İşte bunlar tekrardoğuşla
kazanılmış maddesel bir durum, yani beynin ve sinir
sisteminin bakirliği bu işin bundan başka türlü olmasına
da olanak vermez.
İleride
anımsama konusunu gözden geçirirken, karşımıza çıkacak
daha ayrıntılı fikirlerden de anlaşılacağı gibi; hipnoz
durumunda süjelerin, saatlerce konuştukları hatta beden ve
ruhlarında derin etkiler bırakabilecek olaylar içinde yaşadıkları
halde (1) hipnozdan çıktıktan sonra, sanki hiçbir şey
olmamış gibi, uyumadan önceki yaşamlarının kayda değmez
akışına yeniden kendilerini koyuvermeleri, söz konusu olan
düşünceleriniz arasında bize iyi fikirler verebilir.
Biz
nasıl, önceki yaşamlarımızın, kimbilir o zaman ki
bedenimize musallat olan pek çok kusurlarını, özürlerini
ve bizi çeşitli ıstırapları ile uzun yıllar huzursuzluk
içinde bırakan hastalıklarını, o bedenle birlikte mezra gömdük
ve şimdiki yaşamımızda o kusurların, özürlerin ve
hastalıkların hiçbir izini taşımayan sapasağlam ve zinde
yeni bir bedene sahip olduksa, tıpkı onun gibi bir önceki
yaşamımızdaki olayların bilgi ve duygularıyla ortaya çıkmış
o zamanki bağlı şuurumuzla ilgili izlerini taşıyan sinir
sistemimizi de bedenin tümüyle birlikte mezara gömmüştük.
Onlarla
ilgili genel ruh bilgisi hâlinde sürüp giden serbest şuur,
ruhumuzda ebedileşmiş olmakla birlikte; ruhun başka birçok
yüksek ve gizli melekeleri gibi bu genel şuurumuzu da tutsağı
olduğu yeni bir dünya bedeninde tezâhürü mümkün olmadığından,
ayrıca bunlar ancak ruhun bedenden az çok ayrıştığı
zamanlarda ortaya çıkabileceğinden, önceki yaşamlarla
ilgili hiçbir bilginin bu yaşamda olmaması doğaldır.
Bununla birlikte geçmiş yaşamlarda edinilen bilgiler, güçlü
ve belli belirsiz izlenimler ve hatta bildiğimiz / bilmediğimiz
bazı doğa yasalarına bağımlı olarak doğmuş ilkel
fikirler şeklinde bu yaşamda da ortaya çıkabilir. Bunlar
ruh-beden ilişkisinin gevşemesi yardımıyla bilimsel bir etüd
konusu olarak ele aldığı zaman, beşeri bilgiye ve
mukadderatıyla birçok gerçeklere ulaşma olanağı elde
edilebilir. Bunlardan ileri de uzun uzun söz edecek ve hatta
tekrardoğuş kavramının / olgusunun irdelenmesinden bunlar
da yardımcı
birer eleman olarak ele alınacaktır.
Bu
anımsamaları buradaki fikirlerimize zıt ve çelişkili bir
tezahür olarak karşılamamak gerekir. İleride bunları
incelemeye başladığımız zaman, bu anımsamaların da şimdi
söz konusu ettiğimiz kurallar ve yasalar kapsamında cereyan
ettiğini, buradaki fikirlerle zıddiyet değil; tam tersine,
onları destekleyici / tamamlayıcı bir örtüşme oluşturduğunu
kolayca anlayacağız.
Şu
halde, geçmiş yaşamları unutmak, yeni bir bedene bağlanmanın
doğurduğu son derece doğal bir sonuçtur. Bu, daha önce
bir çukura bırakmış olduğumuz yıpranmış ve ruhumuzun
etkinliklerinde kullanmalardan dolayı aşınmış bir bedenin
yanında, taze ve yeniden kullanılmaya hazır bakir durumu
kadar doğaldır. Bu konu üzerinde biraz düşünebilenler ve
bu gerçeklere az çok nüfuz edenler, sanki anlaşılması ya
da ortaya çıkması hiç de olacakmış gibi görünmeyen bir
kuruntu, saçma bir masalı hafife alanlara özgü bir eda ile
ve tutamakları olan temellerin çürüklüğünü fark
edemeyerek; “O halde neden geçmiş yaşamları
unutuyoruz?” gibi çocuksu bir soruyu sormakta ısrar
etmezler.
