Tekrar Doğuş ve Tekamül
Acaba
yaşam sahipleri dünyaya niçin gelmişlerdir? Dünya yaşamına
bağlanmalarının, birçok ıstırapla ister istemez karşılaşmalarının,
haksızlık ve adaletsizliklerle dolu görünen yaşam
sahnesinin binbir türlü dramlarında aktörlük yapmalarının
nedeni ne olabilir? Bazılarına göre, göz ardı edilebilecek
en önemli görüne ve bazılarının da, anlamsız ve mantıksızca
yorumlanan bu konunun gerçekte önemi çok büyüktür.
Önceki
duruma göre ve göreceli her şeyin oluşumundaki noksanlık
bir zorunluluktur. Nispîlikte noksanlık fikri zorunlu olarak
vardır. “Beyaz renkli” dediğimiz
zaman, bir şeyin eksikliğini ifade etmiş oluruz. Bu eksiklik
de, onun beyazdan başka renklerden yoksun olmasıdır. Bunun
gibi, “En büyük bir
insan…” dediğimiz zaman bile, onda, daha az büyüklükten
itibaren tüm küçüklük özellikleri noksanlığını göstermiş
oluruz. Bundan dolayı, her sıfat aynı zamanda bir kusurun
ifadesidir. Bitki, hayvan, insan ve evrende nispi her şey
kendilerine oranlanan başka şeylerin eksikliğiyle yüklüdürler.
Demek
ki, göreceli olan her şeyde
noksanlık, bir zorunluluktur. Görelilik ve ilinti ancak
Yaradan için söz konusu olamaz. Bundan dolayı; biz, O’nu
bildiğimiz ya da bilmediğimiz hiçbir sıfatla
niteleyemiyoruz. Gene bu bakımdan, göreceli hiçbir varlığın,
hiçbir zaman mutlak olamayacağı zorunluluğunu da kabul etmiş
bulunuyoruz. Çünkü ne olursa olsun, nasıl düşünürse düşünsün;
bir an için bile, herhangi bir özelliği kabul etmiş varlık
mutlak olarak kabul edilemez; ona Mutlak denilemez. Tüm yaratılmışların
olgunluğu görecelidir. Buradaki olgunluk dereceleri bir takım
nispî realitelerle ortaya çıkar. Dünyada her varlığın
gelişim halinde bulunduğunu tekâmül konusunda uzun uzun yazmıştık.
Dünyaya
ilk geldikleri andan başlayarak sürekli gelişen varlıkların
durumuna bakarak, onların dünyaya ilk geldikleri zamandaki
olgunluk derecelerinin de kazanılmış olduğunu kabul etmemiz
gerekir. Olgunluk, insanlara zorla verilmiş ya da rastgele dağıtılmış
bir armağan değildir. Varlık, görüp denemeden öğrenemez.
İşte tekrar tekrar doğuşları zorunlu kılan etmenlerin başında
bu gelir.
Birey – Toplum Konusunun Tekâmül
ve Tekrardoğuş Karşısındaki Durumu
Bir
tek yaşamı ele alalım: Ruhun ebedî hayatı karşısında bir
tek beşeri yaşamın ne değeri var? Görece olgun bir kimse
bile dünyadan ayrılacağı sırada arkasına baktığı zaman
birçok kusurlarla dolu bir yaşam geçirmiş olduğunu görür.
Eğer yaşam gelişim içinse, bunun anlamı nedir?
Dünyaya
gelmenin rastgele bir şey olduğunu kabul edemiyoruz. Tesadüfe
inanılamayacağını daha önceki bölümlerde yazmıştık.
Burada ileri sürülen bir konu üzerinde durmanın sırası
gelmiştir: “Bireyler,
toplumu yükseltmek içindir. ” denir. Toplum,
toplumsal yaşamın ortak bir binasıdır ve her birey oraya bir
tuğla koymakla yükümlüdür. Kişi, yaşamı boyunca bu yükümlülüğü
ne kadar çok yerine getirebilmişse, insanlık vazifesini o
kadar iyi görmüş ve doğuş amacına varmış demektir.
Bundan dolayı, varlık dünyaya bunun için gelmiştir ve bu
vazife görüldükten sonra onun işi bitmiş olur.
Bu,
yanlış yolda gelişmiş ve oldukça bayat bir fikirdir. Bu
fikre göre toplumu bir amaç / hedef, bireyi ise araç olarak
kabul etmek gerekiyor. Burada bir gerçek var: Bireyler, kuşkusuz,
toplumu yükseltiyor. Fakat bireylerin bu etkinliği toplumu yükseltmek
amacıyla değil, kendi varlıklarını yükseltmek içindir.
