Varlıksal Eşitlik İlkesi’nin Günlük Yaşamdaki Görünümü:
Varlıksal İlke’nin günlük yaşamdaki en yaygın
şeklini insanların ırk, ulus, inanç ve cinsiyet bakımından
eşit oluşlarında, daha doğrusu böyle olmaya çalışmalarında
görüyoruz. Dünya beşeri yüzyıllardan beri (koskoca 6- 7 bin
yıllık bir devre bitti bitecek…) bu gibi eşitliklerin savaşını
veriyor, bu eşitlikleri kurumsallaştırmaya çalışıyor. İşte “İnsan
Hakları”nı esas alan, uluslar arası birlik
girişimleri:
İnsan haklarının kaynağı uluslar arası
toplumdur. Global değerlerin bir ifadesi olarak
BM’den
çıkmaktadır.
-
Medeni ve Siyasi Haklar konusunda
Uluslar arası Anlaşma
(MSHUA) -
Ekonomi, Sosyal ve Kültürel Haklar
konusunda Uluslar arası Anlaşma
(ESKHUA) - Irka
Dayalı Ayrımcılığın Kaldırılması Konusunda Uluslar arası
Anlaşma (IDAKUA) - Kadınlara
Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Konusunda Uluslar arası
Anlaşma (KKAKUA) - İşkenceye
Karşı Sözleşme (İKS) - Çocuk
hakları konusunda sözleşme
(ÇHS) -
İnsan Hakları konulu
BM Viyana Konferansı 1993 - İnsan Hakları Yüksek
Komiseri 1993
Cinsiyete,
ırka, toplumsal statüye vb. beşeri durumlara göre ayırım
yapılması ruhsal yasaları yeryüzünde uygulayamamak anlamına
gelir. Günümüzde bu gerçeği dünyasal yasaların ihlali
anlamında anlamış ve telaffuz ediyor olmamıza rağmen, yaygın
olarak uygulandığını söyleyemiyoruz; ama hiç olmazsa ilke
olarak genel anlamda benimsemiş durumdayız. Henüz idrakine
varamadığımız için, yaygın olarak yaşama geçemiyor ve insani
haksızlıklar devam ediyor. Çeşitli iniş ve çıkışlarla dolu yaşam sürecinde başarılı ve
başarısızlıkların değerlendirilmesi; ayrıca böyle bir kıyamet
yani uyanış ortamında insani değerlerin uygulamaya konması
örneğin,”varlıksal eşitlik”in ön planda
tutulmaya çalışılması, kişinin kendine güvenini oluşturan
temel öğeler arasındadır. O halde, demokrat olmanın ön koşulu
da; bireyin kendine güveninden önce, toplumda erdemlerin
yaygınlaşmış yani, vahşiliklerin/ilkelliklerin, kabalıkların,
kendini bilmezliklerin azalmış olması anlamına gelir. Kişinin
kendine güvenmesi ve başkalarına da güven duyması, insani
değerlerle ilgili ilkelerin uygulanabilmesi ki bunlardan biri,
konumuz olan “eşitlik ilkesi”dir ancak böyle bir
demokratik ortamda olasıdır.
Özellikle kendinden habersiz, sadece “bedensel ben
olarak yaşayan” bir kimsenin “kibir”e
oldukça yatkın olduğunu biliyoruz. Kibre karşı beşeriyetin tüm
dinsel ve inisiyatik öğretilerle uyarılması da ruhsal bir
gerçekliktir. Buna rağmen kibirlilik örneklerini ve bunun,
eşitlik ilkesini nasıl etkilediğini ya da başka beşeri
çiğliklere nasıl neden olduğunu günlük yaşamda zaman zaman
izlememek mümkün değil.
Kibir
ile onurun, hatta olgunluğun bir arada durmadığını hepimiz
biliriz. Kibrin yarattığı iktidar, dönüşüm/gelişim ancak kendi
içindir. Bu durumda olan birey, hemen hemen sürekli yeni yeni
sömürme biçimleri düşünmek, üretmek ve bununla başkalarını
tahakküm altına almak eğilimindedir. Bu bir türlü açlık ve
doymaz bir açgözlülüktür. Bazı bireylerde kibir ile
karşılaşmanın yol açtığı üzüntü, karşılıksız hizmet,
hoşgörü/anlayış sergileme arzusunu düşmanlığa çevirebilir.
Eğer bu çiğliğe muhatap olan da aynı beşeri zaaf içindeyse,
kibir sergileyen birey kadar kibre muhatap olan olarak “karşıtlık
ve düşmanlık” tan başka bir tavır üretemez.
Spiritüel
uygulamaların gezensel enerjilerle uyum içinde olmasının büyük
bir önem kazandığı günümüzde, karşılaştığımız her türden kaba
ve yanıltıcı olaya karşı kendi nazik, sevecen,dürüst ve doğru
yanıtlarımızı vermek, kritik sayıyı arttırmak ve evrensel
bilgi bankasına doğru enerjiler göndermek açısından çok
değerlidir.
