgıyla) dolu doğasını anlamadığımız taktirde, sanki onu yitirmişiz/yitireceğiz gibi çok büyük bir travma içinde hiç de gereksiz bir teşevvüşe girebiliriz. Bunun aksi durumda ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi, fizik bedenin olmamasından kaynaklanan söze gelmez bir özgürlük(cennet hali) olasılığıyla karşılaşırız. Herhangi bir inisiyatik öğretiden nasibini almamış, hele kendisini sadece bedenden ibaret sanan bir kimse için bedeni ve bedeni ve dolayısıyla maddesel yaşamı yitirmek gerçekten çok zor bir deneyimdir. Fakat ölümün gerçek anlamı hakkında bilgiye sahip olursak, ölüm denen geçiş anında ve bu geçişin devamında en azından derin teşevvüş hallerine düşmeyiz. Bununla da kalmaz bize uzanan yardım ellerinden daha çok yararlanırız. Ölümle ile bilinmeyene, daha da kötüsü yokluğa geçmiş olmuyoruz.

  Zihnin Doğasını Kavramanın Önemi
 
Yokluk bir yana, şimdiki bedenli halimizden daha çok varız ve bu “geçiş” ile yöneldiğimiz yer de, doğmadan önce(anne karnından da önce) bulunduğumuz yerden başkası değil. Orası asıl yerimiz, sürekli var olduğumuz yer, asıl vatanımız, ana vatanımız, asıl ailemizin, gerçek dostlarımızın bulunduğu yer. Elbette ki oraya, “geçiş” ten hemen sonra ulaşmıyoruz; Tedriç Yasasına göre, aşama aşama, merhaleden merhaleye…(Bu dizimizde esas konumuz, spatyomun merhaleleri ya da ölüm ötesi yaşam olmadığı için, biz tekrar şimdiki konumuza dönüyoruz). Bu nedenle, ölüm denen “geçiş” le ilgili olası illüzyonel acıları deneyimlememek ve teşevvüşümüzü gereksiz yere uzatmamak ve asıl yerimize varışımızı geciktirmemek için; henüz bedenli halde yaşıyor iken, çeşitli ruhsal çalışmalar destekli inisiyatik bilgiler yoluyla zihnin doğasını sağlam bir şekilde kavrayabilmekte yarar var.

  Konunun inisiyasyonuna vakıf iyi müritler(özellikle Tibet’te) ölüm sırasında kendilerini idare edebilmektedirler ama sıradan kişilerin ve acemi müritlerin, yanlarında eğer mümkünse ustaları(mürşitleri), bu mümkün değilse de, onlara yaptıkları ruhsal çalışmaların özünü anımsatabilecek ve gözlerinin önünde canlandırmayı(önceden) seçtikleri belli bir imaj/görüntü konusunda ilham verebilecek inisiyatik dostların olması gerekir. Bu, bir kimseye yapılabilecek en büyük, en güzel yardımdır. Bununla birlikte, kim olursak olalım, ölüm süreci hakkında bilgimizin olmasının büyük yararı vardır. Eğer ölümün aşamalarını anlarsak, geçiş sırasında kaçınılmaz olarak yaşanan tüm o garip ve sıra dışı deneyimlerin bizi teşevvüşe sokmasının önüne geçmiş olabilir ve yardımlardan o ölçüde yararlanabiliriz. İyi bir mürit(ya da bu konuda uzman bilgilenmiş bir kimse) için “geçiş” in her aşaması zaten bir sonraki aşamanın işaretlerini içerir. Şaşkınlıktan şaşkınlığa girmeye gerek yoktur. Ölmesini bilen bir inisiye için ölüm, aşama aşama gerçekleşen bir mekân değişikliğidir.

