Hiç sevmediğimiz bir kimseye ya da hatta sıradan bir kimseye
kötülük yaptıktan sonra, vicdanımızda oluşan üzüntüleri
tattınız mı? Bu öyle bir acıdır ki, sakinleşmesi bazı koşullara
bağlıdır. Bu böyle bir ateştir ki, sönmesi için her şeyden
önce; sergilenen kötülüğün, verilen rahatsızlığın af
ve tamir edilmesine gerek vardır. Bu durumu bir örnekle açıklarsak,
iyice canlandırmış oluruz. Bunun için vereceğim örnek
deneysel ruhçuluk külliyatından alınmıştır. Bu sevdiği
bir kadını nişanlısıyla birlikte kıskançlığı yüzünden
öldürüp dünyada ve spatyomda ıstırap çeken bir varlığın
öyküsüdür ki bu tebliğ o varlık tarafından bir
enkarnasyon (bedenleme) medyomu aracılığıyla verilmiştir:
“… Ben onu çoktan beri seviyorum ama o benim
bu sevgimi anlamadı. Gündüzleri onu ayak izlerini izlerdim,
geceleri rüyamda görürdüm. Yaşamım gerçek bir işkenceye
dönmüştü.
Beni reddettikçe onu daha çok sever oldum.
Sonunda onun başka birisine ait olacağını anlayınca içim
zulmetle doldu. Ona karşı içimde oluşan kinin sonu yoktu.
Birgün onu bembeyaz bir gelinlik içinde gördüm. Akşam oldu,
tüm gürültüler kesildi. Ve tüm doğa uykuya daldı ama
benim kinim uyanık duruyordu. Bu kin beni kör yaptı ve elimde
bir hançerle onların yanına yönlendirdi. Deli olmuştum. Tüm
benliğimde iki cinayet canlanıyordu ve bundan başka bir şey
düşünemiyordum. Gittim ve kudurmuş bir şekilde bir hamlede
ikisini de öldürüverdim.
“Câniyâne susuzluğum hemen hemen geçmişti.
Kaçtım. Kimse câninin adını bilmiyordu ve hiçbir kimse
benim ümitsizliğimi ve utancımı bilmiyordu. Ben insanların
adaletinden kaçmıştım. Vicdanımın sesinden de kaçabileceğimi
sanmıştım. Fakat gece olunca ve cinayet saati yeniden çalınca,
ruhum donmaya başladı. Kalbimde dehşetli anılar canlanıyordu
ama kimse hiç kimse bu ıstırap içinde beni teselli
etmiyordu.
“Gece oldu. Yaşayan ölüler gözümün önüne
geliyordu. Uykum yoktu. Huzurumda yoktu! Vicdan azabı beni en
şiddetli derecesinde işkence içinde bırakıyordu. Hiçbir
zevk ve ıstırabı varlığımdan uzaklaştıramıyordu.
Gecelerin sükûneti içinde ağlayarak serseri gibi dolaşıyordum.
Hiç kimseden benim için ve benimle beraber ağlamasını
istemiyordum. Ancak sessiz gölgelerin benim için ağlayacaklarını
ümid ediyordum. O!... sürekli olarak o. Onun sesi bana, “seni seviyorum!” der
gibi geliyordu. Fakat bunun bir hayal olduğunu düşününce,
ıstırabım büsbütün artıyordu. Kendimi daha talihsiz
buluyordum. Ne kadar yalandı! Onun sesi bana affedildiğimi söyleyemezdi!
Ey beni dinleyenler zaman içinde bulunduğun dehşetli durumu
siz asla tasavvur edemezsiniz. Ölmek istemiyordum. Çünkü
onunla paylaştığım zaman, utancım daha büyük olacaktı.
(Aynı varlığın öldükten sonraki izlenimleri):
“Tanımadığım gölgeler gözlerimin önünden
geçiyordu. Her şeyden korkuyordum, hatta kendimden bile. Gölgeler
bana yaklaşıyordu. Bazılarının çehresi çok berbattı. Bazıları
bana merhametle bakıyordu. Deli olduğumu sanıyor ve
titriyordum. Birdenbire gölgeler çevremde bir halka oluşturdular.
O anda kendimi nura gark olmuş gördüm. Bir melek bana doğru
geldi ve elini uzatarak şunları söyledi: ‘Artık üzülme!
