Ruhun tanımından biliyoruz ki, Ruhun
irade sahibi olması, üç belirgin niteliğinden biridir: Şuur,
iktidar, irade…(16) İrade sahibi
ve bu iradesini kullanma hakkına yaratılıştan sahiptir ruh
varlığı. İrade özgürlüğü yanı sıra, seçme özgürlüğüne de sahip
olduğu için, iradesini dilediği yönde kullanarak, evrensel
hiyerarşideki yerine ve deneyim birikimine göre, dilediği
şekilde tezahür eder.
Ancak, burada
unutmak gerekir ki; seçme özgürlüğü tezahür aleminde daha
doğrusu, düalite ortamında vardır. Çünkü, sadece seçme ve
irade özgürlüğü ilkeleri değil, öteki ilkeler de yaratılıştan
itibaren VARLIK’ın özünde var ama bunlar tezahürattan sonra
etkinlik kazanıyor. Başka türlü ifadesiyle, varlıksal ilkeler,
dört kozmik enerjinin (ruh, hayat, zaman, fizik) bir araya
gelmesinden oluşan varlık sistemlerinin ortaya çıkmasından
(tezahür etmesinden) itibaren kendini gösteriyor / devreye
giriyor.
Bu açıdan,
düalite ortamında bulunan bizler için seçme özgürlüğü
hakkımızı kullanma şeklimiz ve irade beyanlarımız geleceğimiz
ve gelişimimiz açısından çok çok önemlidir. İrade ve seçme
özgürlüğümüz doğrultusunda yapacağımız talepler ve bu
taleplere bağlı uygulamalar geleceğimizi hatta pozitif /
negatif karmalarımızı oluşturmaktadır. Bu nedenle,
olabildiğince içsel gelişimimiz ve Bütün’ün hayrına
yapacağımız irade beyanlarımız makbul olmaktadır.
Varlığın en büyük ve aşkın vazifesi, “yaradılış nuru”nu bir
zaman-mekan boyutundan, başka bir zaman-mekan boyutuna, oradan
da sonsuz uzaklıklardaki ışıklı ortamlara aktarmaktır. Esas ve müteal / aşkın görev bu olduğuna göre, tüm varlıksal
iradeler bir hedefte birleşiyor, tüm varlıklar aynı vazifeyi
yerine getirmeye çalışıyorlar demektir. O halde, esasta;
iradelerin birbirini engellemeleri / çelmeleri bir yana,
aksine iradelerin uygunluğu ve birbirini dengelemesi (hatta
takviyesi) söz konusudur. Bu duruma göre, tüm varoluş; tek bir
irade ile hareket eden sonsuz bir bütündür(varlıksal birlik).
Aynı öze sahip varlıkların iradeleri de kusursuz bir uyum
içinde, Bir ve Tek Olan Bütün’e hizmet eder durumdadır.
Varlığın İradesi Kendindendir
Varlığın iradesi kendindendir, yani
varlık öz yapısında sadece iradeye değil, onu dilediği şekilde
kullanma özgürlüğüne de sahiptir. Ruhun tanımında da geçtiği
gibi, “ruh varlığı uyum sağladığı ortamları / alemlerin
yasalarına ve icaplarına zaman-mekan koşullarına uyarak”
evrensel işlevlerin iradesi doğrultusunda ama kuşkusuz, İlahi
İrade Yasaları çerçevesinde kullanır. Böylece varlık; seçtiği
kozmik yönde ilerlerken, farklı zaman-mekan yoğunluklarını
deneyimler. Farklı zaman-mekan yoğunlukları varlığa farklı
deneyimler edinme olanağı sağlar. Bu durum, tersiyle de
doğrudur: Yani, farklı zaman – mekan ortamları varlığın
değişik irade beyanlarına neden olur.