  Özellikle Tibet kaynaklı inisiyasyonlarda ölüm süreci ayrıntılı bir şekilde öğretilir. Bu süreci, Tibet inisiyasyonunun önemli isimlerinden Sogyal RINPOCHE iki temel aşamada özetlemiş: Dış ölüm ve içsel ölüm. Bunlardan dış ölüm, duyuların ve elementlerin erircesibne yok olduğu ilk aşamadır. Her türden düşüncelerin ve duyguların sıfırlanması bu ilk aşamadan sonra gelir ki, bu da içsel ölümdür. Bu konuda en inisiyatik bilgiye sahip kaynak Tantrik Budizm’dir. Bu öğretiye göre bedenimiz(maddeci tıbbın bilinen fizyolojik bilgisinin ötesinde) süptil kanalların dinamik ağından oluşur. Canlı bir vücutta “ki(ch’i) enerjisi” ya da “prana” yaşam boyunca bu kanallarda dolaşır. Çin tıbbı ve akupunktur tedavisi bu “dinamik ağ” üzerine kurulmuştur. Bu ağ sisteminin elbette ki çakralarla da bağlantısı vardır. İşte S. RINPOCHE’nin sözünü ettiği “dış ölüm” bu ağ sisteminin dinamizminin sıfırlanmasıyla oluşur.

  Süptil Kanallar Sistemi
 
Söz konusu süptil kanallar sistemi(72.000 kanaldan oluştuğu söylenir…) ölümün ilk aşaması olan “dış ölüm”de dinamizmini yavaş yavaş yitirirken, ölen şahsın fizyonomisine bu değişimin yansımaları da olmaz değil. Bu konuda bazı gözlemler ve saptamalar(cildin renginin değişmesi, nefes alış-verişte farklılık vb.) literatüre geçmiştir ama modern dünyada ölmekte olan kimselere bakan kişiler bu belirtilere pek dikkat etmez ya da anlamaz. Örneğin, yoğun hastane ortamında çalışan hemşire ve hastabakıcılar ise, birinin öleceğini önceden söyleyebilmek için genellikle; kendi sezgilerine ve doktorların ya da hastanın ailesinden kişilerin davranışları ya da ölmek üzere olan kimsenin zihinsel durumu gibi başka pek çok etkene güvenirler. Maddeci Batı’da, insanla ilgili bu en önemli konuda şaşırtıcı derecede az araştırma yapılmıştır. Bu da, ölüm sürecinin ne kadar az anlaşıldığını ve bu çok önemli yaşamsal deneyime ne kadar az saygı gösterildiğinin belgesi olmaktadır.

Genellikle Tantrik Budizm’de, geleneksel olarak; ölmek üzere olan kişinin sağ yanı üzerinde uzanması önerilir. Sol el, sağ elin üzerindedir. Sağ el çenenin altına yerleştirilmiş ve sağ burun eliğini kapamıştır. Bacaklar birbirlerine ayrık ve hafifçe kırıktır. Neden sağ taraf? Çünkü bedenin sağ tarafında hayal dünyasına dalmayı kolaylaştıran süptil kanallar bulunur. İşte bu kanalların üzerine uzanmak ve sağ burun deliğini tıkamak, bu kanalları tıkar ve ölüm gerçekleşirken kişinin “parlaklığı”(ışıklı tüneli) tanıyıp, kabullenmesini kolaylaştırır. Ayrıca, bilincin bedenden ayrılabileceği tüm öteki açıklıkları tıkadığı için; bilincin, başın tepe çakrasından bedeni terk etmesine de yardımcı olur.

  Dışsal Ölüm/Çözülme
 
Dışsal ölüm ya da dışsal çözülme, az yukarıda da belirttiğimiz gibi duyuların ve elementlerin(Tantrik Budizm’e göre; su, ateş, hava, toprak) sanki erircesine çözülüp yok oldukları süreçtir. Ölüm sırasında bu çözülme nasıl deneyimlenir? Bu aşamada ilk farkına varabileceğimiz şey, duyularımızın işlevlerini yitirmeleri olabilir. Çevremizdeki kimselerin konuşmalarını(belki bize seslenişlerini) duymamaya başladığımız, bir tek kelime bile edemediğimiz dakikalar… Eğer gözlerimiz yarı aralıksa, önümüzdeki bir nesneye baktığımızda onun sadece dış hatlarını seçebildiğimiz dakikalar… Benzer durumlar; koku alma, dokunma ve tadalma duyularımız için de geçerlidir.

