Metafizik / New Age

VARLIKSAL İLKELER

WWW.ASTROSET.COM

İrade Uygunluğu İlkesi - 5

  Ruhun tanımından biliyoruz ki, Ruhun irade sahibi olması, üç belirgin niteliğinden biridir: Şuur, iktidar, irade…(16) İrade sahibi ve bu iradesini kullanma hakkına yaratılıştan sahiptir ruh varlığı. İrade özgürlüğü yanı sıra, seçme özgürlüğüne de sahip olduğu için, iradesini dilediği yönde kullanarak, evrensel hiyerarşideki yerine ve deneyim birikimine göre, dilediği şekilde tezahür eder.

  Ancak, burada unutmak gerekir ki; seçme özgürlüğü tezahür aleminde daha doğrusu, düalite ortamında vardır. Çünkü, sadece seçme ve irade özgürlüğü ilkeleri değil, öteki ilkeler de yaratılıştan itibaren VARLIK’ın özünde var ama bunlar tezahürattan sonra etkinlik kazanıyor. Başka türlü ifadesiyle, varlıksal ilkeler, dört kozmik enerjinin (ruh, hayat, zaman, fizik) bir araya gelmesinden oluşan varlık sistemlerinin ortaya çıkmasından (tezahür etmesinden) itibaren kendini gösteriyor / devreye giriyor.

  Bu açıdan, düalite ortamında bulunan bizler için seçme özgürlüğü hakkımızı kullanma şeklimiz ve irade beyanlarımız geleceğimiz ve gelişimimiz açısından çok çok önemlidir. İrade ve seçme özgürlüğümüz doğrultusunda yapacağımız talepler ve bu taleplere bağlı uygulamalar geleceğimizi hatta pozitif / negatif karmalarımızı oluşturmaktadır. Bu nedenle, olabildiğince içsel gelişimimiz ve Bütün’ün hayrına yapacağımız irade beyanlarımız makbul olmaktadır.

  Varlığın en büyük ve aşkın vazifesi, “yaradılış nuru”nu bir zaman-mekan boyutundan, başka bir zaman-mekan boyutuna, oradan da sonsuz uzaklıklardaki ışıklı ortamlara aktarmaktır. Esas ve müteal / aşkın görev bu olduğuna göre, tüm varlıksal iradeler bir hedefte birleşiyor, tüm varlıklar aynı vazifeyi yerine getirmeye çalışıyorlar demektir. O halde, esasta; iradelerin birbirini engellemeleri / çelmeleri bir yana, aksine iradelerin uygunluğu ve birbirini dengelemesi (hatta takviyesi) söz konusudur. Bu duruma göre, tüm varoluş; tek bir irade ile hareket eden sonsuz bir bütündür(varlıksal birlik). Aynı öze sahip varlıkların iradeleri de kusursuz bir uyum içinde, Bir ve Tek Olan Bütün’e hizmet eder durumdadır.

  Varlığın İradesi Kendindendir
 
Varlığın iradesi kendindendir, yani varlık öz yapısında sadece iradeye değil, onu dilediği şekilde kullanma özgürlüğüne de sahiptir. Ruhun tanımında da geçtiği gibi, “ruh varlığı uyum sağladığı ortamları / alemlerin yasalarına ve icaplarına zaman-mekan koşullarına uyarak” evrensel işlevlerin iradesi doğrultusunda ama kuşkusuz, İlahi İrade Yasaları çerçevesinde kullanır. Böylece varlık; seçtiği kozmik yönde ilerlerken, farklı zaman-mekan yoğunluklarını deneyimler. Farklı zaman-mekan yoğunlukları varlığa farklı deneyimler edinme olanağı sağlar. Bu durum, tersiyle de doğrudur: Yani, farklı zaman – mekan ortamları varlığın değişik irade beyanlarına neden olur.