Bu nedenle,
varlıkların iradeleri, içinde bulundukları zaman – mekan
koşullarına bağlı olarak farklı farklıdır. Bununla birlikte,
zahiri olan bu farklılık; aslında, sadece tezahür sürecine
değil, aynı zamanda tekamül sürecine de katkıda bulunmanın
gereğidir. Çünkü biliyoruz ki, yaratılmış olan her şey (tüm
varlıklar) birbirinin tekamülüne hizmet için, yani onun
iyiliği için (Yüce Hayr’a hizmet için) vardır.(17)
İşte bu farklılık, tezahürdeki hiyerarşiyi oluşturur. Bu
hiyerarşik yapılanma içinde; “yukarı”da olan, “aşağıdakinin”
görüp gözeticisi ve rehberidir. Görünüşte olan bu farklılık,
aynı zamanda epröv çeşitliliğinin ve çokluğunun nedenidir ki,
bu da varlığın tekamülü için gerekli ve yararlı bir gelişim
olanağıdır. Çünkü, bu sayede varlık, değişik eprövler içinde,
değişik haletler deneyimleyerek içsel gelişim ihtiyaçlarını
giderme ve hatalarını telafi etme fırsatını yakalar.(18)
Varlık, içinde bulunduğu yoğunluk
ortamında söz konusu gelişim fırsatlarını (ki bunların
Kur’an’daki karşılığı “nimetler”dir. Varlık ALLAH’ın bu
nimetlerini) içsel gelişim yönünde değerlendirebildiği
oranda, iradesini geliştirir, iradesinin tesirlilik gücünü
artırır. Bu cümleden olmak üzere, kendisini nefsinin
zulmünden, sahte benliklerinin esaretinden kurtarabilmiş,
farkındalığı yakalayarak dualitenin illüzyonundan
kurtulabilmiş bir kimsenin doğal olarak sahip olduğu gelişmiş
/ güçlü bir iradenin bedenli yaşam içindeki önemi çok
büyüktür. Böyle bir varlık kuantum kuramına göre de, yaptığı
güçlü ve adil zihinsel yayınlarla da çevresine görünende ve
görünmeyende sürekli destek verir, doğrunun ve adaletin
yaygınlaşmasına katılımcı evren anlayışına göre katkıda
bulunur.
Varlıksal Yapımız Merkezler
İrade, ona bağlı olarak da şuur
hatta imajinasyon yeterince güçlü olmadığı zaman yani enkarne
varlığın içinde bulunduğu mekanda olması gerektiği kadar
olmadığı zaman, varlıksal yapımızın bir kısmını oluşturan alt
merkezler başıboş kalır. Alt merkezlerin başı boşluğu, beden
tarafından yönetiliyor olmanın başka türlü ifadesidir.
Esasen, iradesini
ve buna bağlı olarak şurunu ve imajinasyonunu geliştirmek ruh
varlığının evrensel uğraşıdır. Sonsuz sayıdaki maddesel
alemlerde ruh varlığı; iradesini imajinasyonunu geliştirmeye,
şuur kapasitesini de artırmaya çalışır. Bedenli haldeyken de
varlık bu cehti sergileyebildiği oranda yaşam planını
başarıyla uygulama şansını yakalayabilir. Bedenli varlığın, “ara
plan”(19)
olma işlevini de başarması irade ve şuur gelişmişliğine(20)
bağlıdır. Bedenli varlık ancak bu şekilde işlevini yani
bedenlenmenin gereğini eksiksiz yerine getirerek, mensubu
olduğu planın amacına (İlahi Murad’a) hizmet eder.
İşte, iradelerinin
gelişmişliğine göre, hiyerarşik bir yapılanma içinde bulunan
varlıklar, kozmik kürede (tezahürat aleminde) bulundukları
yere göre de bir iradeye sahiptirler: Merkeze daha yakın olan
varlıkların iradeleri, elbetteki, merkezden uzak olanlara
oranla daha güçlü ve geniş kapsamlı olacaktır. Tekamülde esas
olan da, bu iradeyi (yüksek benin iradesini) bedensel bende
tezahür ettirmektir. Bu da, kendini tanıma cehti çerçevesinde
bedensel benin arındırılması, saflaştırılması, “kalbin
temizlenmesi”yle olasıdır.(21)
Tüm varlıklar özlerinde aynı temel
varlıksal ilkeleri taşıdıkları için, söz konusu zahiri irade
farklılığı, dengesizlik ve uyumsuzluk kaynağı oluşturmaz.