Ben bu saati sabırsızlıkla bekliyordum. Sana sadece affımı
değil, sevgimi de veriyorum. Sen yeterince ağladın ve teselli
edilmeyi hak ettin.’ Kendime geldim. Artık ağlamıyordum.
Vicdan azabıyla solmuş yüzümü bir tebessüm kapladı,
kalbime ümit geldi. Artık cinayeti görmez olmuştum ve
mutluydum.”
(Aynı varlık, başarıyla bitiremediği dünyadaki
yaşamına yeniden başlamak üzere dünyaya inmeye hazırlanıyor):
Çok
kederliyim. Buradaki huzur ve mutluluk verici güneşi terk
etmek üzereyim. Tekrar çocuk olacağım. Ruhum küçük bir
bedende yoğrulacak ve artık kendimi tanıyamayacağım. Ağırlaştığımı
hissediyorum. Perispirim dünyanın akışkanlıklarıyla o
kadar doymuş bir duruma geldi ki, bir daha medyomunuza dönemeyeceğim.”
Şimdiye kadar söylediklerimize uyan birçok
noktaları içeren bu örnekteki sözlere eklenecek bir şey
yokturç. Herhalde babasını öldüren korkunç canilerin var
olduğunu işitmişinizdir. Böylelerinin uğrayacağı vicdan
azapları hiç kuşkusuz pek korkunç olacaktır. Varlığı büyük
bir zaafını gösteren bu hareket onun yeniden dünyaya
inmesinde doğal olarak güçlü bir etmen olacaktır. İşte
ruh bu harekete kendisini yönlendiren zaafından kurtulabilmek
için yeniden deneyim alanına zorunlu olarak inecektir.
Baba katili, ruhunda gittikçe alevlenen ve tüm
varlığını zindan gibi karanlık ve işkenceli bir duruma
koyan ıstıraplarını yatıştırabilmek için ad ve karşılama
olanaklarını babasının ve babasını öldürdüğü zamanki
koşulların olmadığı bir âlemde nasıl sağlayabilir? Bir
varlığın gelişmesi için yalnız affa layık olarak vicdan
azabından kurtulması yeterli değildir. Çünkü tüm bunlar
birer araçtır asıl amaç, ruhun maddelerle üzerindeki
tesirliliğini serbestçe kullanabilecek duruma gelmesidir. İşte
vicdan azabı affedilmek gereksinimini ve dünya maddelerine
yeniden kavuşmak hırsı… Bunlar gibi birçok duygu ve eğilim
varlığı; yeniden maddesel olaylar içine yuvarlamak ve bu şekilde
onun görgü ve deneyim birikimini arttırarak güçlenmesine
yardım etmek içindir.
Görülüyor ki, affedilmek, vicdan azabından
kurtulmak gibi ihtiyaçlar kadar sergilenen bir kusuru onarmak
ihtiyacı da varlıkta kendini gösterebiliyor. Tâki o, önceden
başaramadığı deneyim yaşamına yeniden başlamak zorunluluğunu
duymuş olsun. Durum böyle olunca, arzular ve eğilimler gibi
af ve karşılama vetirelerini de biz, dünyaya yeniden inmenin
amacı değil, ruhun tekamülünün bir aracı kabul ediyor ve
bu noktada da klasik bazı düşüncelerden ayrılmış
bulunuyoruz.
Dünya yaşamına girmek, maddesel olaylar içinde
birtakım deneyimler geçirmek içindir. Ruhun güçlenmesi ve
tesirliliğini maddesel evrende arttırabilmesi ancak deneyim
birikimiyle olasıdır. Deneyimsiz bilim olmadığı gibi,
deneyimsiz tekâmül de yoktur. Deneyimle kazanılmış görgüden
iman doğar. Îman ile kabul edilmemiş şeyler ruhun malı sayılmaz.
Onlar nihayet ruhun dışında yabancı birer olaydan ibaret kalır.
Bu fikirlerle şunu da ifâde etmek istiyoruz ki, bizim değerlendirmek
istediğimiz iman, dogmatik hükümlere dayanan, esassız ve körü
körüne olan bir inanmadan ibâret değil, görgü ve deneyimle
kazanılmış bir duygudur.