  Bu nedenle, varlıkların iradeleri, içinde bulundukları zaman – mekan koşullarına bağlı olarak farklı farklıdır. Bununla birlikte, zahiri olan bu farklılık; aslında, sadece tezahür sürecine değil, aynı zamanda tekamül sürecine de katkıda bulunmanın gereğidir. Çünkü biliyoruz ki, yaratılmış olan her şey (tüm varlıklar) birbirinin tekamülüne hizmet için, yani onun iyiliği için (Yüce Hayr’a hizmet için) vardır.(17) İşte bu farklılık, tezahürdeki hiyerarşiyi oluşturur. Bu hiyerarşik yapılanma içinde; “yukarı”da olan, “aşağıdakinin” görüp gözeticisi ve rehberidir. Görünüşte olan bu farklılık, aynı zamanda epröv çeşitliliğinin ve çokluğunun nedenidir ki, bu da varlığın tekamülü için gerekli ve yararlı bir gelişim olanağıdır. Çünkü, bu sayede varlık, değişik eprövler içinde, değişik haletler deneyimleyerek içsel gelişim ihtiyaçlarını giderme ve hatalarını telafi etme fırsatını yakalar.(18)

  Varlık, içinde bulunduğu yoğunluk ortamında söz konusu gelişim fırsatlarını (ki bunların Kur’an’daki karşılığı “nimetler”dir. Varlık ALLAH’ın bu nimetlerini) içsel gelişim yönünde değerlendirebildiği oranda, iradesini geliştirir, iradesinin tesirlilik gücünü artırır. Bu cümleden olmak üzere, kendisini nefsinin zulmünden, sahte benliklerinin esaretinden kurtarabilmiş, farkındalığı yakalayarak dualitenin illüzyonundan kurtulabilmiş bir kimsenin doğal olarak sahip olduğu gelişmiş / güçlü bir iradenin bedenli yaşam içindeki önemi çok büyüktür. Böyle bir varlık kuantum kuramına göre de, yaptığı güçlü ve adil zihinsel yayınlarla da çevresine görünende ve görünmeyende sürekli destek verir, doğrunun ve adaletin yaygınlaşmasına katılımcı evren anlayışına göre katkıda bulunur.

Varlıksal Yapımız Merkezler

  İrade, ona bağlı olarak da şuur hatta imajinasyon yeterince güçlü olmadığı zaman yani enkarne varlığın içinde bulunduğu mekanda olması gerektiği kadar olmadığı zaman, varlıksal yapımızın bir kısmını oluşturan alt merkezler başıboş kalır. Alt merkezlerin başı  boşluğu, beden tarafından yönetiliyor olmanın başka türlü ifadesidir.

  Esasen, iradesini ve buna bağlı olarak şurunu ve imajinasyonunu geliştirmek ruh varlığının evrensel uğraşıdır. Sonsuz sayıdaki maddesel alemlerde ruh varlığı; iradesini imajinasyonunu geliştirmeye, şuur kapasitesini de artırmaya çalışır. Bedenli haldeyken de varlık bu cehti sergileyebildiği oranda yaşam planını başarıyla uygulama şansını yakalayabilir. Bedenli varlığın, “ara plan(19) olma işlevini de başarması irade ve şuur gelişmişliğine(20) bağlıdır. Bedenli varlık ancak bu şekilde işlevini yani bedenlenmenin gereğini eksiksiz yerine getirerek, mensubu olduğu planın amacına (İlahi Murad’a) hizmet eder.

  İşte, iradelerinin gelişmişliğine göre, hiyerarşik bir yapılanma içinde bulunan varlıklar, kozmik kürede (tezahürat aleminde) bulundukları  yere göre de bir iradeye sahiptirler: Merkeze daha yakın olan varlıkların iradeleri, elbetteki, merkezden uzak olanlara oranla daha güçlü ve geniş kapsamlı olacaktır. Tekamülde esas olan da, bu iradeyi (yüksek benin iradesini) bedensel bende tezahür ettirmektir. Bu da, kendini tanıma cehti çerçevesinde bedensel benin arındırılması, saflaştırılması, “kalbin temizlenmesi”yle olasıdır.(21)

  Tüm varlıklar özlerinde aynı temel varlıksal ilkeleri taşıdıkları için, söz konusu zahiri irade farklılığı, dengesizlik ve uyumsuzluk kaynağı oluşturmaz. Çünkü;  varlıksal iradeler birbirinden ve “Bütün”den ayrı ve bağımsız değildirler. Ayrıca, Bir ve Tek Olan Bütünsel’in kapsamlı irade şemsiyesi altında, sadece O’na hizmet etmekle kalmazlar, aynı zamanda da gelişimlerini sürdürürler. Bu yolla, içsel gelişimin gereği olan ruhsal yasaları; sevgi, merhamet, şefkat, hoşgörü, vericilik ve fedakarlık erdemlerini ve maddeye hakimiyeti de bedende tezahür ettirirler.