Çünkü; varlıksal iradeler birbirinden ve “Bütün”den ayrı ve
bağımsız değildirler. Ayrıca, Bir ve Tek Olan Bütünsel’in
kapsamlı irade şemsiyesi altında, sadece O’na hizmet etmekle
kalmazlar, aynı zamanda da gelişimlerini sürdürürler. Bu
yolla, içsel gelişimin gereği olan ruhsal yasaları; sevgi,
merhamet, şefkat, hoşgörü, vericilik ve fedakarlık erdemlerini
ve maddeye hakimiyeti de bedende tezahür ettirirler.
Her varlık Bütün’ün içerisinde, üzerine
düşen hizmet(22) ve vazifeyi bu şekilde yerine getirir. Bu
şekilde, tezahürün / yaratılışın sürekliliği sağlanmış /
gerçekleşmiş olur. Plansal düzeyde ise, irade benzerliğiyle
bir araya gelmiş olan varlıklar, kendi aralarındaki yani,
plansal düzeydeki bu kusursuz ilişki ve iletişimle, planın
İlahi Muradı’na hizmetlerini ve kendi gelişimlerini yerine
getirirler. Kuşkusuz, bu hizmette, varlık şuurlu olabildiği
oranda gelişim hızlarının ivmesini de artırır. Böyle bir
gelişim süreci içinde, görünürdeki zahiri zıtlıklara rağmen
aslında farklı iradeler birbirlerine şuurlanma
açısından yardım eder.
Buradaki ‘farklılık’, bize göre yani, içinde bulunduğumuz
realiteye göre zıtlık ve kötülük şeklinde, zihinsel ve
bedensel konforumuzu bozacak şekilde de tezahür edebilir. Ama
sonuçta her şey gelişim ve eğişim içindir.’Kötülük’ dediğimiz
şey de, ıstıraplı durumlarda bizim hayrımızadır. Esasen
ıstıraplarımızın yaratıcısının da kendimiz olduğunu
zaman zaman anımsamakta yarar var. Kimse kimseye gerçek
anlamda kötülük yapamaz, esasen ‘kötülük’(23)
diye bir şey de yok… Birisinin bize kötülük diye yaptığı şey,
bizim gelişimimize, sabır ve tahammül gücümüzün artmasına
katkıdan başka bir şey değildir.
Tezahürat ortamında farklı
iradelere sahip olan bizler, söz konusu zahiri irade
farklılığından dolayı, birbirimizin şuurlanmasına bilmeden
katkıda bulunuruz. Bu bakımdan,
“Varlık varlığın gelişim aracıdır.” denmiştir.
Yaratılmış olan her şey birbirini geliştirmek, evrensel
tekamül olgusuna katkıda bulunmak için vardır. Böyle bir
etkileşim içinde varlıklar, hem kendi içerikleri hakkında, hem
de öteki varlıkların ve bulundukları ortamın içeriği hakkında
bilgi sahibi olurlar ki buna,
“alanın bilgisine
sahib olmak”(24)
da denir.
Bu küresel ve bütünsel etkileşim
içinde, tüm olup biten, Bir ve Tek Olan Bütün’e, O’nun
iradesine (İlahi Murad’a) hizmettir. Başka bir deyişle, tüm
iradeler, hangi görünümde olursa olsun; “Merkez”in
iradesine(25)
hizmetten başka bir şey yapamazlar. Dolayısıyla, varlıksal
ilke olarak; söz konusu olan, irade uygunluğudur.
İradeler Birbirinin Denge Unsurudur
Varlıksal iradeler, sadece birbirine
(esasta) uygun olmakla kalamayıp, aynı zamanda, birbiri için
denge unsurudur. Şöyle ki;
*Kozmik vazife, Bir ve Tek Olan
Bütünsel’e hizmet gerçekleştirilirken, bir varlığın yapamadığı
ya da yarım bıraktığı iş aksamaz ve başka bir varlık
tarafından tamamlanır. Dolayısıyla, Yukarı’nın işi hiçbir
zaman hiçbir şekilde aksamaz.
*Bir
varlığın yarattığı negatif bir etki, olmaması gereken bir
eylem, başka bir varlığın yarattığı pozitif etki ile
dengelenir. Dolayısıyla, bütünsel dengeyi korumak için; bir
iradenin arkasında, sürekli olarak ve yedek başka iradeler
vardır. Bu nedenle, İlahi İrade’nin / vazifenin aksaması asla
söz konusu değildir. Bundan dolayı tüm tezahürat denge
halindedir ki bu evrensel dengenin ezoterik adı ‘yin-yang’(26)
dengesidir.