Deneyim, kafada soyut olarak bulunan bir bilginin
somutlaşması yani şahsiyetin elemanları arasına girmesi için
gerekli olan gelişim vetiresidir. Her deneyimin belirli koşulları
vardır. O koşullar bulunmayınca, deneyim olumlu sonuç
vermez. Bu koşullar çok çeşitlidir. Bunları sağlayarak her
şeyin deneyimlenebileceği ve mutlaka deneyimlenmesi gerektiğini
söyleyebiliriz.
Şimdi tekrar baba katiline dönelim: Bu varlığın
yeniden bir deneyim yaşamına başlaması gerektiğini belirtmiştik.
Oysa ki spatyomda böyle bir iş için gerekli koşullardan hiçbiri
yoktur. Oradaki maddelerin süptilliği dünya maddelerinin
manipilasyon şekillerine izin vermediğinden, dünyadaki
deneyimlerini orada yineleyemeyecektir. Yani bu varlık ne babasını
öldürmeye kendisini yönlendiren aldatıcı olayların, örneğin;
para, açgözlülük, şöhret, makam vb. gibi dürtüleri ne de
babasının öldürülebilecek et ve kemik gibi maddelerini
spatyomda bulabilecektir. Uzun lafın kısası, bu câni, tüm içtenlik
dolu pişmanlıklarına ve maddeler içinde bir daha yenilmemek
için göstermek istediği tüm cehitlerine karşın
deneyimlerine başlayacaktır. Bundan dolayı onun yeniden bir
karşı koyma / dayanma deneyimine girişebilmesi için gerekli
koşulları içeren dünyamıza inmesi (tekrardoğması, yeniden
bedenlenmesi) gerekir.
Demek ki, tekrardoğuş fikrine uygun ve aykırı
gelen olayları ayrı ayrı fizikoşimik, biyolojik ve
psikolojik değerleriyle gerektiği kadar inceleyip irdeledikten
sonra tamamı üzerinde sentetik bir değerlendirme yaparak, alınacak
sonuçların tekrardoğuş olgusu lehine ya da aleyhine çıktığına
göre hüküm vermek gerekir.
Bu konuda şimdiye kadar çeşitli araştırmacılar
tarafından çok değerli etkinlikler sergilenmiş ve ortaya
oldukça kuvvetli kanıtlar ve gözlemler konmuştur. Biz
bunlara fazla bir şey eklemeden çalışmamızı sürdüreceğiz
ve bir sonuca varmaya çalışacağız. O halde bu kısımdaki
konumuz tekarardoğuş aleyhinde görünen bazı olayları
incelemek olacaktır. Gelecek kısımda ise lehteki olay ve gözlemleri
dile getirerek tekrardoğuş olgusunun gerçeğini göstermeye
çalışacağız.
Unutma
Tekrardoğuş konusunun incelenmesinde akıllara en
sık ve en önce gelen bir itiraz vardır: “Madem
ki, biz birçok dünya yaşamları boyunca yaşamışız, bunları
(hiç değilse birini, bir kısmını) neden anımsamıyoruz ve
o yaşamlarla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz? ”
Bu fikrin tartışmasına girmeden
önce “unutma”
sözcüğünün anlamı üzerinde durmak gerek. Unutma nedir? Unutmayı kabaca, zihinde bulunan bir şeyin şuur alanından
silinmiş olması şeklinde kabul ederiz. Bir şeyin şuur alanından
silinmesi ya geçici, ya da sürekli olur: Geçici unutmalar,
bizim normal her zamanki yaşamımızın zorunluluğudur. O
kadar ki, eğer bu geçici unutmalar olmasaydı, normal şekilde
düşünemez ve akıl yürütemezdik.
Normal düşünmek ve akıl yürütmek; dikkati bir
konu üzerinde toplayarak, ancak o konu ile ilgili bilgileri
belirli amaçlar çerçevesinde bir araya getirip, birbirine bağlamak
demektir. Eğer bu sırada o konuyla ilgili olmayan rastgele bir
bilgi şuur alanında belirirse, düşüncenin ve akıl yürütmenin
selameti kalmaz. Örneğin, bir doktor hastasını tedavi etmek
için, onun rahatsızlığıyla ilgili tüm bilgilerini bir
araya toplamaya çalıştığı sırada, sinemalarda gördüğü
artistlerin rollerini, marketten aldığı eşyanın listesi,
futbol maçlarının ayrıntıları vb. birbirini tutmaz bir yığın
olay ve bilgiler hep birden doktorun kafasına hücum ederse,
hastasıyla ilgili işleri başarıyla yapamaz. Bundan dolayı,
bu doktorun o sırada her şeyi unutması ve ancak hastasının
sorunuyla ilgili bilgilerle meşgul olması gerekir. Doktor bunu
yapar, öteki bilgilerini şuur alanından uzaklaştırır. İşte
bu geçici bir unutmadır.