  Her varlık Bütün’ün içerisinde, üzerine düşen hizmet(22) ve vazifeyi bu şekilde yerine getirir.  Bu şekilde, tezahürün / yaratılışın sürekliliği sağlanmış / gerçekleşmiş olur. Plansal düzeyde ise, irade benzerliğiyle bir araya gelmiş olan varlıklar, kendi aralarındaki yani, plansal düzeydeki bu kusursuz ilişki ve iletişimle, planın İlahi Muradı’na hizmetlerini ve kendi gelişimlerini yerine getirirler. Kuşkusuz, bu hizmette, varlık şuurlu olabildiği oranda gelişim hızlarının ivmesini de artırır. Böyle bir gelişim süreci içinde, görünürdeki zahiri zıtlıklara rağmen aslında farklı iradeler birbirlerine şuurlanma açısından yardım eder.

  Buradaki ‘farklılık’, bize göre yani, içinde bulunduğumuz realiteye göre zıtlık ve kötülük şeklinde, zihinsel ve bedensel konforumuzu bozacak şekilde de tezahür edebilir. Ama sonuçta her şey gelişim ve eğişim içindir.’Kötülük’ dediğimiz şey de, ıstıraplı durumlarda bizim hayrımızadır. Esasen ıstıraplarımızın yaratıcısının da  kendimiz olduğunu zaman zaman anımsamakta yarar var. Kimse kimseye gerçek anlamda kötülük yapamaz, esasen ‘kötülük’(23) diye bir şey de yok… Birisinin bize kötülük diye yaptığı şey, bizim gelişimimize, sabır ve tahammül gücümüzün artmasına katkıdan başka bir şey değildir.  

  Tezahürat ortamında farklı iradelere sahip olan bizler, söz konusu zahiri irade farklılığından dolayı, birbirimizin şuurlanmasına bilmeden katkıda bulunuruz. Bu bakımdan, “Varlık varlığın gelişim aracıdır.” denmiştir. Yaratılmış olan her şey birbirini geliştirmek, evrensel tekamül olgusuna katkıda bulunmak için vardır. Böyle bir etkileşim içinde varlıklar, hem kendi içerikleri hakkında, hem de öteki varlıkların ve bulundukları ortamın içeriği hakkında bilgi sahibi olurlar ki buna, alanın bilgisine sahib olmak(24) da denir.

  Bu küresel ve bütünsel etkileşim içinde, tüm olup biten, Bir ve Tek Olan Bütün’e, O’nun iradesine (İlahi Murad’a) hizmettir. Başka bir deyişle, tüm iradeler, hangi görünümde olursa olsun; “Merkez”in iradesine(25) hizmetten başka bir şey yapamazlar. Dolayısıyla, varlıksal ilke olarak; söz konusu olan, irade uygunluğudur.

  İradeler Birbirinin Denge Unsurudur
 
Varlıksal iradeler, sadece birbirine (esasta) uygun olmakla kalamayıp, aynı zamanda, birbiri için denge unsurudur. Şöyle ki;

*Kozmik vazife, Bir ve Tek Olan Bütünsel’e hizmet gerçekleştirilirken, bir varlığın yapamadığı ya da  yarım bıraktığı iş aksamaz ve başka bir varlık tarafından tamamlanır. Dolayısıyla, Yukarı’nın işi hiçbir zaman hiçbir şekilde aksamaz.