İcaplar ortamındaki toplumsal yaşam, gerçek ve yapay
ihtiyaçlardan ürer ve her ihtiyaca da; üretim, iş, çalışma,
emek ve geçim bağlanır. Aklın da farklı alanlarda yetenek
göstermesi karşısında eşitsizlik, olanakların paylaşılmasına
dönüşür(12).
Görüldüğü gibi; Varlıksal Eşitlik İlkesi enkarne varlığın
özünde var ve o bu ilkeyi bilerek/bilmeyerek dışa vurmak
istiyor, hatta kendisi, kendinden habersizliğinden dolayı
eşitsizliklere neden oluyor olsa bile, bunun doğru olmadığını
vicdanen biliyor ama uygulama ile günlük yaşama geçiremiyor.
Ruhsal yolcular için sitede günlük yaşam pratiklerine
verdiğimiz önem ilke ve yasaların uygulanabilmesi ve bireysel
tekamülde hız kazanabilmek, yüksek farkındalık ve şuurlu yaşam
açısından hayli önem taşıyor.
Dünya
beşerinin ya doğasının gereği, ya da dünya tekâmül okulunun
öğretim şekli nedeniyle, genellikle bir şeyi önce tersinden
öğreniyoruz: Olması gerekeni ve makbul olanı öğrenip idrak
etmek için, önce olmaması gerekeni deneyimliyoruz.
Erdemlilik/bilgelikten önce erdemsizliği, ahlaklı olmaktan
önce ahlaksızlığı, dürüstlükten önce yalancılığı/riyakârlığı,
iffetlilikten önce iffetsizliği vb.
Özde
olan eşitlik ilkesini bedende tezahür ettirmek ne kadar zor…
İşte erdemi ortaya çıkarabilmek için önce eşitsizliği,
erdemsizliği her şekli ile deneyimliyoruz. Dünya tekâmül
okulunda herkes; çocuk, kadın, erkek, genç, ihtiyar bu okulun
sunduğu ve sadece birer araçtan ibaret olan içsel gelişim
olanaklarından “yararlanma konusunda” eşit haklara sahiptir.
Söz konusu gelişim olanaklarından yararlanmak da; içsel
gelişimle gelen liyakate, şurlanmış olmaya, şuurluluk düzeyine
ve farkındalığa bağlıdır.
İlahi
İrade Yasaları(Tanrı Yasaları)
(13),
hükmünü her varlık üzerinde eşit şekilde icra eder. Tanrı
önünde hiçbir varlığın, bir başkasına göre bir üstünlüğü
yoktur. Bu bakımdan, Tanrı hiç kimseyi; erdemli yaşamından
dolayı seçkin/imtiyazlı hale getirmediği gibi,
fiillerinin/yaşam şeklinin beşeri ölçülere göre “kötülüğünden”
dolayı da kimseyi kınamaz/cezalandırmaz. Tanrı
cezalandırmaz/zulmetmez ama varlık kendi fiillerinin
sonuçlarıyla karşılaşır ki, bu da O’nun Sebep-Sonuç yasasının
gereğidir(14).
Tanrı, insanı ne ödüllendirir ne de cezalandırır. Kişinin
başına gelen “iyi”, “kötü” her ne
ise; kendi elinin emeğinin (amelinin, fiillerinin)
karşılığıdır/sonucudur. Dolayısıyla, fiillerimizden kendi
kendimize karşı sorumluyuz.
Gelişim, değişim ve değer kazanma olgusu içinde; “merkez”e
yaklaştıkça, planla( “plane” ile) bütünleştikçe,
tezahür âleminin zahiri eşitsizliği kaybolur, eşitlik ve
“bir”lik bütünleşme anlamında daha çok idrak edilir.
Bütünselliğin bu idraki, tarih içinde bazı tasavvuf ulularınca
değişik şekillerde ifade edilmiştir. (Hallac-ı Mansur örneği
bunlardan sadece biridir…).
Varlıksal Eşitlik İlkesi merceği ile beşeri yaşama
baktığımızda, bir sürü yapay ve bencillikten kaynaklanan
eşitsizlik görüyoruz. Yukarıda birkaç paragraf önce de
bazılarına değindiğimiz bu eşitsizlik(ayrımcılık) tiplerini
şöylece toparlayabiliriz:
- Dünyasal/maddesel
birikime göre ayırım, - “Benim(Bizim) gibi
düşünmediği…” için ayırım, - Tipini
beğenmediğimiz, ya da egomuzu okşamadığı için ayırım, - Toplumsal
duruma(statüye) göre ayırım, - Makam ve iktidara
göre ayırım, - Sen-ben ayırımı,
cinsiyet ayırımı, - Dil, din, ırk,
inanç, parti, mezhep ayırımı…
Tüm
bunlar son derece yanlış ve beşeri bir idraksizlikten, dar
şuurluluktan kaynaklanan, bireye vebal yükleyici, karma
oluşturucu, olmaması gereken durumlardır.