Fakat bazen bu unutma sürekli olur; ben istesem de
şuur alanımdan çıkmış olan bir şeyi yeniden orada yaşatamam.
Böylece o, zaman geçtikçe şuur alanımdan uzaklaşır ve
silinir. İşte genellikle “unutma
”dan bizim kastettiğimiz anlam budur. İnsanların bir kısmı
her şeyin, günün birinde böyle ebediyen unutulup gideceğine,
hatta ölümle tüm şahsiyetlerin yok olacağına inanır.
Acaba böyle bir unutma gerçekten var mıdır? Bu sorunun yanıtını
araştırmadan önce, unutmanın ve yeniden anımsamanın
otomatizması üzerinde biraz durmakta yarar olabilir. İşte
biz önce unutmanın, ileriki konularda yeniden anımsamalarının
irdelenmesini yaparak bu konuyu tamamlamaya çalışacağız.
Unutmanın
Otomatizması
İleride anımsama konusunda da yineleyeceğimiz
gibi, her zamanki sıradan unutmalar maddesel bir olaydır ve
beyin ile ilgilidir. İdrak konusunda kısaca değindiğimiz
gibi, bir düşünce ve akıl yürütme ürünü olarak fikir
halinde, bağlı şuur alanımızda beliren izlenimler; ruha
ancak, idrak yoluyla geçen bilgilerle olur. Bu kanaldan geçmeyen;
gerek dünyadaki, gerekse dünya dışındaki etmenlerden alınmış
tüm titreşimler perispride geniş ölçüde bilgiler oluşturdukları
halde, beyin yoluyla hiçbir bilgi ve fikir tezahür edemez.
Bunu ikinci kitabımızdaki idrak konusunda yazmıştık. Bu
durumu açıklama yoluyla beyinde oluşan izler hakkında bir
teoride dile getirmiştik.
Her zamanki sıradan idrak yolunda, perispiri
dış tesirleri ancak beyin merkezinde bazı
hareketlerin, izlerin ve belki de çok belirsiz az çok yüksek
bazı morfolojik değişmelerin oluşmasını çok doğal görmemiz
gerekir. Gerçi fizyoloji ve morfoloji bu konuda henüz söz söyleyebilecek
durumda değildir. Bunun içinde biz bunu akademik ve bilimsel
bir kesinlikle gerçekleşmiş bir hüküm olarak iddia
etmiyoruz. Yalnız şu var ki; dış duyu organlarımızın
vazife gördükleri sırada uğradıkları ufak tefek anatomik
değişmelerden bir kısmı bugün (1)
ilmen sâbit olmuştur. Örneğin, her kuvvetlice gürültü
insan kulağını biraz daha sağırlaştırmaktadır. Bu durum
kulakta, dışarıdan gelen titreşimleri merkeze aktarmaya araç
olan bazı elemanların bir daha yerine gelmemek üzere ölmelerinden
ileri gelme, ilmen sâbit olmuş bir olaydır. Hatta bu nedenle
bazı ülkelerde, genel yerlerde ve sokaklarda fazla gürültülü
sesler çıkarmanın önüne geçilmiş ve bunlar (gürültü
kirliliği) yasaklanmıştır. Bu durumun tüm öteki duyu
organlarının dış kısımlarında da az çok belirgin bir şekilde
oluşmuş olması olasıdır.