*Bir varlığın yarattığı negatif bir etki, olmaması gereken bir eylem, başka bir varlığın yarattığı pozitif etki ile dengelenir. Dolayısıyla, bütünsel dengeyi korumak için; bir iradenin arkasında, sürekli olarak ve yedek başka iradeler vardır. Bu nedenle, İlahi İrade’nin / vazifenin aksaması asla söz konusu değildir. Bundan dolayı tüm tezahürat denge halindedir ki bu evrensel dengenin ezoterik adı ‘yin-yang(26) dengesidir.

  Yukarıdan beri irdelemeye çalıştığımız ‘irade farklılığı’, varlığın ‘vazife yapma hakkı’yla da yakından ilgilidir: Bir plansal yapı içinde, her varlığın vazife yapama hakkı vardır. Çünkü varlık, vazife yaparak planına hizmet ederek gelişmek üzere, bir mekanda tezahür eder. Varlıklar, kendi seçme özgürlükleri doğrultusunda vazifenin, İlahi Murad’ın gerçekleştirilmesinin değişik veçhelerine(27) talip olduklarından, iradeler arasında farklılık olması doğaldır. Başka bir deyişle varlık, vazife yapma hakkını, kendi özgür iradesi yönünde (elbetteki kendi gelişim düzeyine en uygun şekilde) kullanabilir. İşte bundan dolayı da, irade ve hiyerarşideki ye farklılığı ortaya çıkar ki, bu farklılık, vazife yapma hakkının  kullanım şeklinden ötürüdür.

A ş a m a l a r :

  Varlık, ‘vazife yapma hakkı’nı kullanırken, içinden geçtiği sürecin aşamaları;

vazifeyi istemek (talip olmak) >> vazifeyi almak >> engellere karşı koymak >> vazifeyi yerine getirmektir.

  Varlık vazife hakkını bu aşamaları izleyerek kullanırken, bir bakıma kendi üslubuna göre tezahür sürecine katılmış olmaktadır. Bunun nedeninin, seçme özgürlü ve iradesine göre vazife yapma hakkını kullanmasından kaynaklandığını daha önce de belirtmiştik. Esasen, görünüşteki zahiri farklılığın bir nedeni de budur : Varlığın, seçme ve irade özgürlüğünden dolayı, tezahür sürecine kendi realitesine dolayısıyla kendi üslubuna göre katılır…

<< Önceki Bölüm

Sonraki Bölüm >>


DİPNOTLAR

(16) RUHUN TANIMI: İrade ve iktidarı sayesinde uyum sağladığı alemlerin yasalarına ve icaplarına uyarak; bilgi ve uygulama için, her istediği zaman plan düzenleyerek bedenlenen maksatlı ve müessiriyet sahibi, şuurlu bir varlıktır.