Bireylerin yükselmesine araç olan toplumun onlarla birlikte yükselmesi
de bir zorunluluktur.
"Toplum mu
bireyi, birey mi toplumu yaratır? " konusu bir yılan
öyküsüne benzer. Biz buna yeniden başlamak istemiyoruz.
Ancak, bu konunun özünü ilgilendiren bazı noktalara değinmek
istiyoruz. Bireylerden ayrı, onlardan soyutlanmış bir toplum
yoktur. Bireyler vardır ve bireylerin topluluğundan doğan “toplum”
dediğimiz bir oluşum vardır. Bireyleri ortadan kaldırınca,
toplum kavramı bâtıl bir fikirden ibaret kalır. O halde,
toplum için bireysel varlık bir zorunluluktur. Birey olmazsa,
toplum olmaz. Fakat buna karşılık toplum kavramından ayrı,
somut varlıklar durumundan bireyler ve bunların şahsiyetlerini
ortaya çıkaran sonradan edinilmiş kazançları ve yükseklik
dereceleri vardır. Demek ki, birey için toplumun varlığı
zorunlu değildir. Toplum olmadan da birey vardır.
Toplum
sadece, bireylerin topluluk ifadesinden başka bir şey değildir.
“Toplum
yükseliyor” demek, onun bireyleri yükseliyor
demektir. Bu hükmün bir görüşten, bakış açısından ibâret
kalmaması, toplumu oluşturan bireylerin huzuru ve mutluluğu için
gereklidir. Şu halde, determinizm bakımından bireyler neden,
toplum ise sonuçtur. Tekâmül kavramı bakımından da birey
amaç, toplum araçtır. Yükselmek isteyen bireylerin bu gerçeği
görmelerinde yarar vardır. Bir bebeği dünyaya geldiği
andan, ölünceye kadar izlersek; kendi cehitlerinden başka, çevresinin,
toplumun, kısaca tüm doğanın onu olgunluğa yönlendirmek için
sanki seferber edilmiş olduğunu görürüz. Anne kucağında,
aile ocağında okulda çocuk; yıllarca bazen tatlı, bazen de
haşin durumlarla en sık gözetim altında yönetilir ve yönlendirilir.
İnsan ömrünün en aşağı dörtte biri böyle geçer. Fakat
aile ve okul yaşamının disiplinden henüz kurtulamadan,
insanoğlu daha çatık çehreli öteki düzenlemelerin pençesine
düşer. İş ve ev yaşamları, askerlik, memuriyet gibi kayıtlar
onu sımsıkı bağlar. Toplum yaşamının böyle binbir şekilde
kurulmuş ağlarının birinden insanoğlunun kurtulması ancak
başka birine düşmesi için olur. Bu sırada o, bir kayıttan
kurtulmak ümidinin daha derli toplu başka bir kayıt altına
girmekle kırıldığını göre göre, sonunda; eğer “zayıf ruhlu” ise, ve eğer bu gerçeklerden haberi olmayacak
kadar toy ise, tüm ümitlerini yitirir ve kederlenir, haksızlıktan,
eşitsizlikten, özgürlüksüzden vb. gereksiz ve boşuna yakınır
durur. Fakat o, bu isyan içerikli tavrında ne kadar ileri
giderse gitsin, biri çözülürken öteki bağlanan güçlü
toplumsal bağlarından tutsaklığından kendisini bir an bile
kurtaramaz. Hattâ onun bu sabırsızca hareketleri bu bağların
gitgide sıkışmasına da neden olabilir.
Aile
terbiyesi, okul, askerlik, memuriyet / iş deneyimleri ve
toplumsal yaşam… Bunlar gibi sayısız kayıtlar ve koşullar
ve bunların bir yaptırımı olan bireysel ve toplumsal
vicdanların zorunlulukları, resmi metinler, yasalar; ne kadar
sıkıcı, ne kadar zorbaca görünürse görünsün, bireyin
deneyimlerini artırmak, onun olgunlaşmasını sağlamak bakımından
gerekli ve zorunludur. Bu durumların iyiliği ya da kötülüğü hakkında verdiğimiz hükümler
de sürekli olarak aldanmakta olduğumuzu, kitabımızın
“tesadüf”le ilgili bölümünde yazmıştık. Burada,
okuyucularımıza onları anımsatmakla yetineceğiz.