Bir dış duyu organı, örneğin kulak; nasıl
beyin merkezine girecek dış etmenlerle ilgili aktarma aracı
ise, beyin merkezi de perispiriye gidecek aynı titreşimleri öylece
aktarma aracıdır. Hele bir de idrakin bu merkezler aracılığıyla
oluştuğunu düşünürsek, buradaki izlenimlerin sıradan
aktarım yollarındakinden daha derin olacağını kabul
edebiliriz. Başka bilimsel (2)
metapsişik gözlemlerin beyin merkezlerine ve bazı değişmelerin
ve izlerin ortaya çıktığı lehindeki sonuçlarını göz önüne
alınca ve ile bizi duygu yollarından fizikoşimik yollarla
saptanan değişmeleri de göz önünde tutunca betin
merkezlerindeki az çok ince ve sürekli morfolojik bazı değişmeler
lehine ileri sürdüğümüz teorinin bir gün fizyolojik gerçek
olacağına haklı olarak inanmamız gerekir. Fakat biz bu işin
akademik uzlaşma çerçevesi içinde sonuçlandırılmasını
konunun uzmanlarına bırakıp, metapsişik gözlemlere dayanan
teorimizin doğruluğundan emin olarak gidişimizi sürdürelim:
Daha önce, degajman konusunda paylaştıklarımıza
ek olarak, hipnoz konusunda da ilerledikçe, bu fikrimizin
lehinde son derece açık örneklerle karşılaşmak olasıdır.
İleride anımsama konusunda bunların daha geniş cevherlerinde
izlenim bırakmış bilgiler, oralarda hiçbir izlenim bırakmadan
ruha geçmiş bilgilerden birçok noktalarda farklı tezahürler
göstermektedir.
Esâsen biz bir şeyi unutmamak için teorik olarak
sözünü ettiğimiz bu bilgiyi doğal olarak günlük yaşamımızda
her an uygulamaktayız. Yeni öğrendiğimiz bir şeyi, örneğin
birinin / bir yerin adını ezberlemek için ne yaparsınız?
Onu çeşitli yollarla ve vesilelerle yineler durursunuz. Burada
beş duyumuzdan birini ya da birkaçını gereğine göre kullanırsınız.
Bu yinelemelerin yararı nedir, neden bir şeyi unutmamak için
yinelemek gereğini duyarsınız?
Sanıyorum ki, bu sorunun yanıtı iyi verilirse,
üzerinde olduğumuz konu biraz daha aydınlatılmış olur. Bir
şeyi zihinde değişik zamanlarda, değişik vesilelerle ve
farklı yollarla yineleyerek, o şeyle ilgili beyindeki izleri
ve izlenimleri derinleştirmiş oluruz. İşte “ezberlemek
” diye yaptığımız iş budur. Bir şeyin ezberlenmesi
demek, onun zihinde yinelenebilecek bir duruma getirilmiş olması
demektir ki, bu da daha önce belirttiğimiz gibi beyin
cevherlerinde o şeyin titreşimlerine uygun bazı izlenimlerin
oluşmasıyla olasıdır. Ayrıca bu izlenimlerde, yukarıda
belirttiğimiz gibi, henüz keşfedilmemiş yüksek tertipte bir
takım morfolojik başkalaşma ve bir arada bulunur. İşte yaptığı
tesir şeklini bilmeden bir bir şeyi zihinde yinelemekle bu işi
sağlamış oluruz. Fakat bu da kuşkusuz ruhsal bir etkinliktir
ve ruhun maddeler üzerindeki tesirliliğinin
bir tezahürüdür. Oysa ki metapsişik yoldan degaje
olmuş (3)
bir perispiride idrak ortaya çıkarken, beyinde bu ruhsal
etkinlik olmaz. Çünkü buna serbest durumdaki yaşam koşulları
gerek bırakmaz. Bunun sonucunda da perispiride idrak olunan şey
hakkında beyinde hiçbir izlenim oluşmaz ve ruh onları sıradan
insan durumunda iken anımsayamaz. Bunun bir örnek ile gösterebiliriz:
Bir üniversite öğrencisi haberdar edilmeksizin
deney süjesi olarak seçilmiştir. Öğrenci, ilgisi olduğu
bir konu üzerinde meşgul edildiği sırada; haberi olmadan
arkasında, uzakça bir yerde bulunan bir metronomu işletmeye
başlıyor. Bir süre sonra metronom duruyor. Öğrenci hala
bunun farkında olmadan, o ilgilendiği konu üzerindedir.
Sonunda kendisine o ilgilendiği konu dışında bir şey duyup
duymadığı soruluyor. Metronomun tiktaklarından haberi olmadığı
anlaşılıyor. Öğrenci hipnoza alınıyor. Fakat hipnozdayken
o, başka işler arasında metronomun sesini de duyduğunu ve
hatta metronomun, başından sonuna kadar kaç kez tıkladığını
doğru olarak bildiriyor. Öğrenci hipnozdan çıktıktan sonra
yeniden, hipnoz öncesi durumuna dönüşüyor ve bu seslerden
haberdar görünmüyor. Bu ne demektir?