(17) YÜCE İYİLİK”: Daha çok din felsefesinde ilahiyatçı filozoflar tarafından kullanılan bu kavramın din felsefesindeki karşılığı
“Hayr-ı Ala”dır. “Allah Rızası” de demek olan “Hayr-ı Ala”, “Size güzel ahlakı öğretmeye geldim!.” Diyen Hz.Muhammed’in bu özdeyişinde anlamını bulan kavramdır. Bu ifadede “güzel ahlak”tan maksat, tamamen pozitif değerler yüklü astral klişelerin oluşturulması; başka türlü ifadesiyle “pozitif yayın odağı haline gelmek”tir. Pozitif düşünce ve eyelem üretmenin ölçüsü; digerkamlık dediğimiz elcilik şeklindeki bir düşünce, sevgiyle ve hiçbir çıkar hesabı yapmaksızın, sadece Yüce İyilik (yani, Allah Rızası) için yapılan işlemdir / uygulamalar bütünüdür.
İlk Çağ düşünürlerinden Plotinos’da “Yüce İyilik” anlayışı: Plotinos’a göre; ışık güneşten, sıcaklık ateşten, sonuç aksiyondan çıktığı gibi evren de Mutlak’tan gelir ve tanrı “Yüce İyilik”tir. Her şeyin, ekendisinden türemiş olduğu yaratıcı ilkedir o. O, aynı zamanda en yüksek en iyi olan ce “salt iyi”dir. Plotinos, bir yerde “güzel” kavramını da “Yüce İyilik” ile ilişkilendirilmiştir. Şöyleki; ona göre beden ruhun sayesinde “güzel” olur. Ruhumuzda akıl sayesinde “güzel”dir. Akıl ise güzelliğin kendisidir ve bunun üstünde “Hayr”(Hayrı-ı Ala) vardır.”Güzel” bize, kendisine karşı bir tutkunluk duygusu verir ve aklı “Hayr” a  götürür.(Kaynak: Filozoflar Ansiklopedisi, Cemil Sena, sayfalar- 626, 627)
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, her şey birbirine oranla az ya da çok güzeldir. Fakat herhalde güzeldir. Çirkin, güzelliğin azlığı demektir. Tıpkı şer, “Hayr”ın azlığı olduğu gibi. Ruh, güzel arayıcılığı ile daha yüksek ve yüce olan “Hayr” ı  (Mutlak Bir’i) araştırır. Yine Plotinos’a göre arzu ettiğimiz şeyler gerçek arzularımızın bir aracısıdır. Arzu ettiğimiz şey değil, o şeyde parlayan “Mutlak Güzellik”in cilvesi ve onun amacı olan “Hayr” a kavuşmaktır. Evrende var olan her şee bir çekim, ısı ve ışın veren “Hayr” dır. İşte bundan dolayı, sanatçının ülküsü “Hayr” a olan bağlılığı dolayısıyla, yetkin güzelliği temsil etmekten ibarettir.
17.ci Y.Y. düşünürlerinden Spinoza’ya göre en Yüce Hayr ise, Tanrı’ya karşı beslenen zihinsel sevgidir.(Kaynak: Felsefe Tarihi, Macit Gökberg, sayfalar-270, 271)

“İYİLİK” ve iyilik yapmak üzerine özdeyişler:

*”Başkasına gelen iyilik, bize de iyiliktir; başkasına gelen kötülük, bize de kötülüktür.”-ATATÜRK,1930

*”Sizin gerçek değeriniz, kendi cinsinize karşı beslediğiniz duygularla, davranışlarınızla ve onlara yapacağınız yardımlarla iyiliklerle ölçülür.”-EINSTEIN

*”Kötülük etmek kolaydır ve bunun bin türlüsü vardır; ama hüner, iyilik edebilmenin yolunu bulmadadır.”-B.PASCAL (Fr.Filozof)

*”İyiliğe iyilik, her kişinin işidir; kötülüğe iyilik ise er kişinin işidir.”-AZARİ ATALAR SÖZÜ

(18) EPRÖV ve HALET konularında güzel deyişler :

*”Herkese gelmez bela, erbab-ı istidat arar.” Ergün Arıkdal

*”Silkelenin, silkelenmenize izin verin.” –RUHSAL TEBLİĞ İFADESİ

*”Altın, ateş ile; kadın, altın ile; erkek, kadın ile sınanır.”-AMERİKAN  ATASÖZÜ

*”Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz.”-EMERSON

(19) ARA  PLAN: İki yoğunluk ortamı arası ‘ara plan’dır. Buna, “Bir plandaki iki katmanın birbirine girişim bölgesidir (birbirinin içine girdikleri kısımdır” da diyebiliriz). Bir nehir üzerindeki köprü nehrin iki yakasını nasıl birbirine bağlarsa,bir ‘ara plan’ da, bir ruhsal planın iki katmanı arasında sanki bir köprü oluşturur. İşte varlığın evrensel vazifelerinden biri de “köprü olmak”tır. Bu onun iki yoğunluk ortamı arasında “ara plan işlevi”nde bulunma vazifesidir. Elbette ki, “iyi bir köprü” olmak şuurlanmaya bağlıdır. Aynı esastan hareketle de diyebiliriz ki, enkarne bir varlık içinde enkarne durumunda bulunduğu fizik plan ile, bağlı olduğu ruhsal plan arasında bir ara plan konumunda ve işlevindedir.