Yukarıdan
beri irdelemeye çalıştığımız ‘irade farklılığı’, varlığın
‘vazife yapma hakkı’yla da yakından ilgilidir: Bir plansal
yapı içinde, her varlığın vazife yapama hakkı vardır. Çünkü
varlık, vazife yaparak planına hizmet ederek gelişmek üzere,
bir mekanda tezahür eder. Varlıklar, kendi seçme özgürlükleri doğrultusunda
vazifenin, İlahi Murad’ın gerçekleştirilmesinin değişik
veçhelerine(27)
talip olduklarından, iradeler arasında farklılık olması
doğaldır. Başka bir deyişle varlık, vazife yapma hakkını,
kendi özgür iradesi yönünde (elbetteki kendi gelişim düzeyine
en uygun şekilde) kullanabilir. İşte bundan dolayı da, irade
ve hiyerarşideki ye farklılığı ortaya çıkar ki, bu farklılık,
vazife yapma hakkının kullanım şeklinden ötürüdür.
A ş a m a l a r :
Varlık, ‘vazife yapma hakkı’nı
kullanırken, içinden geçtiği sürecin aşamaları;
vazifeyi
istemek (talip olmak) >> vazifeyi almak
>>
engellere karşı koymak >> vazifeyi yerine getirmektir.
Varlık vazife hakkını bu
aşamaları izleyerek kullanırken, bir bakıma kendi üslubuna
göre tezahür sürecine katılmış olmaktadır. Bunun nedeninin,
seçme özgürlü ve iradesine göre vazife yapma hakkını
kullanmasından kaynaklandığını daha önce de belirtmiştik.
Esasen, görünüşteki zahiri farklılığın bir nedeni de budur :
Varlığın, seçme ve irade özgürlüğünden dolayı, tezahür
sürecine kendi realitesine dolayısıyla kendi üslubuna göre
katılır… |
(16)
RUHUN TANIMI: İrade ve iktidarı sayesinde uyum sağladığı alemlerin
yasalarına ve icaplarına uyarak; bilgi ve uygulama için, her
istediği zaman plan düzenleyerek bedenlenen maksatlı ve
müessiriyet sahibi, şuurlu bir varlıktır.
(17)
“YÜCE İYİLİK”: Daha
çok din felsefesinde ilahiyatçı filozoflar tarafından
kullanılan bu kavramın din felsefesindeki karşılığı “Hayr-ı
Ala”dır. “Allah Rızası” de demek olan “Hayr-ı Ala”, “Size
güzel ahlakı öğretmeye geldim!.” Diyen Hz.Muhammed’in bu
özdeyişinde anlamını bulan kavramdır. Bu ifadede “güzel
ahlak”tan maksat, tamamen pozitif değerler yüklü astral
klişelerin oluşturulması; başka türlü ifadesiyle “pozitif
yayın odağı haline gelmek”tir. Pozitif düşünce ve eyelem
üretmenin ölçüsü; digerkamlık dediğimiz elcilik şeklindeki bir
düşünce, sevgiyle ve hiçbir çıkar hesabı yapmaksızın, sadece
Yüce İyilik (yani, Allah Rızası) için yapılan işlemdir /
uygulamalar bütünüdür. İlk Çağ düşünürlerinden Plotinos’da
“Yüce İyilik” anlayışı: Plotinos’a göre; ışık güneşten,
sıcaklık ateşten, sonuç aksiyondan çıktığı gibi evren de
Mutlak’tan gelir ve tanrı “Yüce İyilik”tir. Her şeyin,
ekendisinden türemiş olduğu yaratıcı ilkedir o. O, aynı
zamanda en yüksek en iyi olan ce “salt iyi”dir. Plotinos, bir
yerde “güzel” kavramını da “Yüce İyilik” ile
ilişkilendirilmiştir. Şöyleki; ona göre beden ruhun sayesinde
“güzel” olur. Ruhumuzda akıl sayesinde “güzel”dir. Akıl ise
güzelliğin kendisidir ve bunun üstünde “Hayr”(Hayrı-ı Ala)