  Dış ölümde “elementlerin çözülmesi” nden kastedilen de şudur: bedenimizin tüm gücünü yitirmeye başlaması, toprak elementinin çözülmesine karşılıktır. Oturmak ya da ayağa kalkmak bir yana, başımızı bile taşıyacak halimiz kalmamıştır. Sanki düşüyormuş, yerin altına batıyormuşuz gibi, ya da büyük bir ağırlığın altında eziliyormuşuz gibi hissederiz kendimizi. Ruh-beden ilişkisi giderek gevşemektedir. Başka türlü ifadesiyle fizik beden, ruhun(asıl kendimizin) bu bedeni kontrol ettiği etki alanının dışına çıkmaktadır. Bu aşamada, cildimizin/tenimizin rengi solar ve sarımtırak tona dönüşebilir. Bazılarının yanakları sarkar, dişlerde koyu lekeler belirebilir. Göz kapakları iyice ağırlaşır, onları açıp kapamak bile zorlaşır. Genel bir uyuşukluk giderek bedende yaygınlaşır. Bunlar, toprak elementinin su elementine doğru çekildiğinin işaretleridir.

  Su elementinin çözülmesi aşamasında, vücuttaki sıvılar tutulmaz olur; gözyaşı ve burun akıntısıyla birlikte idrar kaçırması da olabilir. Gözler, göz çukurları içinde kurumaya, dudaklar çekilmeye başlar. Ağzımızın içi ve boğazımız kurur, burun deliklerimiz içe çöker. Bedenin çeşitli yerlerinde seğirmeler ve kasılmalar bu aşamada olur. Bunlar, su elementinin ateş elementine doğru çekildiğinin işaretleridir.

  Ateş elementinin çözülmesine geçişin belirgin işareti “girdap gibi dönen duman huzmeleriyle dolu bir sis görüntüsü dür. Bu aşamada beden ısısı, ayaklardan başa doğru yitirilir. Ağızdan ve burundan çıkan nefes artık soğumuştur. Algılama duygusu yok olmaya başlar; zihin, zihin berraklığı ve zihin karışıklığı arasında gidip gelmeye başlar. Çevremizdekileri tanımamaya başlarız. Ses ve görüntüler karıştığı için, çevremizde olup biteni anlayabilmemiz giderek daha da zorlaşır.

  Ateş elementi de yerini hava elementine bırakır ki; bunun da belirtisi, bir ateşin üzerinde tıpkı ateş böcekleri gibi dans eden “kırmızı kıvılcımlar” dır. Soluk almak artık iyice zorlaşmıştır. Hava sanki boğazımızdan kaçıyormuş gibidir ve hırıltılı nefes alışlar bu aşamada duyulur. Gözler yukarı dönmüş, hareketsiz durumdadır. Artık her şey bulanıklaşırken, fiziksel çevremizle olan ilişki duygumuz da giderek yok olmaktadır. Halüsinasyonlar eşliğinde, noktalanmak üzere olan bedenli yaşamımıza ait çeşitli görüntüler de bu aşamada ortaya çıkmaya başlar. Bedenli yaşamımızda çok fazla olumsuzluk varsa, bunlardan dolayı ağlamaya başlayabilir… Bunun tersi ağırlıklı olarak iyi ve sevgi dolu bir yaşam sürmüşsek, zihnimizde; neşe dolu, harika görüntüler canlanabilir. Sevdiğimiz dostlarımız ya da aydınlanmış varlıklar zihnimizde belirebilir. Kısacası, genel anlamda iyi bir yaşam sürmüşsek, ölüm denen “geçiş” te korku yerine huzur vardır. Görüldüğü gibi cennet/cehennem halleri daha bu aşamada başlıyor. Başka türlü ifadesiyle, dünyada ektiklerimizi hemen bu aşamadan itibaren biçmeye başlıyoruz (“Dünya, ahretin tarlasıdır…”).
  Soluk alışlarımız giderek, giderek daha sığlaşır ve soluk verişler belirgin şekilde uzar. Bunlar son ve uzun nefes verişlerdir ve aniden soluk alışverişi de durur. Günümüz tıbbına göre; kalp durmuş ve 5- 6 dakika sonra da “beyin ölümü” yle birlikte “klinik ölüm” gerçekleşmiş olur.