Kesinlikle Geçirilmiş ve İdrak
Edilmiş Bulunmalarına Karşın, Şuur Alanına Girmeyen ve
Yadsınan Bazı Olaylarla İlgili Örnekler
Çok
kez, gözünüzün önünde bir kimsenin bazen, geçirdiği ve
içinde yaşadığı olayı apaçık yadsıyıverdiğini görürsünüz
ve hatta onun bu yadsımasındaki samimiyete de inanırsınız.
Sizin hayret ettiğiniz bu yadsıma ona o kadar doğal gelir
ki, o da eğer farkına varırsa, sizin bu konudaki hayret ve
kuşkunuza şaşar. İşte aşağıya vereceğim örnekler bu
türden olaylarla ilgilidir.
Önce
kendi deneyimlerimden iki tanesini aktarayım:
1-Bayan “H.U.yi hipnoza almıştım.
Koluna bir iğne batırdım; süje hiçbir acı duymamakla
beraber, iğnenin nereye battığını sorduğum zaman, öteki
eliyle orasını doğru olarak gösterdi. Kendisini uyandırdım,
aradan bir süre geçtikten sonra yemeğe oturmuştuk. Çalışmaya
katılan asistanlar süjeden iğneyle ilgili bir şeyler söylemesini
bekliyorlardı. Oysa ki o, bundan hiç söz etmiyor ve böyle
bir şeyi düşünmüyordu bile. Yalnız, onun bir hareketi
dikkat çekiyordu. Bu da, ara sıra sağ elini, sol kolunun iğne
batırdığımız yerine götürmesiydi. Bunun nedenini sorduğumuzda,
o sadece “hiçbir
şey yok” demekle yetindi. Sonunda, asistanlardan
birisi dayanamadı ve hipnozdayken kocaman bir iğnenin,
koluna batırılarak bir dakika kadar orada tutulduğunu süjeye
söyledi. Fakat o, bu haber karşısında telaşa düşeceği
yerde istifini bile bozmadan, tam bir kayıtsızlıkla
dinledi; ne uyuduğunu ne de kendisine iğnenin batırıldığı
kabul etti.
2-Bay Nebi Han’ı hipnoza aldım
ve sol önkoluna oldukça uzun, kalın ve ucu da çok sivri
olmayan bir iğne batırmaya çalıştım, iğne zar zor süjenin
koluna girdi. Süjede his bir acı duygusu belirtisi görülmedi.
Sonra iğne çıkartıldı. Bir dizi deney daha yapıldıktan
sonra, süje hipnozdan çıkartıldı. Bu süje ne uyuduğunu,
ne de uykusunda yapmış olduğu şeyleri anımsadıktan ayrı
olarak; bu iğne batırma öyküsünden kuşkusu bile yoktu.
Yalnız uyanır uyanmaz hemen elini iğnenin battığı yere götürdü
ve yüzünde bir acı hissi görüldüğü halde, orasını
ovuşturmaya başladı. Bu işi birkaç kez yineledi. Sonunda,
hiç önem vermemesi gereken bir iş üzerinde sanki gereğinden
fazla duruyormuş duygusuna yeni insanlara özgü bir çekingenlikle
kolunu bırakıverdi.
Kendisine neden bu kadar, kolu
ile meşgul olduğunu sorduk. Kolunu yine ovuşturarak, “Hiiçç,
galiba bugün kolumu
eşek arısı soktu.” (2)
Orada bulunanları gülüşmelerine
ve koluna çalışma sırasında iğne batırıldığı söylenmesine
karşın, o hala bunu kabul etmiyor ve gündüzün arı sokmuş olması olasılığını savunuyordu. Aynı süje
başka bir zamanda yeniden hipnoza alındı ve önceki çalışmalarda
olup bitenler hakkında bilgisi soruldu. O uykusunda tüm olup
bitenlerle beraber, koluna iğne batırılışını da
kusursuz bir şekilde anlattı ve yerini gösterdi. Basit ama
yüzlerce kez yinelenmiş olan bu tür denemelerin çok öğretici
yanları bulunmaktadır. Demek ki hipnotik uykuda, süjenin
bedeninde yapılmış etkilerden haberi olmuyor ama ikinci kez
hipnoza alındığında, her şeyi tüm ayrıntısı ile
anlatabiliyor. Bu basit örnek konumuzun hiç olmazsa bir kısmıyla
ilgili bilinmezlere ışık tutabilir. Doğrusu bir dünyaya
gelişle, dünyaya gelmezden önceki ve dünyadan ayrıldıktan
sonraki iki spatyom hayatını, bu söz konusu ettiğim uyku
durumu ile aralarında bulunan uyanıklık durumu arasındaki
farka benzetebiliriz.