vardır.”Güzel” bize, kendisine karşı bir tutkunluk duygusu
verir ve aklı “Hayr” a götürür.(Kaynak: Filozoflar
Ansiklopedisi, Cemil Sena, sayfalar- 626, 627) Tüm bunlardan
anlaşılıyor ki, her şey birbirine oranla az ya da çok
güzeldir. Fakat herhalde güzeldir. Çirkin, güzelliğin azlığı
demektir. Tıpkı şer, “Hayr”ın azlığı olduğu gibi. Ruh, güzel
arayıcılığı ile daha yüksek ve yüce olan “Hayr” ı (Mutlak
Bir’i) araştırır. Yine Plotinos’a göre arzu ettiğimiz şeyler
gerçek arzularımızın bir aracısıdır. Arzu ettiğimiz şey değil,
o şeyde parlayan “Mutlak Güzellik”in cilvesi ve onun amacı
olan “Hayr” a kavuşmaktır. Evrende var olan her şee bir çekim,
ısı ve ışın veren “Hayr” dır. İşte bundan dolayı, sanatçının
ülküsü “Hayr” a olan bağlılığı dolayısıyla, yetkin güzelliği
temsil etmekten ibarettir. 17.ci Y.Y. düşünürlerinden
Spinoza’ya göre en Yüce Hayr ise, Tanrı’ya karşı beslenen
zihinsel sevgidir.(Kaynak: Felsefe Tarihi, Macit Gökberg,
sayfalar-270, 271)
“İYİLİK” ve iyilik
yapmak üzerine özdeyişler:
*”Başkasına gelen iyilik, bize de iyiliktir; başkasına gelen kötülük, bize de
kötülüktür.”-ATATÜRK,1930
*”Sizin gerçek değeriniz, kendi
cinsinize karşı beslediğiniz duygularla, davranışlarınızla ve
onlara yapacağınız yardımlarla iyiliklerle
ölçülür.”-EINSTEIN
*”Kötülük etmek kolaydır ve bunun
bin türlüsü vardır; ama hüner, iyilik edebilmenin
yolunu bulmadadır.”-B.PASCAL (Fr.Filozof)
*”İyiliğe iyilik, her
kişinin işidir; kötülüğe iyilik ise er kişinin
işidir.”-AZARİ ATALAR SÖZÜ
(18)
EPRÖV ve HALET
konularında güzel deyişler :
*”Herkese gelmez bela, erbab-ı
istidat arar.” Ergün Arıkdal
*”Silkelenin, silkelenmenize izin
verin.” –RUHSAL TEBLİĞ İFADESİ
*”Altın, ateş ile; kadın, altın
ile; erkek, kadın ile sınanır.”-AMERİKAN ATASÖZÜ
*”Yapılırken heyecan duyulmayan
işler başarılamaz.”-EMERSON
(19)
ARA PLAN:
İki yoğunluk ortamı arası ‘ara plan’dır. Buna, “Bir plandaki
iki katmanın birbirine girişim bölgesidir (birbirinin içine
girdikleri kısımdır” da diyebiliriz). Bir nehir üzerindeki
köprü nehrin iki yakasını nasıl birbirine bağlarsa,bir ‘ara
plan’ da, bir ruhsal planın iki katmanı arasında sanki bir
köprü oluşturur. İşte varlığın evrensel vazifelerinden biri de
“köprü olmak”tır. Bu onun iki yoğunluk ortamı arasında “ara
plan işlevi”nde bulunma vazifesidir. Elbette ki, “iyi bir
köprü” olmak şuurlanmaya bağlıdır. Aynı esastan hareketle de
diyebiliriz ki, enkarne bir varlık içinde enkarne durumunda
bulunduğu fizik plan ile, bağlı olduğu ruhsal plan arasında
bir ara plan konumunda ve işlevindedir.
(20)
ŞUUR
: Şuurluluk kendinin farkında
olmaktır. Varlık ne kadar kendinin farkında ise, o kadar
şuurlu demektir. Görüldüğü gibi, şuurluluk ile farkındalık
doğru orantılı. O halde, farkındalıksızlıktan farkındalığa
doğru değişim kaydetmek şuurlanmak, şuurda uyanmak demektir.