Toplumun
bir suçluyu cezalandırması sanki otomatik bir iştir. Burada
ileri sürülen nedenleri çoğu geri planda kalır. Daha ön
plandaki nedenleri görebilen kimseler iyi bilirler ki, toplumda
suçlunun cezalanmasında etkili olan asıl neden, bireyin
toplumun resmi kayıtları yardımıyla gelişmesidir. Demek ki,
dünya yaşamında bireyle toplum arasında gelişim açısından
sıkı bir ilişki vardır. Bu ilişki bazen düz, bazen ters yönde
olabilir. Yani “geri” bir toplumda gelişmiş
varlıklar, ya da “ileri”
bir toplumda “geri
kalmış” varlıklar bulunabilir. Bu noktada da yanlış
bir düşünceye saplanmamak için İlliyet İlkesi’ni sürekli
olarak akılda tutmak gerekir.
O
halde dünyamız öylesine büyük bir okul, öylesine kusursuz
bir terbiye kurumudur ki, orada her varlığın görgü ve
deneyimini aşama aşama artıracak sayısız sınıflar
bulunur. Bir sınıf, öğretmeni ve öğrencisiyle, o sınıftakiler
için nasıl bir amaç değil, araç ise; toplum yaşamı da
bireyler için amaç olmayıp bir gelişim aracıdır. Sözü
buraya kadar getirdikten sonra şimdi dünya yaşamına tekrar
neden girmiş olduğumuzu daha kolayca irdeleyebiliriz.
Ruh Varlıklarını Dünya Yaşamına
Tekrar Çeken Etmenler Hakkında Birkaç Örnek
Varlıkların
dünyaya “inmelerinde” ve bazı deneyimler geçirmelerinde, ruhların
tekâmül amacının, bizim sezebildiğimiz en büyük bir etmen
olduğunu birinci ve ikinci ciltlerimizde uzun uzun yazmıştık.
Dünyada görünen birçok ihtirastan ve maddesel câzibeden oluşan
arzular; ancak, varlıkların maddeye bağlılıklarından doğmuş
birer sonuçtur. Fakat bu sonucun da, onların dünya yaşamındaki
yaşam sınavlarını şu ya da bu yönde geçirecek gelişebilmelerine
araç olduklarından daha önce de söz etmiştik. Dolayısıyla
“ruh
varlıklarını dünya yaşamına tekrar çeken etmen”
olarak aşağıda verdiğimiz bazı örnekleri, onların dünyaya
“inmelerinde”
gerçek etmenler olarak kabul etmediğimi; ancak, gerçek tekâmül
illetine birer araç olarak, henüz yaşamın gereklerinden
yararlanmak ihtiyacında bulunan “geri”
varlıkların dünya eprövlerine katlanmaya yarayan birer
uyaran olarak okuyucularıma sunduğumu anımsatmak isterim.
Fakat bunların böylece arka planda bulunan daha yüksek amaçlara
ve nedenlere birer araç olduklarını unutmamak koşuluyla bize
göre ön safta birer etmen gibi kabul edebileceğini düşünmek
mümkün olur. Şu halde, aşağıda vereceğimiz örneklerin çoğu
henüz dünya yaşamına bağlı ve bu bağlılık yüzünden
maddesel arzulara ve ihtiraslara yenik az çok “geri”
varlıkların yaşamlarıyla ilgilidir.
Prof.
X otuz yıldan beri üzerinde çalıştığı bir konuyu henüz
halledememiştir. Yaşı, 60’!ı çoktan geçmiş bulunuyor. Yıllarca
ilim kitapları arasında ve laboratuarların küf kokan havası
içinde ömür çürütmüş olan bu adam acaba eserini
bitirmeden göçüp gidecek mi? doğrusu böyle geçen endişeli
günlerin birinde ufak bir ateş, birkaç öksürük bu işi
sonlandırır ve o amacına varmadan, gözlerini dünyaya kapayıverir.