Spatyomdaki bir varlık, oraya
özgü daha kapsamlı, haber alma araçlarıyla çevresini ve
çevresiyle olan ilişkilerini daha iyi algılar. Bunu, yaklaşık
olarak hipnotik uykuda olan süjelerin durumuna
benzetebiliriz. Ruhlar dünyaya indikleri zaman
perispirilerini dünya maddelerinden kurmuş oldukları sıkıca
bağlarlar. Sinir sistemi henüz saf ve tertemizidir. Onda ne
bu yaşama ne de ruhun geçmiş yaşamlarıyla ilgili bir iz
vardır. Bunun doğal sonucu olarak hipnozdan çıkmış süjelerin
hipnotik uykudayken olup bitenlerden haberi olmaması gibi,
bunlarında bir önceki yaşamdaki olaylarla ilgili hiçbir
bilgileri olmaz. İnsanın bu bilgileri anımsaması; ya da
hipnotizma yoluyla ya da otomatik olarak ortaya çıkma şeklini
henüz kesin olarak bilmediğimiz bazı “yeniden
anımsama” durumlarında
olmasıdır. Fakat buna karşılık bu bilgiler; fikirlerden
ayrı bir takım içgüdüler, eğilimler, tutkular vb. şeklinde
kişinin etkin yaşamı üzerinde bazen pek güçlü etkiler
yaparlar. İşte dünyada genellikle dikkate değer sonuçlar
doğuran bazı eğilimleri, içtepileri, tutkuları ve
becerileri biz kısmen bu yolla açıklarız. Gene, ne kadar
ileride olursa olsun, her ruhun bir önceki yaşamıyla ilgili
kazanımlarının bu dünyadaki çevre ve terbiye koşullarına
bağlı olarak gelişebildiğini ve her ruhun bilgisiz bir çocukluk
dönemi geçirmesi gerektiğini de bu yoldan açıklarız.
3-Bir gün şöyle bir haber
duyarsınız: 18 yaşındaki biz kıza otomobil çarpmış, kız
kendini bir süre kaybetmiş, kendine geldikten sonra yaşamının
tüm aşamalarını unutmuş. Bu koskoca gence, yeni doğmuş
bebekler gibi, her şeyi yeniden öğretmeye başlamışlar ve
kızın yaşamı ancak yeni öğrenmekte olduğu şeylerle
yeniden başlamış…
Burada
“amnezi”
(bellek yitimi) durumu söz konusudur. Fakat günün birinde
ortaya çıkar çıkmaz, başka bir nedenle yeniden ruhsal bir
hâlet değişmesi olmuş bu kez; kazanın hemen ardından,
ikinci bir değimle zamanına kadar, öğrenilen şeylerin
hepsi unutulmuş. Fakat buna karşılık birinci kazadan önceki
zamanla ilgili olaylar yeniden canlanmış. Şimdi bu gencin
bir tek yaşamının üç değişik aşamasını inceledikten
sonra, arada unutulmuş kısmı içeren yaşam parçasını
tanımayacak mıyız? Bununla beraber, kızın bu yaşamı
vardır ve o, ikinci yaşamında kendi benliğini bilen bir şahsiyet
olarak yaşamıştır.
Verdiğimiz
bu örnek uydurma bir şey değildir. “Polinevrit”
lerden sonra görülen “Korsakoff
Sendromu” iyi bilinir ve yukarıda verdiğimiz örneği
de destekler. Burada hasta, rahatsızlığının başlangıcından
beri geçen olayları anımsamaz. Kendisinin nerede bulunduğunu
bir dakika önce kiminle konuştuğunu ve ne yaptığını
bilmez. Fakat rahatsızlanmadan önceki yaşamını iyi bir şekilde
anımsar. Rahatsızlığı boyunca görmüş olduğu kimseleri
unutur. Buna karşın, daha önce görüştüğü ve tanıştığı
insanları anımsar. Tüm bunlarla beraber hastanın akıl yürütmesi
yerindedir. Şimdi hastalığının başından başlayarak geçen
yaşamını unutuyor diye bu kimsenin yaşamakta olduğunu
kabul etmeyelim mi?
Kloroformlanmış bir ameliyat hastasının
uykusunda yapabildiği bazı işler olduğu gibi, kendisi üzerinde
yapılan birçok başka iş ve işlem de vardır. Konuşan, gülen
ve hatta şarkı söyleyen bu kimsenin, etleri (ve belki de
kemikleri) “kesilip biçilirken” hiç kuşkusuz, geçen
bir yaşamı vardır. Fakat ondan dolayı, bu alemde tezahür
edebilmemmiz, bu alemin meddeleriyle kendi ilişkilerimizi/etkileşimlerimizi
belirlememiz için, sinir sisteminin var olması ve işe yarar
durumda bulunması gerekir.