Bu duruma göre, otomatik yaşamak şuurlanmanın önündeki en
büyük engeldir. Bedensel bende vicdan, şuurun duygu
merkezine(bkz. varlıksal yapımızla ilgili şema)indirilmiş
halidir. Bu durumda “şuurluluk”, enkarne varlığın sahib olduğu
bilgiyi gerektiği anda ve durumda ortaya çıkarabilmes(yani,
vicdan kanalının açık olmas) demektir. Üstün bir şuur ile
birlikteliğin tek yolu vicdanlı harekettir. Kapanmış şuurlara
ışık tutmak şuurlu varlıkların görevidir. Ruha sonsuz
yolculuğunda eşlik eden biricik yükü, sayısız bedenli
yaşamları boyunca sergilediği idraklenme cehtiyle oluşturduğu
şuur birikimidir. Varlık, şuur kapasitesi oranında, gelişim
olanaklarından (“nimetler”den) yararlanır. Varlıklar küresel
bir şuur bütünlüğü içinde tekamül ederlerken, şuurlarının dibi
görünmez enginlikleri içinde, özlerindeki bilginin
uygulamasını yapmaya çalışırlar.
(21)
KALP TEMİZLİĞİ:
Sufizm’de “ALLAH’ın beşere nazar yeri” olarak ifade edilen
kalbin temizliği, onun isteklerden / arzulardan
arındırılmasıyla olasıdır. O zaman kalp
“Beytullah”tır(ALLAH’ın evi).Kalbi bu hale getirmek, ALLAH’ın
zatını kalpte tecelli ettirmekle ve kalbin, ALLAH’ın nuruyla
aydınlanması ile özdeş bir durum olarak ifade eden Sufiyun
bazen selamlaşırken, “Kalbin, ALLAH’ın ilhamına konak olsun…”
temennisinde de bulunur. “Gerçek zenginlik gönül
zenginliğidir.” Atalar sözünde anlamını bulan bu durum aslında
bildiğimiz kalp çakrasının temizliğinden ve açık olmasından
başka bir şey değildir.Kalp çakrasının temizliği ve açıklığı
Kur’an’da “selim kalp” olarak geçer. “Selim kalp”,
hastalıklardan / marazlardan (Bakara-10) arındırılmış ve
”teslim olmuş(başka türlü ifadesiyle, “gönül” haline gelmi)
kalptir. Bunun tersi durumda olan kalp ise yine Kur’an’daki
ifadesiyle “kalp körlüğü” ifadesinde anlamını bulan; kalbin
kilitli olması, paslanması, perdelenmesi, hatta mühürlenmesi
şeklinde ifade edilmiştir.
(22) HİZMET /
VAZİFE: Vicdan
ve vazife realiteleri arasında sıkı ilişki var. Çünkü,” vazife
realitesi, vicdan realitesi olmadan tahakkuk edemez.”
(Sadıklar Planı Teb.) Vicdan realitesinin reaksiyonu
vazifedir. Bu nedenle İllahi Murad’a yönelik vazifelerimizi
daha iyi yapabilmek yani, daha işe yarar kullar olabilmek için
vicdan kanalımızın olabildiğince açık olması gerek. Bu
durumlarla bağlantılı olarak, vicdanı tezahür ettirmede
başarı, vazife hissiyatının ve sezgisinin de güçlenmesini
beraberinde getirir. Bu ise, yaşam planının başarılması
demektir.Tüm varlıklar, tezahüratın tüm birimleri birbirinin
yükselişinde rol oynar ama ruhların yükselişinde şuurlu olarak
rol oynayan”vazifeliler”kapanmış şuurlara ışık tutmak için
tekrar tekrar enkarne olurlar. Varlığın, genel anlamda olmak
üzere, vazifesi Yukarı’yadır. Varlık, ne yaparsa yapsın, İlahi
Murad’a hizmetten başka bir şey yapamaz. Beşeri yaşam
kastedilerek, “Halka
hizmet, Hakk’a hizmettir.” Denmiştir. Evet, halka hizmet
ama Yukarı’dan dolayı halka hizmet ve vazife daha makbuldur.