Bu
adamın şahsiyeti ölmediğine göre, dünyada yıllarca
kendisini gerçek olmayan bir ideale bağlayan hırsla (ve bu hırsı doğuran nedenler
o şahsiyette sürüp gittikçe) onun tekrar yeryüzüne inmek
istemesi kadar doğal bir şey tasavvur edilemez. Böyle olunca
o; tüm bu işlere neden olan gerçek etmenlerin yönlendirdiği
hedeflere varılıncaya kadar, yani bu varlık belirli bir
olgunluk derecesine ulaşıncaya kadar, bu ilim hırsında ve
buna benzer öteki hırslarında devam edecek, bunun için de dünyaya
bağlı kalacaktır. Çünkü bu hırsın, kendisini yönlendirdiği
bilimsel çalışma bu dünyaya özgürdür ve ancak burada gerçekleşme
alanı bulacaktır. Bu bakımdan spatyomun ince maddeleri onun işine
yaramaz. Bundan dolayı dünyada iken o, nasıl kendisini her şeyden
soyutlayıp, bu işe bağlandı ise; şimdi de aynı uyaranların
etkisi altında öylece dünyaya bağlanmış ve çekilmiş
olacaktır. Ruhsal durumu ve anlayışı yeterli değilse, belki
o bu işe bir amaç olarak da sarılabilir. Fakat amaç olarak
sarılmış olduğu bu işin araya girmesiyle, bilmeden gelişmesine,
onun bu yanlış kanaat, engel olmaz. Nasıl ki, eğer o etmenin
ilim hırsını doğuran asıl gerilik nedenleri ortadan kalkmamış
bulunursa, dünyadan son ayrılışında, ne kadar bitmemiş işleri
arkaya bırakırsa bıraksın, o bir daha dünyaya dönmek
gereksinimi duymayacaktır.
Başka
bir örnek: A…bir milyonerdir. Tüm yaşamı boyunca toplamış
olduğu altınları onun için her şeydir. O bunları elde edip
biriktirmek için ne kadar büyük özverilere katlanmıştır.
Onun için milyonların dışında hiçbir şey değer ifade
etmez ve böyle bir yaşam bir boşluktan ibarettir. Her hırs
gibi bu da beslendikçe, daha doğrusu kendisini doğuran
maddesel olaylara karşı yenilgi arttıkça o beslenir ve güçlenir.
Para tuzağına düşmüş bu zavallıyı ölüm fikri ta ciğerinden
vurur. Günün birinde o bu serveti nasıl bırakıp gidecek?
Fakat tüm olaylarıyla bir an bile durup dinlenmeden yuvarlanan
bu dünya yaşamında, hava değişir ve o korkunç gün gelir
çatar.
Tüm
zenginliği altınlarından ibaret olan bu adam onları dünyada
ötekinin berikinin eline bırakmak zorunda kalınca, dört başı
mamur bir yoksulluk içinde kaldığını acı acı duyar. O şimdi
çırılçıplak bir durumdadır. Her şeyi mahvolmuştur.
Ruhunda, kendisini teselli edecek manevi hiçbir kazanç taşımadığından,
spatyom yaşamı bomboş kalır. Çünkü o dünya yaşamındayken,
iyice inanmıştı ki, yaşamın amacı para biriktirmektir;
bunun için gösterilecek tüm etkinlikler birer araçtan başka
bir şey değildir. O halde, milyonları yitirmiş bir yaşam hiçbir
şey değildir. Bu durum kendisi için gerçek bir işkence
olur. O maddelerin tutsağıdır. Onlara egemen olacak kuvvet ve
kudretleri henüz kazanamamıştır. O, zayıftır. Bundan dolayı
yeni bir mücadele yaşamına atılması, deneyimlere girişmesi
ve yapılacak yinelemelerle güçlenmesi gerekir. İşte bu
zorunluluk onu yeniden dünyaya çeker. Fakat bu durum her zaman
böyle şuurlu cereyan etmez. Yani böyle birinin yeniden dünyaya
inişi bu kadar ince hesaplara dayanmaz.
Doğa
ve gelişme zorunluluğu ona öyle itilimler verir ki, onların
etkisi altında o, ister istemez bu yola sürüklenir. Örneğin,
spatyomda bir türlü huzur bulamaz. Spatyom yaşamı sadece
serveti uğruna yaşayacak kadar maddenin esiri bir milyoner için
dayanılamayacak bir yerdir. İlerlemiş varlıklar için var
olan oranın güzellikleri, gerçek mutlulukları ve huzuru böyle
“geri” varlıklar için
bir anlam ifade etmez. Böyleleri şimdilik bir tek şeye muhtaçtır,
o da para kazanmak. Oysa ki, spatyomda geçmeyen şeylerin başında
para gelir. Bu yüzden o, bu arzusunu ancak yeryüzünde
doyurabilir. Bu nedenle dünyaya yeniden inerken, aynı zamanda
kendisini bu gerilikten kurtarmaya yarayacak olayları da
bilmeden ve rehber varlıkların yardımıyla beraberinde dünyaya
getirir.
|