Aslında gelişim; bu ayrımcılıktan ve beşeri değerlendirmelere
göre yapılan bölücülükten kurtulma ve her şeyin/herkesin
özündeki eşitliği ve “bir”liği görme cehtidir.
Ama biz, dünya beşerleri; cennetten kovulma öykümüzle başlayan
ıstırapla öğrenme sürecini deneyimlemeye devam ediyoruz. Ama
sonunda ilkeler ve yasalarla yaşamak gerekliliği gezegen
sakinleri tarafından da bir gün mutlaka idrak
edilecektir/edilmektedir. Yeni İnsanlık Dönemi tek tek bu
idrake ulaşmış bireylerden oluşuyor. Haksızlıklara dur demek
isteyen ve insanca davranışı yani erdemi ön plana alan her
birey bu oluşuma bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunuyor.
Gezegenimizin ve ülkemizin de son dönem içinde yaşadığı
baskılı olayların nedeni vicdanların uyanabilmesi için birer
uyaran niteliğinde…Politize ve ekonomize edilmiş eylemlerle
oluşturulmaya çalışılan “Yeni Dünya Düzeni” (Politize
edilmiş, Küreselleşme vb.) ile bizim burada anlatmaya
çalıştığımız yeni dünya anlayışı ile bir ilgisi yoktur, yanlış
anlaşılmasın…
Yeni
dünya düzeni olacaksa, ruhsallığı gelişmiş, gezegen
enerjilerini dürüstçe kullanan, ilke ve yasalara saygılı,
yüreğinde gerçek anlamda insan sevgisi yaşayan, kendini tanıma
konusunda çalışmalar yapan, kişiliğini bir zırh gibi kaplayan
örtüleri (15)
açmak için çaba harcayan, nazik ve kimseyi incitmeyen, iyi
niyetli kişiler tarafından oluşturulan bir ağ ile öncelikle
mantalde yani görünmeyende daire ya da zincir şeklinde
oluşacak, halkayı her tutmak isteyen ele de sevgiyle elini
uzatacaktır… |
DİPNOTLAR:
(12)
DEMOKRASİMİZLE
YÜZLEŞMEK(5. Basım, sayfa 64), Prof. E. Kongar. (13)
İLAHİ İRADE YASALARI: Hizmet ve Vazife, Yardımlaşma ve
Dayanışma, Fedakârlık, Sevgi, Çalışma, Tedric, Teksir,
Entropi, Sebep-Sonuç, Tekâmülün Devresel Oluşu. (14) “ALLAH zulmetmez” konulu ayetler. Kur’an: Nahl 118, Hud 101,
Gafir 31, Ali İmran 108, 117, Enfal 51, Fussilet 46.
(15)
Bunlara “ENKARNASYON ÖRTÜLERİ” de deniyor. Bunlar asıl kişilik
özelliklerimizdir; enkarne olacak varlığın, yaşam planına
göre sanki büründüğü kisvedir. Yaşam planı gereği, varlığın
dar ya da kapalı şuurla doğması da bir “örtü” olarak
alınabilir. Bunlar “asıl kişilik örtülerimiz” ya da
“enkarnasyon örtülerimiz”dir. Ancak, varlık; enkarne
olduktan sonra da “örtünmeyi” sürdürür. Bu enkarnasyon
sonrası “örtünme” beşeri koşullandırmalarla oluşan yapay
örtüler(bir bakıma da) “kabuklar”dır. Toplumsal
empozisyonlar ve maddenin cezp edici etkisiyle bu
yapay/sahte örtülerle zaman içinde özdeşleşiriz ki, bu
özdeşleşme içsel gelişim açısından hiç de iyi değildir. Söz
konusu yapay/sahte örtülerden(ya da kişilik özelliklerinden)
kurtularak, asıl kişilik özelliklerimizle yaşamak en makbul
durumdur. Bir bakıma, asıl şahsiyetimize kavuşmak, asıl
kişilik özelliklerimizi(asıl örtülerimizi) bedende tezahür
ettirmekle olası… Yapay/sahte örtülerle yaşamaya Sadıklar
Planı “şahsiyetsizlik” der(sayfalar:103+104). Ayrıca
“örtüler” konusuyla ilgili olarak Kur’an ayetleri de var:
Müdessir 73+74.
YARARLANILAN ESERLER:
- KUR’AN
- SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları. -
VARLIKSAL İLKELER
KİTAPÇIĞI, Ruh ve Madde Yayınları
-
DEMOKRASİMİZLE YÜZLEŞMEK, Prof. Emre KONGAR
- Cumhuriyet Gazetesi
-
Bursa Barosu Dergisi
- KENDİNİ TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları
|