Bu şekilde hizmet, “Beşeriyetle ideal ilşki…”
demektir.”Yukarı’da ALLAH ile beraber, aşağıda da halk ile
beraber olmak” önemli. Hizmet / vazife öncelikle Yukarı’yadır
ve Yukarı’dan dolayı insanlaradır. Bu nedenle, “Halka
hizmet ederim, Yaradan’dan dolayı.” İfadesi daha
doğru olsa gerek.
(23) KÖTÜLÜK: Sınavda kopya
çekmeye çalışan tembel öğrencinin bu eylemini öğretmeni
engellemeye çalışması, öğretmen açısından(görevini yaptığı ve
haksız /sahte bir başarıyı önlemeye çalışması bakımında) iyi
ve gerekli ama tembel öğrenci açısından fena / kötü bir
şeydir. Bunun içindir ki, başımıza gelmiş gibi görünen
fenalık, ona müstahak olan hak eden ya da onu gerektiren kendi
doğamızdan çıkmaktadır. Bu nedenle, gerçekten neyin bizim için
kötülük, ve neyin iyilik olduğunu bilemeyiz. İşte bu nedenle,
belli bir amelin (işin / eylemin) iyi ya da kötü olduğunu
takdir etmek ALLAH’a aittir.
(24) Bu durum ‘KENDİNİ TANIMA
REHBERİ’(Akaşa Yayınları) adlı eserde ‘roller’ olarak ifade
edilmiştir :
Mücadeleci, lider, araştırmacı, maddesel
hizmetkar, bilge, sanatçı, manevi
hizmetkar olarak adlandırılan ‘roller’, enkarne
varlıkların yaşam boyu değişmeyen vazife örtüleridir.Bu
‘örtüler’e yaşamlar boyu bürünerek, planlarımıza karşı
vazifemizi /vazifelerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz.(Daha
ayrıntılı bilgi için bkz. belirtilen kaynak eser.)
(25) “MERKEZ’in İRADESİ” =
İlahi Murad
(26) YİN-YANG: Evrenleri
kapsayan denge halindeki kutuplaşmanın simgesidir. Bu
kutuplaşma / polarizasyon tezahüratın tüm birimlerinde olduğu
gibi, enkarne varlıkta da vardır. Özellikle idraklenme cehti
içinde olmayan ve büyük ölçüde bedensel ben olarak yaşayan
bireyler bünyelerinde yin-yang (eril-dişil) dengeyi kavramamış
olduklarından içsel dengesizlik halindedirler. Bir de buna
duyguların kontrolsuzluğu eklenirse, ortaya çıkan beşer tipi;
kendinden habersiz, nefsinin güdümünde ve içsel dengesizlikler
içinde bir “Adem”den başkası değildir. Esas olan ve makbul
olan, erkek bedende isek, bünyemizdeki dişil ilkeyi erilin
düzeyine; dişi bedende isek, bünyedeki eril ilkeyi dişilin
düzeyine çıkartmaktır. İSA Peygamber’in, “Erkekler
erkekleşmesin, kadınlar kadınlaşmasın!” ve “Kadınlar
erkekleşmedikçe, melekuta giremeyecektir.!” uyarılarında da
aynı temanın işlendiğini sanıyoruz.
(27) İlahi Murad’ın değişik
veçhelerinin gerçekleşmesini “ROLLER” ile sağlıyoruz:
Her yaşamda (ve yaşamlar boyu) tek gerçek kişilik özelliği “ROL”dur
ki bu da vazifedir. Bu nedenle, rollere vazife örtüsü de
denir. Vazife örtüleri olan roller şunlardır: MÜCADELECİ,
LİDER, ARAŞTIRMACI, MADDESEL HİZMETKAR, BİLGE, SANATÇI, MANEVİ
HİZMETKAR.(Ayrıntılı bilgi için bkz. KENDİNİ TANIMA REHBERİ,
Akaşa Yayınları) Varlıklar rollerini değişik kişilik
özellikleriyle oynar. Bu nedenle rol,yaşamlar boyu değişmez
değişmez ama kişilik özellikleri değişir. Başka bir ifadeyle,
aynı rol, bir devre boyunca değişik / çeşitli kişilik
özellikleriyle deneyimlenir.
|