Metronom çalıştığı sırada ruh, dikkatini başka
bir alan üzerinde topladığı için, beyindeki etkinliği
ancak o konuya ilgili olarak gerçekleşmiştir. Öteki olup
bitenler karşısında beyin bu etkinlikten yoksun kalmış ve
onlarla ilgili izlenimler kendisinde oluşmamıştır. Fakat
daha önce de belirttiğimiz gibi; bir olayın beyinde iz bırakmamış
olması onun ruhta yerleşmesine engel oluşturmaz. Burada
dikkatin sadece bir konu üzerinde toplanmasından dolayı
izolman sonucunda metronomun sesleri perispiri yoluyla ruha
aktarılmış ve orada bir bilgi oluşturmuştur. Eğer öğrenci metronomunun sesine dikkat etmiş olsaydı, onları hızla
ve otomatik ruhsal bir etkinlikle zihinde yinelemiş olurdu. Bu
da, yukarıda belirttiğimiz gibi beyinde oluşturacağı
izlerle orada izlenim olarak kalır ve metronomun seslerinin sıradan
durumlarda yine bu kanaldan ifade edilmesini sağlanmış
olurdu. O halde, bir şeye dikkat etmekle onu o oranda ve ruhsal
otomatik bir etkinlikle zihinde hızla yinelenmiş oluruz. Bu da
onları yeniden anımsayabilmemizi az çok olanaklı kılar.
Kısaca,
sıradan idrak sırasında beyinden geçen titreşimler orada
bir takım izlenimler ve izler bırakıyor. Bu izlenimlerin sürdüğü
sürece, idrak olunan şeyler yeniden bedene yansıtılarak şuur
alanına çıkarılabiliyor ki, buna anımsama diyoruz. Oysa,
uzun süre geçtikten sonra, beyindeki bu izlenimlerin ve
izlerin silinmesi durumunda ya da hipnozla olan idraklerde olduğu
gibi, beyin cevherlerinde hiçbir izlenimin ve izin bulunmadığı
durumlarda, ruha giren bilginin yeniden şuur alanına çıkması,
yani anımsama söz konusu olmaz ki buna da unutma deriz. Görülüyor
ki, öyle bir takım titreşimler ruha katılıyor ki, bunlar
ruhun beyin cevherlerinde hiçbir izlenim bırakmadan geçer ve
perispiri yoluyla ruha katılır. Bunlar, dünya bedeninde kaldığı
sürece, insanda bir fikir, bir anımsama olarak ortaya çıkmayacaktır.
Belki şuur alanımızın dışında etkilerini göreceğimiz bu
titreşimler, ruhumuzun derinliğinde kaybolacak ve degajman (3)
durumlarında, statyomda ve bazen de başka metapsişik
yollardan(4) bağlı şuur alanımızda ortaya çıkma
zemini bulabilecek kazançlarımızın tükenmez elemanları
arasına karışacaktır.
Demek ki, her zamanki durumumuzda idrak ettiğimiz
şeylerle ilgili, belirttiğimiz izler beyinde kaldıkça,
irademizle onları anımsamak her zaman olasıdır. Fakat
zamanla değişen beyin cevherindeki bu izlerin silinmesi oranında,
önce açık seçik olmayan anımsamalar ve sonra bir daha hiç
anımsanmamak üzere unutmalar olur. Şu halde fikir ve bilgi âleminde
ruhumuzun dünya ile ilgisini sağlayan, onun dünya ile ilgili
şuur alanını çevreleyen eleman sinir sistemidir. Benzer şekilde;
ruhun düşünce, akıl yürütme ve bilgisiyle şahsiyetini dünyada
ortaya çıkarmaya araç olan eleman da gene bu merkezlerdir.
Sinir sisteminin olduğu gibi sahneden çekilmesi ruhun dünya
ile ilgisini o oranda kesmesi demektir. Beyin cevherlerini
ortadan kaldırdığımız anda, bizim ne şuurumuzdan, ne şahsiyetimizden
ne de benliğimizden yeryüzünde eser kalır. Yani şahsiyetimizi
objektifleştirecek olan perispiriyle ilgili titreşimler bu âlemde
tezahür zemini bulamazlar.
|