(20) ŞUUR :  Şuurluluk kendinin farkında olmaktır. Varlık ne kadar kendinin farkında ise, o kadar şuurlu demektir. Görüldüğü gibi, şuurluluk ile farkındalık doğru orantılı. O halde, farkındalıksızlıktan farkındalığa doğru değişim kaydetmek şuurlanmak, şuurda uyanmak demektir. Bu duruma göre, otomatik yaşamak şuurlanmanın önündeki en büyük engeldir. Bedensel bende vicdan, şuurun duygu merkezine(bkz. varlıksal yapımızla ilgili şema)indirilmiş halidir. Bu durumda “şuurluluk”, enkarne varlığın sahib olduğu bilgiyi gerektiği anda ve durumda ortaya çıkarabilmes(yani, vicdan kanalının açık olmas) demektir. Üstün bir şuur ile birlikteliğin tek yolu vicdanlı harekettir. Kapanmış şuurlara ışık tutmak şuurlu varlıkların görevidir. Ruha sonsuz yolculuğunda eşlik eden biricik yükü, sayısız bedenli yaşamları boyunca sergilediği idraklenme cehtiyle oluşturduğu şuur birikimidir. Varlık, şuur kapasitesi oranında, gelişim olanaklarından (“nimetler”den) yararlanır. Varlıklar küresel bir şuur bütünlüğü içinde tekamül ederlerken, şuurlarının dibi görünmez enginlikleri içinde, özlerindeki bilginin uygulamasını yapmaya çalışırlar.

(21) KALP TEMİZLİĞİ: Sufizm’de “ALLAH’ın beşere nazar yeri” olarak ifade edilen kalbin temizliği, onun isteklerden / arzulardan arındırılmasıyla olasıdır. O zaman kalp “Beytullah”tır(ALLAH’ın evi).Kalbi bu hale getirmek, ALLAH’ın zatını kalpte tecelli ettirmekle ve kalbin, ALLAH’ın nuruyla aydınlanması ile  özdeş bir durum olarak ifade eden  Sufiyun bazen selamlaşırken, “Kalbin, ALLAH’ın ilhamına konak olsun…” temennisinde de bulunur. “Gerçek zenginlik gönül zenginliğidir.” Atalar sözünde anlamını bulan bu durum aslında bildiğimiz kalp çakrasının temizliğinden ve açık olmasından başka bir şey değildir.Kalp çakrasının temizliği ve açıklığı Kur’an’da “selim kalp” olarak geçer. “Selim kalp”, hastalıklardan / marazlardan (Bakara-10) arındırılmış ve ”teslim olmuş(başka türlü ifadesiyle, “gönül” haline gelmi)  kalptir. Bunun tersi  durumda olan kalp ise yine Kur’an’daki ifadesiyle “kalp körlüğü” ifadesinde anlamını bulan; kalbin kilitli olması, paslanması, perdelenmesi, hatta mühürlenmesi şeklinde ifade edilmiştir.

(22) HİZMET / VAZİFE: Vicdan ve vazife realiteleri arasında sıkı ilişki var. Çünkü,” vazife realitesi, vicdan realitesi olmadan tahakkuk edemez.” (Sadıklar Planı Teb.) Vicdan  realitesinin reaksiyonu vazifedir. Bu nedenle İllahi Murad’a yönelik vazifelerimizi daha iyi yapabilmek yani, daha işe yarar kullar olabilmek için vicdan kanalımızın olabildiğince açık olması gerek. Bu durumlarla bağlantılı olarak, vicdanı tezahür ettirmede başarı, vazife hissiyatının ve sezgisinin de güçlenmesini beraberinde getirir. Bu ise, yaşam planının başarılması demektir.Tüm varlıklar, tezahüratın tüm birimleri birbirinin yükselişinde rol oynar ama ruhların yükselişinde şuurlu olarak rol oynayan”vazifeliler”kapanmış şuurlara ışık tutmak için tekrar tekrar enkarne olurlar.   Varlığın, genel anlamda olmak üzere, vazifesi Yukarı’yadır. Varlık, ne yaparsa yapsın, İlahi Murad’a hizmetten başka bir şey yapamaz. Beşeri yaşam kastedilerek, “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” Denmiştir. Evet, halka hizmet ama Yukarı’dan dolayı halka hizmet ve vazife daha makbuldur. Bu şekilde hizmet, “Beşeriyetle ideal ilşki…” demektir.”Yukarı’da ALLAH ile beraber, aşağıda da halk ile beraber olmak” önemli. Hizmet / vazife öncelikle Yukarı’yadır ve Yukarı’dan dolayı insanlaradır. Bu nedenle, “Halka hizmet  ederim, Yaradan’dan dolayı.” İfadesi daha doğru olsa gerek.