  Ancak Tibetli mürşitlere göre, “içsel ölüm”e henüz geçilmemiş, yani ölüm olayı henüz tamamlanmamıştır. Sadece, “dış ölüm”ün son aşaması olan hava elementinin bilinç içinde erimesi tamamlanmıştır.

  İçsel Ölüm
 
Fizik ötesine geçişin ikinci ve son aşaması olan “içsel ölüm”ün düşünce ve duyguların tamamen yok oluşuyla ilgili bir aşama olduğunu daha önce de belirtmiştik. Tantrik Budizm öğretisinde içsel ölüm de dört bilinç aşamasından oluşuyor. Burada sunduğumuz özet bilgi, Tantrik Öğretinin saptamalarından oluşan genel bir kalıptır. Bu konunun mürşitleri, tüm canlı varlıkların(en küçük böceklerin bile) bu süreçten geçtiğini söyler. Ölüm süreci sırasında, dışsal ve içsel çözünmede neler olup bittiğini anlamanın en kolay yolu, bilincin en süptil aşamalarının bile dereceli olarak gelişimi(Tedric) ve anlaşılmasıdır.

  Bir Tantrik Yoga uygulayıcısı, ölüm sürecindeki bilinç değişimlerini uyararak ve “parlaklık deneyimi” ni(ya da “Berrak Işık Deneyimi”ni) yaşayarak, yaşadığı sırada ölüm süreci için hazırlanır. Hatta uykuda bile bu değişimlerin sürekli olarak farkında olmaya çalışır. Çünkü unutulmaması gereken, bilincin; aşamalı olarak derine inmesinin, sadece ölüm dediğimiz “geçiş” sırasında olmadığıdır. Bazı mürşitler, günlük yaşamımızda da, uyanıkken bunun olduğunu göstermişlerdir. Görülüyor ki, ölüm süreci bir yoga çalışmasına dönüştürülebilir. Örneğin, “dışsal çözülme” nin her aşamasında, bir Tantrik Yoga müridi; ustasını(mürşidini) farklı enerji merkezlerinde canlandırabilir: toprak elementi kaybolduğunda, ustasını kalp merkezinde tasavvur eder. Su elementi kaybolduğunda ustasını göbek çakrasında, ateş elementi kaybolduğunda da onu alnında hayal eder…

Ölmeden ölmek” kavramının başka bir anlamı da bu olsa gerek, ne dersiniz?

ÖLMEK YAŞAMAKTIR >>
YAŞAMLAR BOYU VAROLUŞ >>

Yararlanılan Eserler

* SADIKLAR PLANI  TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları
* KARŞI TARAFIN IŞIĞI, Moody, Jr.MD., Ruh ve Madde Yayınları
* ÖLMEK VE ÖLMEK ÜZERE, Elisabeth K. Ross, Boyner Yayınları
* TİBET’İN YAŞAM VE ÖLÜM KİTABI, Sogyal Ringoche, Dharma Yayınları.

Yayın Tarihi: 17.Mart.2010

 

© Astroset 2004-2010