(23) KÖTÜLÜK: Sınavda kopya çekmeye çalışan tembel öğrencinin bu eylemini öğretmeni engellemeye çalışması, öğretmen açısından(görevini yaptığı ve haksız /sahte bir başarıyı önlemeye çalışması bakımında) iyi ve gerekli ama tembel öğrenci açısından fena / kötü bir şeydir. Bunun içindir ki, başımıza gelmiş gibi görünen fenalık, ona müstahak olan hak eden ya da onu gerektiren kendi doğamızdan çıkmaktadır. Bu nedenle, gerçekten neyin bizim için kötülük, ve neyin iyilik olduğunu bilemeyiz. İşte bu nedenle, belli bir amelin (işin / eylemin) iyi ya da kötü olduğunu takdir etmek ALLAH’a aittir.

 (24) Bu durum ‘KENDİNİ TANIMA REHBERİ’(Akaşa Yayınları) adlı eserde ‘roller’ olarak ifade edilmiştir : Mücadeleci, lider, araştırmacı, maddesel hizmetkar, bilge, sanatçı, manevi hizmetkar olarak adlandırılan ‘roller’, enkarne varlıkların yaşam boyu değişmeyen vazife örtüleridir.Bu ‘örtüler’e yaşamlar boyu bürünerek, planlarımıza karşı vazifemizi /vazifelerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz.(Daha ayrıntılı bilgi için bkz. belirtilen kaynak eser.)

(25) “MERKEZ’in İRADESİ” =  İlahi Murad

(26) YİN-YANG: Evrenleri kapsayan denge halindeki kutuplaşmanın simgesidir. Bu kutuplaşma / polarizasyon tezahüratın tüm birimlerinde olduğu gibi, enkarne varlıkta da vardır. Özellikle idraklenme cehti içinde olmayan ve büyük ölçüde bedensel ben olarak yaşayan bireyler bünyelerinde yin-yang (eril-dişil) dengeyi kavramamış olduklarından içsel dengesizlik halindedirler. Bir de buna duyguların kontrolsuzluğu eklenirse, ortaya çıkan beşer tipi; kendinden habersiz, nefsinin güdümünde ve içsel dengesizlikler içinde bir “Adem”den başkası değildir. Esas olan ve makbul olan, erkek bedende isek, bünyemizdeki dişil ilkeyi erilin düzeyine; dişi bedende isek, bünyedeki eril ilkeyi dişilin düzeyine çıkartmaktır. İSA Peygamber’in, “Erkekler erkekleşmesin, kadınlar kadınlaşmasın!” ve “Kadınlar erkekleşmedikçe, melekuta giremeyecektir.!” uyarılarında da aynı temanın işlendiğini sanıyoruz.

(27) İlahi Murad’ın değişik veçhelerinin gerçekleşmesini “ROLLER” ile sağlıyoruz: Her yaşamda (ve yaşamlar boyu) tek gerçek kişilik özelliği “ROL”dur ki bu da vazifedir. Bu nedenle, rollere  vazife örtüsü de denir. Vazife örtüleri olan roller şunlardır: MÜCADELECİ, LİDER, ARAŞTIRMACI, MADDESEL HİZMETKAR, BİLGE, SANATÇI, MANEVİ HİZMETKAR.(Ayrıntılı bilgi için bkz. KENDİNİ TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları) Varlıklar rollerini değişik kişilik özellikleriyle oynar. Bu nedenle rol,yaşamlar boyu değişmez değişmez ama kişilik özellikleri değişir. Başka bir ifadeyle, aynı rol, bir devre boyunca değişik / çeşitli kişilik özellikleriyle deneyimlenir.

 

© Astroset 2004-2010